adigehaber
  Ayşet - 10
 
Ayşet – 10 (s. 66 - 72)
 
 
                                     X
Meşbaşe İshak (İshak Maşbaş)
Charles de Ferriole’nin hafif faytonunda (landon) beş kişi oturuyordu: İkisi erkek, kendi ve Pon de Vel, diğer üçü kadındı - Charlotte-Elizabéth Aissé, Marie Angélique ve hizmetçi kız Sophie. Claudine-Alexandrine’yi de çağırmışlardı, ama gelmemişti. O, kendisi için düşündüğü manastırı bir türlü kafasından atamıyor, onca soruna neden olan küçük Çerkes kızına imreniyor muydu, acıyor muydu, bilemiyordu, perde gerisinden bahçedeki arabaya (faytona) bakıp duruyordu, derken araba Ferriole’lerin bahçesinden ayrıldı. Pierre Guérin de Tencin yeni piskopos olmuştu, Aissé ile birlikte manastıra gideceklere katılmak istemişti, ama alelacele çağrıldığı için Embrun’a (Ambrön) dönme durumunda kalmıştı.
Paris dışında bir süre yol aldıktan sonra, Charles de Ferriole, yanındakilere moral vermek için konuştu:
- Sisli bir gün ama hava ılık.
- Hafif bir yağmur yağsa daha iyi olurdu, - dedi Ayşet, arabadakiler şaşırdılar.
- Niye, bir şey mi var? – dedi Marie Angélique.
- Hafif yağış varken yola çıkmak iyi olur derler bizim tarafımızda.
- Kimler, Türkler mi diyorlar? – diye Marie Angélique Sophie’ye baktı.
- Türkler değil, - kontesin soruş biçimine Ayşet şaşırmıştı. – Benim kaçırıldığım Karadeniz kıyısında yaşayan Çerkeslerden söz ediyorum.
- Değişik insan topluluklarının inanışları birbirine benzeyebiliyor, - Charles de Ferriole konuşmalardan hoşlanmamıştı ama, yine de Ayşet’e destek çıktı, - biz, Fransızlarda da böyle bir inanış var. – Gereksiz konuşmaları sona erdirmek için sürücüye seslendi: - Arabanın hızını azalt Jaque, bizi sarsıyor.
- Sarsmıyor, çok yavaş gidiyor! – diye Pon de Vel itiraz edince, hepsi gülümsedi.
Ferriole’lerin kızı kaydettirme işi Saint-Cloud’da kısa sürede tamamlandı. Fazla bir formaliteye gerek duyulmadan küçük Adıge kızı manastıra kabul edildi, manastırın yöneticisi buğday tenli kadın Jeanette Nicole, Ayşet’le birlikte gelenleri sorduğunda, kızın verdiği karşılığı Charles de Ferriole hiç unutmamıştı. Marie Angélique de bunu ilginç bulmuştu, Sophie ise konuya başka bir açıdan bakıyordu, işin öyle olduğunu uzun bir süreden, kızı tanıdığı günden beri biliyordu.
- Charlotte-Elizabéth Aissé, kendini bana sevdirdi, - diye Marie Angélique, önemsediğini belli etmeden birgün Sophie’ye söylemişti, - onun bizim için düşündüğü şey asla aklıma gelmezdi… Babası Charles de Ferriole, kardeşi Pon de Vel, sen de hizmetçisisin. Claudine küsmeyip bizimle birlikte gelseydi ona ne diyecekti, bilemiyorum. İyi, iyi, memnunum, evdekilerin hepsi öyle olmalı. Didişmeden, huzur içinde birlikte bir yaşam sürdürmek herşeyden önemli, - kontes, son sözleri ile, kız kardeşi Claudine’yi kastetmişse de adını anmamıştı.
- Ben de kontes, ilk gördüğüm günden beri- Charlotte-Elizabéth Aissé’yi sevdim, akıllı, cana yakın biri, sevmemek elde değil. Herşeyi kavrıyor, çalışkan ve zeki biri.
- Evet, Sophie, evet, terbiyeli, prens soyundan geldiğini belli ediyor. Onunla bir arada olmak için can atıyorum, ondan ayrı kaldığımda saatlerim zor geçiyor. Bazen - Charlotte-Elizabéth Aissé bana Claudine-Alexandrine’nin küçüklüğünü anımsatıyor. Ünlü Guérin de Tencin soyundan geldiğini unutmuyor, soyuyla gurur duyuyordu. Şimdi de onun soyumuzla gurur duymadığını, soyluluğumuzu yadsıdığını söylemek istemiyorum, ama bu yaz başından beri kendisi ile konuşamıyoruz, azgın bir dişi köpeğe dönüşmüş gibi, fazla kitap okuduğundan mı ne, bilemiyorum. – Eleştirdiği kız kardeşini bırakıp bir başka konuya atladı: - Sophie, kont, Aissé’ye kızım der mi acaba? Öyle yazdırmış mıdır? Bu benim aklına eseni yapan kaynımın ne diyeceği belli olmaz…
Kontesin Ayşet’e ilişkin söylediği güzel sözlerin ardından, Sophie, kızla uğraşmayın, kendi aile sorunlarınızı kendiniz çözün düşüncesiyle, küçük dudakları kapalı, Marie Angélique’in odasından çıkmaya hazır kapı pervazına dayalı bekliyordu.
Önündeki soğumuş çayını eli ile iten kontes, Sophie’ye açıklamada bulundu:
- Kaygılandığım şey seni ne diye ilgilendirsin ki, sen farklı şeyler düşünürsün, haydi, işine dön.
Aynı saatte, önceki gidişlerinden farklı olarak, “Charles” (Şarl) diye adını söyleyerek, Ayşet Charles de Ferriole’yi karşıladı:
- Bugün, Charles, seni bekliyordum, geleceğini biliyordum.
- Birileri mi söyledi?
- Hayır, önceki gün geldiğinde, Türkiye’ye gideceğini söylemiştin.
- Evet, evet, söylemiştim, unutmamışsın.
- Bir sürü zorlu işin olmasına karşın, sen de unutmamışsın. Pon de Vel, Augustin-Antoine, Marie Angélique, Sophie ve Laroche nasıllar? Claudine-Alexandrine’yi görmediğim çok oldu, buraya geldiğim sıralarda kitap okuyordu.
- Sorduklarının hepsi iyi, sağlıklı, selam söylediler. Önümüzdeki hafta ziyaretine gelecekler.
- Claudine-Alexandrine de gelecek mi?
- O da gelecek, - Grenoble yakınındaki Monfreli’deki Augustin kız manastırına Claudine-Alexandrine’nin çekildiğini Charles de Ferriole gizledi.
- Bak, Jeanette Nicole geliyor! – Manastırın yöneticisi olan beyaz yakalı ve uzun siyah giysili kadını görünce, karşılayıp elini tuttu.
- Charlotte-Elizabéth Aissé, sakin ol, - diyerek Jeanette Nicole gülmeden ve somurtmadan, Ayşet’i uyardı, küçük kızı elinden tutarak kontun yanına geldi: - Bizim için okuttuğumuz ve büyüttüğümüz bütün kız çocukları eşittir, iyi-kötü ayırımı yapmıyoruz. Ama Charlotte-Elizabéth Aissé bazen bizi yanıltıyor, yapmamamız gerekenleri bile bize yaptırıyor.
- Sizi dinliyor mu, yaramazlık yapıyor mu? – Ayşet’in yaramazlık yapmayacağını kont da biliyordu, yine de Charles de Ferriole’ye sormadan edemedi, verilecek yanıtı beklemeden, küçük kıza gülümseyerek: - Fransa’da olayım, Türkiye’de olayım, yaramazlık yaparsan bağışlamam, bunu bil Charlotte-Elizabéth Aissé, - dedi.
- O konuda tasalanma, Charles de Ferriole, - Okulumuzda, eğitim-öğretim konusunda, dikkatli ve titiz davranıyoruz, çocuğun olumsuz yanlarını düzeltmeye, olumlu yanlarını da geliştirmeye çalışıyoruz. Charlotte-Elizabéth Aissé endişe duyacağınız bir çocuk değil. Utanma ve acıma duyguları var, hangi işi buyursak, tertemiz, mükemmel yerine getiriyor, yaşıtları ile iyi geçiniyor, arkadaşları da kendisine iyi davranıyorlar. Fransızcası beklemediğimiz biçimde gelişiyor, temiz. Nakış işlerini iyi biliyor. Charlotte-Elizabéth Aissé’nin bana anlattığı gibi, bir prens (pşı) ailesinde yetişmiş olduğu belli oluyor.
- Böyle şeyler de mi anlattı sana? – duyduklarından memnun olup olmadığını belli etmeyecek biçimde sordu Charles de Ferriole.
- Kont, bunlar, küçük kız çocukları, - Jeanette Nicole’nin güzel beyaz yüzündeki sevinci, Charles de Ferriole ilk kez gördü, - çok şey söylüyor, çok şeyi de öğrenmek istiyorlar. Siz birlikte oturun ve konuşun. Benim içeride bazı işlerim var.
Kont Charles de Ferriole ile Charlotte-Elizabéth Aissé başbaşa kalınca, kendi bilinç düzeylerine, algılamalarına uygun biçimde konuştular, çok şeye değindiler. Sonunda her ikisi de Türkiye yolculuğu üzerinde yoğunlaştılar.
- Charlotte-Elizabéth Aissé, senin ve benim işimizin böyle olacağını bilseydim, - kont içindekileri dışarı vurmadan, inilder gibi yapıp konuşmasını sürdürdü, - onca uzak yerdeki Türkiye’ye gitmeyecektim, ama aydınlık kralımızın bana verdiği görevi yerine getirmem gerekiyor. Yapmadığım takdirde saygınlığımı yitiririm, düşmanlarım da bayram yaparlar.
- Düşmanların da mı var? – Ayşet’in tüyleri diken diken oldu, ardından üzülerek, babası olsa ne yapacak idiyse, çekingenlik göstermeden, küçücük başını Charles de Ferriole’nin göğsüne dayadı, ardından konuyu değiştirip kontun gözlerinin içine baktı, - Jeanette Nicole güzel bir kadın değil mi? Onu seviyorum, niye dersen, anneme benzetiyorum.
- Annenin adına benzer bir ad taşıdığı için onu seviyor olabilir misin? – Birgün Ayşet’in annesinin adını söylemiş olduğunu anımsayarak kont gülümsedi.
- Sadece o nedenle değil, iyi bir kimse olduğu için, - Ayşet iç bunaltısını sesini yükselterek bastırdı.
- Evet, Aissé, dünya iyi insanlar sayesinde ayakta, - küçük kızın durumunun farkına varınca Charles de Ferriole, dikkat ederek kızın dediğini onayladı, beklemediği bu konunun üzerinde fazla durmak istemedi, geldiğinde olduğu gibi işi ayrılma/ veda selamlaşmasına getirdi: - Güneş kralımızın bana verdiği görevi, sen de git dersen, yerine getirmek üzere, Aissé, yarın Türkiye’ye gitmek üzere yola çıkacağım. Tanrı alnımıza ne yazmışsa o olur. Yılda iki üç kez yanına geleceğim. Ben olmadığımda Augustin-Antoine, Marie Angélique, Sophie ve Laroche benim gibi seninle ilgilenecekler.
- Pon de Vel de var, - Ayşet kontun unuttuğu çocuğu anımsattı, Claudine-Alexandrine demek aklına gelmedi ya da aklına getirmek istemedi. Ardından kaygılı bir biçimde Charles de Ferriole’ye döndü: - Türkiye’ye gittiğinde, senden iki dilekte bulunacağım, - dedi.
- Nedir bunlar? – Ayşet’in neler dileyeceğini merak ederek sordu.
- Fahri’nin kalbini kırdığım için pişmanım, beni bağışlamasını istediğimi söyle.
- Olmayacak bir şey mi söylemişti sana? – diye Charles de Ferriole kaygılandı.
- Hayır. Beni senden satın alıp İstanbul’a götürebileceğini söylemişti, ben de “Senin gibi yarı Çerkesçe-Türkçe konuşan biriyle yola çıkmam” demiştim.
- Bunu biliyorum. Fahri bu sözü sana söylediğini benden gizlememişti. Böyle demiş olman onun ağırına gitmiş, o üzüntüyle yola koyulmuştu. Sakıncası yoksa niye öyle dediğini bana da söyle.
- Sakıncalı, gizli bir yanı yok bunun. Beni kaçırıp İstanbul’a getiren kişi de Fahri gibi yarı Çerkesçe-yarı Türkçe konuşan biriydi, o nedenle güvenemedim.
- Doğru, doğru, Fahri iyi bir insan. Dediğini memnuniyetle ona söylerim. Zavallı sevinir. İkinci dileğin neydi?
- İş olsun diye söylemiştim, önemli bir şey değil… - Ayşet bir ah çekti.
- Önemsiz, değersiz diye neye denir, Aissé, yeryüzünden silinip artık adı anılmayan şeylere denir.
- Öyleyse, o kişi benim.
- Sen olabilir misin, Charlotte-Elizabéth Aissé, - Charles de Ferriole duyduğu bu söze anlam veremedi, şaşırıp kaldı, - bak, sen ve ben konuşuyoruz, dünya da yerli yerinde, çok güzel. Birkaç yıl içinde güzel bir kız olacaksın, bütün bir Paris’in sana imrenecek, bunu bilmediğin için böyle konuşuyorsun. Benim senin için yapmayacağım bu dünyada bir şey olamaz. De bana o söyleyemediğin şeyi.
- Öyleyse şu şeyi benim için yap: İstanbul’a vardığında Karadeniz kıyısındaki yarlardan en yükseğine çık, Bolet ile Cenet’in kızı Ayşet sağ, Fransa’da diye deniz ötesine doğru bakıp haykır. Yöremizden, Çerkeslerden biri belki seni duyar… - Ayşet, dayanamadı, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, kendisini Charles de Ferriole’nin göğsüne attı.
(Devamı gelecek)
 
  Bugün 114 ziyaretçi (136 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol