Güneş yeni yeni ısıtmaya başlamıştı ortalığı. Küçük Asĺan bahçeden çıkıp yakınlardaki bir bankta (téţıshaṕe/ тетIысхьапIэ) oturmakta olan dedesinin yanına gitti. Her ikisi de, o yerde birlikte oturmayı bir alışkanlık haline getirmişlerdi. Hasan, küçük torununa ilginç şeyler anlatmayı severdi, torun da cebine doldurduğu kuru yemişleri yiyip bitirinceye değin dedesini çıt çıkarmadan dinlerdi. Bugün de küçük çocuk dedesinden birşeyler dinlemeyi bekleyip dururken birden bire bağırdı: “Dede, dede/ Tat, tat (*), bu koşan küçücük şey de nedir?” diye.
Çocuğun işaret ettiği yöne baktığında ihtiyar caddeyi geçmekte olan küçük bir gelinciği (vıj/ ужь/ gelin kadın) gördü.
- Bunun bir öyküsü var, istersen anlatayım, - dedi dedesi.
- Ne öyküsü? Dinlemek istiyorum, dede, - diye öne fırladı küçük çocuk.
- Bu anlatacağım şey yaşanmış bir şey, öyle olduğunu anlatırlar. Bir aile, imece(šıhaf/ шIыхьаф) yapmış, bahçedeki eski bir kurluğu (kulübeyi/ kakırıĵ/ къакъырыжъ) söküyordu. Benim gibi bir ihtiyarcık da, uzakça olmayan bir yerde oturmuş çalışmaları izliyordu. Çok geçmeden gençler telâşla bir köşede toplandılar. İhtiyar da ne olduğunu merak ederek ayağa kalktı. Sesin geldiği yere gittiğinde, sökülen kurulukta bir gelincik yuvasının olduğunu, yuvada da üç gelincik yavrusunun bulunduğunu gördü. Gençler ne yapacaklarını bilemiyorlardı. İhtiyar, yuvayı bozmadan biraz uzaklaştırıp uygun bir yere bırakmalarını gençlere söyledi. İhtiyarın dediği gibi yapıldı, yuvayı üzerine tahta/ odun düşmeyecek bir yere bıraktılar.
Öğleden sonra işi bitiren topluluk dağıldı. O yerde sadece o ihtiyar kalmıştı. Bazı sesler duymaya başlayınca, ihtiyar daha dikkatle sese kulak kabarttı. Anne gelincik dönmüş yavrularını arıyordu. Yuvayı bulamayınca çevresine bakındı. Kurluğun yakınındaki evin yuvarlak sütunları (ḉesen/ кIэсэн) vardı. Sütunlardan birinin üzerinde bir kanca (lıku/ лыкъу) vardı, gelincik oraya doğru baktı, kancada bir çüvenin sürekli asılı tutulduğunu hemen anımsadı. Minik gelinciğin ne düşündüğünü anlayamamış, işin nereye varacağını merakla gözlemekteydi ihtiyar. Gelincik sütuna tırmanıp oraya asılı olan çüvenin içine baktı ve çüvenin içine kustu. Yavrularının öldürüldüğünü sanan anne gelincik çok kızmıştı. Canından bir parça olan yavrularını yok eden bu aileyi yok etmek istemişti.
Gelinciğin kızdırılmasının çok tehlikeli bir şey olduğu küçüklüğümüzden beri bize anlatılırdı. Ne denli düşmanca davranırsa davransın, onu tatlı sözlerle yatıştırmak gerektiği söylenirdi(**). Ayrıca gözlerinin içine bakılmaması da söylenirdi. Küçücük gelinciğin kalbini kırarsan ya da onu kızdırırsan koca bir aileyi bile yok edebilirdi. Aile bireylerinin işleri rast gitmemeye(pereĥuce zıĥuće/ пэрэхъуджэхэ зыхъукIэ) ya da aile büyük bir sıkıntı içine düşmeye başladığında “İşleriniz niye iyi gitmiyor, gelincik mi kusmuş size?” derlerdi.
Yavrularını bulamayan gelincik, evdekilerin içtiği sütün içine kusmuş, içi buruk bir halde sütundan inmiş eski kurluğun dibine oturmuştu. Biraz oturmuşken acıkmış yavrularının cıyaklama seslerini duydu. Üzgün gelincik duyduklarından tam emin olmadan hemen başını kaldırdı. Sesin geldiği tarafa yürüdü, yuvayı buldu. Gelincik yavrularını sağ salim bulduğu için sevindi, ancak yavrularını doyurmadan önce, hemen asılı çüvenin yanına koştu, burnu ve iki ayağı ile vurup çüvenin içindeki sütü döktü. Ardından özlediği yavrularının yanına döndü.
Görüyorsun, yavrum, küçük bir gelinciğin ne kadar akıllı olduğunu?! Evdekilerin yavrularına zarar vermediklerini anladığında, kendisi de suçsuz insanlara zarar vermek istememişti.
İşte böyle, küçüğüm, gelincik üzerine anlatılan bir öykü de böyle. Güneş daha yakıcı olmuştu, biz de yavaş yavaş evimize doğru yol almaya başladık.
Hasan torununun küçücük elinden tutmuş bahçe kapısından içeri giriyordu…
Ğoneĵıko Setenay.
Adıge mak, 13 Mart 2014
(*)- Burada torun dedesini 'dede' karşılığı 'teteĵ/ тэтэжъ' diye değil, baba karşılığı 'tat/ тат' diye çağırıyor, nedeni de Adıge geleneği. Adıge geleneğine göre, dedesi ve ninesi sağ olan torun, babasını ve annesini değil, dedesini ve ninesini 'baba, anne' diye çağırır. Anne ve babasını ise kendi isimleriyle ya da yine Adıge geleneği gereği, varsa takma adlarla çağırır. Dede sağken babayı baba diye çağırmak çok ayıp karşılanırdı. Dede öldükten sonra babaya baba denirdi. Örneğin, rahmetli ağabeyim babamı adı ile, annemi de, dede ve ninenin dediği gibi 'nıse' (gelin) diye çağırırdı. Ben ve kızkardeşlerim, dedeyi görmediğimiz, ninemiz de öldüğü için, 'tate' (baba) ve 'na' (anne) derdik. Köydeki diğer çocuklar da öyle derlerdi. 80 yaşında olsa bile bir adamı, 5 yaşındaki bir çocuk adıyla, örneğin, Hakkı, Ŝevpak, Tıfı diye çağırırdı. 'Amca, abi, abla' gibi adlandırmaları ise, çok sonraları Türklerden almış bulunuyoruz. - hcy
(**)- Hâlâ birçok kadın, "Gelin kadın, gelin kadın, komşu köyde düğün var, seni çağırıyorlar, oraya git" (Vıjı ṡıқu, vıjı ṡıқu, ğuneğu kuacem nışare şı', kıvacex, nısaşem қo) diyerek gelinciği tatlı dille uzaklaştırmaya çalışır. - hcy