adigehaber
  Gerçekler ve Güncel Sorunlar
 
 

Gerçekler ve Güncel Sorunlar
15 Mart 2016

En baştan belirteyim, hemen hiçbir konuda çözüm üretemiyoruz. Bunu bilmeliyiz.
Çözüm için öncelikle sorunu belirlemek ve onun ne olduğunu bilmek gerekir. Sanırım bu konuda tökezlemeler geçirmekle birlikte bir arayış içindeyiz.
1950'li yıllara gidelim, o sıralar Türk-Amerikan ilişkilerinin balayı dönemi yaşanıyordu. ABD, Sovyetleri yıkacak ve tutsak uluslar, bu arada “Kuzey Kafkasya” da özgürlüğüne kavuşacaktı.
Görüş ABD kaynaklıydı.
Soğuk Savaş yıllarını böyle geçirdik. Çerkes adı fazla kullanılamıyordu. Bölücülük sayılabilir, cadı avları başlatılabilirdi.
Köydeki durum
Düzce'deki köyümüzde ve bazı köylerde geleneksel anlamda Adıgece mevlit hâlâ okutulabiliyordu. Özellikle köyden bir kadın Adıgece mevlit okuyor ve sık sık da okutuyordu, çoğunca Nurkâmil’in annesi okuyordu. Camilerde Adıge imamlar Adıgece ilâhiler okuyor, dualar ettiriyorlardı.
Düğünlerde Adıgece şarkılar eşliğinde mızıka ve tahta (pĥećıḱ) çalınıyor, bazı köylerde özellikle kızlar Adıgece şarkılar söylüyorlardı. Yaşlı kadınlar “Haḱ oş vered” denilen “Kiler şarkıları”, yaşlı erkekler de toplanıp “Ğıbzeler” (ağıt ve kahramanlık şarkıları) söylüyorlardı (*). Müzik çok sesliydi. Bunlara yetiştim ve tanık oldum. Şimdi yerlerinde yeller esiyor.
Şahsen uzun bir köy yaşamım olmadı, ömrümün çoğu kentlerde ve dışarıda geçti. Peki birçok kişiden farklı olarak Adıgeceyi niçin unutmamışım? Sanırım bunu hafızama ve Adıge diline olan sevgime borçluyum. Örneğin, bana anlatılan birçok öyküyü anımsıyorum ama bana anlatmış olanlar onları unutmuş olabiliyorlar.
Kovk’ı Ekrem ve Kovk’ı Hilmi
Çocukluğumda köyümden yaşıtım, şimdi emekli yargıç olan Kovk'ı Ekrem Özdemir “Neĥurayko" (Нэхъурайкъо/ Yuvarlak Gözlünün Oğlu) diye bir masal anlatırdı. Masalda cadılar (Neğućıśexer/ Нэгъук1ыцэхэр) tekne içinde bir yerden başka bir yere uçuyorlardı. Onu aklımda tutamadım. Ekrem tutmuş mu, bilemem. Önceleri hafız olmuş, İmam-Hatip okumuş, sonra Ankara Hukuk’u bitirmiş, ezberleme yeteneği gelişmişti. Devam ettirebiliyor mu, rahatsızlık geçirmiş, çoktan beri kendisini göremedim. Sağlıklı bir ömür dilerim.
Unutma gibi durumlarla sık sık karşılaştım. Örneğin, şimdi ölmüş bulunan küçük dayım Kovk'ı Hilmi Arslan (Kovqı Hılmiy/ КъоукIьы Хьылмий) köyümüz destancı/ öykücülerinden veredao Łışe Hacilyas'tan aktarma "Ṡıquĵıy" (ЦIыкIужъый/ Küçük -Adam-) diye bir halk öyküsünü çocukluğumda karpuz tarlasını beklerken bana anlatmıştı. Daha sonraları çoktan unutmuştu ama ben aklımda tutmayı başarmıştım.
Hilmi, Adıgecenin asla kaybolmayacağını iddia ediyordu ama 1970 sonrasında artık konuşulmadığına tanık olmuştu.
Hilmi, 1990 ya da 1991 yılında Adıgey'den gelen bir derlemeci heyete "Ṡıquĵıy"ı anlattığını sevinçle bana söylemişti. Demek ki, sonradan anımsamış. Bu öyküyü İzzet Aydemir'in çıkardığı Kafkasya KD de yayınlamıştım. Tabii dinci yanını törpülemiş, üzerinde biraz oynamış ve “millileştirmiştik”. Örneğin, öykünün orijinalinde Hilmi Rus esir askerin Adıgeliği değil Müslümanlığı kabul ettiğini söylemişti, demek ki Abzahlarda Şamil’in müridizmini benimseme nedeniyle olacak ümmet anlayışı baskındı, Hacilyas da Abzah’tı. Biz, İzzet Abi ile birlikte “Adıgeliğe alındı” gibi değiştirme yapmış, günün modasına uymuştuk. Hata ettiğimizi sonradan anladım, anlatım/ derleme üzerinde oynamamak gerekirdi, böyle şeyleri, daha çok Türk ülkücü ve ulusalcıları çok yaparlar. Daha sonraları düzelterek bir yerlerde yayınlamış olmalıyım.
Konuya dönelim, demek ki, unutan kişi, ortamı oluştuğunda unuttuğu çok şeyi anımsayabiliyor. Önemli olanı, geçmişi anımsatabilme yeteneği ve gerekli ortamı oluşturabilmekte. Bunun için de işin eğitimini almış biri, uzman biri olmak gerekir.
Bizde yok ama Kafkasya’da uzman çok.
Hacilyas'a gelince, ihtiyatsızlık etmiş, anlattıklarına değer verme amacıyla, anlattığı şeylerin değerli şeyler olduğunu, para bile getirebileceğini söylemiştim. Ortaokul öğrencisiydim. O tarihten sonra bu destancımız ağzı sıkı, zor konuşur biri oldu. Annem, ricam üzerine sofra hazırlar, kendisini evimize davet ederdim. Bazen de kendiliğinden çocuk yaştaki benimle söyleşmeye gelirdi.
Hacilyas iyice yaşlanmıştı. Köylüler artık onu anlamıyorlardı, anlattıklarına da değer vermez olmuşlardı.
Bense ‘dilimizi yitiriyoruz’ diye üzülüyordum. İsrail’den Kfar-Kama Çerkesleri Düzce’ye göç edecekler deniyordu. Ben de ‘O sayede dilin ömrü biraz uzar’ diye içten içe umutlanıyordum. 1955 ya da 56’da birkaç kişi geldi, bir süre sonra çoğu geri döndü. İsrail hükümeti izin vermemiş, Çerkeslere sahip çıkılmış diye duydum.
Beklentiler içinde olmalıydı Hacilyas. Kendisi bir ayaklı kütüphane gibiydi ama çağdaş bilinçten yoksun olmalıydı. Namaz kılmaz, oruç ta tutmazdı. "Biz yoksullar hep oruç tutmuyor muyuz?" derdi.
Hacemus’un anlattıkları: Mamıy Kazbek ve Raşit
İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalya, Ürdün ve Suriye üzerinden gelip komşu köy Arapçiftlik’e yerleşen Adıgeyli Hacemus da dostumdu, yanıma gelir, evimizde ona radyo dinletirdim. Kulakları az duyuyordu. Bana Mamıy Raşit ve ağabeyi Kazbek’in maceralarını anlatmıştı, Amzan adlı bir kahramandan da söz ederdi.
Raşit, Hacemus için, “O kişi Kafkasya’da iken bizim kırbaççımızdı ( tişıḱ ovağ/ тишыкоуагъ)” dediği, ırgat saydığı için ona çok kızmıştı, maceralarını anlatmıştı. Raşit de ağabeyi gibi kumarcıymış, yine bir Kafkasyalı/ Adıgeyli olan Fırıncı Hazret Guçetil’in (Ğućeł Hazret) yanındaydı. Fırın, Hazret’e Akçakocalı Türk kayınpederinden kalmıştı,daha sonra zahirecilik yapmıştı, Hazret’in karısının annesi Arapçiftlik köyünden, Kazekolardan bir Çerkes’di. Artık hiçbiri hayatta değil.
Kazbek müthiş bir kumarbazmış, Moskova’da lüks bir oteli kumarda kazanmış, gazeteler yazmışlar, oteli yine kumarda kaybetmiş. Hile yapmada, tatlı dil dökmede ve insan tavlamada üstüne yokmuş. Kumar yüzünden köydeki baba evini bile kaybetmiş, en küçük kardeşleri karısının evine taşınmak zorunda kalmış...
Cesur biriymiş de, bir Sovyet liderini ihtilal sırasında tam asılacakken silâhla müdahale ederek sehpadan almış. O denli korkusuz biriymiş. Kurtardığı kişi devrimden sonra üst düzey bir yetkili olmuş, Kazbek’i bir fabrikanın başına geçirmiş, fabrikayı kumarda batırmış, lider bunu kapatmış, ikinci bir fabrikanın başına geçirmiş, onu da batırmış. Yine üçüncü bir fabrikanın başına geçirmiş, ama “Bu son, daha fazlası elimden gelmez, ona göre hareket et” demiş. Kazbek, ufak ufak fabrikanın mallarını elden çıkarmaya başlayınca da müdahale edip işten el çektirmiş.
İki kardeş kumar yüzünden Sibirya’ya sürülmüşler, kaçmışlar, Abhazya’da saklanmışlar, savaş başlayınca da Almanların tarafına geçmişler. İtalya’daki kampta da kumar oynuyorlarmış. Sonra Ürdün’e gitmişler, ama bir süre sonra akrabaları tarafından içki ve kumar yüzünden kovulmuşlar. Suriye’ye geçmişler. Kazbek çok yakışıklı, güzel giyimli ve kibar görünümlü biriymiş. Aldığını vermez, verdiğini de almazmış.
O sıralar Suriye’de Çerkes deyince Araplar kızlarını verirlermiş. Çerkesler o denli itibarlı imişler.
Mamıy Kazbek çiftlik sahibi bir Arap kızı ile evlenmiş, çiftliğinde süt inekleri varmış, onları da bir bir satıp kumara vermiş.
“Suriye’den ayrılacağım sırada Kazbek karısına çiftliği satalım da şehre taşınalım” diyordu, demişti Hacemus.
Hacemus’un anlattıklarının bir bölümü böyleydi.
Şemsettin ve Tıhu
İlginçtir köyümüzden akrabam, babamın hala oğlu Mamkhığ Şemsettin (Мамхыгъ Шэмсэттин) Ramazan ayı gelir gelmez hasta olur yatağa yatardı, Bayram sabahı da iyileşmiş olarak ayağa kalkardı. Yaşlılığında namaz kılmaya da başlamıştı. Diğer kişi Tıhu da (ОгъулI ТIыхъу) köyden kaybolur, Bayram sabahı dönerdi. İkisi de artık hayatta değiller, mekânları Cennet olsun diyelim.
Şimdi, efsaneler dönemi kapandı ama uzman kişilere olanaklar sağlanırsa, 'hafızayı geri çağırma yöntemleri' ile çok kişinin hafızası yeniden harekete geçirilebilir, efsaneleri canlandırılabilir. Mutlaka anlatıları (orэòte/ IорIуатэ) duymuş yaşlılarımız kalmış olmalı.
Ancak asimilasyon nedeniyle değerlerimiz küçümseniyor. Asıl bunu aşmak gerekiyor.
Kendimi uzman saymıyorum, yine de 1971 yılında Antalya Korkuteli'nin Yeleme köyünde Nart Savserıko'nun öykü parçalarını anımsayanlarla karşılaşmıştım. Yedeksubay iken de Kürt erler arasında Nart öyküleri benzerlerini anlatanlarla karşılaştım (1972). Birini de yayınladım.
***
Daha önceleri, 1990'larda "Adıgey'den ve Kabardey'den akademisyenler ve Adıge ziyaretçiler Türkiye'ye sık sık geliyor, Adıgelerle buluşuyorlardı. Şimdi gelmiyorlar ya da azaldılar, niye?" diye soranlar oluyor.
Bu da ayrı bir sorun. O sıralar Rusya ile Türkiye arasında vize sorunu vardı, birilerinin daveti olmadan vize verilmiyor, gidip gelme olmuyordu, 1990’lı yılların başlarında Türkiye'ye alışveriş yapmak için gelmek isteyenler çoktu, bu nedenle Kafkasyalı Adıgeler arasında bir akraba/vınekoş arama furyası başlamıştı. Türkiye vizeyi kaldırınca furya ve akraba arayışı son buldu.
Ayrıca, şimdilerde gitmek-gelmek, özellikle kalmak pahalı oldu.
Kapitalist dünyada parasız olmuyor.
Gorbaçov ve diktatörler
Gorbaçov dönemi (1985-1991) bir özgürleşme dönemi. Gorbaçov özgürlükleri artırarak Sovyetler Birliği'ni bir arada tutmaya çalışıyordu. Bu politika sonucu, asimile edilmeye ve Ruslaşmaya terk edilmiş küçük Sovyet halkları, bu arada Adıge/ Çerkesler de yeni haklar (cumhuriyet) elde ettiler ve yeniden canlanmaya başladılar. Adıge ve Karaçay-Çerkes cumhuriyetleri doğdu (1991).
Gorbaçov dönemi sona erdi, Sovyetler Birliği dağıldı (1991 yılı sonu). Adıgeler Rusya Federasyonu içinde kaldılar.
Sonuç - özgürleşmeden otoriterleşmeye kayış, haklarda gerileme. Sanırım bu oluşumda Rus milliyetçi/ militaristlerin ve onlara aradıkları bahaneleri altın tepsi üstünde sunan Çeçen ve Dağıstanlı radikal İslâmcıların ya da “Şeriat” diyerek kafa kesen Çeçen yabanılların birlikte bir sorumluluğu olmalı.
***
20. yüzyılda dünya bir totaliter/ diktatör kişiyi tanıdı, Adolf Hitler. İlhakçı politikayla işe başladı, bütün bir Kıta Avrupasını ve Sovyetleri kana buladı, bu arada 17 bin Adıgeyli Adıge’nin de ölümüne yol açtı (nüfusun % 31’i, erkek nüfusunsa % 61’i). Sonu kötü oldu, çok acı çektirdi, gerisinde Yahudi soykırımı ve milyonlarca ölü insan bıraktı.
İkinci bir totaliter kişi de Jozef Stalin'dir, o da dehşet saçtı, sun’i kıtlık yarattı, milyonlarca insanın ölümüne yol açtı, yüzbinlerce kişiyi çalışma kamplarına sürdürerek ölümlerine neden oldu. Bütün bunları ‘sosyalizmi ve Sovyet ülkesini koruma’ adına yaptı. Bu arada 50 küçük Sovyet ulusuna zulüm uyguladı, kan kusturdu (Şapsığlar da dahil), 10 ulusu da toprağından çıkartıp Sibiryaya sürdürdü, Doğu Avrupa'yı uydusu yaptı.
Stalin sonrası Sovyet sistemi içten içe çürüdü ve çöktü, sonunda bereket savaşsız dağıldı.
Daha bir dizi diktatör adı sıralamak olanaklı. Hepsinin eli kanlı.
Haklarda kısıtlamalar ve asimilasyon politikalarına geri dönüş dönemi
Rusya şu an otoriter bir ülke, ama Hitler Almanyası ya da Sovyetler gibi henüz totaliter sayılmıyor, olabilir mi? Bilemeyiz. Göstermelik de olsa seçim yapılıyor.
Dikkat edin, Rusya'da cumhuriyetler var, Adıge Cumhuriyeti de bunlardan biri, anayasası gereği Adıgey bir "hukuk devleti", Adıgece de Rusça ile birlikte resmi dil ama ne ölçüde resmi dil? Gorbaçov döneminde Adıge kökenli öğrencilerin devam ettiği köy ilkokullarında (1-4 sınıflarda) bütün dersler Adıgece idi, Rusça ayrı bir zorunlu ders olarak okutuluyordu. Şimdi, Putin döneminde durum tersine döndü, Adıgece ayrı bir seçmeli ders olarak ilkokulda/ kentlerde haftada bir ya da talep olursa en çok 3 ders saati okutulabiliyor. Talep yoksa hiç okutulmuyor. Köylerde durum biraz daha iyi imiş. Ancak köylerin boşalmakta, köy okullarının tasfiye edilmekte olduğu da unutulmamalı. Çoğu dönüşçümüz bu gibi konularda dilsiz, konuşmuyor, bilgi sunmuyor.
Dönüşçülerimiz durumu bilmiyor, üç maymunları oynuyor olabilirler mi? Güvenilir kişi sayılabilirler mi?..
***
Talep olsun olmasın Rusça zorunlu bir eğitim dili, üstün konumda, herkes öğrenmek zorunda. Çerkesçe dersler, kentlerdeki okullarda Rusça üzerinden işleniyor. Gelişim, Kruşçev ve Brejnev dönemi Ruslaştırma politikalarına bir geri dönüş olarak nitelendirilebilir mi? Herhalde, öyle.
Türkiye ve Ürdün’deki durum, fena değil çok fena. Fecaat. Örneğin, Düzce’de göstermelik Çerkesçe seçmeli ders öğrenimi ve talebi sona erdi, açılmış sınıflar kapandı. Saman alevi gibi bir parladı ve söndü.
Suriye’de durum biraz daha iyi, İsrail’de ise mükemmelin mükemmeli, herkes Çerkesçe konuşuyor, asimilasyon karşıtı bir politika uygulanıyor. Türkiye ve Ürdün’dekinin aksine Çerkesçe devlet koruması altında. Barış sağlanırsa, Suriye’de de Çerkesçenin koruma altına alınması gerekecek.
Örneğin, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad “Suriye Arapların, Kürtlerin ve Çerkeslerin ülkesidir” açıklamasında bulunmuştu. Gereği yapılacak mı?
Düzce’de talebin kesilmiş olmasının üzerinde durmak gerekir. Tokat, Kayseri ve diğer uzak illerdeki ortaokullarda Çerkesçe seçmeli dersler devam ediyor deniyor. Sürdürülebilir mi? Pek umutlu değilim.
Bazı kuytu köylerde tek tük ailelerin Çerkesçe konuşan çocukları hâlâ var.
Görüş getiren, ciddi bir analiz yapan, araştıran kimsemiz kalmamış mı, ne? Korkunç bir bilgi eksikliği, düzey düşüklüğü, bir gerileme söz konusu. Bir suskunluktur sürüp gidiyor...
Dili yitirmek bir yana beyinsel bir gerileme de yaşıyor olabilir miyiz?
Belirtelim, Rus’a övgü ya da yergi ile sorunlar çözülmez. Sorunlar doğru dürüst ele alınmakla çözülür. Büyük politikalardan önce “küçük sorunların ele alınması” diyelim.
Biraz da komşu ülkelere bakalım
Kırım'ı ilhak eden, Doğu Ukrayna'ya müdahalede bulunan, Transdinyester, Abhazya ve Güney Osetya'yı elde tutan, Suriye'deki iç savaşa baskıcı Esad ve Alevi/ Şii azınlık yanlısı olarak katılan, Suriye'de askeri üs ve tesisler kuran, varını yoğunu savaş teknolojisine yatıran bir Rusya demokratikleşebilir mi?
İpler ABD ve müttefiklerinin elinde. Onların günahı çok. Bugünkü otoriter Rusya aslında onların bir ‘üretimi’. ABD, Doğulu bir totaliter ülke geçmişi bulunan Rusya’yı kalkındırarak Batı’ya entegre etmeyi umuyordu, bu nedenle olacak petrol fiyatını yüksek tuttu, Rusya da canlansın, Almanya ve Japonya gibi dünya kapitalist sistemi içinde yerini alsın diye. Olmadı. Rus, petrol parasını bulunca şımardı, geçmişindeki emperyal politikalara dönüş yaptı, Çarlık döneminin ‘şaşaasına’ kapıldı, silâhlanmaya ve silâh teknolojisine öncelik verdi, parayı oraya yatırdı, Hitler Almanyası gibi. Aslında bu da bir tuzaktı. ABD bunu da öngörmüş, raydan çıkacak bir Rusya’yı çökertme planını, B planını çoktan yapmış olmalıydı.
Şimdilerde mengene sıkıştırılıyor, Rusya bunun içinden çıkamaz. O denli bir ekonomik gücü yok. Nihayetinde geliri silâh ve petrol satışına dayanıyor. Petrol ucuzladı, kurtarmıyor, doğalgaz tedarik yolları da çoğaldı, artık enerjiyi silâh olarak kullanamaz. Geliri bir tek silâh satışına kalmış gibi. Silâh tedarikçisi bir Rusya barışçı olabilir mi? Barışa öncülük edebilir mi?..
Rusya’nın Suriye’den kısmen çekileceği, üslerini ise devam ettireceği söyleniyor. Rus kaynaklarına göre çekilme, görevin büyük ölçüde yerine getirilmiş olmasına, batlı kaynaklara göre de para sıkıntısı çekilmesine bağlı, ayrıca ABD tarafından muhaliflere stinger füzeleri verilmesi endişesi de var. Geçenlerde bir Rus savaş uçağının dinci muhalifler tarafından stinger füzesiyle düşürüldüğü söyleniyor.
Stinger füzeleri Afganistan’da kullanılmış ve Rus hava üstünlüğünü sona erdirmişti, çünkü bu füzeler uçakları bıldırcın avlar gibi avlıyor ve düşürebiliyorlar.
Rusya ekonomik kriz içinde, Batı’nın yaptırımları devam ediyor ve devam edeceğe de benziyor. Kırım’a ve Ukrayna’ya girdiğine pişmanmış ama söylemiyor deniyo, ancak Rus tarafında bir pes etme ya da yumuşama görüntüsü yok. Otoriter rejimlerin yumuşamaları ve demokratikleşmeleri kolay olmuyor. Dış baskı gerekiyor.
Bu arada belirteyim, Rusya'nın Türkiye’ye ekonomik yaptırımları var, uçak düşürme bahanesiyle, ama bu yaptırım Türk iç pazarına, dar gelirliye yaradı, ihraç dışı kalan kaliteli domatesi kış ortasında ucuza yeme olanağı doğdu. Ben de tadanlardanım.
Demek ki, para söz konusu olduğunda kurnaz çiftçimiz kaliteli ve lezzetli domates de üretebiliyormuş...
Türkiye’ye de bakalım
İçeriye dönelim ve soralım, Erdoğan'ın dinci ve baskıcı politikaları “laik” Türkiye'de söker mi? 7 Haziran 2015’te desteği % 40,9’a, azınlığa düşmüş, sesi kesilmişti. Sonra yeniden açıldı. Stepne partisi MHP’nin lideri Devlet Bahçeli’ye bin dua etsin, o kaldırdı onu düştüğü yerden. CHP’den Deniz Baykal ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun da günahı az değil. Bu sayede Erdoğan yeniden yüreklendi, muhtarlara nutuk atmaya, lüks dış gezilere çıkmaya yüz buldu, ABD başkanlarına öykünmüş olmalı, özel makam aracını Okyanus aşırı, dünyanın ta öte ucundaki Şili’ye özel kargo uçağıyla taşıttı, Peru’yu, Ekvador’u dolaştı, döndü. Ardından Afrika gezisine çıktı.
Geleneğinde, Frigler döneminden beri düğün ve şenlikler olan, sabahlara değin içip eğlenen, göbek atan Anadolu köylüsü, Erdoğan istedi diye bu kadim alışkanlıklarından vazgeçer mi? Selçuklu ve Osmanlı döneminde bile vazgeçmemişti...
Erdoğan kendince topluma ayar vermeye çalışıyor ama nafile.
Türkiye, kuzeyden ve güneyden Rusya, doğudan da Rus dostu İran’ın dinci/ baskıcı/Şii rejimi ile çevrelenmiş durumda.
Sığınmacı sorunu ve diğer sorunlar
Türkiye, Suriye ve diğer ülkelerden yasadışı yollarla AB ülkelerine ulamış olan sığınmacıları geri alması karşılığı AB'den 3 milyar euro alacak, ilk parti para aktarılmış deniyor. Bitmedi, AB, karşılık olarak bu yıl TC yurttaşlarına vize muafiyeti de sağlayacakmış. Türkiye, yasa dışı yollarla AB’ye ulaşmış sığınmacıların -Suriyeli olsun olmasın - hepsini geri alacak, karşılık olarak da, aynı sayıda Suriyeli sığınmacıyı yasal yollardan AB’ye gönderecek. AB’ye gidecek kişileri AB eksperleri -sığınmacı kamplarından- seçecekler.
Sığınmacı, göçmen ya da mülteci statüsü sahibi olmuyor. Geçici, daha az korunan bir statü.
İkinci Dünya Savaşı sonunda Çerkes menşeli olup da İtalya’da kamplarda toplanan kişilerden işe yarayanları ABD’ye götürülmüş, diğerleri de Türkiye’ye dökülmüştü. Benzerî bir şey olacak.
Suriyeli sığınmacıların bu tür bir seleksiyondan geçirilecekleri anlaşılıyor. Yazık.
Ölümü göze alıp Türkiye’den yola çıkıp botlarla Ege’yi aşan, Yunan adalarına sığınan, oradan AB’ye ulaşan, sayları milyonu aştığı söylenen bu insanlar Türkiye’ye nasıl geri getirilecekler? Kolay mı? Geri gelmeyi kabul ederler mi? Bir insan hakları ihlâli olmaz mı bu?
AB’den geri gönderilecekler içinden Suriyeli olmayanlar ise, Türkiye tarafından ülkelerine (İran, Irak, Afganistan, Pakistan, Etiyopya, Somali, vs) geri gönderilecekler, sınır dışı edilecekler. Bunlar AB tarafından ‘fırsatçılar’ olarak değerlendiriliyor. Anlaşılan Türkiye maşa olarak kullanılacak. Çok çirkin, insanı aşağılayıcı bir şey bu.
Somutlaştıralım: Fiilî olarak, AB’den diyelim 100 kişi atıldı, bunun 30’u Afgan, 100’den 30 düşülecek, yerine, AB’ye 70 seçme Suriyeli sığınmacı alınacak. 30 Afganlı ise Türkiye tarafından Afganistan’a geri gönderilecek. Bu bir insanlık trajedisi olur.
Sonunda, Ege kıyılarından geçiş de yapılamayacağı, AB’ye kaçak gidilemeyeceği için, tüm sığınmacılar Türkiye’de kalacak. AB, yeni sığınmacı akınından kurtulacak ve “rahatlayacak”. Plan böyle.
Peki, kanı pahasına, varını yoğunu ve sevdiklerini yitirerek AB ülkelerine kapağı atmış olan yüzbinlerce çilekeş insan geri dönmeyi ve yeniden kamplara tıkılmayı kabul edecek mi? Örnek bir deneyim var, Sırp yönetimi tarafından yüzbinlerce Kosovalı yakın zamanda dış ülkelere, bu arada Türkiye’ye sığınmak zorunda bırakılmıştı. Bu insanlar barış sonrası evlerine dönmüştü. Ancak Suriye’de ev mi kalmış, ayrıca Suriye’ye dönmek isteyen insan sayısı ne oranda?
Avrupa’nın göbeğinde bir insanlık trajedisi yaşanacak. Yine de 1864 yılı Çerkes trajedisinin yanında ‘hafif’ kalır, ehven-i şer’ bir trajedi diyelim buna.
İlişkiler ağı sökülüp atılabilir mi?
AB’nin planı söker mi? Kolay olmayacak. AB’ye daha başka yollardan, İtalya ve İspanya üzerinden yasadışı yollarla ulaşanlar ve bunların AB’de yaşayan akrabaları var. Sayıları kabarık. Büyük bir ilişkiler ağı söz konusu. Bu ağ sökülüp atılabilir mi? Rusya, kapılarını kapatıp, AB, Kanada ya da Avustralya’daki ilişkiler gibi Çerkesler arası bir ulusal ilişkiler ağı, bir bağlantı kurulmasını baştan önledi. Şimdilik. Kimi kolaycı dönüşçümüz bunu görmek istemiyor, akıllar havada, “dönüş de dönüş” diye tutturuyor, ama nasıl dönülecek? Bunun yanıtı yok, çözüm yolu açıklanmayan bir duaya amin diyor, havanda su dövüyorlar. Yazık.
AB de Suriyelilere kapıları kapatarak sorunu çözebileceğini sanıyor. İlginç olanı, Rus zulmünden yeni kurtulmuş Doğu Avrupa ülkeleri sığınmacılara karşı en katı, en ırkçı olanları. Ne oldu geçmişin sosyalist ilkelerine, halkların kardeşliği ilkesine? “Önce bana, artarsa sana” bencilliği yaşanıyor. Sorun ya da sorunlar kökten çözülmediği, ciddi yardımlar yapılmadığı, paraya kıyılmadığı sürece savaşlar ve diktatörler dönemi kapanmayacak, gelişmiş ülkelere daha fazla sayıda sığınmacı akmaya devam edecek. Bunun önünü kesmek için totaliter ülke olmak gerekir. Sorun, şimdiden uluslararası bir sorun oldu, giderek de büyüyecek. Ruslar bile ürkmüş olmalılar. Beklenmedik bir durum bu. Adam yerine konmayan ve AB’den dışlanan Türkiye bir tür öcünü alıyor olabilir mi? ABD henüz uzaklarda, rahat, umursamazlık içinde ama sıra kuşkusuz ona da gelecek...
Demokrat partiden başkanlık aday adayı sosyalist Bernie Sanders kazanacak olursa ABD de sorunlara omuz verebilir ama kazanması zayıf bir olasılık, Demokrat aday adayı Hilary Cilinton yoklamalarda daha önde. Yine de bu bir ileri adım, kabarık bir desteği var. Kadim sosyalist karşıtı bir ülkede başa güreşen bir sosyalist aday. Bu da beklenmedik bir gelişme. Demek ki ABD halkı da bir arayış içinde. Sorunlarla başbaşa, ekonomik durumları eskisi gibi ‘parlak’ değil. Eski şaşaa dönemi kapanıyor.
Bu arada soralım, Suriyeli olmayan sığınmacıları AB’nin kendisi niçin kendi ülkelerine geri göndermiyor da bu işi Türkiye’ye havale ediyor? Türkiye bir günah keçisi mi (bzege têĺhaṕ e/ бзеджэ телъхьапIэ)?..
Şimşeklerin hedefi öncelikle Türkiye olacak. Dikkat diyelim.
Çözüm öncelikle Suriye ve Irak’ta, uluslararası gözetim altında barışın tesis edilmesi ve her bir topluluğun haklarını güvence altına alacak demokratik bir anayasal düzenin kurulmasıyla sağlanabilir. Bunun başkaca bir yolu yoktur.
İç durum
Türkiye’nin iç durumu da iç açıcı değil. İçeride faşist/ militarist fraksiyon silâh zoruyla Kürtler’i yola getirmenin peşinde. PKK ve bağlı örgütler de operasyonlara sert karşılık veriyorlar. Bombalar patlıyor, hedefteki gariban asker, polis ve korucular yanında sivil insanlar da ölüyor. Üzücü bir durum. 7 Haziran 2015 AKP yenilgisi sonrası gelişmelerin bir sonucu bu. Atatürk döneminde olsa kolaydı, Kürd’ü tepeler geçerdin. Ama uluslararası konjonktür değişti, buna izin vermez, Kürt de eski feodal Kürt değil, 21. yüzyılda olacak şey mi tepeleme, etnik kırım? Üstü kapalı savunanlar var. Ancak etnik sorunlar günümüzde silâhla çözülmüyor.
Demokratikleşme denen şeyi öcü gibi karşılayanlar da yığınla. Avrupa ülkelerine oranla Türkiye’de faşit sayısı çok çok daha fazla. Bu da bir sorun. Bu gibi kişiler dünya gerçeklerini ve gelişmeleri algılayamıyorlar. Demokratik düşünce dönüşümü henüz gerçekleşmemiş, ulus süreci de tamamlanmamış. Kafalar basmıyor ya da işlerine gelmiyor. Bastırmayla sorunların alt edilebileceğini sanıyorlar. Dimağlar körelmiş. Dincisi, ulusalcısı hepsi öyle, farketmiyor. Kılıçdaroğlu şaşkını bile “Anayasanın ilk dört maddesi kırmızı çizgimiz, dokundurtmayız” diyerek aba altından sopa gösteriyor, darbe anayasasına, militarizme arka çıkıyor.
Mevcut düzen sürdürülemez, değişim gerekiyor ama tutucu kesim değişime engel.
Bu arada Rusya Suriye hava sahasını Türk savaş uçaklarına kapattı. IŞİD’e yardım yollarını kesti, IŞİD’in petrol satışını da durdurdu deniyor. Şimdi Suriye’de sadece Beşar Esad değil, Rusya da var. ABD ses çıkarmıyor, Rusya gibi yasal zemin elde edememiş, bu nedenle olacak, Rusya ile arayı daha fazla germek istemiyor.
AB-Türkiye uzlaşması tutar mı? Sorunları çözer mi? Ölümü göze almış insanları, sığınmacıları “ulufe” gibi bir parayla durdurmak olanaklı mı? Toplu sınır dışı etmeler çözüm olabilir mi? Direnmeler olmayacak mı? Sen yıllarca Saddam Hüseyin, Kaddafi, Hüsnü Mübarek gibi barbarları/ diktatörleri destekle, güçlendir, bu arada ülkelerini yağmala, ciddi bir sanayi yatırımı da yapma, durmadan sömür, gerici/ faşist klikleri besle, halkı ve ilericileri ezdir, Hafız ve Beşar Esad’ların zulmüne ses çıkarma, şimdi de “bağış” gibi bir para karşılığı kapıları kapa, umarsız insanları itekle, olacak şey mi bu? Çözüm mü bu? Rus’un Çerkes’e yaptığı şeyin bir benzerini şimdi de AB yapmak istiyor. Ama Arap Çerkes’e benzemez, “Kapıdan kovsan bacadan girer...”
Çözüm kamplara yeniden doldurmakla olmaz, ona iş ve konut sağlayacaksın, çocuğu için okul ve yeterli bir gelir sağlayacak, onu koruma altına alacaksın. ABD ve AB taşın altına elini sokmadığı sürece bu sorun olduğu yerde kalmaya devam eder.
***
Üzücü bir durum. Cimri Avrupa ve Amerika... Soyup soğana çevirdiği eski sömürge ülkeleri insanlarına yardım etmiyor, parası var, bebek ölümlerini olsun görmüyor, acılarına ortak olmuyor, ama Rusya ile birlikte o perişan ülkelere, petrol milyarderi işbirlikçilerine/ krallara milyarlarca dolar tutarında silâh aldırıyor, bütçelerini eritiyor, kendi para kazanıyor, halkları sömürüyor, soyuyor, birbirine boğazlattırıyor. Bir tek, o da bir ölçüde İran’daki Mollalar rejimi ABD’ye kafa tutmuş, İsrail’i tehdit etmişti.
IŞİD, Boko-Haram ve bileşenleri ABD ve Rus’un frankeştaynları, oyun bozanları, fırtınaları.
Unutmamalı, “Rüzgâr eken fırtına biçer”...
***
Sonuç, küçülerek köye dönüşmüş dünyamız beklenmedik olaylara gebe. Kuzey ile Güney, Batı ile Doğu arasında aşırı bir gelişim ve gelir dengesizliği var. Sorunların asıl kaynağı orada. Dengesizliği gidermek için hiçbir ciddi çaba yok. Uçurum gittikçe derinleşiyor, dayanma gücü azalıyor. Arkası korkarız patlama olacak.
Batının, Rus’un ve uyduların egemenlik dönemleri sona eriyor olabilir mi? Çığ gibi gelişecek bir demokratikleşme dönemi ufukta görünüyor, güneş yeniden doğuyor diyebilir miyiz? Bunu da akıldan çıkarmamak gerekir. Bu bir gelecek umudu.
AB, kapılarını Türkiye’ye kapatarak, aslında kendi kendini topuğundan vurdu, daha zoruyla karşılaştı. Adamların bir yanı hâlâ fanatik Hıristiyan, değişimin farkında değiller, hem de 21. yüzyılda, rahata alışmışlar. Batı, Müslüman karşıtı, Doğulu’yu, Müslüman’ı insandan saymıyor, tepeden bakıyor, ırgatı imiş gibi görmek istiyor. Okullar, üniversiteler ve enstitüler ne güne duruyor?
Rusya’ya gelince, örneğin Müslüman Çerkeslerin son başkenti olan Soçi’nin dört bir yanını, sanki Rusya’da yer kalmamış gibi kiliseler ve dev katedrallerle doldurdu, Kırım’ı ilhak etti, Suriye’ye müdahale etti, İslam Dünyasının kalbine hançer üzerine hançer sapladı, sadece Batı’yı ve mazlum Ukrayna’yı değil, Müslüman Dünyasını da (varsa tabii) karşısına aldı. Moskova’da bir cami açmakla, Erdoğan’ı açılışa çağırmakla iş biter mi?..
IŞİD ve Boko-Haram, sadece ABD’nin, Batı’nın değil, Rusya ile birlikte hepsinin ortak bir üretimi. Temelinde Çeçenistan’ın işgali yatıyor.
İnat edilirse bedel daha ağır olabilir. Dünya İskender’e, Cengiz’e ve Kanunî’ye kalmamış.
Korkarız birgün bomba daha büyük patlayacak, hepimiz altında kalacağız. İş işten geçmeden diyelim.
(*) - Bir örnek için tıklayınız http://www.circassiancenter.com/cc-turkiye/edebiyat/oykuler/036_geguakovisakotopluluklarivebirsarkisoleni.htm

Not: Bu makale Cherkessia.net sitesi ile facebook'ta da yayındadır.
 
  Bugün 39 ziyaretçi (45 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol