adigehaber
  Ayşet – 25
 
Ayşet – 25
(s.183-193)
III
Paris her geçen gün daha da güzelleşiyor, kent enine boyuna genişliyor, büyüyordu. Caddeleri uzanıp gidiyor, kente yeni meydanlar ve bulvarlar ekleniyordu. Yeni ve gösterişli binaları kuşatan ağaçlar da boy atıyor, büyüyorlardı. Çift ya dört at koşulu faytonlar ve landonlar koşuşuyor, karşılaşıyor ve birbirini geçiyor, lüks arabalarda da silindir şapkalı erkekler, hafif şapkaları ve dalgalanan ipek fularlarıyla kadınlar görünüyorlardı.
Çiçek, yemiş ve sebze dolu yük arabaları, çocuk arabaları, satıcılar ve alıcılar, gölgeliklerde dinlenen yaşlı başlı kişiler ve çocuklar dört bir yana dağılmıştı.
Claudine-Alexandrina’nın (*) yazdığı gibi, Charles de Ferriole’nin yoksun kaldığı canlı bir yaşam sürüp gidiyordu Paris’te. Peki, gerçek yaşamın kendi de öyle miydi Paris’te? Bu da gözün gördüğü ve hissettiğin kadarıyla algılanabilirdi. Kont, istediği her şeye erişen, bulamadığı şeyler önüne getirilen biriydi, ancak o da bir insandı. Şarkı söyleyenin ağladığı anlarının olduğunu bilmeyen biri değildi. En güzel giysi bile yırtılır, parçalanır, en güzel şapka da insanın başından uçabilirdi. Yaşam, dünyamızın bir parçasıydı: Günler bazen güneşli, bazen yağışlı geçerdi. Nerede ve ne zaman gök gürültüsünün patlak vereceği bilinemezdi…
Charles de Ferriole yumuşak landonuna - lüks faytonuna - kurulmuş geride bıraktığı Melen, Versay, Trianon ve will- Vicomte’u düşünüyordu: “Versay’da güneş kralımız yaşıyor, devlet işlerini görüyor, kararlar alıyor, “Geyik Parkında” değirmeni var, çalışıyor. Melen iç açıcı küçük bir kent, ama Madlen’in tutulduğu hapishane de orada. Charlotte- Elizabéth Aisse ile Janette-Nicole’yi görmeden ve o işi halletmeden önce Madlen için Melen’e gidebilirim. İyi ile kötü, her ikisi de yaşamın bir parçasıdır denir. İşte güzelim Sen (Seine) nehri, akıp gidiyor, - Növ Sen Ogüsten’e (Neuve Saint Augustin) varmaya az kaldığını gösteren köprüyü geçtiğinde, kontun içinde bir sevinç doğdu, ırmağın üzerinde sandallar ve gemiler yüzüyordu. Sen nehri, zengin fakir herkesin işine yarıyordu ama bir taştığında da her iki yakasını kırıp geçiriyordu… “
Bir Pazar günü sabahıydı, herkes kendi yaşamını sürdürüyor, değişik insan davranışları görülüyordu: Biri sevinçli, diğeri üzgün, birinin düğünü, diğerinin de cenazesi vardı. Kontun landonu diğer lüks landonlarla karşılaşıyor, bazılarını geçiyor, insanlar tarafından çekilen el arabaları, öküzler tarafından zor zahmet çekilen arabalar ve yayalarla karşılaşılıyordu.
Notre Dame ve Aziz Şapel (Sainte Chapelle) kiliseleri, Souiller (Suviyye) oteli ve diğer güzel ve yüksek katlı binalar Paris’in hemen her yerinden seçilebiliyordu. Nefis, temiz bir hava vardı, kulakları Fransızca sesler dolduruyordu. Kont Charles de Ferriole’nin , gördükleri ve duydukları ile göğsü sevinçle dolmuştu, sonunda coşkuyla haykırdı: Seni sevenlere “Hey gidi Paris, Paris” dedirtmiş olman bu yüzden! – Biraz sonra, birkaç yıl boyunca tanıdığı ve sevdiği doğu kentine de dönüş yaptı: - Bağışla beni, İstanbul-Konstantinopol, sen de benim canımın içisin… “
Landonu Növ Sen Ogüsten caddesine vardığında ve kendi büyük beyaz evini gördüğünde, Charles de Ferriole’in içi iyice duruldu. Aynı anda Charlotte- Elizabéth Aisse içinde belirdi: “Bugün Pazar, eve getirilmiş olabilir mi?..” diye.
Araba büyük bahçe kapısının önünde durdu, araba sesi üzerine Ayşet kapıya doğru fırladı.
François Marie Arua Voltaire’in şiirini okumaya ara vermişti. Olup biteni anlayamayan Claudine-Alexandrina ile Pon de Vel de büyük bahçe kapısına doğru koşan Ayşet’e baktılar. Bir şeyi kaçırmış olmamak için Arjantel de, Ayşet’in peşinden koştu. Meyve suyu içmekte olan Charles Louis Condon Montesquieu (Monteskiyö) yerli yerinden kımıldamadı. İnce yüzlü ve sivri burunlu François Marie Arouet Voltaire, okuduğu şiir yaprağı iki elinde çocukların koştuğu yöne baktı. İki yana açılan koca kapıdan içeri giren landonu ilkin Claudine-Alexandrina farketti:
- Kont Charles de Ferriole’nin arabası bu gelen!
Arabadan inmek yerine atlayan Charles de Ferriole’nin beyaz ipek entarisine Charlotte- Elizabéth Aisse sarıldı, iki oğlan çocuğu da amcalarına iki yandan sarıldılar.
- Aissé, Charlotte- Elizabéth, sen misin?.. Ne kadar da büyümüşsün!.. – Kontun göğsüne kapanan küçük kızın başını okşadı. – Ağlama, kızım, ağlama. Evet, evet, beni özlemişsin, ben de seni özledim… Artık Türkiye’de fazla kalmayacağım, en çok bir yıl. Ağlama, kızım, ağlama.
- Pon, - amcasıyla Ayşet’e bakarken heyecanlandı, - Aisse’ye ağlamamasını söylesene!
Bu son yıl içinde görülür biçimde büyümüş olan Arjantel’in endişeli sesini duyunca , Ayşet, sevinç göz yaşı içinde kardeşine gülümsedi:
- Jan, küçük kardeşim, endişelenme, ağlamıyorum ben, gülüyor, seviniyorum, değil mi, baba? – Nasıl ağzından düştüğünü bilemeden, ilk kez “baba” diyerek konta sordu ve yanıtını beklemeden yine sordu: - Gidelim, baba, seni arkadaşlarımla tanıştıracağım, - diyerek iki eliyle tuttu ve kontu arkadaşlarına doğru götürdü: - Bu François Marie Aruet Voltaire, diğeri Charles Louis Condon Montesquieu. İkisi de Pon de Vel ile Arjantal’ın okuduğu Büyük Louis Koleji öğrencisi. Claudine-Alexandrina ayda iki kez bizi buluşturuyor, bugün de buluşma günümüz. Karşılıklı şiirler okuyoruz, ilginç kitaplar, değişik yaşam sorunları üzerine konuşuyoruz.
- Claudine de kendi yazdığı parçalardan bazılarını bize okuyor, - diye Arjantal söze karışmadan edemedi.
- Güzel, çok güzel, - dedi Charles de Ferriole duyduklarına sevinmişti, - bu gördüğüm gençler sizin akıllı dostlarınız olacaklardır kuşkusuz. Kitap okuyun, içinizden şiir yazmak geliyorsa, yazın, yaşamı öğrenin, bilginizi artırın, Fransa’nın eğitimli insanlara, akıllı insanlara gereksinimi var. – Biraz ara verdikten sonra, Fransızlarla İngilizler arasındaki rekabetten söz ederek sözlerini bağladı: - Bize hep yukarıdan bakan o kendini beğenmiş İngilizlerden aşağı kalır bir ulus değiliz, gurur duyacağımız ve övüneceğimiz değerlerimiz de onlarınkinden az değil. Peki, Claudine, kitaplar yazıyorsun, gençler seni beğeniyorlar, sense hiçbir şey demiyorsun? Böyle bir yeteneğinin olduğunu bilmiyordum… Onca yolu aşıp Türkiye’den gelmiş olduğumu görmüyor musun? – Claudine’nin yazdığı mektup üzerine geldiğini başkalarının anlamaması için şakaya vurup durumu anımsatmak istemişti.
- Kont, değerli damadımız, - Claudine-Alexandrina’nın yanakları kıpırdadı, “nedir baba” diye göğsüne yaslanan iki yüzlü Aisse’nin yaptığı gibi benim de seni öyle karşılamamı mı bekliyordun” diye içinden geçirip konta gülümsedi, - Geldiğine sevinmez olur muyuz, başka türlüsü aklımızdan bile geçmez. Gelmeni bekliyorduk, ama bugün geleceğini ummamıştık. Sana söyleyecek çok şeyimiz var, senin de daha fazlasını bize anlatmanı isteyeceğiz.
Ferriole ailesi gün boyu bayram yaptı. Dört yıldır görmedikleri kont için mükellef sofraya büyük küçük hep birlikte oturdular ve öğle sonralarına değin kalkmadılar, Ferriole’lerin değinmediği bir konu kalmadı. Bazen izin almadan Pon de Vel ile Arjantal sofradan kalkıyorlardı, sofradan kalkmayan, Charles de Ferriole’ye yapışık gibi kalan tek kişi Ayşet idi. Diğerleri ısrarla kendisini çağırsalar da onu yerinden kıpırdatamıyorlardı. Ayşet kontun üzerine titriyor, yiyeceğine, tabaklardaki yiyeceklere dikkat ediyor, içeceği çayın sıcaklığına ve çaya koyacağı şekere özen gösteriyordu. Bu yaptıklarını Maria-Angelica ile Claudine-Alexandrina bakışlarıyla onaylıyorlar, ama belli etmiyorlardı. Dahası, adını söylemeden kontesi övüyorlardı:
- Evet, kont, çok istememe karşın, Tanrı kardeşinle bana kız çocuğu vermedi. Bu iki oğlan çocuğu var ya, neye yararlar, sana yardım etmezler, sana tatlı dil dökmezler, sana sevecen yaklaşmazlar. Görüyorsunuz bunların yaramazlıklarını, sormadan sofradan kalkıp geri geliyorlar.
- Maria-Angelica, bir tanem, - Ayşet, kontese, ilk kez “bir tanem” demişti, bunu ilk kez duyan Claudine-Alexandrina da şaşırmış, ince güzel kaşlarını yukarı kaldırmıştı, - kardeşlerimi böyle çekiştirme, bunu kabul edemem. Onlar anlayışsız değiller, seni seviyor ve özlüyorlar. Arjantal dersen, tek bir kız değil, bin kız değerinde.
- Evet, evet, Charlotte- Elizabeth Aisse, yerinde konuştun, - Ayşet’in Fransızca dediği şeyi, Kontes Maria-Angelica oradakilerin önünde altını çizercesine yineledi, - Oğullarımdan memnunum, onları seviyorum, beni özlüyorlar, beni görmediklerinde sabırsızlanıyorlar… - O sırada kapıdan başı uzanan Arjantal annesinin konuşmasını kesti, - kapıdan bakıp durma, oğlum, gel buraya.
- Anne, senin için gelmedim, Aisse’nin yanınızda kaldığı yeter, yanımıza gelsin.
- Bakın şunun dediğine!.. - Maria-Angelica kendisine atılan bu söze aldırmamış-şaşırmış gibi yapıp, şimdiye değin isteyip de diyemediği şeyi, Ayşet’e de duyuracak biçimde konta söyledi: - Benim demek istediğim, bunların istediği kişi, onları doğuran ben değilim. Gün boyu, kont, Charlotte- Elizabéth Aisse onlarla birlikte olsun, ondan bıkmazlar. Haydi kızım, git onların yanına, bize rahat vermezler, bize küsmesinler, kötü söz ettirme onlara.
- Hayır, Maria-Angelica - anne, babamın bana geldiği bu gün onu yalnız bırakamam, - dedi Ayşet güler yüzle, bak şimdi benim yalnız olmadığıma der gibi şakağını kontun omuzuna koydu.
- Evet, evet, farkındayım, yıllardır babanı özlemişsin, - Maria-Angelica söyleyip de yaptıramadığı şeyi o an değiştiriverdi, bunun ne anlama geldiğini, gizli bir tarafı olsa bile belli etmeden sözünü tamamladı: - Akşama Saint Cloud’ya gitmen gerekiyor, Jeanette-Nicole yarım saat geç kalmanı bile bağışlamaz. Seni çok özlemiştir.
- Maria-Angelica - anne, - Ayşet bu kez sesini daha da yükseltti, sesini yükseltmiş olması, söyleyeceği şeylere haklılık katma nedeniyleydi, - Geç gitmemi Jeanette-Nicole’nin kabul etmeyecek olması yerinde değil mi? Kurallara uymazsak, ödevlerimizi yapmazsak, bizim için de sizin için de uygun olmaz, okulumuzun değeri de kalmaz, kraliçemiz de bizi takdir etmez.
- Sevindim, Charlotte- Elizabeth Aisse, okulunu böyle seviyor ve savunuyor olmana sevindim, - Charles de Ferriole duyduğu bu sözlerle gurur duydu, - işte öyle olmalı, kızım, Fransız ülkesinin bir yurttaşı olarak, olman ve değer vermen gereken şey de bu! Bu değerler evinde, okulunda, göğünde ve toprağında, kralında ve akrabalarında başlar ve yeşerir.
- Akrabalarımı başkaları ile bir tutamam, baba, onları sizin yerinize koyamam ama, öğretmenlerimi, en başta Jeanette-Nicole’yi hepsini seviyorum, birlikte okuduğum kız arkadaşlarımı da seviyorum, - Ayşet içinden onaylayarak kontun dediklerine katıldı.
“Öğretmenlerini, seninle birlikte okuyan kız çocuklarını, akrabalarını, kardeşlerini ve onların arkadaşlarını ve Sophie dahil hepsini sev” – Ayşet’in yüksek sesle söylediği sözlere, Claudine-Alexandrina alay edercesine içinden geçenleri küçük kıza söyledi, - tabii diyerek, iki yüzlü Jeanette-Nicole’nin dediğini umursama, kendini aptal durumuna düşürtme… “ diye kendi kendine söylenip dudak ucundan konuştu:
- İyi, iyi, öyle olman gerekir. Seni onaylıyorum, tanıdığın gençler içinden görünür biri olmasan bile, geri plana düşmüş biri değilsin, - Ayşet’i öğdü, ama içinden de azarladı: “Bize bir fırsat tanıyıp kontla konuşmamızı sağlasaydın daha iyi ederdin… Öyle yapmazsan sana ne yapacağımı bilirim… ” – Hemen döneceğim, - İnce belli ve uzun boylu Claudine-Alexandrina salondan ayrıldı, Sophie’yi bulup sordu: - Charlotte- Elizabeth Aisse’nin dönüş saati gelmedi mi, Sophie?
- Daha vakit var, Claudine-Alexandrina, - diye Sophie, ne denmek istendiğini anlamamış halde kontese yanıt verdi, - Ancak Charlotte- Elizabeth Aisse’nin acele etmesi, giyinmesi ve üst başını düzeltmesi gerekiyor, bu da zaman alıyor. Yoksa, kont geldiği için, kızı birkaç gün yanınızda alıkoymayı mı düşünüyorsunuz?
- Hayır, öyle bir şey yok, - Claudine-Alexandrina, salondan ayrılma amacına ulaşmış oldu, - ayrıca Jeanette-Nicole de bunu kabul etmez. Charlotte- Elizabeth Aisse’nin hazırlanması için ona yardımcı ol, eksiklerini ona anımsat, kontu gördüğü için her şeyi unutmuş yanında oturuyor.
Sophie kendisine söyleneni yarım saat içinde yerine getirdi:
- Kont, sana da, kontes, sözünüzü kestiğim için bağışlayın, Charlotte- Elizabeth Aisse’nin gitme vakti yaklaştı, onu hazırlamam gerekiyor.
- Sophie, yarım saat var… - diye Ayşet yalvardı.
Maria-Angelica bu duyduğu şeye sevindiğini belli etmeden aceleci davrandı:
- Hayır, hayır, Charlotte- Elizabeth Aisse, Sophie’nin dediğini yap, güneş inmeye başladı, yetişemezsin.
- Öyle diyorsan, anne, olur, - Ayşet durumu kabul etti, salondan ayrılırken arkasına baktı ve şöyle dedi: - O zaman beni Saint-Cloud’ya babam götürsün. En güzel takımını giy, baba, - diye eklemede bulundu Ayşet.
Salondaki üç kişi birbirine bakıştı, gülümsedi. İlkin Maria Angelica şakaya vurdurup konuştu:
- Kont, duydun mu, bizi nasıl yönlendirdiğini? Dediğini yaptırmadan yakanı bırakmaz, acıma duygusu ve tatlı yanı da var, ama dediğini de yaptırır .
- Öyleyse, Arjantal gibi değil mi? – ne denmek istendiğini düşünmeden kont gülümsedi, - İstenen şey yerindeyse, yapılmış olması kötü olmaz. Jan’ın beğendiğim yanı da bu, bazen küçüklüğümü bana anımsatıyor.
- Siz ikiniz, Arjantal ve sen Fransızsınız, - sorunu olan Claudine-Alexandrina söze karıştı. – Beriki?.. Jeanette-Nicole, Charlotte- Elizabeth Aisse’ye Çerkes olduğunu unutturmuyor…
- Bunu konuşmayacağız dedik ya! - Charles de Ferriole’nin suratı ekşidi.
- Dedik ama, kont, - Maria Angelica kız kardeşini destekledi, - akıllı küçük kızımıza Çerkes denirse ve Çerkes olduğu unutturulmazsa, Jeanette-Nicole onu bizden uzaklaştırır. En önemlisi, Charlotte-Elizabeth Aisse’nin Jeanette-Nicole’u dinlemesi, Claudina’nın dediklerine kulak asmaması. Hayır, kont, başka bir konuda tasalanma. Ben, Claudina, sen ve kardeşin Augustine Antoine kontuz, Fransız olduğumuz için kaygılıyız, sana söylüyoruz… O uzun bacaklı nereden bulursa bulup getiriyor, Çerkeslere ilişkin yazıları kıza okutuyor… Beriki de Çerkesler ne tarafta yaşıyorlar diye bize soruyor. Bu işe el atmadan olmaz, küçük kızı elimizden kaçıracağız.
- Durumu Augustine bilmiyor mu?
- Kardeşin, kont, kendi işi dışında hiçbir şeyle ilgilenmez. İki oğlu ile de ilgilenmiyor…
- Bu kaygınızı kardeşiniz Piskopos Pierre Guerin de Tansen’e söylemediniz mi? – Charles de Ferriole, iki kız kardeşe Pierre’in Jeanette-Nicole ile olan ilişkisini belli etmeden sormuştu.
- Doğrusunu diyecek olursak, kont, piskopos kardeşimizi, bu işe karıştırmak istemedik, - sorulan soruyu bekliyormuş gibi Claudine- Alexandrina yanıt verdi. Jeanette-Nicole’nin güzel ve akıllı oluşunu beğenmediğini, öncelikle belirtti, - Biz sana anımsatmasak da Charlotte- Elizabeth Aisse’nin öğretmeninin ne olduğunu bilirsin, istemesen, görmek istemesen de durduramazsın, gözünün içine girer… Fena bir öğretmen sayılmaz ama işgüzar, işi olmayan şeylere burnunu sürüyor… Nereye gitse – tiyatroya, parka, alışverişe ve pazara, diğerlerinden ayırıp yaşıtı imiş gibi onu yanında götürüyor…
- Çerkes giysisi de diktirdi desene… - kız kardeşinin konuşmasına Maria Angelica da karıştı ve haksız yere suçlamada bulundu: - Charlotte- Elizabeth Aisse on dört yaşına basınca, güzelmiş denen o kendini beğenmiş Jeanette-Nicole, çağırmadığımız halde kutlamamıza geldi, güzelmiş-akıllıymış tavırlarıyla, ileri geri konuşarak, gün boyu küçük kızımızla doyasıya bir arada bulunmamızı engelledi. Küçük kızı yitirmeden okulunu bir bitirseydi. Okuldan alsak mı ne, bilemiyorum, kont? Bir sürü paran da ziyan olup gidiyor… O para oraya harcanacağına evimizde kalsaydı, biliyorsun her gün yaşam daha da ağırlaşıyor, eldeki para yetmiyor.
- Bir senesi kaldı… - Charles de Ferriole söylenenlerden kafası şişmiş halde kendi kendine söylendi, bir süre sustuktan sonra kestirip attı: - Öyle bir şeyi aklınıza bile getirmeyin. – “Bu iki kız kardeş bana ne yaptırmak istiyorlar? Kont içten bir gülümsedi . – Kardeşiniz sizi dinlemiyor, küçük kızı bahane edip beni Jeanette- Nicole ile kapıştırmak mı istiyorsunuz? Boşuna üzülüyorsunuz, o kadın kardeşinizi elinizden kapamaz. Unuttunuz mu piskoposlar için evlenme yasağı olduğunu? Jeanette-Nicole de sizin gibi bir insan, bir kadın, o da gizli açık yaşamdan bir tat almak istiyor. Anlaşılan sizin gizli açık yaptığınızı, onun yapmasını istemiyorsunuz, değil mi? Charlotte- Elizabeth Aisse’nin Çerkes kökenli olduğunun ona anımsatılmasını istemiyorsunuz, o konuda sizinle beraberim, bir kadınla takıştırmak gibi bana yaptırmak istediğiniz şeyde ise yokum, çok saçma. Kısa yaşam süresi içinde sevmek ya da sevilmek güzel şey. Bakın bu son birkaç yıl içinde sünepe Claudine’nin nasıl da güzelleştiğine! Unuttun mu beni görmek için sabırsızlandığını yazdığını?.. “ – Kaygınızı anlıyorum, Jeanette-Nicole’ye gidip onunla konuşacağım.
Ayşet içeriye girdi ve Charles de Ferriole’ye çıkıştı:
- Henüz hazırlanmadın mı?..
- Bu kıyafetimle olmaz mı?
- Bu kıyafetin de fena değil, ama Jeanette-Nicole güzel giyimli insanları daha bir beğeniyor.
- O beğendiği kişiler erkekler mi oluyor? – Claudine-Alexandrina kardeşi için söyleyemediği şeyi, şakaya vurdurarak Ayşet’e sordu.
- Hayır, Claudine, - Ayşet hemen yanıtını verdi, - Jeanette-Nicole için kadın ya da erkek fark etmez, güzel giyinmiş herkesi beğendiğini sen de bilirsin. Claudine, gücenmeyeceksen söyleyeyim: Jeanette-Nicole senden aşağı kalmayacak biçimde güzel giyiniyor.
- Ne diye gücenecek mişim, - Kontes Claudine-Alexandrina, kendisinin bir öğretmenle bir tutulmasından hoşlanmamıştı, ama şakaya getirerek güldü, - önüme çıkmasın yeter, başka şey istemem.
- Evet, evet, Charlotte- Elizabeth Aisse, - dedi Maria Angelica, kız kardeşi ile Ayşet arasında baş gösteren tartışmayı yumuşatmak için, - Jeanette-Nicole güzel giyiniyor, çekici bir kadın, ama senin ve Claudine’nin güzelliğine-saygınlığına nasıl erişebilir ki o, siz kont soyundansınız, bunu asla unutmayın. Kontesler her zaman için daha güzel, daha zarif ve daha eğitimli olurlar. Peki sorun ne? Söylesenize, açıklamada bulunsanıza…
“Bu kadın milletini anlaması ne de zormuş, gizli açık her şeyleri birbirine dolaşık: Altın dersin, gümüş çıkar, olur da beğenirsin, gümüş dediğin de demir çıkar… - Charles de Ferriole içinden gülümsedi. – Onları tanımadığımı söyleyemem, ama şimdiye değin onları yeterince çözebilmiş değilim. Bazen seni yakarlar, bazen de ısıtırlar, bazen seni iteler, bazen yanlarına çekerler, bazen sana göz kırparlar, bazen de kendilerine bakmana bile fırsat tanımazlar. Üçünüz de aynı kumaştan örülmüşsünüz, o çekemediğiniz Jeanette-Nicole’yi de kendinize katın… “
- Siz de öyle diyorsanız, - Charles de Ferriole – daldığı düşten uyandı, - o zaman ben de güzel giysilerimi giyerim. Tamam, Charlotte- Elizabeth Aisse.
(*) – Daha pratik olacağı düşüncesiyle bazı Fransızca kişi adlarını İngilizcesine dönüştürerek yazıyorum - hcy
 
  Bugün 114 ziyaretçi (137 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol