adigehaber
  Buruk Bir Ramazan Bayramı Sonrası
 
Buruk Bir Ramazan Bayramı Sonrası

8 Temmuz 2016
Değişik yazarlarımız, neredeyse ortaklaşa olarak, gidişin Adıgeler açısından umutvar olmadığı noktasında birleşiyor ve konuya değiniyorlar. Örneğin, Murat Özden (Habracu), son iki yazısında 'Çerkes milliyetçiliği', 'Solcu Çerkesler ve İslâmcı Çerkesler' gibi konulara değiniyor ve eleştirilerde bulunuyor http://www.ozgurcerkes.com/?Syf=22&...? .
Burada Habracu Murat’ın yazılarını özel anlamda değerlendirecek değiliz.
Murat Özden, ayrıca 17 Temmuz'da İstanbul Rusya Başkonsolosluğu önünde Çerkes sivil haklar savunucusu Khuade Adnan'a Rus yönetimince uygulana politik baskılara ilişkin bir basın açıklaması yapacaklarını da söyledi.
İslâmcılık konusu
Devlet, faşisti, ulusalcısı ve dincisi ile, hep birlikte, İslâmı yeniden “ihya etme” çabası içinde. İktidar kendi anlayışına uygun, itaatkâr ve asimilasyona/ Sünni Türkleştirme politikasına hizmet edecek bir İslâmcılık anlayışını canlı tutma peşinde.
Bu anlamda milyonlar dizayn edildi. Anayasal dayanaklar (güvenceler) oluşturuldu, camiler ve okullar resmi din görevlileri ile dolduruldu. Tek dil (Türkçe) anlayışı pekiştirildi. Bu politikayı anayasa yapıcısı olarak askerler, 12 eylülün faşist generalleri dayattılar, Türkçe temelli dini eğitimi zorunlu hale getirdiler. ‘Başarı’ onların.
Daha önce Kürtçe, Çerkesçe ve diğer diller din alanında kullanılabiliyor, dini vaazlar verilebiliyordu. Bütün imam ve vaızlar devlet memuru yapılarak Türkçe dışındaki bütün diller dinsel alandan [camilerden] tasfiye edildi.
Çok sayıda imam-hatip okulu ve ilâhiyat fakültesi açıldı, binlerce ‘profesör ve eğitim elemanı, öğretmen, vs’ yetiştirildi, çoğu yönetici yapıldı, yoksul çiftçi lastik ayakkabı bulamazken, din görevlilerine lojmanlar tahsis edildi, tabii sadece Sünni din görevlilerine bu imtiyazlar sağlandı, maaşları yükseltildi, velhasıl paraya gark edildiler. Bu kişilerin kuşkusuz hepsi yiyici takımından değildir, tenzih ederim, içlerinde gerçek araştırmacı, ufku ileriye dönük, aydınlatıcı olanları da az değildir, müteveffa Yaşar Nuri Öztürk ve İhsan Eliaçık gibi.
Bu olanaklar, kayırma sadece çoğunluktaki Sünni mezhebi mensupları için, azınlıktaki Alevi ve Şii mezhepler, diğer dinler mensupları devlet nimetlerinden yoksun tutuluyorlar. Ayrımcılıktır bu. Bunların eşitlik ve laik anlayışı da böyle. Hastalıklı.
***
Bilimin temel ilkelerinden biri de sorgulamadır, bizim ilâhiyatçılarımızın ana kitlesinde bu yok, yanından bile geçmiyorlar, günah mı sanırlar yoksa? Böylece akıl dini olan İslâm donduruldu, şekilci ve duragan bir ibadet dinine dönüştürüldü. Düşünme, araştırma ve sorgulama yok. 'Ramazan ayında oruç tut, namaz kıl, hacca git, dua et, bu kadarı yeter, Cennet’e girersin’, anlayış bu. Sosyal yardımlaşma, ‘Bilimi Çin’de olsa bile ara’ anlayışı terk edildi. Bir hurafeler dünyası yaratıldı. Araştırma ve sorgulama, modern yaşam gereksinimleri yok dedik, bunları yapmıyorlar ama yine bütçeden milyarlar ayrılıyor.
Onların her birinin aldığı aylık ve tahsisatın çeyreğini, kızgın güneş altında gün boyu, neredeyse günde 12 saat tarlalarda çalışan, ter döken toprak emekçisi, gündelikçi işçi ve inşaat amelesi almıyor. Bu bir adaletsizlik, bir dengesizlik değil mi?
Yazıktır. Gerçek biliminsanı bundan rahatsızlık duymaz mı?
Üstüne üstlük televizyonlara çıkıp abuk sabuk konuşan, bilgiç edalarla ‘ahkâm kesen’ bir sürü ‘din âlimi’, din tüccarı da türemiş durumda.
Peki, sonuç? Sonuç, sağcı, faşist partiler için oy deposu olan, sola ve liberal görüşlere öcü gibi bakan, önyargılı, bilim, sanat ve modern dünya kültüründen kopuk yoz bir kitle...
Ülkeler böyle mi kalkınır mış? Öyle yapan Pakistan mı kalkınmış? Dökülüyor, bombalar patlıyor.
Toplum kendi içinden ikiye ayrılma tehlikesi ile de karşı karşıya...
***
Bugün Batı’da her türlü din, bu arada İslâm dini, Kuran ve şeriat/ hukuk kuralları dahil her şey objektif bir biçimde, tarafsız ve bilimsel bir displin içinde inceleniyor, değerlendiriliyor. Yeni yeni bilimsel makale ve kitaplar ortaya konuyor, yayınlanıyor. Batıda herşey eleştiriye açık, sınırsız bir düşünce özgürlüğü geçerli, bilimdışılığa ise yer yok, ona ödün verilmiyor. Bu yapılanlarla ilgilenenler bizde var mı?
Tam bir vurdum duymazlık, bencillik, aymazlık ve rehavet içindeyiz.
Peki ne yapılıyor? Yüzlerce yıl önce yaşamış, söyledikleri güncelliğini çoktan yitirmiş, geçerliliği kalmamış eski İslâmcı yazarların yazdıklarını yeniden yayınlama, “dediklerim İmam Gazali’nin ve diğer İslâmi âlimlerin dediklerine ters düşmesin tek” dogmatizmi; sadeleştirme, karşılığında da para koparma; aktarma bilgiler, birbirinin yazdığını birbirinden alıntılama, kopyalama ile sınırlı, ‘körler sağırlar birbirini ağırlar’ misali içe kapanık bir yayın dünyası var, hepsi bu. Havanda su dövülüyor. O eskimiş yazılar da, Batılı tarzda, bilimsel anlamda incelenip günümüz insanını bilgilendirecek biçimde değerlendirilmiyor, çünkü o düzey yok. Değerler, değerli kişiler ise masalardan uzaklaştırılmış durumda. Ortalıkta sadece bir sebeplenme, menfaatlenme yoksa, peki bu olanı nedir? Para yoksa şuradan şuraya adım bile atmıyorlar. ‘Bilim aşkı’ denen şey hak getire. Geleceğe yönelik, güncel anlamda değil, toplumu geçmişe dönük oyalama, göz boyama yarışı var.
***
Eleştiri, bilimsel disiplin ve hesap verme anlayışı henüz sınırlarımızdan içeri girememiş.
İslâmın eşitlikçi, yenilenmeci yanları törpülenmiş. Rahata ermişlerin, Emevilerin İslâmı revaçta. Oysa İslâm, en başta kölelerin hak taleplerine, özgürleşme özlemlerine ses vermiş, köleler arasında kök salmıştı. Ya sonrası?..
Yoksa, biz bilmiyoruz da, İslâm Ordusu Mekke ulularından mı oluşmuştu?
Bizimkilerin, Batılı akademisyenlerin İslâma ilişkin bilimsel çalışmalarına ilgileri ne düzeyde dersen, ya hiç yok ya da çok çok arka planlarda. Onları kavrayacak ve değerlendirecek bir kapasite, bir düzey oluşmuş mudur? Bilemiyorum, emin de değilim. ‘Gâvur işi’ mi sayıyorlar yoksa bu türden çalışma ürünlerini? Bu kafayla ülke, AB’ye değil, olsa olsa Arap ülkeleri dünyasına, Orta çağlara, Somali, Afganistan ve Pakistan’a götürülebilir...
Khuade Adnan konusu
Khuade Adnan Bigalı bir Adıge, Kafkasya'ya bireysel anlamda ilk dönenlerden, Cherkessia.net’in de kurucularından. Çerkes soykırımının uluslararası alanda tanıtılması için uğraş veren insan hakları savunucularından biri.
Söylendiğine göre, 300 dolar biriktirip anayurda gitti, çalıştı, sonunda kendi işini kendi kurdu, Kabardeyli bir kızla evlendi, bir kızı ve oğlu oldu http://cherkessia.net/author_articl...
Türkiye'den halı ithal edip Maykop'ta pazarlıyor. Rus yönetimi, tabii ki onun alt birimlerinden biri olan Adıgey yönetimi ve işbirlikçiler de, Khuade Adnan'ın sivil haklar savunuculuğuna, Çerkes soykırımının değişik ülkeler parlamentolarına taşınması, tanınması çabalarına destek verecek, aferin diyecek değildi ya.
Çok kızıyorlar, rahatsızlar. Çünkü suçlular, suçlu olduklarını biliyorlar, çünkü onlar baskıyı simgeliyorlar, buna karşın Adıgelere ilişkin uluslararası destek gün gün gelişiyor, güçleniyor. Bizim sesimiz haklının, özgürlüğün sesi.
Rus rahatsız.
***
Rus yönetimi, 1864'te Çerkesya'yı silâh zoruyla ele geçirdiğini, ülkeyi kana buladığını, yok yere 500 binden çok insanın, sivil Adıge insanının ölümüne yol açtığını biliyor. Bunun ortaya konmasından rahatsız.
Rus, 1864’te bütün bir ulusu, Adıge ulusunu son bireyine değin ülkesinden çıkardığını, kitleler halinde Osmanlı ülkesine sürdüğünü, binlerce yıllık bir özgeçmişi, tarihi, farklı bir kültürü bulunan, örnek bir yaşam tarzı oluşturmuş olan bir ulusu ve bir ülkeyi, Çerkesya’yı yok ettiğini, onun, Çerkesya’nın yerinde yapay bir ‘Novorossiya’ (Yeni Rusya) kurduğunu gizlemeye, kamufle etmeye, gözlerden kaçırmaya, birilerinin öğrenmesinin önüne geçmeye çalışıyor, gerçeği itirafa yanaşmıyor. Hem suçlu, hem yalancı ve inkârcı, yaptığını yapmadığı iddiasında. Ama boşuna. Güneş balçıkla sıvanmaz demişler...
Çerkes soykırımı, etnik temizlik ve sürgünü yadsınamaz bir hakikat, bir gerçek...
Dünya kamuoyu, özellikle Batı, Rusya'nın bu çirkin, işgalci ve inkârcı politikalarının yanında yer alamaz. O zaman savunduğu kendi öz değerlerine ters düşmüş olur.
***
Soykırım ve soykırım benzeri bir suç olan toplu sürgün, mutlaka bir resmi karara bağlı olmalı. Çerkes sürgününe ilişkin böyle bir resmi karar, 10 Mayıs 1862 tarihli Rus hükümet kararı var. Sorumluluk resmi kararı alan devlete ya da devletlere ait olur. Bu bağlamda Çerkes soykırım ve toplu sürgününün sorumluluğu Rusya’ya, Ermeni soykırımı Osmanlı Devleti’ne, Yahudi soykırımının sorumluluğu da Nazi Almanyası’na aittir.

Devletler dışında, suçun işlenmesi ve uygulanması sırasında aktif görev almış olanların da kişisel sorumlulukları olur. Örneğin Yahudi soykırımından sorumlu görülüp yargılanan, değişik cezalara çarptırılan ve cezaları infaz edilen kişiler vardır. Bosna’da işlenen savaş ve soykırım suçlarından sorumlu bulunup günümüz Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanan ve değişik cezalara çarptırılan kişiler de vardır. Mahkeme savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım suçları ve saldırı suçlarına bakıyor. Bu kategoride yer alan suçlarda zamanaşımı yoktur. Ruanda'da ve daha başka ülkelerde (Sudan, vb) işlenmiş soykırım suçları da kovuşturulmuş ya da kovuşturulmaktadır.

Bu bağlamda soykırım suçunu işlememiş kişiler, soykırım işleyen devletin yurttaşı olmaları nedeniyle suçlananamazlar. Ancak o tür kişiler işlenmiş soykırım suçunu yadsırlarsa ya da işlenmiş soykırım suçunu savunmaya kalkışırlarsa, bazı ülkeler yasalarına göre cezalandırılırlar. Cezalandırma süreci genişlemekte ve ilerleme kaydetmektedir. Örneğin, Yahudi soykırımını inkâr etmenin Almanya'da suç olması gibi.
***
Olay, Çerkes soykırımı, etnik temizlik ve sürgünü, bir gerçek olarak bütün belgeleriyle kanıtlı olarak orta yerde duruyor. Cenaze orta yerde, kaldırılmamış. Olayı yadsıma, inkâr, aksini kanıtlama olanaksız. Yadsınamaz bir gerçektir 1861 yılı Çerkesyası’nın ve ulusunun yok edildiği.
Soralım, Anapa'dan Soçi'ye, Soçiden ötelere, Karadeniz kıyıları boyunca daha güneylere, Pitsunda’ya değin uzanan bir geniş coğrafyada yaşayan ve dağ sırtlarına değin yayılmış olan, setlerle korunan, sırtta toprak taşınması yoluyla oluşturulmuş olan bahçe ve tarlalarda üretim yapmış olan, sulama kanalları kuran kültürlü, uygar bir halka, 2 milyon üzeri bir Çerkes nüfusuna ne yapıldı? Hiçbir şey! Öyle diyorlar Rus yöneticiler.
Rus'un bu sözlerine karşılık olarak Ukraynalı/ Kırımlı Cemile şarkısında bakın ne diyor?:
‘Yabancılar gelince...
Evinize gelirler,
Hepinizi öldürürler ve derler ki,
Bizim suçumuz yok,
Bizim suçumuz yok.
Aklınız nerede? İnsanlık ağlar.
Siz kendinizi Allah sanıyorsunuz.
Ama herkes ölüyor.
Benim nefesimi (canımı) yutup yok etmeyin.
Bizim nefesimizi (canımızı) yok etmeyin.’
Rus yönetimleri bunun, cinayetlerinin hesabını verebilirler mi, bundan böyle bunun altından kalkmayı, koyun postuna bürünmüş kurt rolünü oynamayı sürdürebilirler mi? Soykırımın, vahşetin üzerini daha ne kadar bir süre için örtebilirler?..
***
Rus, Kafkasya, Çerkes tarihini de değiştirmeye çalışıyor, örneğin Rusların Soçi yöresinde 400 yıldan beri yaşamakta oldukları yalanını dünyaya, bu arada yoğun bir Çerkes nüfusunun bulunduğu Türkiye'ye bile yaymaya, empoze etmeye kalkışıyor https://www.facebook.com/notes/hapi-cevdet-y%C4%B1ld%C4%B1z/ruslar-ne-zamandan-beri-so%C3%A7ide-ya%C5%9F%C4%B1yorlar/1111452705581901
***
Günümüzde politik suç diye bir kavram kalmış mı uygar ülkelerde? Ama Çerkesler söz konusu olduğunda Rusya’da var, en güncel örnek de Khuade Adnan. Politik suç, sözgelişi İran’da, Suudi Arabistan, Somali ve Sudan’da var. Çünkü oralarda demokrasi, insan hakları diye birşey yok. Politik suç ve tuzak kurma Batı’da yok ama Rusya’da ve Türkiye’de var. Bu iki ülke, Rusya ve Türkiye demokratik dönüşümünü tamamlayamamış, eksiksiz demokrasiye geçememiş, eski baskıcı geleneği, baskıları sürdüren iki gerici ülke.
Hapishaneler muhalif sanatçı, gazeteci ve yazar dolu.
Fil ile serçenin öyküsü
Su içmeye giden fil serçeyi takmamış, küçümsemiş, önüne çıkan serçe yuvasını ezmemek için yolunu değiştirmemiş, bir adım olsun yandan dolanmamış, serçenin yuvasını ve yavrularını çiğneyip geçmiş...
Bu bir Adıge masalı.
Anne Serçe, bu yaptığını yanına bırakmayacağını file söylemiş. Fil de, “hadi oradan sen de, gücün ne ki?” demiş. Serçeyi başından atmış.
Anne Serçe olup biteni kuşlara anlatmış, kuşlar hep birlikte gözlerine saldırıp fili kör etmişler. Fil yine otluyor, öğle vakti kurbağa seslerine doğru yürüyerek, ırmağa, su içmeye gidiyor, serinliyor, bir biçimde yaşamını sürdürüyormuş.
Anne serçe ardından durumu, filin kendisine ve yavrularına yaptığını kurbağalara anlatmış, kurbağalar da öğle vakti filin her zaman su içtiği yerden biraz uzaklaşarak, ırmağın en bataklık yerinde toplanıp hep birlikte viyaklama başlamışlar.
Fil, seslerin geldiği tarafa, bataklığa doğru gitmiş, saplanıp batakta boğulmuş.
***
Bugün için o anne serçenin yerinde, konumunda biz varız. Fil de Rusya. Kadınlarımız, genç kızlarımız kitleler halinde uyanır, sivil savunmada öncü görevler yüklenirlerse, ulusal sorunlarımıza sahip çıkacak olurlarsa, kuşkunuz olmasın, tüm demokratik çevreler, uluslararası toplum bizi destekleyecek ve Rus’un yalanları boşa çıkacak, politikaları desteksiz kalacaktır.
Cemile, Kırım örneği önümüzde.
Bu arada en büyük destekçilerimiz arasında Rusya Federasyonu halklarının, Rus aydın ve demokratlarının da bulunduğu gerçeğini unutmamalıyız. Onların desteği olmadan başarılı olamayız, bir yerlere varamayız.
Irkçılıktan uzak durmalı, insana yönelik sevgi seli ile yüklü olmalıyız.
Bu düşüncelerle hepinizin geçmiş Ramazan Bayramını kutlar, mutluluklar dilerim.
 
  Bugün 11 ziyaretçi (39 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol