Batıdaki ulusal sorunlar ve örnekleri
Batılı demokrasiler yayılmacı, ilhakçı politikaları çoktan beri terk etmiş bulunuyorlar. Birleşik Krallık, Fransa, Hollanda, Belçika ve Portekiz’in sömürgeleri artık tarih oldu, eski sömürgeler şimdi bağımsız ülkeler… Gözler sınır ötelerinde değil. Toprak sorunları kalmadı. Sınır ötesiyle toprak için, yerleşmek için değil, doğal kaynaklar ve para için ilgileniliyor: Petrol, doğal gaz, pazar, ticaret, bankacılık, borçlandırma, vb. Öte yandan ABD, Çin, vb büyük ekonomilerle rekabet amacıyla, daha küçük ölçekli ülkeler, daha büyük ölçekli birliklerde bir araya gelip bir rekabet gücü oluşturmaya çalışıyorlar, AB gibi. Koşullar bunu gerektiriyor.
Bir demokratik örnek daha, Birleşik Krallık/ İngiltere’yi ele alalım: Ana karasındaki Kuzey İrlanda ve İskoçya'ya referandum yoluyla (barışçı yolla) ayrılma, bağımsızlık hakkı tanıdı. Üstelik İngiltere üniter bir devlet. Bu ne demek?.. Bunun yeryüzünde başka bir örneği var mıdır? İngiltere dışındaki ülkelerdeki özerk bölgelerin - federe devletler hariç - uluslararası hukuk gereği tek yanlı ayrılma hakları yok. Kuzey İrlanda ve İskoçya federe devlet değil, özerk bölge (region) statüsündeler. Sırbistan’a bağlı eski bir özerk bölge olan Kosova ise bir istisna. Kosova’da Sırbistan’ın yürüttüğü bir etnik temizlik olayı yaşanıyor, halk toplu halde ülkesi dışına sürülüyor ve bir insanlık suçu işleniyordu, dış müdahale (NATO müdahalesi) yapıldı, insan hakları ihlaline son verildi, bu bir zorunluluk gereği idi. Ancak Kosova, BM tarafından hala - bağımsız bir ülke olarak - tanınmıyor, RF engeli var. Adıgelerin Rusya’ya karşı direndiği 1860’larda ise, böylesine bir korunma ve uluslararası hukuk kuralı yoktu ya da gelişmemişti, soykırım, etnik temizlik ve ülke dışı göçe (toplu sürgüne) tabi tutulan Adıge-Çerkeslere hiçbir ülke ya da kurum yardım etmemişti.
Ulusların kendi geleceklerini tayin hakkı
BM tarafından kabul edilmiş “Ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkı” diye uluslararası geçerliliği olan bir ilke var, ama sömürge ülkeler içindi, yaptırımları onlarla sınırlıydı. Süresi doldu ve soyut bir ilke olma dışında bir işlevi kalmadı. Geride özerk bölgeler, özerkliği olmayan, baskı gören etnik ve dini azınlıklar gibi sorunlar kaldı. Bu gibi sorunlar için koruyucu hukuksal güvenceler, alınmış ve yaptırım gücü olan kararlar yok. Sadece “Helsinki Nihai Senedi” gibi tavsiye niteliğinde bölgesel antlaşmalar söz konusu: “Avrupa Bölgesel veya Azınlık Dilleri Şartı”, “Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi” gibi. Bunlar somut güvenceler içermiyorlar. Ülkeler bu tür sözleşmeleri rahatça dolanabiliyor.
Dediğim gibi, uluslararası statü ve hukuki güvencelerden yoksun etnik ve dini azınlıklar var. Hem de sayıları az değil. Ayrıca günümüzde soykırım, etnik temizlik ve toplu sürgün suçları da işleniyor, örnekleri var: Ruanda - Tutsi ve Bosna soykırımları, Myanmarlı/ Arakan Müslümanları, Suriyeli sığınmacılar ve Müslüman ülkelerdeki Müslüman olmayan/ Hıristiyan azınlıklar ve bunlara yapılan baskılar, vb. Bunlar da anayasal güvencelerden yoksunlar.
Bir başka örnek de İspanya’daki Katalonya (7 milyon) sorunu. Katalonya Özerk Bölgesi referandum ve parlamento kararı yoluyla bağımsızlık ilan etti, İspanya’dan ayrılmak istedi, ama bastırıldı ve birçok Katalan lider hapse kondu. BM ve AB bu gibi sorunlar konusunda bir şey yapamıyor, çünkü yasal yetkileri yok, hukuki bir çözüm yolu, bir formül de üretilebilmiş değil, bir belirsizlik var. Bu gibi sorunlar, Bosna ve Kosova’da yaşandığı düzeyde açık insan hakları ihlalleri olmadıkça, ülke içi sorunlar olarak görülüyor. Bu alanda bir boşluk var. Yeni İspanyol sosyalist (sol) hükümeti ile Katalonya yerel hükümeti arasındaki görüşme kararının gösterdiği gibi, sağ partiler tarafından organize edilen milliyetçi İspanyollar ayağa kalkmış, yüz binler sokağa dökülmüş bulunuyor. İspanyol milliyetçiler görüşmelere karşı. Bu da çağ dışı egemen ulus milliyetçiliğinin yaygınlığını, eşitlik anlayışının önündeki asıl engel olduğunu, egemen ulus milliyetçiliğinin, demokrasi karşıtı ve aşılması gereken bir sorun olarak günümüze kaldığını gösteriyor.
Demek ki ülkeler/ halklar hala milliyetçi ön yargıların etkisinde - tutsağı. İngiltere’deki gelişmişliğe ulaşılabilmiş değil. Bunu da görmek gerekir.
Rusya’daki durum
RF'ye gelince: Rusya, Ukrayna'nın egemenlik hakkını çiğneyerek, hukuken federe değil, özerk cumhuriyet (bölge) statüsündeki Kırım’ı ve bir kent olan Sivastopol’u, oralarda yapılan tek yanlı birer referandum ile RF’ye aldı (2014). Bu yeni bir oluşum. Aslında özerk bölgeler halklarına, halk iradesine, yani referanduma dayalı olmaları koşuluyla kendi geleceğini belirleme hakkı tanınmalı, azınlıklar da dikkate alınmalı. Büyüklü küçüklü birimler eşit haklara kavuşmalı. Geçmişteki, Sovyetler’deki anlayışa göre özerk cumhuriyet, egemen birlik cumhuriyeti (союзная республика) içinde, bağımsızlık yetkisi/ hakkı bulunmayan devlet biçiminde tanınıyordu. Demokrasi açısından tartışılabilir bir durum. Ukrayna federal değil, üniter bir devlettir, dediğimiz gibi, Kırım özerk bölge statüsünde (bağımsızlık ilan etme yetkisi bulunmayan) bir özerk cumhuriyet, Sivastopol ise sadece bir kent idi. Ayrılmaları için, bugünkü mevzuata göre geçerli hiçbir hukuki yol yoktu, ayrıca Ukrayna’nın onayı da gerekiyordu (Abhazya ve Güney Osetya konusunda da veto ve Gürcistan engeli var). Bu son örnekte, RF açısından, bir özerk cumhuriyet ve kentte yapılan referandumlar yeterli bulundu, ayrıca Ukrayna, Kırım’daki ve Sivastopol’daki Ukraynalı ve yerli Tatar nüfus öğeleri dikkate alınmadı. Bu da yeni bir örnek... Demek ki, güç konduğunda - kural dışı da görülse- gerekçe, yeni kural ve oluşumlar yaratılabiliyor. Belirtelim, dünyada yeni yeni örnekler doğabiliyor. Önemli olanı katkı ve değişimleri demokrasi doğrultusunda dönüştürmek olmalı.
Asya ve Afrika'da çoğu sınırlar sömürgeci güçlerce cetvelle çizildi. Uluslar parçalandı. Bu da günümüzün bir gerçeği.
Sovyetlerdeki uygulama
1917 Ekim devrimi üzerine Rusya'da, ulusların/ halkların eşitliği ilkesi kabul edildi, dünya tarihinde bir ilkti bu. Daha sonra, 9 Ocak 1918’de ABD’de yayınlanan Wilson ilkeleri de var, ancak kapsamı sınırlı ve çarpık bir açıklamaydı; Birinci Dünya Savaşında yenilen ülkelerin yeniden yapılandırılmalarına ilişkindi, evrensel düzeyde geçerliliği yoktu. Buna göre, yenik ülkelerdeki uluslara kendi devletlerini kurmaları olanağı sağlanacaktı: Türkler ve Araplar kendi devletlerini kurdular, yenik Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yerinde de yeni devletler doğdu (Macaristan, Çekoslovakya, vb). Yenen (galip) ülkelerin devlet yapılarına ve sömürgelerine ise dokunulmadı. Osmanlı coğrafyasındaki bazı ulus ve topluluklar ise dikkate alınmadı (Kürt, Asuri, Çerkes, vb).
***
Sovyetlere dönersek, büyük küçük her bir topluluğa, çoğunlukta olduğu tarihsel toprağı geri verildi ve her birine, değişik düzeylerde kendi geleceğini belirleme hakkı ya da özerklik tanındı. Batı bu örneği, ayrıca halkların eşitliği ilkesini benimsemedi, batılı ülkeler, sömürge ülkelerin halklarını (yerlileri) kendileri ile eşit statüde görmüyorlardı ve bu türden bir anlayışı/ politikayı uzunca bir süre sürdürdüler. Kendilerini yerli halklardan üstün tuttular. Beyaz ırktan olanları (Avrupalıları) üstün ırk, diğerlerini aşağı/ ilkel ırk diye nitelendirdiler (*). ABD’de yakın zamanlara - 1960-70’lere - değin ırk ayırımı yapılıyor ve Siyah nüfusa eşit oy hakkı/Medeni hakları kullandırılmıyordu. Günümüzde, ABD ve Batıda bir İslamofobi bulunduğu, doğu kökenlilerin ve farklı ırklardan insanların aşağılandıkları, ikinci sınıf insan sayıldıkları biliniyor. 1994 yılı öncesinde Güney Afrika’da resmen ırk ayırımı/apartheid politikası uygulanıyordu, uzlaşmayla eşitlik sağlanmış bulunuyor. 1962 yılı öncesi Fransız Parlamentosu’nda bile, Denizaşırı Fransız ili Cezayir’in temsilinde, büyük çoğunluktaki Müslüman nüfusa 21, azınlıktaki Avrupalı kolon (sömürgeci) nüfusa 24 koltuk ayrılmıştı. 1789 Fransız devrimine, tarihte ilk İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni yayınlamış olmasına karşın Fransa, 1960’larda bile ırklar ya da yurttaşlar arası eşitlik ilkesinden (anlayışından) uzaktı. Oysa ırk (yurttaş/birey) eşitliği, evrensel ve ilkesel anlamda, Sovyetlerin öncülüğünde, 1948 tarihli BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile kabul edilmişti ama birçok Batılı ülke tarafından ihlal edilmekteydi.
Bu tür bir gecikme ve antidemokratik anlayışlar sonucu, çok sayıda çözülmemiş etnik ve dini sorun, arkaik bir kalıntı olarak günümüze taşınmış bulunuyor ve yaralar kanamaya devam ediyor. Bu gibi sorunlar kitlelerce - özellikle egemen ulus bireylerince - bilinmiyor, önemsiz şeylermiş gibi algılanıyor. Bu algılama biçimi de aşılması zorunlu bir engel olarak duruyor. Birçok Asya, Afrika, dahası Latin Amerika ülkesi yanında RF, Çin ve bazı AB ülkelerinde bile hala çözümlenememiş etnik ve dini sorunlar bulunuyor.
Şimdilerde ise, egemen ulus milliyetçiliği ve arkaik/ değişime kapalı anayasalar, İspanya Katalonya örneğinde görüldüğü gibi, çözümün önündeki ana engellerden. Söz gelişi Katalonya İspanya’dan ayrılsa bile daha üst bir AB çatısı altında, - İspanya ve Katalonya biçiminde - yeniden bir araya gelecek ve üst bir şemsiye altında, ama yurttaş eşitliği temelinde ve daha özgürlükçü bir platformda yeniden buluşacaklardır, tıpkı Slovakya ile Çekya’nın, Slovenya ile Hırvatistan’ın AB ve NATO gibi daha büyük bir birlik çatısı altında bir araya gelmiş olmaları gibi. Koşullar birlikteliği ve eşitliği zorluyor, politik gelişim/dönüşüm o yönlü, ileri demokrasi bunu gerektiriyor.
Böylece ezen-ezilen ulus sorunu (bireylerin aşağılanmaları) sona erecek, yurttaşlar daha eşit ve daha özgür bireyler haline gelecek, baskılar da tarihe karışacaktır. Ama egemen ulus milliyetçileri egemen olmayan uluslar bireylerini, özellikle ayrı bir etnik ad altında olduklarında, kendi eşitleri olarak görmek istemiyorlar. Ağız söylemese bile içlerinde bu gizli nefret duyguları yatabiliyor. Bu konuda da sorun var. Örneğin sıradan bir İspanyol milliyetçisi bir Katalan’ı ya da Bask’ı zaten eşiti imiş gibi algılayabiliyor, Bask’ın eşitlik/ pozitif ayırım ve daha fazla özgürlük ya da bağımsızlık isteğini aşırılık ve haddini bilmezlik olarak görüyor, İspanyol bireyi o tür bir duygu, öfke ya da yanılgı içinde olabiliyor. Oysa Katalan ezik, bir şeylerini, duygularını ve kimliğini İspanyol ölçüsünde özgürce dışa vuramıyor, bazı şeylerini sansürleme (gizleme) gereği duyuyor, İspanyol bunu duymuyor. İspanya ve Katalonya ilişkisi eşit statüde değil, biri egemen, biri bağımlı. Bağımsızlık birinin tekelinde, ortada gönüllü kurulmuş bir federasyon da yok. Ülkelerin çoğunda durum, aşağı yukarı böyle.
Demokratik devlet, yurttaşları arasında din, mezhep, ırk ve milliyet, zengin ve fakir ayırımı yapmayan, hepsine eşit mesafede duran, hukuki anlamda eşit davranan, azınlığı, zayıfı koruyan, yardım eden, azınlığına pozitif ayrımcılık uygulayan ve asimilasyona karşı önlemler alan devlettir. İdeal devlet öyle olmalı.
RF’de 2005-2007 yıllarının tasfiye programları
Rusya Federasyonu'nda (RF), her şeye, baskılara karşın, sınırlı da olsa, tarihten gelme bir hukukilik var. Bu çok önemli. Hukukilik ve anayasa federe cumhuriyetleri ve azınlıkları bir anlamda koruyor. RF Federasyon Sözleşmesi, ayrıca RF Anayasası, federasyona katılan cumhuriyetlerin her birini egemen devlet olarak tanıdı ve o temelde Rusya Federasyonu devlet yapısı oluştu. Örneğin, Adıge Cumhuriyeti Anayasası, Adıge Cumhuriyeti’nin (AC) egemen (суверенитет) bir devlet olduğunu ve o statüyle Federasyona (RF'ye) katıldığını vurguluyor. Bu açıklama, federe bir devletin, federasyondan ayrılma hakkını da içeriyor (Kırım ve Sivastopol örnekleri farklı, ancak halk iradesi ile RF’ye katıldılar, deniyor). Buna karşın, 2005-2007 yıllarında RF'de milliyetçi bir dalga yükselmiş, Federasyon Sözleşmesi’ne ve RF Anayasası’na aykırı olarak, federasyon üyesi bazı egemen/ federe cumhuriyetlerin tasfiyesi, topraklarının Rus büyük illeri (kray) içine alınmaları görüşleri yetkili çevrelerce ele alınmış, tartışılmış, basına yansımış, bu arada Federasyon üyesi bağımsız idari/ulusal birimler olan 10 özerk okrug’dan (küçük il) 6’sı referandum yoluyla, okrug (alt idari birim) adı verilerek, birleşme sonucu oluşturulan yeni krayların (büyük iller) içine alınmıştır. Örneğin, 1 Temmuz 2007’de Sibirya’daki Kamçatka Oblastı ile Koryak Özerk Okrugu (KÖO) birleştirilerek Kamçatka Krayı oluşturulmuştur. Sonuç olarak Koryak ÖO üst idari birim iken RF üyeliğinden düşürülmüş ve bir alt idari birim (okrug) yapılarak Kamçatka Kray içine alınmıştır. Bu da yetkiyi kötüye kullanmanın, bağımsız idari özerk ulus statülerini düşürmenin, hukuksuzluğun örneklerinden biri olmuştur. Ancak cumhuriyetlerin RF içinde farklı siyasal statüleri, anayasal güvenceleri bulunduğu, yasal düzenleme yetmediği, çifte referanduma gitmek gerektiği için olmalı, geri adım atıldı ve bazı cumhuriyetleri tasfiye yönlü girişimlere Putin’in ve o dönem AC Devlet Başkanı/Prezident Şovmen Hazret’in karşılıklı demeçleriyle son verildi. Daha ileriye gidilmesi halinde tepkiler belirebilecekti. Nitekim Adıge Cumhuriyeti’nden sert tepki konmuş, halk kongresi toplanıp karşı eylem, bildiri ve protesto kararları almıştı.
Sovyet devlet yapılanması
Lenin ve Sovyetler (Bolşevikler), cumhuriyetler yararına aşılması zor bazı koruyucu ilke ve istisnalar getirmiş, anayasal garantiler sağlamışlardı. Bu sayede 15 bağımsız cumhuriyet doğmuştur. Ancak özerk cumhuriyetler, alt birim oldukları için birlikten ayrılma hakkından yoksun kaldılar. Bu da sistemin eksik (antidemokratik) yanıydı. Ayrıca ulusal oblast, ulusal okrug ve ulusal rayon (ilçe) biçimlerinde alt ulusal birimler kuruldu, bunların sınırlarıyla sık sık değişikliklere gidildi, tepeden inme bazıları kaldırıldı, bazıları kuruldu ve bazıları da birleştirildi.
Herşeye karşın, 1917 devriminin öncüleri arasında gelişmiş bir demokrasi, ulus, hukuk ve bilim anlayışının bulunduğunu, bu sayede katı Rus egemen ulus milliyetçiliğinin aşılabildiğini anlıyoruz. Bu da dünyada - belki de İsviçre Konfederasyonu dışında - bir ilkti. Bunu izleyen RF döneminde, önemli bir gelişim olarak özerk cumhuriyetler federe (egemen) cumhuriyetlere dönüştürüldüler; cumhuriyetlere anayasal egemenlik hakları tanındı ve haksızlık giderildi. Geride Sibirya halkları ve Karadeniz kıyısı Adıgeleri (Şapsığlar) gibi küçük ulusal toplulukların sorunları kaldı (Yeni bir güncel örnek: Kanada yerli ulus topluluklarını tanıdı, dillerini resmi dil yaptı, devlet koruması sağlayarak yeni bir model oluşturma yoluna gitti, Nunavut gibi).
Günümüzde, RF’de anayasal bir değişiklik için, dediğimiz gibi, çift yanlı, RF ve federe cumhuriyetler düzeyinde parlamento onayı ve referandumlara gidilmesi, yani uzun bir hukuki prosedür/ süreç gerekiyor. Bu gibi şeyler ya da bilemediğimiz daha başka nedenlerle 2000'lerin tasfiye girişimleri tamamlanamadan durduruldu. Cumhuriyretlerin tasfiye girişimi başarılı olsaydı, ilk tasfiye edilecek yer, büyük bir olasılıkla Adıgey (AC) olacak, egemenlik statüsü düşürülmüş bir alt birim olarak Krasnodar Kray (il birimi) toprakları içine alınacaktı.
***
Rus milliyetçiler/ ırkçılar cumhuriyetleri tasfiye girişiminin kalkmış olmasından rahatsızlar. Bu çevreler “Sovyetler’deki cumhuriyetler çağ dışı kuruluşlardır, bunların dünyada başka örnekleri yok, kaldırılmalılar” diyorlar. Bu söylem, kuşkusuz halklar ve demokrasi için açık bir tehdittir. İspanya ya da İngiltere’de, federatif devletler olmamalarına karşın, tarihten gelme, oturmuş demokratik gelenekler ve gelişmiş bir düşünce özgürlüğü ortamı var, özerk bölgeleri kaldırma, küçük ulusları baskı altına alma ve eritme gibi bir politik eğilim artık yok, içişlerine karışılmıyor. Bunlar aşıldı. Anayasal garantiler var. Ama bazı ülkelerde ve Rusya'da, anayasaya rağmen içişlerine, anayasal sınırlar dışına çıkılarak karışılıyor, anayasal güvenceler tam oturmuş, yerleşmiş değil, örneğin federasyon üyesi (üst idari birim) 6 özerk okrug, ayrıca birçok ulusal rayon (ilçe), hukuka ve kazanılmış haklara aykırı olarak, yasa ve kararnamelerle lağvedildi (Koryak ve Komi-Permyak okrugu, Şapsığ rayonu gibi), yerel dillerde eğitime, anayasaya aykırı olarak merkezi yönetim tarafından aşırı kısıtlamalar getirildi, eşitlik ilkesi darbe aldı. Kısıtlamalar cumhuriyetlerin (federe devletlerin) kendileri tarafından değil RF Merkezi Hükümeti tarafından yapılıyor, cumhuriyetler bypass ediliyor, devre dışı bırakılıyor. Bu tür politik uygulamalar hukuka ve demokrasiye aykırıdır.
RF’de yerel dillerde öğretime getirilen kısıtlama
Sorunları ayrıntıları ile bilmek için kuşkucu ve araştırıcı olmak gerekiyor. Çünkü ayrıntılar, sorunun can alıcı noktaları olabiliyor, ayrıntılar ırkçı/milliyetçi çevreler ve işbirlikçileri tarafından örtülmeye (gizlenmeye) çalışılıyor. Demek ki ırkçılık, hukuksuzluk hala uluslararası boyutta canlı. Bilgi aktarıcı ya da bilgi birikimi olan kişi sayımız çok az. Bu gibi nedenlerle cumhuriyetlerdeki dil öğretimini, somut anlamda ve ayrıntılı olarak bilemiyoruz, tartışmalar yüzeysel boyutta ve eksik kalıyor.
***
Egemen devlet olma nedeniyle cumhuriyetlerin kendi özel ulusal eğitim müfredatlarını düzenlemeleri, okutacakları dilleri, dersleri, niteliklerini ve sınıflara göre ders saati dağıtım cetvellerini özgürce kendilerinin hazırlamaları, bu gibi konularda yetkili olmaları gerekiyor. Dünyadaki gelişmiş demokratik örnekler böyle. Ama RF’de öyle değil. RF’deki federe devletlerin ve ulusal azınlıkların bu gibi yetkileri kırpılmış ya da alınmış durumda. Örneğin, Rusça dışındaki resmi diller, zorunlu dersler kategorisinden çıkarıldı ve seçmeli dersler kategorisine alındı. Bu da vahim bir hukuksuzluk, ulusun varolma hakkına, içişlerine indirilmiş bir darbe. Bunun demokratik bir açıklaması olabilir mi? Daha da ileri gidildi: 2018’de varolan kısıtlı yetki/ statü daha da daraltıldı: Önceleri okul yönetimi, öğrenciye ya da velisine, “Okulda almak istemediğin seçmeli bir dil dersi varsa, bir dilekçe vererek veya sözlü olarak bildir” diyordu, federe/yerel dil yanlısı bir düzenleme vardı, okul yönetimine seçme hakkı bırakılmıştı: Dilekçe verilmediğinde, Adıgece/yerel dil seçmeli ders dili olarak cumhuriyet okullarında otomatik halde okutuluyordu. Yerel dili öğrenmek istemeyenler bunu dilekçe vererek ya da sözlü olarak okul idaresine bildiriyorlardı. Dilekçe verme zorunluğu da yoktu. Yeni düzenleme ile bu avantaj kaldırıldı, ters bir uygulama ve dilekçe verme zorunluluğu getirildi: Öğrenciye, kayıt ya da kayıt yenileme sırasında ‘Okumak istediğin seçmeli ders dilini sunacağımız form dilekçesinde işaretle’, deniyor. Bu da şu anlama geliyor: İşaretlemediğin seçmeli ders dilinden vazgeçmiş sayılıyorsun. Birçok veliyi ve öğrenciyi, korku nedeniyle de, anadilinde öğretim isteğinden vazgeçirecek bir düzenleme söz konusu.
Tek parti döneminin ırkçı/Türkçü uygulamaları, Rusçu versiyonuyla RF’ye taşınmış olmalı. Rusça ve İngilizce ise zorunlu derslerden oldukları için form dilekçede işaretlenmelerine gerek yok, öğrenciye ret hakkı tanınmamış. İngilizce ve Fransızca gibi yabancı diller zorunlu dersler kategorisinde, öğrenci bir yabancı dil dersini okumak zorunda. Yabancı dil ve varsa seçmeli yerel dil ya da ikinci seçmeli yabancı dil dersi dışındaki bütün dersler Rusça okutuluyor. Bu eğitim sistemi bütün RF okullarında uygulanıyor. Asimilasyoncu bir düzenleme söz konusu. Böylece anadili öğretimine öldürücü bir darbe indirilmiş bulunuyor, öğrenci istemediği ya da form dilekçesinde belirtmediği dili öğrenme isteğinden vazgeçmiş sayılıyor. Hemen belirtelim: Bunun benzeri bir resmi dil uygulaması olan başka bir federal devlet/ federe devlet örneği yeryüzünde kalmış mıdır? Rusya’daki cumhuriyetlerin dünyada başka örnekleri yoktur, çağdışıdırlar diyen Rus milliyetçilerinin kulakları çınlasın.
Demokratik gelişim önlenemez. RF’de antidemokratik durum ve uygulamaların aşılacağı kuşkusuzdur. Bu bir zaman sorunu.
Geçtiğimiz yıl - 2018’de, Adıge Cumhuriyeti eğitim bakanlığı görevlisi Borse Zuriyet, - henüz yenisi uygulamaya yetişmediği için olmalı - geçici olarak uygulamada kalan eski eğitim sistemine ilişkin şu açıklamayı yapmıştı:
"Maykop’u ele alırsak, her okulun farklı bir ana eğitim planı (programı) var ve dil öğretimi bu plana göre yapılıyor. Bakanlık okullara 4 farklı plan gönderiyor, okul müdürü beğendiğini seçiyor" - Bkz. -
http://www.cherkessia.net/news_detail.php?id=7377
Karışık, muğlak, anlaşılmsı zor bir ifade. Planların içerikleri belirsiz.
Bu açıklamadan kentlerdeki bazı okullarda anadili/ yerel dil dersinin haftada bir saat, bazı okullarda iki saat okutulduğu, okulların büyük çoğunluğunda ise hiç okutulmadığı gibi bir sonuç çıkarabiliriz. Uygulama, bildiğimiz kadarıyla öyle.
RF'de maalesef bir gizlilik, ketumluk (ağzı sıkılık durumu) var. Yetkililer bile açık konuşamıyorlar, çekiniyor olmalılar. Çünkü demokrasisi gelişmiş, oturmuş değil. Demokratik ülkelerde ise tersine bir durum, açıklık ve karşılıklı güven anlayışı var, korku yok, bireyleri susturma, sorunları basından gizleme ve yasaklama yok, yargı güvencesi var, ırkçı baskılar ve dil düşmanlığı azalmış ya da etkisizleşmiş durumda. Yeryüzündeki genel hava böyle. Ayrıntıları bilmek, sorunları tanılama, öğrenme ve çözüm yollarını bulma ve tartışma bağlamında önemli. Bilmemek, yanlış algılamalara da yol açabiliyor. Bu bakımdan bilmek ve öğrenmek durumundayız.
(*) - Hitler rejimi döneminde, Almanya’da Ari ırk (üstün ırk) tezi ortaya atılmış, Alman ırkı beyaz ırkın en üstün ve en saf örneği olarak benimsenmişti. Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kurulması ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin yayınlanması ile ırk ayırımı gerilemiş, eşitlik anlayışı evrensel düzeyde güç kazanmıştır.