adigehaber
  Yeni sayfanın başlığı 333
 


Guser Fahrettin Abatay'ın ardından:


 


 


21 Kasım 2014 günü değerli bir büyüğümüzü, derlemeci ve mevlithan abimiz Guser
Fahrettin Abatay
’ı (1930 – 2014) kaybetmiş
bulunuyoruz. Fahrettin abi, 22 Kasım günü görülmemiş bir ölçüde kalabalık bir
cemaatin katılımıyla Bandırma’da toprağa verildi.


Fahrettin Abi kimsenin kalbini kırmayan, işyerine gelen herkesi ağırlayan, herkesin dert ve
sorunu ile ilgilenen biriydi. Adeta bir iyilik meleği gibiydi. 1906 yılında
yayınlanan “Adıgece Mevlid”i yeniden okuyan, sevdiren ve dağıtan oydu.


Kendisinden değişik anı, söyleşi ve derlemelerini yazıya geçirerek Circassian.Center, Cherkessia.net ve Adigehaber
sitelerinde yayınladım. O, bildiğim ve canlı tanığı olarak 1864 yılında
Kafkasya’dan/ Adıge ülkesinden gelmiş olan kişilere ilişkin anılarını aktaran
bir kişiydi. Hafızası son derece güçlüydü. Bu sayede çocukluk günlerinde
anlatılanları günümüze taşıyabilmiş olmalıydı. Fahrettin abiden derlediğim ve
yazdığım herşey, yukarıda söylediğim sitelerde, bazıları da sanırım Jıneps
gazetesi sayfalarındadır. Bütün bunlar ilgilenenler için son derece önemli
folklorik ve etnografik ürünlerdir.


Fahrettin abi, İstanbul’un ünlü mevlithanlarındandı. Kur’anı ve mevlidi usulüne göre okur,
genç imam ve hafızlara hocalık yapardı. Birkaç kez hastalanmış ve atlatmıştı.


Babası onu daha bir küçük çocuk iken bir esnafın yanına çırak vermiş, anlatırdı. Çıraklık günlerini ve ustasını anlatmıştı. Daha sonra
kuyumculuk ve gümüş işiyle uğraşmış, en son  hac malzemeleri satışı yapmıştı. Bu yıla
değin dükkânında sektirmeden çalışmış, bir yandan da Adıgece mevlidi Şapsığ kıraatına,
özgün okunuşuna göre okumaya çalışır, ilâhiler derlerdi . Bu konuda mütevazi katkılarım olmuştur.
Guser Fahrettin abinin annesi Abzah olduğu için şivesi de Abzah idi. Mevlid ise Düzce ve Adapazarı taraflarında konuşulan Şapsığ şivesiyle yazılmıştı. Bu şive Kafkasya'da Afıpsıpe ve Kalej köylerinde de aynen konuşulur. Mevlidi
aslına uygun olarak okumak için Şapsığ şivesi (aksanı) üzerinde  çalışıyordu. Son zamanlarda
hayli de ilerlemişti.


Sözü fazla uzatmadan abimize ait iki anıyı, "25 Kasım Kadına Şiddeti Kınama Günü"ne de denk geldiği
için, Adigehaber sitesinden aktararak yeniden yayınlıyorum. Abimizin mekânı Cennet olsun!


Köyüm ve ailem:


Doğduğum yer  Balıkesir ili Susurluk ilçesi Demirkapı köyü. Demirkapı, bir
zamanlar 2000 üzeri nüfuslu büyük bir köydü. Şimdilerde nüfusu 500 dolayında.
Köyümüz nüfusu 1878 yılı Berlin Antlaşması gereği Balkanlardan sürülen
Şapsığlar ile 1880’lerde Kafkasya’dan göç ederek gelen Abzahlardan oluşuyor.
Küçük bir Bulgar göçmeni nüfus da var. Şapsığ ve Abzah nüfusu eşit. Her iki
lehçe de kendi mahalle kesimlerinde konuşulur.


Abzah ile Şapsığ arasında bazı geleneksel davranış farklılıkları vardır. Şapsığlar,
genellikle daha saf, eski düzenlerine daha bağlı kalmış, hile hurda 
bilmeyen, işi ve gücüyle uğraşan insanlar idiler. Abzahlar ise, daha sosyal,
daha uyanık,  daha ketum  ama dışa daha açık olan kişiler idiler.


Babam Şapsığ, annem Abzah idi, eşim de Abzah’tır. Bu bakımdan her iki kesimi de
yakından tanıma olanağım oldu. Hayli anım var. Bunlar arasında Şapsığ ve Abzah
kadınlara ilişkin anılarım da var. Biri annem ve daha bebekken feci bir biçimde
ölen küçük kızkardeşim, diğeri de bir Şapsığ kadını ile ilgili.


Şimdi ikincisini anlatayım:


Bir ara köyümüze  - İkinci Dünya Savaşı yıllarında- bir askeri birlik yerleştirilmişti. Kıtlık vardı. Kadınlar
askerlerin çamaşırlarını yıkar, çorap örer ve benzeri hizmetler yapar,
karşılığında tayın ekmeği alırlardı.


Daha sonra asker de kıtlık içine düşmüştü. Asker kapıya gelir, “Abla, bir dilim
ekmek” der, biz de verirdik. O gibi günleri de yaşadık.

Şapsığ Kızı
Köyümüzden birkaç Abzah kızı ile bir Şapsığ kızının Çerkes olmayan askerlerle evlenip
gittiklerini  biliyorum.


Örneğin, Şapsığ kızı çok güzeldi, ere değil, bir yedek subaya varmıştı. Kızları
tanıyorum, adlarını söylemem uygun olmaz. Köydeki yaşlı kesim bunları biliyor.


 


Şapsığ kızı birkaç yıl sonra  kucağında bir oğlan çocuğuyla köye, annesinin evine
geri döndü, babası ölmüştü.  Şapsığlar arasında boşanma denen şey duyulmadık şeydi,  çok ayıp karşılanırdı.  Bir kadının baba evine geri gönderilmesi ya da geri dönmesi hayra yorulmaz ve onur kırıcı   bir olay yerine geçerdi.


Kendi geleneksel çevresi dışını bilmeyen saf Şapsığ  kadını ve
kızı, erkeğin bir Çerkes değil, başka bir kültürün erkeği olduğunu, Çerkes
gencindeki centilmenlik, incelik ve saygının  yabancı  bir
erkekten aynen beklenemeyeceğini, onların farklı olduklarını ve kadına el
kaldırabildiklerini, kadına dayak atmanın onlar için sıradan bir şey, bir
koca 'hakkı' olduğunu bilecek durumda değildi.


Saf kadın, görünüşe aldanıp  yabancı erkeği, Çerkes erkeği ile
karıştırmış ve yanılmış olmalıydı…


Şapsığ kızı, Kürt müydü, değil miydi, o kadarını bilmiyorum ama Doğulu olduğu söylenen
birine varmıştı. Doğulular arasında kadına dayak atma alışkanlığı
yaygınmış. Genç kadın da dayak  yemeye başlamış, sonunda dayanamaz
olmuş, bu yüzden geri dönmüş. Bunu annemden duymuştum.


Kadın ve kızı, yakın  komşumuzdu.


Onuru kırılan  anne, kimseye duyurmadan evini ve 15- 20 dönümlük tarlasını el altından
sattırıp kızı ile torununu da alıp gizlice köyden gitmişti. Annem ve bir iki yakını dışında kimseyle vedalaşmadı, kimseye de gideceği yeri söylemedi.


Kendisinden yıllarca hiç  haber alamadık. Sonunda çevre Çerkes köylerinden birileri kadını
Manisa’da bir köşede ördüğü çorapları satarken görmüşler. Daha sonra öldüğünü
duyduk. Kızı da ölmüş. Ancak torunu okutmayı başarmışlar. Çocuk şimdi
Ankara’da, Danıştay’da önemli bir görevde, kendisiyle  tanıdıklar
aracılığıyla selamlaşıyor ve haberleşiyoruz.


Demek istediğim, Adıge/ Çerkes kadınları böylesine onurlarına düşkün insanlardı. Yani
farklı idiler.


 


Annem ve Kızkardeşim


O gün Ramazan ayı günüydü, mevsim yazdı. Köy imamını ve köyün ileri gelenlerini
ağırlama sırası bizdeydi. Ben aslında 1933 doğumluyum (*). Buna göre düşündüğümüzde bu olay 75 yıl önce olmuş, yaşanmış
olmalı. Annem akşama gelecek konuklar için  mutfakta yemek hazırlıyordu.
İftar vakti de yaklaşıyordu. Kız kardeşim yürüyemiyordu, henüz emekleme
dönemindeydi. Annem bir tavada yağ kızartmış ocağın (cegupaşha) kenarına
almış, başka bir işe dalmıştı. Kızkardeşim emekleye emekleye ocağın yanına
geldi ve elini kızgın tavanın içine soktu, ardından feryadı bastı.


Annem koşup bebeği aldı ve bir kenara bıraktı. Ardından akraba bir kızı çağırıp
çocuğu ona teslim etti.


Kendisi hiç birşey olmamış gibi mutfakta çalışmaya devam etti. Namaz sonrası
iftar için  gelen konukları karşıladı, onları sofraya buyur etti. Yemekten
sonra da çay ikram etti.


Konuklar bir süre söyleştikten sonra Yatsı ve Teravih namazı için evden ayrıldılar.
Zavallı annem konukları yolcu etti, hiçbir şeyi belli etmedi. Konuklar
gittikten  sonra bebeği ile ilgilenebildi.


O zamanlar doktor denen şeyin adını duyar kendisini göremezdik. Çocuğa köy usulü
pansumanlar yapıldı, kadınlar dualar ettiler  ve üfürdüler. Kâr
etmedi.


Çocuk kıvranarak iki gün daha yaşadı.


(*) – Fahrettin abi, daha sonra nüfusa küçük, 1933 doğumlu olarak yazıldığını, aslında 1930 doğumlu olduğunu
bana söylemişti. Şu durumda 84 yaşında vefat ettiği anlaşılıyor. - hcy


 
  Bugün 42 ziyaretçi (57 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol