adigehaber
  Ayşet - 21
 
İshak Maşbaş (Tarihi roman; s. 144 - 153)
IX
" Sır, sır olarak kaldığında onun tutsağı olursun, sırrı saklayamazsan onun eski tutsağı olursun" (Ŝefır vevŝefıfe - vıriğer, femıvŝefme - vıriğerıĵ) atasözü Fahri'nin başına geldi. Bugün yarın derken, Fahri'nin Paris yolculuğu altı ay gecikti. Dayanamayınca Charles de Ferriole’e koştu:
- Yaz mevsimini geçirdik, sonbahar da geçiyor, ne zaman Paris'e gideceğiz?
- Paris'e gideceğiz demiş miydim sana ben?.. - Konuyu hiç görüşmemişler gibi bir tavır takındı Charles de Ferriole, ardından hiçbir şey olmamış gibi durumu düzeltti: - Evet, evet, gideceğiz demiştik... - Bir süre sonra gözleri fır dönerek sordu: - Yahu, Fahri, ne diye acele ediyorsun, acele etmen için Paris'te bıraktığın biri mi var? Charlotte-Elizabéth Aissé diyorsan, yanlış yaparsın. O, çoktan beri seni de, beni de, Çerkesleri de unutmuş biri...
Kontun kendisine yönelik soğuk davranışını ve taş gibi ağır sözlerini kaldıramayan Fahri, dayanamadı ve Charles de Ferriole'nin sözünü kesti:
- Bir şey demeyim diye sabrettim ama, yetmedi mi benimle böyle konuşman! - Fahri ayağa kalktı. - Ben, yemin vermeden Paris'e niçin gitmek istediğimi sana duyurmaya, sezdirmeye çalıştım, sense benimle dalga geçiyor ve beni üzüyorsun.
- Hele, hele, bir dur, sadece şaka yaptım, seni üzecek ne gibi bir nedenim, garezim olabilir! - Kont sevecen bir tavırla konuğuna baktı, - Biliyorsun, görüyorsun Fransa'nın devlet işlerinin bana nefes almaya fırsat bırakmadığını. Sorumsuz, serbest biri olduğumu mu sanıyorsun? Kralımız ile onun başbakanı Dubois'den izin gelmediği sürece Paris'e gitmeme olanak yok, ölüyor, özlüyorum, ama durum bu... Ayakta kalma, hele bir otur, - konuşmasını Türkçe sürdürdü, - Kalbimi kırma, sen de kendini yiyip bitirme. Bugün yarın derken seni umutlandırmış olduğumu unutmuşum, böylesini unutkanlıklar bu yıl başıma gelmeye başladı, benim de başka bir konuda kendime baktırmam gerekiyor. Bu nedenle yaptığım hatalar nedeniyle senden özür dilerim, - diyerek Fransız Büyükelçi Fahri'ye karşı iki yüzlü bir tutum takındı.
- Öyle diyorsan, muallim, sözümü geri alıyorum, - Fahri’nin öfkeli halinde yumuşama oldu, - Ama Paris yolculuğunu uzatmasak iyi ederiz, gecikiyoruz.
- Bu kez de, bağışla beni Fahri, yine seninle gitmeyebilirim. Bensiz Paris’e gidebileceksen vakit henüz geçmiş değil, ama kış gelirse deniz dalgaları ile karşılaşacağını unutma. Laroche sana bir şeyler söylemişse sözünü yerine getirir. Ama yine uyarıyorum, - Kontun soğuk gözleri parıldadı, - rica etmiyorum, men ediyorum: Charlotte-Elzabéth Aissé’yi görmek bir yana, uzaktan bakmanı bile bağışlamam. Hayır, hayır, Fahri, sana güvenmediğim için değil, bu yerlerden giden küçük kızımın kafasının karışmasını istemiyorum. Çerkes olduğunu unutturmamak için Jeanette-Nicole’nin ona gereksiz şeyler söylediğini, öğrettiğini duydum, bu nedenle ona yazdım ve onu uyardım.
“Laroche bana söylediğini gerçekleştirsin, - Fahri içinden gülümsedi, - senin kuşkulandığın şeyler umurumda değil. Ama ne desen, ne yapsan bile, Paris’e gitmişken Aissé’yi görmeden dönmem. En iyisi, İsam’ın bana yaptığını Paris’e gitmeden önce ben de ona yapabilseydim, öcümü almış olurdum. Herkes önce kendini düşünür, ama ben senin gibi sadece kendi çıkarını düşünen biri olmayı istemem. Yoksa Allah beni bağışlamaz, adil kulları da beni dışlarlar”.
- Anlıyorum, muallim, birbirimize güvenmezsek böylesine açık seçik konuşmazdık, - dedi Fahri, ama içindeki ile söylediği çelişiyordu.
- Doğru, doğru, birbirimize güven duyuyoruz, - Charles de Ferriole gülümsedi, iki yüzlü, yapmacık tavrını gizliyordu ama üzerinden atmıyordu, - kendi iktidarsızlığını Laroche’a söyledin ama bana söylemedin.
Fahri acayip gülümsedi.
- Ne oldu, sana doğru olmayan bir şey söylemişim de onun için mi gülümsüyorsun?
- Hayır, muallim, hekim olmadığın için sana söylemedim, - Fahri kendisini azarlayan bu kişiye kendi de gülümsedi, ardından içten konuştu:
- Durumumu anımsıyorsan hiç konuşmamış değiliz. Böylesine olumsuz şeylerden pek söz edilmediği için, üzerinde durmamıştık.
- Onu anımsıyorum. Haremlerdeki erkeklere yapılan şey sana da yapılmıştır diyor, bunu sana yapanlara içimden kızıyordum, duyduğum şey gerçekten şaşırtıcı. Sırrını Laroche’a açacak yerde bana çıtlatsaydın daha iyi olurdu. Erkeğin iktidarsızlığı sorununu gideremeyen çok sayıda doktor var. Laroche da bunu bana söylemedi… Onu kınamıyorum, bir hekim öyle yapmalı, öyle olmasaydı, güvenmez ve aile hekimi yapmazdık onu. – Charles de Ferriole kısa bir duraklama yaptı, şaka yapıyormuş gibi Fahri’ye sordu: - Benimle ilişkili bir şey söylemedi mi sana o sahtekar düzenbaz?.. Sana söyleyecek ne bilir ki, o sadece kadın hastalıklarından anlar, erkek hastalığından anlamaz. Paris’e gitmekte kararlıysan seni iyi bir hekime göndereyim. Evet, evet, senin gibiler için zor bulunur biri. Ama baştan söyleyeyim: Cebin dolu değilse, yüzüne bile bakmaz. – Kont eline beyaz bir kağıt aldı ve üzerine bir şeyler yazdı, sonra Fahri’ye uzattı: - Burada gideceğin cadde, ev ve doktorun adı yazılı. Başından geçeni anlat, işini olmuş bil. Benim için de bir ilaç göndermesini yazdım, unutma. Al bunu da, - bir tomar parayı masaya koyup uzattı.
- Getireceğim ilacın bu kadar tutar mı?.. – Fahri gördüğü şeye şaşırmıştı.
- Al, artanı da işin için sana bir yardımım olsun.
- Beni düşkün biri mi sandın, muallim.
- Sana yardımcı olayım dedim sadece, yoksulsun demedim.
- Çulsuz biri olarak İstanbul’da oturuyor değilim, paranı geri al, istediğin ilacın ve daha başkalarının giderini karşılayacak durumdayım sanırım.
- Öyleyse, dediğin gibi olsun, bizi getir-götür işine sokmuş olmuyor musun?
- O konuda bir şey diyemem, ama dediğin gibi, öyle bir dünyada yaşıyoruz.
- Ne yapalım dünya düzeni böyle, - Charles de Ferriole geri çevrilen parayı masasının köşesine itti. – İyi yolculuklar, Fahri. Tanrının isteğini yerine getirmesi için dua edeceğim, - diyerek şakalaştı: - İyileştiğinde, iyileşeceğine inanıyorum, güzel bir Fransız kadını ile ilk denemeni yapmadan Paristen dönersen, seni İstanbul’a sokmayacağımı da bil.
Fahri uzun süredir Paris’e gitmek üzere hazırlıklıydı, ertesi sabah Orhan’la birlikte limana gitti. İstemediği gemiden başka bir hafta boyunca Fransa’ya gidecek gemi olmadığı için Süleyman’ın gemisine binmek durumunda kaldı. Ayrıca acelen varsa, değil Süleyman’ın gemisi, en azılı düşmanının gemisini bile kaçırmak istemezsin. Niçin Süleyman’a karşı olsun ki, gemisinden İsam’ın çıktığı görülmüşse ne olmuş ki? İsam ister dostu, ister can arkadaşı olsun, biraz para verdin mi, Süleyman, sorduğun şeye karşılık verir.
- Nereden çıktınız bu özlediklerim! – Süleyman, Fahri ve Orhan’ı görünce oradakilerin dikkatlerini çekecek biçimde haykırdı. – Geçen yıl mı, daha önceki yıl mıydı, bana kırılmış olarak ayrılmıştınız yanımdan, ama anlaşılan birbirimizi özlemişiz. Bu yanındaki Orhan değil mi, gerçekten yaman bir delikanlı olmuş!.. Orhan konusunda, Fahri, beni kazıkladın, bana attığın bu kazığı her anımsayışımda kendimi aldanmış hissediyorum.
- İyi bir şey yapmadığın için kendini sorumlu görmen normal, Sü, ama ben ne diye sorumlu olacakmışım ki?
- Niye o olayı unutmadın, Fahri! – Süleyman yöneltilen dokundurmayı başından atıp kendi kısa adına dönüş yaptı: - Marsilyalı kızların bana “Sü” dediklerini unutmamışsın. Marsilya’ya mı Korsika’ya mı gidiyorsunuz? Yoksa başka bir yere mi?
- Ben Paris’e gidiyorum, Orhan beni yolcu etmeye geldi.
- İstersen, Orhan, seni Marsilya’ya götürüp getiririm, - Süleyman ciddi mi şaka mı anlaşılmayacak biçimde, bir zamanlar sana yaptığımızı bağışla der gibi konuşup Orhan’a gülümsedi.
- Beni ayağınla dürttüğünü, denize atmalarını söylediğini unutturmak istiyor olmalısın? – Süleyman Orhan’dan beklemediği bir yanıt almıştı. – O önerdiğin şey, senin için de benim için de çok hafif kalır.
- Fahri, bunun bana dediğini duydun değil mi!.. – Süleyman işi şakaya vurdurdu, biraz da kendini kınıyor gibi yaparak konuştu: - Hey gidi Allah’ım, yaptığım iyi olmayan davranışlarımın yol açtığı sonuç bu. O gün bu çocuk için yaptığım yanlışı bir daha kimse için yapmam. Anımsıyor olmalısınız, eli kıllı adamla arkadaşını geçen yıldan beri yanımda çalıştırmıyorum, onların edepsizliği ile benim kusurumu artık unutalım. Böyle bir üzücü durum yaşadık, Tanrıya şükür, üçümüz de sağ ve salimiz.
- İstanbul’da öğle namazı kılınırken gemi İstanbul Boğazını terk etti, güneş batımına doğru Çanakkale Boğazını da geçip Ege Denizi’ne ulaştı.
Uzun bir yolculuğa çıkan Fahri öğle ve ikindi namazlarını kıldı. Allah’ın huzurunda el bağlayıp istediği şeyi elde etmek için dua ettikten sonra, başka bir gözle ortalığa baktı: Deniz çarşaf gibi, dalgasız, gemi süzülerek ilerliyor, gökyüzü yükseklerde, güneş de yavaş yavaş iniyor, batmaya hazırlanıyor. Fahri geminin kenarında ayakta. Denizin yavaş yavaş, hafifçe dalgalanışı gibi Fahri’nin düşünceleri de akıp gidiyor. Gemiye ilişkin aklında uçuşan şeyler Süleyman ve İsam’a ilişkin. Batıya doğru uçuşan düşünceleri ise Paris’teki Ferriole ailesine yönelik. Diğerleri İstanbul yönünde koşuşuyorlar. Adıge memleketine ilişkin düşüncelerine gelince? Fahri’ye yıkım da deniz ötesinden, o yerden gelmişti.
Bu konuda kim suçluydu, kendisi mi, Adıgeler mi suçluydu? Gidelim diyenler olur, ama işin olmayan yere ne diye gidersin? Memluk olduğu dönemde imrenerek Adıgeceyi öğrenmişti, ama Adıge toprağında bunun zararını görmüştü. Yıllarca arkadaş diye bağrına bastığı İsam’ın kendisine atacağı kazığı nereden bilsindi ki. Kazık da erkek çekişmesinden değil, kız yüzünden çıkmıştı.
- Bakıyorum da, Fahri, batan güneşin kalbime hüzün verişi gibi, sen de hüzünleniyor olmalısın.
- Sen misin, Süleyman? - rahatsızlık vermesinden hoşlanmamış olsa da Fahri belli etmedi. - Bütün gün düşündüğün şey batıda olursa, öyle olabilirsin. Yoruldum, gidip ayaklarımı biraz uzatayım.
- Dur, Fahri, seninle işim var. Aradığın İsam’ın senden kaçtığını duydum.
- Duyduysan ne olmuş? – Fahri isteksiz biçimde geri döndü.
- Ne mi olmuş? – Ciddi biçimde Fahri’ye baktı ve gülümsedi. – İsam’ı buldun bil, ama bir bedeli olur, o iş parasız olmaz.
- Aranızdan ne geçti, ne oldu ki? – Birkaç ay önce Orhan’ın yaralanmış olmasını anımsadı, Fahri kendisini tutamadı ve sorduğu sorunun yanıtını beklemeden Süleyman’a konuştu: - Fazla para istemeyeceksen, söyleyeceğin bedele ben de eklemede bulunurum, ama Fransa’dan döndükten sonra.
- Aramızdaki pazarlıktan çok, - Süleyman ağzındaki boş lüleyi çıkardı, - para verecek olmana memnun oldum. Ben alacağım parayı düşünüyorum, bunu hayır için yapacağımı sanma. Anlaşmamız durumunda her zaman için ben hazır olurum.
Kırk yedi yılı geride bırakmış yaşamı boyunca Fahri, iyi ya da kötü çok sayıda değişik iş yapmıştı, ama şimdiki gibi istediği bir işin böylesine hızlı ve kolay eline geçeceği bir durumla karşılaşmamıştı. Paris’e varıp otele yerleştiği gün aradığı hekimi buldu. Kendisini Charles de Ferriole’nin gönderdiğini söyleyip elindeki yazıyı verdiğinde hekimin karşılayışının daha dostane olduğunu gördü, başından geçeni anlattıktan sonra, konuşma sırası karşısındaki güler yüzlü sarışın hekime geldi:
- İyi Fransızca bilen bir Türk’le ilk kez karşılaşmış bulunuyorum, ama seni sevindirmek istemem o nedenle değil: Seni üç gün içinde iyileştireceğim. Bu güvenim, içtiğin içkinin seni iktidarsız yapacak güçte olmaması nedeniyle. Sana hazırladığım bu karma ilacı aç karnına günde üç kez içeceksin, bugün ve yarın içeceksin. Yararını görüp görmediğini dördüncü gün gelip bana söyleyeceksin.
İlk gün ilaçtan içtiğinde Fahri’nin içinde bazı kıpırtılar oluştu, ikinci gün kadınlara ilgi duymaya, bakmaya, ardından kadınlara takılmaya başladı, dördüncü günü beklemeden hemen doktorun yanına koştu.
- Ne oldu saygıdeğer dostum, - kendisi iyileşmiş gibi hekim, gülerek Fahri’yi karşıladı, - kadın gördükçe kendini tutamıyor musun yoksa? Seni kutlarım, ama emin olmadığım bir durumu daha sana söyleyeyim: Çocuğun olacağına garanti veremem, onu kimse bilemez… Bu bir Tanrı işi, benim işim değil. Bu karma ilaç sana bir ay yeter.
- Ya ilaç biterse?.. – Fahri önüne çıkan fırsatın kaçmasından kaygılandı.
- Bittiğinde, gerek duymayacaksın. İlacı artık her gün içmeyeceksin, haftada bir kez içeceksin. Bu da kont için hazırladığım ilaç.
- Bu da benim ilacım gibi bir şey mi?.. – “Fahri kadın düşkünü kontun başına bu da mı gelmiş, bilemiyorum…” düşüncesiyle sordu.
- Hayır, - dedi doktor gülümseyerek, - kont bunu nasıl kullanacağını biliyor. Hele bir dur, fazla sevindim diye önüme fazla para koyma. Gençlik arkadaşım Charles de Ferriole’nin hatırı için senden yarı ücret alacağım. İyileştiğinden emin olman için, istiyorsan, akşama yanına alımlı bir kadın yollayayım.
- Hayır, doktor! – Fahri beklemediği bu öneriyi kabul etmedi. – Bugünkü sevincimi kimsyle paylaşmak istemiyorum.
- Öyleyse iyi yolculuklar diyeyim, bütün işlerin başarılı olacak. Fransa Büyükelçisine selamı ilet, kendisini özlediğimizi de söyle.
Fahri’den daha mutlu bir kişi yoktu bugün için yeryüzünde! Dünya aydınlığını başka bir gözle görüyordu artık, gökyüzü yüksek, güneş de sıcacıktı. İnsanlara gülümsüyor, kendisine de gülümsüyorlardı. Yabancı bir kentte değildi sanki, duyduğu dil de yabancı bir dil değildi, yabancı bir ülkede de değildi. Berrak gözleri dünyaya sığmıyor gibiydi: “Fazla mı seviniyorum, bilemiyorum… - diyerek kendisini kınadı, eleştirdi – O benim gördüğüm doktor dolandırıcının biri olamaz, sevincimi benimle paylaştı. Gereksiz yanına gitmiş değilim ya? Önümde bütün bir gün var. Laroche’u görmesem de olur, kendi de pek istekli değildi. Ama Aissé’yi görmeden dönebilir miyim?.. Fransızca bildiğime göre, ben kendim Saint-Cloud’yu bulamaz mıyım?..”
Fahri, manastır bahçesinde Ayşet’i kız arkadaşları ile birlikte oynadığını gördü. Ayşet, dört yıl önce esir pazarında satın aldıkları kız çocuğu olduğunu, ince uzun boylu görünümüyle, yaşıtı kız çocukları içinden hemen seçti ve Adıgece çağırdı:
- Ayşet!
Adıgece Ayşet denildiğini duyunca, Ayşet, arkadaşlarına fark ettirmeden başını kaldırıp sesin geldiği yöne baktı, tanıyınca, koşmuyormuş-koşuyormuş gibi Fahri’ye doğru geldi, gördüğü şeye şaşırmış gibi Adıgece sordu:
- Fahri beni nasıl bulabildin?
- İşim gereği Paris’e gelmişken seni görmeden dönmek istemedim.
- Charles nerede, yanında değil mi?
- O elçilik işlerinden ayrılamıyor.
O sırada Jeanette-Nicole geldi, alçak bir sesle Aissé’ye sordu:
- Bu konuştuğun kişi kim?
- Bu Fahri, Jeanette-Nicole, Fransa’ya getirildiğimde Charles de Ferriole’nin tercümanıydı. Çerkesçe ile Fransızcayı iyi biliyor. Bir ara sana sözünü etmiştim, iyi biri, boşuna kalbini kırmıştım. O konuda pişmanlık duyduğumu Charles de Ferriole sana söylemedi mi Fahri?
- Söyledi, Ayşet, - Fahri Adıgece konuşmasını Ayşet gibi Fransızcaya çevirmedi, - teşekkür ederim beni tanıdığın için, dedi Çerkesçe olarak. - Doğrusunu sorarsan, küçük küçük kız kardeşim, temiz Fransızca konuşuyor olmana sevindim.
- Bunda şaşıracak şey yok, - Ayşet Fransızca konuşmayı sürdürüyordu, - içine düştüğün toplumun dilini ve özelliklerini öğrenmezsen aralarında barınamazsın.
- Aissé, ne diye seni ziyarete gelen ve seni özleyen biriyle Çerkesçe konuşmuyorsun? – Jeanette-Nicole alçak bir sesle Ayşet’i uyardı. – Benim için sorun değil, konuş onunla kendi dilinde. Böyle bir fırsatı bir daha ne zaman ve nerede bulabilirsin ki?
Jenette-Nicole’nin son sorusu Ayşet’in kalbini kıpırdatmış olsa da, kendini tuttu ve Adıgece olarak Fahri’ye sordu:
- Ne zaman yola çıkacaksın?
- Seni görmedışında bir işim kalmadı burada. Hemen şimdi bizim tarafa gitmek üzere yola çıkacağım, - “Bizim tarafa” sözünü bastırarak söylemiş olmasının ne anlama geldiğini Ayşet kavramıştı, ama içindeki kıpırdanmaları belli etmedi.
- İyi yolculuklar, Fahri… - Ayşet’in sesi titreşti, içi fenalaştı ve sözüne eklemede bulundu: - Adıgeliğim konusunda bir şey diyemem ama Adıgecemi burada sonlandırıyorum… - Charlotte-Elizabéth Aissé adlı Ayşet sendeledi ve başını Jeanette-Nicole’nin göğsüne dayadı.
Daha fazlasını görmeyi kaldıramayan Fahri hemen başını çevirip yitirdiği Adıgelik için üzülen Ayşet’in ve yabancı bir diyarda onun tek koruyucusu olan Jeanette-Nicole’nin yanından ayrıldı.
(Devamı gelecek)
 
  Bugün 123 ziyaretçi (150 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol