adigehaber
  Mutluluk Yolu - III. Tütün Fidelikleri - III
 
K’eraş Tembot-Mutluluk Yolu-III. Tütün Fidelikleri (Парникхэр)- (s.338)
 
 
Sabahleyin Bibolet çok erken saatte köy Sovyeti (muhtarlık) binasına gitti. Sekreter hâlâ gelmemişti, ama Amdehan sinirli bir vaziyette oradaydı. Bibolet oturup Amdehan’ın çalışmasını izlemeye başladı.
Dün akşam Amdehan’ın köy Sovyeti Başkanı olduğunu duyduğunda sevinci yanında biraz da kaygı duymuştu. Kendisini yumuşak, halim selim karşıladığını gördüğünden, içinden şöyle geçirmişti: Böylesine kadınsı yumuşaklık ve çekingenlik baskın olacaksa, kısa sürede ensesine binerler. Onu gözetmeli ve ona iş yapma biçimi öğretilmeli demişti içinden.
Ancak Bibolet çok geçmeden yanıldığını anladı. Şimdi bu gördüğü Amdehan’ın öyle yağ gibi yumuşak bir yanı yoktu, dahası biraz fazla sert bulmuştu onu. Yüz vermediği kişiler de erkeklerdi, ince bir ağaç köprüden geçiyorlarmış gibi onları dört döndürüyordu. Geçmişte kadınlara baskı kurmaya alışmış Adıge erkekleri yola gelmişlerdi, şimdi yumuşak, sessiz, uysal ve çekingen bir biçimde Amdehan’ın masasına yanaştıklarını görünce, Bibolet kendini gülmekten zor alıkoymuştu. “Biraz sert davranıyor olsa da haksız sayılmaz, yeterince erkeklerden çekmişler…Kadınlara ilişkin erkeklerin kalplerindeki acımasızlığı, herkesten çok Amdehan’ın kendisi bilir. Kendisinden çekinenler dışında, kadının da kendileri gibi bir insan olduğunu kabul etmeleri durumunda, Amdehan da daha insanca bir yaklaşımı bulabilir”, dedi Bibolet gülümseyerek içinden.
İşte tam bu sırada bir kadın içeri girdi. Hiç özgür olamamanın verdiği davranışla, elleri göbeğinde bir araya gelmiş, korku ve utanma içinde, yumuşak bir tavırla içeri girip ayakta kapı pervazına dayandı.
Amdehan’ın sertliği kayboldu, sert, çatık ve kalın kara kaşları aralandı. Sevecen bir bakışla hızla ayağa kalktı ve gelen kadına dönüp konuştu:
- Gel, gel, Şerif! Gel buraya, otur, diyerek tabureyi ona gösterdi.
Kadın, güvenmiyormuş gibi, uysal bir biçimde, ayaklarını zor kımıldatarak Amdehanın masasına yaklaştı. Ama erkeklerin yanında oturmayı kendine yakıştıramadı.
Amdehan, ana şefkatiyle ona acıyarak sordu:
- Sıkıldığın bir durum mu var?
Kadın konuşmakta zorlandı, biraz ıkınıp sıkındıktan sonra, ancak duyulacak bir sesle yanıt verdi:
- Seninle yalnız konuşmak istemiştim…
- Konuğun bulunması sakınca oluşturmaz, bakarsın yardımı da olur. Diğerleri, sizler, hele bir dışarı çıkın, - diye Amdehan seslendi.
Erkekler dışarı çıktılar. Bibolet de kadını utandırmamak için dışarı çıktı. Muhtarlık koridorunda bir sigara yaktı, içinden sevinerek konuştu: “İyi bir Sovyet yöneticisi olacak bu kadın…”
Sekreter geldi, birlikte kolhoz merkezinin yolunu tuttular. Bir hayli rüzgârlı bir havada, insanlar gurup gurup kolhoz binasının yakınlarında toplanmışlardı. Karşılıklı oturmuşlardı, yer yer de korku içindelermiş gibiydiler. Bibolet bu kişilerin içlerinden geçenleri çok iyi biliyordu: Çiftçinin yüreği ekilememiş topraklar için kaygılıydı, sürülmemiş durumdaki toprak, onların yakınmalarına yol açıyor, kendi içi de sızlıyordu.
Kolhozun çevresinde kulak (zengin) yoktu. İçlerinde olan biteni yetiştirmek üzere gelmiş bir iki kişi bulunsa bile, diğerleri temiz emekçilerdi. Erken saatte toplanan bu kişiler toprağa tohum atma konusunda kaygılı olanlardı. Toprağı ekmek için kalkan her bir kişinin özlemi sabanın ucunu tutmaktı. Tohum ekilen ve yumuşatılmış olan topraktan yükselen buharları koklama özlemi içindeydiler. İlkbahar yeline göğsünü açtığında, sürülmüş siyah çizileri geri bıraktığında, çizi aralıklarından yürümek onların mutluluk kaynağı oluyordu.
Peki bu kişiler böylesi bir günde ne diye burada oturuyorlardı? Bibolet bunu biliyor gibiydi. Küsüp yemeği iten çocuğun, ardından cayıp yemeği yemekten utanması gibi inat edip kendini aç bırakmasına benzetiyordu. Küsmüş olmaları Bibolet için kusur değildi. Aralarında büyüdüğü için onların içindekini ve neler düşündüklerini iyi biliyordu. At, araba gibi yaşam için gerekli olan ve birlikte ortaya koydukları şeylerin yarısı yok olmuştu. Yapılmış olan çok sayıdaki uygunsuz davranış da gözler önündeydi. İçleri sızlıyor, yürekleri burkuluyor, üzülüyor, kaygılanıyorlardı. Yoksulluktan kurtulmak için önlerine çıkan umudu, yeni düzene geçiş umudunu elden kaçırma kaygısı içindeydiler. Kimi suçlayacaklarını bilmiyor, ne yapacaklarını kestiremiyorlardı. Sorunu nasıl çözeceklerini gösterecek birilerini de bulamıyorlardı. Köyde nefret ettikleri, görmeye tahammül etmedikleri kişilerin başa geçirilip bir araya konan köy mülkünün yok edilişine tanık olmuşlardı, ancak ne yapıldığını bilememenin üzüntüsü içindeydiler. Bundan başka köyde sevilmeyen, boş gezen, kumarcı ve hırsız kişileri işe alıp bu kişilerin kendilerine surat yaparak koşulu arabalarını sürdüklerini her gördüklerinde içleri sızlıyordu. Bu kişilerin acımasız bir biçimde eski atlarını sürdüklerine tanık oluyorlardı. Bu uygunsuz, karışık işi, emekçi sınıfı düşmanlarının yalanları sarmalıyor, gece gündüz yalan haberler yayıyor, emekçilerin sınıf bilinci zehirleniyordu. Cehennem ateşi ile yanacaklarına inandırıldıkları gibi, bu söylenenlere de inanıyorlardı. Bunun dışında kendilerini bilinçlendirecek, doğru yolu gösterecek, kendi yarar ya da zararlarını birbirinden ayırmasını bilecek, düşman ile dostu karıştırmayacak, ayırdetme gücünü yükseltecek sözleri çok az duyuyorlardı. Köydeki parti hücresi sekreteri emekçilerle ilgilenecek yerde elbisesinin tozunu silkelemekle meşguldü. Bu durumda köyde yayılan yalan haberlere köylülerin inanmakta olmalarına şaşırılmamalıydı! Ömrü boyunca tek bir harf yazmamış olan karanlık içindeki emekçiler, bu nedenle, üniversite eğitimi almış Bibolet gibiler bile, gazete okuyamadan uzun süre kaldıklarında yalan haberlerden etkilenir oluyorlardı.
İşlerin Sovyet iktidarından ve pati çizgisinden saptığını, yanlış yola girildiğini, uzaktan da olsa emekçiler hissediyorlar ama nedenini bilemiyorlardı. Ama emekçilerin elinde yalan haberleri ve benzeri şeyleri geçersiz kılacak bir silâh vardı, o da partiye ve Sovyet iktidarına olan inançlarıydı. Buna inanıyorlardı, bunların emekçilerin çıkarı için uğraştıklarını, kendilerini düşündüklerini, yakındıkları şeyler konusunda kendilerini muhatap alacaklarını biliyorlardı. Aradaki kötü yöneticileri aşıp parti ile Sovyet iktidarının kendilerine ulaşabilecekleri umudunu taşıyorlardı. İşlerin düzgün yapılmadığını görüyorlardı; ama işleri yoluna koymayı da bilmediklerinden, üzüldüklerini belli eder biçimde oturuyorlardı. Partinin direktifleri kendilerine ulaştığında ayağa kalkacak ve mücadeleye devam edeceklerdi.
Bunlar temiz kalpli yoksul emekçilerdi…
Bibolet küme küme dağılmış insan topluluklarını gördüğünde morali yerine geldi, içi bir sevinçle doldu. Yerde oturan grupların yanlarından geçerken gözleriyle onları selamlıyordu. Oturanlar da Bibolet’in gözlerindeki sevinci görüyor, şaşırmış, neye yoracaklarını bilemez halde ayağa kalkıyorlardı.
Gruplardan birinden uzun boylu biri ayrılıp Bibolet’i karşıladı. Bibolet de Şumaf’ı tanıdı.
- Hoş geldin Bibolet! Bizi büsbütün unutmuşsun derken bizi ara sıra hatırlamış olman da çok güzel! Güler yüzle, biraz da kinayeli, biraz da gözlerini kaçırırmış gibi yapıp Bibolet’in yanına yaklaştı.
- Hoş bulduk, birbirimizi kaybetmeyeceksek! – arkadaşça şakacıktan takılarak yanıt verdi Bibolet de.
- Birbirimizi kaybetmemizi gerektirecek bir durum olacağını sanmıyorum…
- Tam çalışılacak bir günde boş boş oturmanız niye?
- Doğrusu ben de bilmiyorum niçin oturmakta olduğumuzu… - dedi Şumaf, başını öne eğerek. Gözlerindeki üzüntü ve kuşkular dağıldı. Şakayı bir yana atarak, güven duyarak, içinden gelerek konuşmasına devam etti, işlerin yolunda gitmemekte olması moralimizi kırdı. Atım zavallı Muştak’ın ölüsünü bir çukurda şişmiş halde gördükten sonra, elim işe varmadı. Acımasız kişilerle, hayvana değer vermeyenlerle nasıl çalışabilirim ki!..
Şumafın üzüntüsünün nedenini anlamıştı Bibolet. İyi huylu, sevimli hayvanın aileden sayıldığını biliyordu. Bir süre karşılık vermeden önüne baktı, ardından yanıt verdi:
- Şumaf, gözünün görmeye alıştığı at için üzülmen insanlık gereği. Ama insanın mutluluğu o tek şeyle sınırlı değil. Mutluluk yolunu seçerken işini tek ata göre belirleyip küsmek olmaz. Birlikte başlattığınız işin başlarında olmayacak, utanılacak şeyler olmamıştır demiyorum. Olmayacak şeylerle karşılaştığınızı ben de görüyorum. Dostum içimden gelerek şunu söylemek istiyorum: Günümüz gerçeği ve doğru olan şey, mutlu geleceğiniz o başlattığınız kolhoz yolunda yürümenize bağlı. Şimdi yanlış yaparsan, dönüp dolaşır, yorulursun, sonunda yine o yola dönersin.
- Vallahi bilemiyorum, içimizi ferahlatacak hiçbir şey göremiyoruz…- dedi Şumaf işi dolandırıp durdu.
- Daha ayrıntılı konuşuruz. Ayrılma dilekçesi vermiş kişilerden misin? – diyerek işi şakaya vurdu Bibolet.
- Hayır, şimdilik vermedim. Mıhamet benimle asla konuşmayacağını söyleyince dilekçemi bir yana bıraktım. Köylünün çoğu ne yaparsa ben de uyarım…
- Sorun değil, genç meclisini toplar, hep birlikte bir karar alırız. Şimdi gidelim Mıhamet’in yanına. Nasıl bir başkan olduğunu birlikte görelim.
- Boşuna, gitsek bile, koşulu manda gibi bir şey yapmadan masaya kurulmuş oturuyor. Kalem tutmasını bilmediği için imza atma sırasında zorluk çekiyor, - diyerek Şumaf da refakat etmeye başladı. Biraz ilerledikten sonra sözlerine ekleme yaptı: - Doğrusu, bir düşündüğümüzde dünyanın geldiği nokta da ilginç: Mıhametıj kolhoz bakanı, Amdehan’ın da onun üstü başkan (muhtar) olduğu bir dünyada yaşıyoruz, yaşamımız bir şeylere benzemeli ama Adıgeler buna hiç izin verirler mi…
Sevinç ve utanma duygusu içinde Mıhamet masadan kalktı.
- Gel, buyurun Bibolet,- resmi kişi edasıyla söyledi.
- Otur, otur, işine devam et! Şaka yapmadan Bibolet yanına gidip elini tuttu.
Uzatılan tabureye oturdu. Mıhamet’e baktı, Mıhamet de kendisine baktı, göz göze geldiler. Yardım beklediğini, sırtına kaldıramayacağı bir yükün bindirildiğini, arkadaş sıcaklığına hasret kaldığını, layık olmadığı bir göreve getirilmiş olmanın utancını, bütün bunların hepsi Mıhamet’in gözlerinden okunuyordu. Zor bir durumdaki kişi gibi, medet uman, umudu kalmamış biri gibi bakıyordu. Serbestçe konuşmak, derdini dökmek ve rahatlamak istediğini Bibolet de fark etmişti.
Ancak Mıhamet bir şey demeden bir iç çekti. Şumaf’ın dediği gibi, koltuğuna sığamıyor, bağlanmış biri imiş gibi yerinde oturuyordu. Geniş omuzlarını özgürce öne eğip bir demet ot biçmek için tırpan salladığı günleri özlermiş gibi bir hali var diye Bibolet’in içinden geçti ve gülümsedi.
Mıhamet’le şakalaşmak istiyordu, ancak içeride insanlar bulunduğundan bunu uygun bulmadı. Yine de birşeyler söylemiş olmak için sordu:
- İşler ne durumda Mıhamet?
- İşlerin durumu böyle! – diyerek Mıhamet önünde duran üç dosya kâğıdını uzattı.
Bunlar yeni verilmiş dilekçelerdi. Üçü de aynı elden çıkmıştı. El yazısı da kendisine tanıdık gibi gelmişti.
- Öbür dilekçleri de bana göster, - dedi dilekçelere bakarken.
Mıhamet çekmecesine elleyip bir tomar dolusu dilekçeyi çıkarıp verdi. Bibolet bir göz gezdirdiğinde çoğunu aynı elden çıkma olduğunu fark etti. Tek tük de başka elden çıkma dilekçeler vardı. Dilekçeleri yazan o tek el de dilekçeyi başka elden çıkmış gibi göstermek için epey uğraşmış olmalıydı
- Siparişlerle yazışmaların bulunduğu klasörleri söyle de sekreter bana versin, - dedi ardından Bibolet.
Bir köşede oturan sekretere söyleyip klasörleri Bibolet’e verdirdi. Bibolet klasörleri inceleyerek bir süre oturdu. Behuko Yusıf’ın başkanken yazdığı yazılardan birini bulup onu dilekçelerdeki el yazısı ile karşılaştırdı. Yanılmamıştı, dilekçeler Yusıf’ın elinden çıkmaydı.
Önemli bir şey yokmuş gibi yapıp klasörleri geri verdi. Dilekçeleri kart gibi sıralayıp Mıhamet’in önüne koydu, ardından sordu:
- Mıhamet, bunların tek elden çıkma olduğun fark etmedin mi?
- Hiç fark etmedim! – diyerek masaya abanarak hayretle dilekçelere bakmaya başladı Mıhamet.
- Evet görünüşe göre hepsi aynı elden çıkmış gibi!..- Çok ilginç bir şey görmüş gibi gözleri donmuş halde Bibolet’e baktı.
- Bunların hepsi kulak karagahında yazıldı!..
Daha fazla söyletmek için Mıhamet Bibolet’e baktı ama daha fazla bir şey söylemeden konuyu kapattı. Ancak odadaki kişiler işi çok şeye yorumlayarak birbirlerine baktılar. Bazıları da oradan sıvışıp haberi yaydılar. Aynı akşam Bibolet bu işe ilişkin söylenenleri duydu: “O gördüğümüz konuk atlatılamaz!..”
Bibolet kolhozun mali-üretim planını bir süre inceledi. Ardından Mıhamet’i yanına alarak tütün seralarının bulunduğu yere doğru hareket ettiler. Sekreterden başkası yanlarında olmayınca, Mıhamet uzun boylu yakınmalarını başlattı. Bibolet onu dinleyerek seraların olduğu yere yaklaştıklarında Mıhamet’e kısa bir yanıt verdi:
- Sen ayrılırsan kimi başkan yapacaksın! Sana yardım edeceğiz, işleri yoluna koyacağız. Ancak ilk önce kulakların kökünü kurutmalıyız. İlk işimiz bu. Sen de yufka yürekliliğini, herkese karşı yumuşak olmayı bırakmalısın. Kulaklar sana saldırıyorlar, işini bozuyorlar, atlarını, üretim araçlarını yok ediyorlar. Sen de onlara acıyorsun. Podkulaklara (işbirlikçilere) acıyorsun. Parti çekirdeğine daha bağlı çalışmalısın. Köyün umudu olan mallar senin elinde. Bu zararı veren podkulakları ortaya çıkarıp yargıya teslim edip temizlemeye üşeniyorsun. Bir kötüye acıyor, karşılığında birçok masumu yakıyorsun. Tarafını seçmelisin, çıkarları birbirine zıt, düşman olan sınıfları birlikte idare edemezsin. Sana vereceğim ilk görev şudur: Seyislerinin at yemlerini nerede kullandıklarını öğren. İçlerindeki yaramazları, işbirlikçileri iyi öğren. Sadece bir gece ve bir gündüz onları izle, onlara acımaktan vazgeçer, canlarına okumak istersin. Diğer konularda akşama parti hücresinin toplantısına gel, orada konuşuruz. Şimdi bir sınıf çatışması, bir boğuşma içindeyiz. Elin titreyerek savaşamazsın. Yumuşak kalpliliğini bırakman gerekir. Emeği ile geçinen yoksul emekçiler için yüreğin yumuşak olsun, işleri baltalayanlara ise hiç acıma.
Mıhamet bir süre önüne bakıp durduktan sonra konuştu:
- Eksik yanımı çok güzel anlamışsın Bibolet. Ben de o eksikliğimin farkındayım. İçi kötü olana acımayacak noktaya geldim, ilkin kimden başlayacağımı bilmiyordum. Gelmiş olman benim için bir şans. Senin bir anda farkına vardığın seyislerin bana ne yaptıklarını öğrenemeden çok zaman geçirmişim.
Mıhamet kolhozdaki işleri için acele ettiğinden Bibolet onu bıraktı. Kendi, sekreter ile birlikte seralara gittiler.
Seralar rüzgâr altı, en olmayacak yerde inşa edilmişlerdi. Suyun toplanması için seçilen yer de kuru havada hemen buharlaşıp yok olacak boyutta küçük bir sel yatağıydı. Toplanmış su da, düşmanın kazma darbeleriyle açtığı oluktan akıtılmıştı. Yatağın tabanı kurumuş, parça parça çatlamıştı.
Seraların inşa edildiği sırttan bakıldığında, bir buçuk km kadar uzaklıkta su kıyısındaki yemyeşil söğüt ağaçları görülebiliyordu. Irmağın gür akışına göz dikmiş Bibolet o yana doğru bakıyordu. Keşke seralar o ırmak kıyısında bulunsaydı!..
- Kolhoz, bahçe yeri olarak nereyi belirledi? – diye sordu Bibolet sekretere.
- Şurası, söğüt kenarı, suyun bu tarafa dönüş yaptığı yer, - diye işaret etti eliyle sekreter.
- Bahçede bir şey yapılmış mı?
- Hiçbir şey yapılmadı. Bulgarların bahçe için eskiden kiraladıkları yer. Su çekme motoru ile su yalakları hazır duruyor. Bahçe arazisine şu sıralar el atılmış değil.
- Seralar niçin oraya kurulmamış?
- Köy kıyısında olursa daha iyi korunur, daha iyi işlenir diye öyle yaptılar.
Bibolet durumu anlamıştı: Düşman bilinçliydi, yaptığını bilerek yapıyordu. 40 hektar (400 dönüm) tütün ekiminden ve bahçeden gelecek kazancın yarısı baştan uçup gitmişti. Kulak ekicilerin eskiden zenginleştikleri yerler. Bu yer kolhozun eline geçerse öbürleri ne yapsınlardı! Adıgelerin tütün ekmediklerini, alışmadıklarını bahane edip ortalığa kışkırtıcılar saldılar, toplumu tütün ekimine karşı soğuttular. Toplanmış suyu ansızın boşalttılar…
Peki şimdi ne yapmak gerekir? Tütün ekmenin önemini Bibolet anlıyordu. Plan sadece kolhozun kazanacağı para ile sınırlı değildi. Aynı zamanda devlet planı içindeydi. Bundan başka bazı ürünlerle sınırlı olan Adıge çiftçiliğini, bir birim topraktan daha fazla verim elde etmeye dayalı yeni teknik ve kültürel çalışmalara yönlendirmek de önemliydi. Ama şimdi o planın başarısızlığa uğrama tehlikesi belirmişti. Herkesten önce bunu anlaması gereken sekreter ise üşeniyor, solgun gözlerini daha da kısıyor, arada bir üst başını temizlemekle yetiniyordu.
Yine de tütün ekme planı yerine getirilmek zorundaydı. Bunu Bibolet iyi biliyordu. Ama ne yapabilirdi ki? Su kıyısına, bahçe için ayrılan yere seralar taşınsa daha iyi olmaz mıydı? O iş için at, araba, kişi ve gün gerekecekti? Tarlaları sürmeye gönderilemeyen köylüleri sırayla bu işe yönlendirmek kolay olamazdı! Böyle uzak yere gidildiğinde düşmandan bu tesisleri korumak daha zor olurdu…
Bunları düşünüp sıkıntı içinde çırpınırken buruşuk, asık suratlı adamın biri yanlarına geldi. Adam sekretere dönüp sordu:
- Tütün fideleri için su sorununu ne zaman çözeceksiniz? Tütün tohumunun ekilme dönemi geçiyor. Tohumu ekip fideler yetişene kadar…Çok gecikiyoruz. Bahçe tohumu gibi süreli bir iş bu.
Sekreter ne diyeceğini bilemeden tutulmuş dururken Bibolet müdahale edip sordu:
- Kim bu adam? Tütün işinde bir görevi mi var?
- Bu kişi kolhozun tütün uzmanı.
Bibolet adama sordu:
- Fidelikleri ırmak boyuna taşısak ne olur?
- Oraya götürmek mi?! Seraları güç bela bu yerde kurduk, şimdi onu su kıyısına götürüp tütün fidesi yetiştirme, fideyi toprağa ekme! Bir ayda bu işi tamamlayamayız! Şimdi üç dört gün içinde tohumu ekmezsek tütün ekme işini unutun. Ama hızla taşıyacak olsak bile, ben oraya gidip çalışmam, işten ayrılırım.
- Niye gitmeyeceksin? – diye sordu Bibolet, içinden adama karşı bir kuşku doğmuş olarak.
- Gideyim de kendimi öldürteyim mi! Öldürmeseler bile, fidelere birşeyler yaparlar, sorumluluğu benim üstüme yıkarlar, beni mahvederler.
- Kim seni öldürecek, kim seni mahvedecek?
- Köyde yeteri kadar adam var, öldürmek için duraksamayacak birçok kişi var.
- Öldürme dışında çözüm yok mu?
- O halde sen bu köyde olup biteni bilmiyorsun…Aksi takdirde kalmam, giderim… - dedi adam sesini alçaltarak korkmuş bir biçimde etrafına bakınarak.
Biboletin adama ilişkin kuşkuları dağıldı, ona adam gözüyle bakmaya başladı. Adama sordu:
- Seni korkutacak ne gibi şeyler söyledilerse de bana.
- Bana bir şey söylemediler, beni korkutmadılar…Sen kimlerdensin?
- Bu kişi il merkez komitesi temsilcisi olarak kolhoz işi için geldi, - dedi sekreter.
- İşte o zaman benim aradığım kişi sensin. Hadi seraları gözden geçirelim, biraz ileri gidelim, - diye giderlerken adam açıklamalarda bulundu:
- Odama pusula attılar. “Ne yaparsan yap, fide üretme, başka ne istersen yap, ama tütün ekimini durdurmadığın takdirde, nereye gidersen git, seni bulur öldürürüz!” diye yazılı pusulada. Bana üç kez o biçim yazı yazıldı. Ben ömrüm boyunca içimden gelmeyen bir işi zorla yapmış değilim, şimdi yanlış yapmam! Kendimi öldürtmem, tütünü de yok etmem, kargaşadan kaçmak dışında yapacağım şey yok. Sen seraları ormana taşıma ve orada yetiştirme hayali peşindesin!
- Sana atılan pusulayı bana ver, - dedi Bibolet.
- Köyden ayrılacağımda veririm, köydeyken veremem. Verirsem kendimi öldürtürüm!
- Peki, sorun değil, sana bunları yazanları bulmamız zor olmaz. O kişiler tütün ekme işini baltalamak dışında da kötü işler peşindeler. Seralara su bulma konusunda bize bilgi ver. Kuyu kazdırsak olmaz mı?
- Bu yerde kuyuyu derin kazmak gerekir, su soğuk olur, dinlendirmeden fideleri sulayamayız. Suyu dereden çekip fıçılarla getirip kovalarla sulama yapmamız daha kolay olur. Dinlendirmiş olsak bile buranın kuyu suyu sert olur, bu suyla sulama yapmak doğru olmaz.
- O halde tohumu ekmek için kritik olan gün sayısı ne kadar?
- Şu an süre işliyor. Dört beş gün içinde su bulamazsak benim tütün işinde yapacağım şey kalmaz.
- Şu halde birlikte karar alalım: Şimdi gecikme oldu diye işi bir yana atıp gidersen seni Sovyet iktidarının düşmanı sayarız. Seni herkesten korumak bizim sorumluluğumuz. Beş gün içinde seralara su getirme işi de bizim işimiz. Tohumları yetiştirmek, tütünü ektirmek de senin işin. Fideleri iyi yetiştirip tütünü tarlalara ektiğimizde ödül ve takdirname alman da benim sorumluluğum. Dürüst, centilmen biri olduğuna inanıyorum. Daha fazla söze gerek yok. Centilmence birlikte çalışmak üzere uzat elini, el sıkışalım! – diyerek Bibolet, konuşmasını sonlandı ve elini uzattı.
Çok korkarak adam elini uzattı ve sordu:
- Ben tütün işini seviyorum, yeter ki çalışma olanağı bulayım. Ama beş gün içinde su bulamazsam centilmenlik de işe yaramaz. Ben senin işi daha sıkı takip edeceğine güveniyorum.
Adamın yüzü açıldı, gülümsedi, tütün dumanıyla sararmış iri dişleri göründü.
Tütün eksperi ayrılınca Bibolet sekretere sordu:
-Gidip sebze bahçesine bakacağım, sen de benimle gelir misin? dedi. – Sekreter isteksiz davranmaya başlayınca ne diyeceğini beklemeden sözlerine devam etti. – İstersen sen geri dön, köyde işin olabilir.
Ayrıldılar, Bibolet sebze bahçesinin yolunu tuttu.
Seraya su bulmanın bir yolunu, yöntemini arayarak yürüyor, yürüdüğü yerin göz kararı seviyesini belirlemeye çalışıyordu. Yine de tahminlerine güvenemiyordu. Bu işi köylüye yaptırmak, köylüyü çift sürmeye göndermekten çok, çok daha zor bir işti. Ancak çok yönlü düşünür, işi çok yönlü tartarsa, başkalarının o iş için ne dediklerini dinlerse, işin doğruluğuna içinden inanırsa, o takdirde o iş için mücadele edebileceğini anlıyordu. Karar verdiği iş için mücadele etmek, zorluklardan kaçmamak Bibolet’in karakteri gereğiydi. Ateş gibiydi, heyecanlıydı, amaçladığı şeyi çözümlemeye var gücüyle atılıyor, yanındaki kişileri de coşturabiliyordu.
Bahçe yerinde küçük bir bina vardı, kapısı kilitliydi. Arayıp taradı ama bir bekçi, bir görevli bulamadı. Su çeken motorun çay kenarında, yamaçtan inen borusuna baktığında, dipte kazılan kuyunun toprakla dolduğunu, borunun da toprağa kaynamış olduğunu fark etti. “Bunun temizlenmesi işi de Adıge’nin istemeyeceği zor bir iş” dedi içinden Bibolet. Su yalaklarını gözden geçirdi. Onarımı gerekli yerleri var, ama oldukça sağlamlar. Suyun pompalanacağı yer hayli yüksekte, o biçim bahçe kıyısına ulaşıyor. Bu durum Bibolet’e moral verdi.
“Bu motorun önemini kulakların kavramalarından önce, düzgün bir korucu görevlendirmek gerekir, yoksa işe yaramaz hale getirirler…” diyerek Bibolet köy yolunu tuttu. Su getirme biçimine ilişkin bulduğu planı düşünerek, daha kolay ve daha yararlı yolu muhakeme ederek geri döndü. (s.350).
 
 
  Bugün 75 ziyaretçi (90 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol