adigehaber
  ZORUNLU BİR ELEŞTİRİ
 

ZORUNLU BİR ELEŞTİRİ

17 Haziran 2014

 

Yazı yazdığım Cherkessia.net sitesinde, tüm eleştiri ve uyarmalarıma rağmen, 13 Haziran 1861 Soçi Meclisi ile ilgili ve yanlışlıklarla dolu bir yazı, en az üç yıldan beri, aynı yanlışlıkları sürdürme biçiminde değiştirilmeden yayınlanmaktadır. Bu nedenle görüşlerimi kamuoyu ile paylaşma zorunluluğu duydum. Çünkü tarih adına tarihin katledilmesine daha fazla dayanamazdım. Bundan böyle kolaycılığa kaçılmayacağı ve bilime saygı duyulacağı umuduyla eleştirilerimi metin üzerinde özetler halinde sunuyorum. Böylece okuyucu karşılaştırma yapabilecektir umudundayım.  Siyah ve italik yazılar bana ait olan eleştirilerimdir. Saygılarımla.- hcy

 

 ÇERKESYA ÖZGÜRLÜK MECLİSİ ANMA –KUTLAMA ETKİNLİĞİ  

 

16 Haziran 2014 Pazartesi Saat 00:38

 

‘’Çerkesya Özgürlük Meclisinin’’ kurulmasının (13 Haziran)153. Yılı Çerkesya Yurtseverleri ve Maltepe Çerkes Derneği’nin organizasyonu ile Maltepe Çerkes Derneğinde yapıldı.

Dernek başkanı Habraçu Murat Özden ve Çerkesya Yurtseverleri  sözcülerinin konuşmalarının ardından, Çerkesya özgürlük savaşında ölenlerin anısına 1 dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Daha sonra '' 13 Haziran Geçmiş Değil Geleceğimizdir'' başlıklı sunum yapıldı. Gençlerin ve etkinlik katılımcılarının soru cevaplarıyla devam eden etkinlik,  gecenin geç saatlerine kadar sohbetlerle devam etti

 

Etkinlikte katılımcılara dağıtılan ve okunan sunum şöyle;

 

13 HAZİRAN 1861 GEÇMİŞ DEĞİL GELECEĞİMİZDİR!

 

Rusya İmparatorluğunun Özgür Çerkesya’ya saldırıları 1763 yılından itibaren başladı. 1774 yılında Osmanlı Devleti ile Rusya İmparatorluğu arasında imzalanan „Küçük Kaynarca Antlaşması“ ile Kırım, Osmanlı’dan kopup bağımsızlığını kazandı.  Çarlık Rusyası da Doğu Çerkesya’nın ( Kabardey bölgesi ) bağımsızlığını tanıdı. Ancak aynı yıl Mezdegu  hattından sınır boyunda  kaleler inşa etmeye başlayarak Çerkesya’yı kuşatma altına almaya devam etti.

***

ELEŞTİRİ:

1. Yukarıdaki paragrafta, a) Rusya’nın 1763’te ‘Özgür Çerkesya’ya saldırdığı’ yazılıyor. İfade biçimi doğru değil, yanlışlıkları  var. 1763’te tek değil, üç egemen Çerkes ülkesi bulunuyordu: Batıda Circassia (Çerkesya), doğuda Büyük Kabardey (Great Kabardia) ve Küçük Kabardey (Little Kabardia) (Bkz. 1767- 1783’teki durumu gösteren ekteki tarihî harita).



                        1767-1783 yılları arasında Kafkasya'nın siyasal haritası

 

Mezdegu, yani Mozdok Hattı Azak’tan başlıyor, Stavropol üzerinden şimdiki Mozdok’a ulaşıyordu. Bu hattın tamamlayıcısı olarak 1763’de Küçük Kabardey toprağı üzerinde Ruslar Mozdok Kalesini kurdular. Çerkesya’yı kuşatamazlardı, çünkü o tarihte (1763'te) Çerkesya ile Rusya arasında Büyük Kabardey ve Osmanlı Devleti’nin bir parçası olan Kırım Hanlığı toprakları bulunuyordu.

Bilindiği gibi, Büyük ve Küçük Kabardey toprakları 1739 Belgrad Antlaşması ile Rusya ve Osmanlı Devleti ve korumasındaki  devletler  (güneyde İmereti Krallığı, kuzeyde Kırım Hanlığı) toprakları arasında tarafsız bölgeler yapılmıştı.

b) Rusya’nın 1774’te Kabardey bölgesinin (ki, Doğu Çerkesya deniyor) bağımsızlığını tanıdığı yazılıyor. Bu durum sadece tarih bilmemekle açıklanamaz, tarihi katletmekle  açıklanır. İddianın tam aksine 1774’te Rusya, Büyük ve Küçük Kabardey’i (ve bu arada Kabardey egemenliğindeki Osetya’yı) ilhak etti. Bunu bilmemek bağışlanmaz bir aymazlık olur. Geçtiğimiz yıl ve daha önceki yıl aynı metin yayınlanmış, tarafımdan eleştiriye uğramıştı. Ama maalesef dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır.

 

***

1700’lü yılların sonlarında da Doğu Çerkesya’ya yönelik saldırılarını yoğunlaştırdı. 1779 ve 1796 da yapılan Rus saldırıları çok ciddi kayıplar verilmesine karşılık püskürtüldü.

***

ELEŞTİRİ

2. 1779 ve 1796’da Rusların ‘Doğu Çerkesya’, yani Kabardey’e saldırdığı ve bu saldırıların püskürtüldüğü söyleniyor. Yanlış, Kabardeyler 1774’te kesin olarak Rusya sınırları içine alınmış ve bu durum uluslararası hukuka göre (1774 Küçük Kaynarca Antlaşması) tanınmıştı.

Saldırı bağımsız bir devletten yine bağımsız olan bir devlete ya da egemen devlete başkaldıran bir güce (isyancılara) karşı verilir. Bu bakımdan doğru ifadeler kullanmak gerekir. O tarihlerde bağımsız Kabardeyler kalmamıştı.

Ayrıca Kabardeylerin tarihi, sanırım yeterince aydınlatılmış da değildir.

***

1801 yılında Gürcistan 1810 yılında da Abhazya Rusya İmparatorluğunun koruması altına girdi.  1814’den sonra ise Ruslar bütün gücüyle Doğu Çerkesya’ya yeniden saldırdı. Kanlı savaşlar sonrasında, 1822 yılında, Doğu Çerkesya tamamen çarlık Rusya’sının eline geçti.

 

ELEŞTİRİ

3. Rusların 1801’de Gürcistan’ı koruma altına aldıkları iddiası da yanlıştır. Rusya 1783’de Kartlı- Kaheti Krallığı’nı (Doğu Gürcistan) koruma altına aldı, 1801 yılında da ilhak etti.

İkinci bir yanlışlık daha işleniyor, Rusya’nın 1822’de Kabardey’i ilhak ettiği iddia ediliyor. Burada doğru olan durum şudur: 1774’ten beri resmen Rusya’ya bağlı olan ve Rus idaresi altında yaşayan Kabardey’de merkezi yönetime karşı patlak vermiş olan ayaklanma ve direnişler bastırılıyor. Dahası operasyon hareketleri 1825 yılına, Balkarya'da 1827 yılına  değin sürüyor. Rahmetli General İsmail Berkok’un, dönemindeki, herhalde 1940’lardaki eksik bilgiler sonucu  yazmış olduğu yanlışlıklar yineleniyor, ayaklanma hareketleri yanlış değerlendiriliyor. 

***

Burada dönem tarihi açısından bir parantez açmakta fayda var;

 

1700’lü yılların ikinci yarısında Çerkesya’daki sosyal yapı kabuk değiştirmeye başlamış, feodal düzen çözülme sürecine girmişti. 1790’lardaki köylü-köle ayaklanmaları feodal prensler ve soylular ile halk arasında kanlı savaşlara sahne olmuş ve bu savaşlarda yenilgiye uğrayan soyluların büyük bölümü Ruslara sığınmıştı. “Feodal ayrıcalıkların kaldırılması, eşitlik ve özgürlük” eksenli bu halk ayaklanmalarından sonra Çerkesya’da idari sistem halk meclislerinin iktidarı üzerine kuruldu. 1820’li yıllarda Misak-ı Milli Meclisi’ne ( “Jilethau Xase” ); yani nüve halindeki bir devlet örgütlenmesine dönüştü.  Çerkesya adıyla tanımlanan bu devlet, küçük idari birimlerin ( Tlako’ların ) birliği olarak örgütlenmişti. İçte bağımsız-kendi karar mekanizmaları ve meclisleri olan bu Tlako’lar, dışta veya geneli ilgilendiren konularda birlik oluyorlardı. Sorunlar bu büyük milli meclislerde herkese açık olarak görüşülüyor ve kararlar birlikte alınıyordu. Bu anlamıyla Çerkesya, dini veya feodal ayrıcalıklar üzerine değil, halkın iradesine dayalı “demokratik” bir yönetime sahipti.

 

Misak-ı Milli Meclisi 300 kişiden oluşuyordu. Başkanı veya bir merkezi yoktu. Birkaç gün süren toplantılar her seferinde başka bir yerde yapılıyordu. Yasama, yürütme ve yargı bu meclisin yetkisi altındaydı ve herkes meclisin kararlarına uymakla yükümlüydü. Çok önemli kararlar alınacaksa o zaman Meclis referanduma gider, bütün milletten “söz ve yemin” alırdı. Misak-ı Milli Meclisi’nin bu yıllardaki üyelerinden bazıları şunlardı: Hacı Guzbek (-Şerełıko Tığuĵıko Kızbeç-)Suruhko Duğuj, Hatokşuko Muhammed, Havduko Mansur, Besleniko Arslan,  Yendaryıko Muhammed, Dazıyıko Şupaşe, Değuyıko Hacı, Berzeg Hacı, Jansetyıko.

 

 

 

 

ELEŞTİRİ

4. 1796’daki köylü ya da antifeodal devrime değiniliyor, soylu (aristokrat) sınıfının yenilgiye uğratıldığı ve Çerkesya’da halk meclislerinin iktidarına dayalı bir idari sistem kurulduğu söyleniyor.  Bu da tam doğru değil. Devrim sonucu egemenlik ya da iktidar, genel anlamda aristokrat sınıfın (pşı) elinden alındı ve köylü (fekoł ) meclislerinin eline geçti. Ancak kabile bölgelerinin tek bir yönetim/ iktidar altında birleşmeleri sağlanamadı. Birleşmeler geçici kaldı. Çünkü köylü sınıfı ileri görüşlü değildir, tutucudur ve ulusa önderlik edemezdi. Zulme karşı bir hareket olarak kaldı ve durağanlaştı. Feodalizmin çözüldüğü o dönemde ya da burjuvazinin   devrimlere önderlik ettiği  18. yüzyılda (1789 Fransız devrimi) aristokrasi (pşı, feodal bey sınıfı) da  ulusa önderlik edemezdi, çünkü çıkarı, yüzü ulusun geleceğine değil,  kendi sınıf çıkarına, geçmişe dönüktü. Nitekim, 1739- 1774 bağımsızlık dönemi Geç Kabardey aristokrasisinin devletleşme girişimlerinin  başarıya ulaşamamasında bunun payı olmalı (Geç Kabardey feodalizmi girişimleri için bkz. ‘Bĵıheľoko Livan ve Kazanoko Jebağı’). 

 

 

Bu bağlamda Misak-ı Milli girişimleri de başarısız kalmıştır.

 

***** 

 

1829 yılında Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Edirne Antlaşmasına göre Osmanlı imparatorluğu, Kuban Nehrinden Poti’nin güneyine kadar olan Karadeniz sahillerini; yani Batı Çerkesya’yı  çarlık Rusyası’nın kontrolüne bırakıyordu. Böylece, de Fakto bağımsız bir devlet olan Çerkesya’yı işgal edebilmek için gerekli ortamı bulan Rusya, Batı Çerkesya’ya yönelik saldırılarını arttırdı.

 

ELEŞTİRİ

5. Osmanlı Devleti’nin 1829’da Kuban Irmağından  Poti’nin güneyine kadar olan Karadeniz kıyılarının kontrolünü Rusya’ya bıraktığı söyleniyor. Gerçekler öyle mi? 1812 Bükreş Antlaşması gereği Bzıb Irmağı (şimdi Abhazya'da) ile Poti arasındaki Karadeniz kıyılarının denetimi ve kıyı gerisindeki İmereti Krallığı, bağlı Mingreli ve Abhaz prenslikleri Osmanlı Devleti tarafından Rusya’ya bırakılmıştı. 1812 Bükreş Antlaşması’na  göre Poti ve güneyi Osmanlılara aitti.1829’da St. Nicolas’a kadar olan Poti’nin güneyi de Rusya’ya verildi.

1829 Edirne Antlaşması ile, 1812 Bükreş Antlaşması sonucu  Kuban Irmağı ile güneyde Bzıb Irmağı arasında bulunan ve Osmanlılara bırakılmış olan Karadeniz  kıyılarının denetimi  de Rusya’ya devredildi.

***

Çerkes Misak-ı Milli Meclisi, Edirne Antlaşması’yla ortaya çıkan bu haksızlığı dünyaya anlatabilmek; bağımsızlık mücadelesine askeri ve politik destek bulabilmek için Zanuko Sefer başkanlığında bir temsil heyetini İstanbul’a gönderir, ama görüşmelerden somut bir sonuç alınamaz. Bunun üzerine Meclis, 1834 yılında Tuapse yakınlarındaki Aguy bölgesinde toplanır. 1000 Çerkes temsilcisinin hazır bulunduğu bu toplantıya İngiliz Diplomat çerkes dostu Davit Urquhart da katılır motive edici bir konuşma yapar.

 

Coşkulu geçen ve ulusal bayrağımızın da kabul edildiği Misak-ı Milli Meclisinin kararları şunlar olur;

 

1) Edirne Anlaşması’nın kesinlikle tanınmaması 2) bu anlaşmayı gerekçe göstererek Çerkesya’da hakkı olduğunu iddia eden Çarlık Rusyası’nın Çerkesya’nın bağımsız bir devlet olduğunu kabul ederek askerlerini Çerkesya’dan çekmesi 3) Bunu yapmazsa özgürlük ve bağımsızlık için sonuna kadar savaşılacaktır.

 

Kurultaydan sonra Rusya ile yapılan görüşmeler de olumsuz sonuçlanınca savaş yeniden şiddetlenir.

 

Kırım savaşı olarak da bilinen Osmanlı-Rus savaşı 1853 de başlayıp 1856 da sonlanır.  Çar II.Aleksandr bu belayı da atlattıktan sonra Çerkesya işgalini tamamlamak ister. Bunun üzerine Haziran 1857’de Abın’da (Şapsığ bölgesi) toplanan Misak-ı Milli Meclisi, Ruslarla savaşa devam kararı alır.

 

1859 yılında Misak-ı Milli Meclisi “Ruslarla mümkün olduğu kadar uygun şartlarda anlaşmak“ önerisini görüşmek üzere bir toplantı daha yapar ve burdan da olumlu bir sonuç çıkmaz. Çarlık Rusyası 2 yol önermiştir; Osmanlı topraklarına veya Rusyanın başka bir yerine sürgün edilmeyi. Çerkesler 2 öneriyi de reddettiler ve yine meclislerini toplama kararı alırlar. Ve 13 Haziran 1861 de Misak-ı milli meclisini yeniden toplarlar.  Bu toplantıda Çerkesya ve teşkilatlarının tüm sorunlarını masaya yatırırlar. Misak-ı milli meclisini revize ederek, bağımsızlık savaşını devam ettirme iradesine sahip ‘’ "Çerkesya Özgürlük Meclisi" adı altında yeni bir birlik oluştururlar ve başkanlığına Hacı Giranduk Berzeg getirilir.

 

  Çerkesya'nın bağımsızlığı kararı alınarak bütün dünyaya ilan edilir.

***

ELEŞTİRİ

6. Yukarıdaki bölümde Misak-ı  Milli meclisleri sıralaması yapılıyor. Tuapse yakınındaki Aguy'da toplanan toplantıda konuşan David Urquhart'ın hükümeti İngiltere 1829 Edirne Antlaşmasını tanıyordu. Urquhart'ınki bir nabız yoklama ve İngiltere adına bir istihbarat faaliyeti idi. Yine de Urquhart kişisel olarak Çerkes yanlısı idi. Bunu ömrünün sonuna kadar gösterdi. Bu konuda belgesel roman yazarı Halit Kakınç'ın "Çerkes Aşkı" (Adığe Šuĺeğu) romanı okunsa iyi olur. Bu meclisler 1848’de Şeyh Şamil’in naibi Muhammed Emin’i  Çerkesya’ya göndermesi ile etkisizleşiyor, boyutları küçülüyor ve mücadele de bölünüyor: Şeriat (İslam) yönetimi kuran  Muhammed Emin iktidarı yanlıları (Abzahlar), tarafsızlar ve  diğerleri biçiminde. Ancak Ruslar 1851’de Muhammed Emin kuvvetlerini yendiler, bu güçler dağlara ve savunmaya çekildiler. Ruslara yönelik akın yapamaz oldular.

1853-1856 Kırım Savaşı başladığında Çerkes birliği parçalanmış durumdaydı. Abzahlar Muhammed Emin’in yanında iken, Şapsığlar Osmanlı egemenliğini tanımıyorlardı, çünkü bir umut da vadetmiyordu, Natuhay’da ise Osmanlı Valisi Zaneko Seferbey (Sefer Paşa) yanlıları bulunuyordu.

1856 Paris Antlaşması, Savaş öncesi sınırlara dönülmesiyle sonuçlandı. Osmanlı şimdilik paçayı kurtarmıştı ama aslında yenikti.

Bu çerçevede Zaneko Seferbey Osmanlı korumasında bir Çerkes devleti kurma hayali peşindeydi, hayalini gerçekleştiremeden öldü.

Osmanlı’nın, yanında büyük bir Batılı devlet olmadığı sürece Rusya karşısında hiçbir şansı yoktu. Çerkesler bu gerçeği okuyamadılar ya da denize düşen yılana sarılır misali çaresiz idiler. Teknik anlamda geri olanın (Osmanlı) daha ileri tekniğe sahip olan bir devleti (Rusya) yendiği görülmemiştir. Böyle olduğu halde Osmanlı Çerkeslere Rusya  ile barışmalarını değil, el altından savaşı kışkırtıyordu. Ama Rus korkusuyla destek de vermiyordu. Zaten 1856 Paris Antlaşması gereği Karadeniz savaş gemilerine ve silâh taşıyan teknelere yasaklanmıştı. Yani Osmanlı uluslararası bir antlaşmayı ihlal etmedikçe Çerkeslere yardım edemezdi. Aksi takdirde Osmanlı’nın Rusya ile savaşı göze alması gerekirdi. Gerçek buydu.

1859’da Şamil ve Çerkesya’daki naibi Muhammed Emin  savaşmayı bıraktılar. Kuban boyundaki Bjeduğlar, Laba solundaki K'emguy, Besleney, Kuban Kabardey, Yecerukaylar ve iç bölgede yaşayan Abzahlar da 1859'da Rus egemenliğini kabul ettiler (Bjeduğ'un Rus egemenliğine giriş biçimi için bkz. "Bjeduğ Alıvare (Bjıhakuaye) Köyünün Tarihi")

1860’da Rusya Karadeniz kıyılarını Çerkeslerden  tamamen boşaltma, boşalacak topraklara özgürleşecek köle Rus köylülerini (mujikleri) yerleştirme kararı aldı. Tabii Çerkesler de bunu haber almış olmalıydılar. Çerkeslerin artık bir başlarına ve sonuna kadar direnme dışında bir seçenekleri kalmamıştı. Ya 1783'te yapıldığı gibi, yani eski Kırım yurttaşı Nogaylar gibi topraklarını savunacak, ölecek ya da Türkiye'ye göç edeceklerdi (Nogay soykırımı için bkz. Çırğ Ashad, "Tehlike Kuzeyden Geliyordu").

Sürgün sınırı, eylül 1861’de İç Çerkesya’daki Abzah bölgesini de kapsayacak biçimde doğuya çekildi. Abzahlar iki yüzlülükle, Rusya'ya ihanetle suçlanmıştı. Sürgün  kararı eylül 1861'de Maykop yakınlarında Hamketi'de bizzat Çar II. Aleksandr tarafından Çerkeslere tebliğ edildi. Buna göre Çerkesler (Abzahlar) yerlerini terk edecekler, Kuban 'ötesinde' kendilerine gösterilecek topraklara yerleşecekler ya da Osmanlı Ülkesine  göç edeceklerdi.

Burada 'Kuban ötesi'  kavramı da birçoğumuzu yanıltıyor. Kuban ötesi Rus’a göre, kuzeyden güneye baktığı için Kuban’ın güneyi, yani Çerkesya'nın Kuban yöresi;  Diasporada ya da güney ülkelerinde yaşayan Çerkesler içinse  Kuban Irmağının kuzeyinde bulunan topraklardır. Yanılma bu farklı coğrafi algılamadan ileri geliyor.

Çar II. Aleksandr’ın önerdiği yerler Orta Kuban ve Orta Laba’nın solunda bulunan bataklıklı topraklardı, yani Kuban’ın güneyidir, 'Kuban ötesi' ile kastedilen yer burasıdır. O dönem oraları - Kuban ve Laba solundaki düzlükler- sıtma yatagı ölüm tarlaları halindeydi. Şimdi burada bugün Adıge Cumhuriyeti bulunuyor. Kuban’ın kuzeyi ise, o zamanlar, 70-80 yıldan beri Rus/ Kazak yerleşim yeri olmuştu, Çerkes yerleşimine tahsis edilmesi sözkonusu değildi.

***

Merkezi Soçi’de bulunan parlamento binasını inşa etti. Çerkesya’nın işgal edilmemiş bölgelerinden seçilen temsilciler bu binada düzenli olarak toplanıyorlardı. İstanbul Çerkesya Komitesi ve Londra Çerkesya Komitesi ile yakın ilişkileri vardı. Meclis Çerkesya topraklarını 12 bölgeye ayırdı, yeni bir yönetim organı kurdu ve vergi toplamaya başladı. Her bölgeye bir kadı, bir müftü, bir muhtar ve bir zabıta tayin etmişti. Bu kişiler, Meclis adına meclisin kararlarını uygulayacaklardı. Yine meclisin uygun göreceği vergileri toplamak için her I00 hane için 5 atlı görevlendirilmişti. “Toplanan vergiler Tanrının rızasıyla ve Hür Çerkesya’nın temsilcisi olan Büyük Meclis tarafından ülkenin yönetiminde en iyi biçimde kullanılacaktır” kararı alındı ve bir yargı sistemi kuruldu.  Kesinlikle Çarlık Rusyasına teslim olunmayacak, görüşmeler yoluyla onurlu bir barış anlaşması yapılmaya çalışılacak; bu mümkün olmadığında ise sonuna kadar savaşmaya devam edilecekti.

 

Çar II. Aleksandr 1861 Eylül’ünde Kuban’da Çerkes temsilcileri ile görüşmeyi kabul etti. Bu görüşmede Çerkesler, eskiden beri yaşadıkları yerlerde kalmalarına izin verilirse Rusya İmparatorluğu tebaasına geçmeyi kabul ettiklerini söylediler. Ancak Çar, “Çerkeslerin ya Kuban düzlüklerine yerleşmesini veya Osmanlı İmparatorluğuna gitmesini kabul etmeleri gerektiğini” söyleyince, görüşmeler bitti. “Son savaş” hazırlıkları başladı.

 

Bu arada, Çerkesya’nın bağımsızlığının tanınması, soruna diplomatik bir çözüm ve Çerkesya’ya askeri-politik destek bulunması umuduyla 1862’de İstanbul’a, Paris’e ve Londra’ya heyetler gönderilir. Ancak ne Osmanlı’dan ne de İngiltere’den olumlu bir cevap alınamaz. 

 

1864 yılı ilkbaharında Çarlık Rusyası tüm cephelerden saldırıya geçer. Çerkesya’nın dört bir tarafından gelip Meclisi ve kararlarını korumaya çalışan vatansever Çerkeslerin çabaları yeterli olmaz. Ve daha sonra hepimizin bildiği gibi sürgün ve soykırım süreci tamamlanır.

 

****

 

ELEŞTİRİ

7.  13 Haziran 1861’de açılan Büyük Bağımsızlık Meclisi (Ŝhafitniğe Xeseşfo/ Meclis) üç kabile bölgesinin (Şapsığ, Abzah ve Vıbıh) birleşmesiyle oluştu. Çerkes egemen toprağı 12 ile (okrug'a) ayrılmıştı. 12 sayısı Adıgeler için anlamlı, uğurlu sayılan bir rakam. Eski takvim, günümüzde kullanılan yeni takvime göre 12 gün geri olduğu için, aslında Meclis 13 Haziran’da değil, gerçek anlamda  25 Haziran’da toplanmıştı. Merkezinin bulunduğu yer nedeniyle de Soçi Meclisi diye de anılır (Daha geniş bilgi için bkz.  Nıbe Anzor, “Çerkes Meclisi'nin 150'nci Kuruluş Yılı…”; “Çerkes Ulusal Meclisi”).

Meclis’le ilgili doğru bilgiler benim makalelerimde de bulunduğu gibi, Meclis adına İstanbul, Paris ve Londra’ya giden Çerkes delegasyonunun ilginç serüveni de usta belgesel roman yazarı Halit Kakınç’ın “Çerkes Aşkı” (Adıge Šuĺeğu) adlı romanında da işlenmiştir. Sayın Kakınç, dönemin İngiliz basınında yer almış olan yazıları derleyerek olayı gerçekçi bir biçimde gözler önüne sermeyi başarmıştır.  

Sonuç olarak, rastgele, sıradan yazılar yazmak, doğru bilgilendirme anlamına gelmez. Ayrıca tarihsel makaleler yazmak da kolay olan şeylerden değildir, çok şeyi gerektirir.

Bu eleştirim umarım bir işe yarar.

***

‘’Çerkesya Özgürlük Meclisi”nin kuruluşunun üzerinden tam 153 yıl geçti. Bugüne kadar üzerinde fazla konuşulmayan, anlatılmayan ve hatta unutturulmak istenen bu Meclis, tarihimizin en onurlu sayfalarını yazılmıştır.Ve Çerkes Halkına üzerinde geleceğini inşa edebileceği bir miras bırakmıştır.

 

Özgürlük Meclisi, teokratik veya aristokratik yönetim biçimlerine itibar etmemiştir. Atalarımızın yüzlerce yıllık toplumsal yaşam deneyimlerinden süzülen, en zor şartlarda dahi yaşatmaya çalıştıkları bir örgütlenme ve yönetim biçimi olarak bizlere kalmış, gerçek bir halk demokrasisi örneğidir.

 

Özgürlük Meclisi, düşmanın bütün gücüyle saldırdığı yıllarda sorumluluk almış; korkmamış, eğilip bükülmemiş; Çarlık Rusyasına karşı hem onurunu ve namusunu koruma, hem de ülkesini kimseye teslim etmeme iradesini göstermiştir.

 

Bizlere Çerkes Halkının Birliği, Demokratik Halk Örgütlenmesi, Vatan Çerkesya Sevgisi ve Özgürlük Tutkusu olarak miras kalan “Çerkesya Özgürlük Meclisi”ni ve Çerkesya’yı yeniden kurmak ve sonsuza kadar yaşatmak boynumuzun borcu olsun.

 

Vatan ve özgürlük uğruna şehit olan atalarımızın ruhları şad, yolumuz aydın olsun!

 

Yaşasın Çerkes Kalma Mücadelemiz!

 

Yaşasın Çerkesya!

 

13 Haziran 2014

 

Çerkesya Yurtseverleri - Maltepe Çerkes Derneği

 

 

 

Not: ZORUNLU BİR AÇIKLAMA- Okuyucularımdan özür dileyerek şu açıklamayı yapma gereğini duyuyorum: Sitede 3 yıldır her 13 Haziran vesilesiyle değiştirilmeden, aynen yayınlanan, hâlen yayında olan ve eleştiri konusu yaptığım " ÇERKESYA ÖZGÜRLÜK MECLİSİ ANMA –KUTLAMA ETKİNLİĞİ" başlıklı yazının benim daha önceki makalelerimden derlendiği söyleniyormuş. Tamamen asılsız bir şeydir bu. Söylenenler doğruysa bu bir İftira isnadı anlamına gelir. Benim açımdan herşey ve yazılanlar ortada. Aksine bir durum, belge ve yazı varsa ispatı iddia sahiplerine düşer. -hcy

 
 
  Bugün 72 ziyaretçi (90 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol