adigehaber
  Ayşet - 22
 
Ayşet - 22
 
İshak Maşbaş (s.153- 163)
(Tarihi roman)
X
Paris'i çevreleyen küçük kasaba ve köylerden biri de Ablon’dur, Paris’ten uzakta sayılmaz, faytonla bir saatte varılabilir. Yüksek olmayan sırtlar arasına dağılmış, birbirinden uzaklaşan vadilere yerleşmiş bir belde, ağır ağır akan dereciklerin her iki yakasında ve tümseklerde değişik görünümlü güzel evler, villalar sıralanıyor, bu evleri çevreleyen, budanarak biçim verilmiş korular ve meyve bahçeleri de birbirini izliyor. Havası, yaz ve kış, ilk ve son bahar yumuşak, iç açıcı.
Ferriole'lerin korusu ve bahçesi dere sırtındaki düzlükte yayılmış uzanıyor, sanatsal biçimde düzenlenmiş dört patika yol iki katlı evleri önünde birleşiyor, evin kenarından yavaş yavaş yükselen bayırda gözden kayboluyordu. Ağaçların dışında kalmış olması nedeniyle, ev ve bahçe sürekli güneş alıyordu. Değişik renklerde boyanmış sandalyeler, şezlonglar güneş gören ve gölgelik yerlere yerleştirilmişti. Ön bahçeye bakan pencereden çocuk bahçesi de izlenebiliyordu.
Yaz sıcağı henüz bastırmamıştı, bahçe ormanından, ön bahçe ağaçları ile yakın-uzak yerlerden kuş sesleri yankılanıyordu. Bülbül sesleri diğer sesleri bastırıyordu. Kuşlar gün ışığı ile birlikte uyanıyor, güneş doğumunda ise seslerini daha da artırıyor, gün batımı susuyorlardı. Ama hepsi susmuyor, tek tük ötüş sesleri öteden beriden duyulabiliyordu.
Sadece bülbülleri değil, diğer kuşları dinlemeyi de seviyordu Ayşet. Sabah erkenden uyanan kuşları değil, güneşin doğmasından sonra karşılıklı koro halinde öten kuşları da seviyordu. İşte o sırada Ayşet uyanır, penceresini açardı. Kuşların bu karşılıklı şarkılarını ne denli seviyor olsa da, gün boyu bıkmadan usanmadan dinlediği ses küçücük bülbülün sesiydi. Sevimli bülbül şarkıları dışında, bazen üzüntü ve kaygı yansıtan baykuş sesini dinleyecek anları da bekliyordu. Ama hemen değil, kuşların ötmekten bıkmaları ve akşam çayı sonrasında dinlerdi baykuş sesini.
Bir yönden sevinç, diğer yönden üzüntü. Niye öyle oluyor ki? Bunun anlamını içinde duysa bile yanıtını veremiyordu. Kuşların karşılıklı ötüşlerini, cıvıltılı seslerini değil de, niye yakın ve uzaktaki baykuş, kukumav sesini kendine daha yakın bulmaktaydı?
Açık pencere önünde bugün de içinden sayıyordu: “Bir, iki, üç, dört… on, on bir…on üç… ötsene artık, “on dört” desene… yarın ben on dört yaşımı doldurmuş olacağım. Augustin, Pierre ve Claudine bugün Ablon’a gelecekler. Unutmadıysa Janette-Nicole de geleceğim demişti. Gelir o! Dördü de aynı landonda (faytonda) gelselerdi ve onları öyle beraber görse ne iyi olurdu. Hayır, Pierre ve Janette-Nicole, Augustin ile Claudine ayrı arabalarla gelirlerse daha güzel olur, komşu kız ve oğlanlar imrenirlerdi. Öte yanda, bizim ülkemizde, baba annem ile komşu kızlar “taze soğan çıktığında kukumav kuşu öter” öter derlerdi… Acaba, baykuş ötüşlerinin azalmış olması taze soğan mevsimi geçtiği için olabilir mi..?
Ayşet başına gelen bu durum nedeniyle kendine takılmadan edemedi: “Sen on dört kez ötmemiş olsan bile, on dört yaşımı geride bırakmamı engelleyemezsin!”
- Aissé, güneş yükselmeden ırmağa gidelim, - Argetal’in elini tutmuş halde Pon de Vel pencereden seslendi.
- Bir başınıza suya gitmeyin, hemen geliyorum, - diyerek Ayşet ince uzamış boyuyla ayağa fırladı. Küçük Argental için kaygılanmış halde Ayşet evden çıktı ve elini tuttu, aynı anda Argental de abisinin elinde kurtuldu.
- Ne oldu ki, çirkin çocuk, beni ırmağa götür diye yalvarıyordun! Böyle yapacak olursan sana masal da anlatmam, seni dönme dolaba da bindirmem. – Argental yanıt vermeden ağabeyine baktı ve yeniden ağabeyinin elini tuttu. Pon de Vel de, elini tutmuş diye kardeşini azarlamaktan vazgeçmemişti: - Sen hep, bir şeylerini yitirecekmişsin gibi bir yerlere yapışıp duruyorsun… İnatçı seni!
- Birbirinizi yemeye son verin, - Ayşet ikisini de yatıştırıp daha uysal, daha küçük olan Argental’e döndü, - Jan, en küçüğümüz, iyi çocuk.
Irmak göründü, ırmaktan şırıltı sesleri gelmeye balayınca Pon de Vel kardeşini bırakıp koşmaya başladı, gerisine bakıp seslendi:
- Bana yetişebileceksen koş!..
- Koş, koş, suda boğulacaksın sen! – diye Argental abisinin arkasından seslenince, Ayşet karşı çıktı:
- Jan, öyle şey denmez, iyi değil o dediğin şey!
- Öyleyse bizi geride bırakmasın… - Argental gitti, ağlamaklı bir biçimde, abisine seslendi: - Pon, dur, suya girme!..
Irmağın plajı, kumsal oğlan ve kız çocuklarıyla doluydu, daha büyükleri derince yerlerde yüzüyor, küçükler de kıyıdaki kumlarda oturuyor, oynuyorlardı.
Ayşet’le Argental’i görünce komşu esmer kız Marie-Madlen de La Vieville bağırdı:
- Aissé, gel, su ılık, gir, çok güzel!..
- Irmağa girinceye değin sen çok beklersin… - diye ırmakta yüzmekte olan oğlan çocuğu André, kız çocuğu Marie’ye laf attı.
- Mayo giymeyen biri nasıl suya girsin ki?! – diyerek sıvanmış paçalarıyla suda duran şişko çocuk Onri André’yi destekledi.
- Henüz soyunmaya fırsat bulmamış haldeki Pon de Vel, hızla kızkardeşine laf atanların üzerine çullandı, bastırıp Onri’nin başını suya daldırdı, büyük çocuklar güçlükle çocuğu Vel’in elinden aldılar. Ağabeyine yardım etmek için su kıyısından gelen küçük Argentel’i engelleyerek Ayşet seslendi:
- Tamam, Pon ve sen de Jan, sakinleşin. Onri’nin dediği ağzından kaçmış bir söz, yoksa bana bir kastı yok. Değil mi, Onri? Doğru değil mi Marie? Irmak kıyısında yapılan çocuk kavgasının çıkış nedeni olan küçük kızı tanık yaparak Ayşet kıza sordu:
- Evet öyle, Aissé, - Marie hemen Ayşet’i doğruladı, - Onri şaka yapayım derken içinde olmayan bir şey ağzından kaçtı. Onri iyi bir çocuk, bağışlayalım.
- Öyle diyorsanız, - Pon de Vel isteksiz konuştu, - ablamdan özür dilesin, biz de bağışlarız. Değil mi, Argental?
Argental sevgi dolu gözle ablasına bakıncaya değin, kısa boylu şişko Onri ağlamaklı Ayşet’e döndü:
- Bağışla beni, Aissé…
- Olur, ağlama… - Pon de Vel burnunu çekmekte olan Onri’ye kızgınlık içinde elini uzattı – uzat elini. Sen de bunu bağışlıyor musun, Aissé?
- Sizin gibi bana arka çıkan kardeşlerim olduğuna göre bağışlıyorum, - Ayşet yalancıktan Marie’ye bir göz attı.
- Ben de bağışlıyorum! Argental da büyüklük taslar halde, abisi ile ablasından geri kalmadı.
Kapışma sona erdikten, ırmağın kumsalından çıkmakta olan çocukların gerisine geçen Marie Ayşet’e sordu:
- Bir ayı geçti, Aissé, suya girdiğini, yüzdüğünü hiç görmedim. Korkuyor musun, yoksa yüzme mi bilmiyorsun?
Ayşet bu duyduğuna gülümsedi:
- Deniz kıyısında doğup da yüzme bilmemek olur mu?
- Peki şimdi niye suya girmiyor, niye yüzmüyorsun?
- Oğlan çocuklarının karşısında nasıl soyunayım ki?
- Soyunmak mı?! – Kurnaz Marie söyleneni anlamıştı, ama kendi istediği gibi sormuştu.
- Marie, - Ayşet saf gözleri ile dikkatle baktı. – Dediğin şey yakışmadı, ayıp! Ülkemizde kadınların suya girdiği yerler ayrı olur. Tek bir erkek yanlışlıkla da olsa o yerin yakınından geçmez.
- Öyle mi?.. – Marie duyduğu şeye şaşırarak, alaylı bakışlarla incecik kaşlarını yukarı kaldırdı: - “Kadın güzelliğini ne diye erkeklerden saklasın ki?..” - kafa bulur gibi içinden konuşmuştu.
Aynı gün öğle sonrası, güneşin inmeye, ortalığın serinlemeye başladığı bir sırada komşu kız ve erkek çocuklar Ferriolelerin yaz bahçesindeki tiyatral (teatral) gösteri için toplandılar. Bir kutlama yoktu, cumartesi (şembet) günleri yapılan buluşmalardan biriydi. Karşılama görevi Argental’a verildiği için barıştığı Onri ile birlikte bayırda koşuşuyordu. Teatral gösteri işi Charlotte-Elizabéth Aissé ile Pon de Vel ve iki erkek çocuğa yüklenmişti. Birbirlerine danıştılar. Ayşet’in rolü baş rol idiyse de, Pon de Vel öne atılarak kardeşi ile komşu çocuğa sordu:
- İkiniz hazır mısınız?
- Ben her zaman hazırım! – dedi Argental hemen. – Ben köpek, Onri de kedi olacak. Ben havlayacağım, Onri de sırtını yukarı kaldırıp, kamburlaşıp bana pençe atıyor gibi yapacak.
- Sözcükleri unutmayın, - diye söze karıştı Ayşet, - size gösterdiğim gibi, çekinerek birbirinize diklenin. Kanatlarını kaldırmış durumda André-yaşlı horoz size doğru koştuğunda, korkmuş gibi yapıp oradan kaçın. Bu ilki, ikincisi flütünü (sırıne) unutma.
- Şimdi de yanlış yapacak olursan, Onri, ırmak kıyısında seni bağışladığımı unut! – Pon de Vel bugün kavga ettiği Onri’yi uyarıyor gibi yapsa da, ciddi olarak kestirip atmıştı.
- Pon, - Ayşet yine çocuğa arka çıktı, - Onri artık yanlış yapmaz. Bak flütünü de getirmiş, taburede duruyor.
- Siz, Aissé, - Pon de Vel kendinden küçük iki çocuğun durumuyla ilgilenmeden büyüklerin görevini üstlenmeye çalışıyor, - Marie ile birlikte bize göstereceğiniz elbise ve şapkalar hazır mı?
- Benim şapkam, Marie’nin elbisesi hazır, göstereceğimiz kişiler beğenecek mi, bilemem… - dedi utanaraktan Ayşet ve daha kesin eklemede bulundu: - Biz yalnız değiliz, şarkıcılar, dansçılar da hazırlar, Laroche onları çalıştırdı. Ya senin okuyacağın şiir?
- Benim şiirim de hazır… Üç çocuktan biri olsun şiiri sorma düşüncesinde değildi, Pon de Vel, artistik bir poz takınarak, iki elini açarak konuştu: - Hayır, hayır, sormayın bana, söylemem, biraz sonra size sunacağım bir armağanım olsun!..
Ayşet yatalı çok olmuştu, geçmiş dünyası ile gelecek dünyası arasındaki düşünce ve karşılaştırmalar içine dalmış uyuyamıyordu. Dün ırmak boyunda kendisine ilişkin olanları, ardından akşama değin süren tiyatro gösterisini, yarını ile on dört yaşına girmiş olmasına ilişkin Pon de Vel’in okuduğu şiirini ve izleyen alkış seslerini düşünüp yatıyordu. On dört yaşına girmiş olmasını umursamıyor gibi yapmasına karşın düşünmeden de edemiyordu. Ablon’daki yaz yaşamı ne denli hoş ve keyifli ise de, Saint-Clou’yu ve kız arkadaşlarını özlüyordu, öğretmenleri de aklından gitmiyordu.
Ayşet niye uyuyamıyordu? Yattığında bir süre, bir saat kadar uyumamış da değildi, ama biri kendisini dürtmüş gibi ne diye uyanmıştı ki? Penceresinde beliren dolunay aydınlığı mı yüzünü okşamıştı ya da kısa yaz gecesinin sessizliği mi kendisini ürkütmüştü? “Nedir o?.. – Ayşet kulak kabarttı, arkada ormandan gelen sesi duyunca Adıgece ve Fransızca karışık döktürdü: “Allah belanı versin, ötüp duruyorsun, peşimi bırak da bir nefes alayım. Güzel yaz gecesinin ay ışığını görmeyen ne çirkin bir kuşsun sen!.. – Ayşet kalkıp pencereyi kapattı, yattığında da baykuşun çirkin sesini duymamak için yorganı başının üzerine çekti, ama aynı zamanda baykuş da ötüşünü durdurdu. – Orada, bizim ülkemizde, bahçemizdeki ağaçların tepesinde bir baykuş otururdu… Onu komşumuz Türk Memet öldürtmemiş olsaydı, belki bu felaket başımıza gelmezdi… İstersen, seni azarlamış olmama aldırma, öt, öt, yararını göreceksen, içini ferahlat… Ben de senin gibi inildeyerek bazen iç çekiyorum, bazen bağırıyorum, ama kimse beni duymuyor…”
Ayşet sıkılmış halde bir o yana, bir bu yana döndü, yumuşak yastığını daha da yumuşattı, yorganını üzerinden attı, yeniden örttü. Saint-Clou’daki öğrenci arkadaşı Vichy Champon’un günün birinde söylediği aklına geldi, yüz, iki yüz, üç yüz, beş yüz, bin saydı, ama yararı olmadı. Kendisine ilişkin olan olmayan her türlü olumsuz düşünce aklına gelmeye başlayınca baba annesi Çabe’nin “Gece uyuyamadığında, iyi şeyler düşün, kötü şeyleri aklına getirme” sözünü anımsadı.
“Dediği doğru, - Ayşet rahatladı, - aralarında bulunduğum Ferrioller iyi kimseler, beni büyütüyor, iyi davranıyorlar, hiçbir şeyimi eksik etmiyorlar. Marie-Angélique beni seviyor, öz çocuklarından ayırmıyor, onlar için yapmadığı iyi şeyleri benim için yapıyor. Pon de Vel’in benim için yazdığı şiiri Pon’dan dinlediğinde, Marie-Angélique’in nasıl sevindiği, oturanları ayağa kaldırıp ayakta alkışlanmamı sağladığı… Küçük Jan’ın koşup karşımda diz üstü çöktüğü ve elimi öptüğü gerçeğini unutabilir miyim?.. Ya André’nin bana sunduğu koca çiçek demeti?.. Onri’nin ayağa fırlayıp yanaklarını daha da şişirerek benim için flüt çaldığını?.. Sophie?.. İnce yazlık şapkamla yanlarına geldiğimde “bravo” diye kendisini karşıladığına, kendi kendisinden adeta boşanırca sevinmesine ne demeli?.. işte yeşil gömleği, benim hafif şapkamı andıran şapkasıyla Laroche’un, bizi dolaştırarak bize akordeon çalmasına ne demeli?.. Öyleyse, doğum günüme öncesinden hazırlanmış olmaları gerekmiyor mu?.. Hayır, hayır, kutlama yarın olacak! Augustin, Claudine, Pierre ve Janette-Nicole yarın gelecekler. Charles de Ferriole de 14. Yaş günüm için geleceğini İstanbul’dan bana yazmıştı. Başka biri o, belki gelmiş de Paris’te bulunuyor olabilir – Beklenmedik anda ortaya çıkmayı, sürpriz yapmayı sever. Öyle olsaydı çoğu kişi şaşırıp kalırdı. Bir biçimde gelemese bile ona kızmam. Devlet işleri, Janette- Nicole’nin dediği gibi, yabancı bir ülkede görevliyken dilediği gibi elbette hareket edemez!..” – Ayşet her şeyi iyiye yorarken gece yarısına doğru uykuya daldı.
Pon de Vel ile Argental hiç alışık olmadıkları üzere erken saatte kalktılar. Sadece onlar değil, Charlotte-Elizabéth Aissé dışında bütün bir aile ayaktaydı. Hepsinden çok küçük olan Argental desen koşuşturup durmaktaydı: Aissé’nin doğum günü kutlamasının yapılacağı yemek salonu ile ablasının uyuduğu oda arasında gidip geliyordu. Bir saate yakın bir sürede ayak uçlarına basarak sessizce gidiyordu, ablasının kapısına üç kez gitmediği çıkmıştı. Bunun da bir nedeni vardı: Babası Augustin, teyzesi Claudine ve dayısı Pierre ile Janette-Nicole’nin faytonlarını tek tek karşılamıştı. Her karşılamada Charlotte-Elizabéth Aisse’nin uyuduğunu söylemiyor, uyandırmamalarını tembihliyordu – bu gizli isteği yerine getiren kişi de annesi Marie-Angélique idi.
Ferriolelerin sofrası kuşluk vakti hazırlanmıştı. Sofrada aile dışı tek kişi Janette-Nicole idi. Kont Augustin-Antoine ile Kontes Marie-Angélique arasındaki boş sandalye Charlotte-Elizabéth Aissé’ye aitti. Anne ve babanın her iki yanında Pon de Vel ile de Argental oturuyordu. Onların da karşılıklı yanlarında Pierre Guérin de Tencin ile Janette-Nicole oturuyorlardı. Her zaman için başı ve sırtı dik, bir başına oturan kişi ise Claudine-Alexandrine idi. Onun solunda biraz mesafeli Laroche oturuyordu. Kapıya doğru sofra ucunda da Ayşet’i çağırmaya gönderilen Sophie’nin sandalyesi duruyordu.
Charlotte-Elizabéth Aissé’nin yaşadığı yılları simgeleyen pastaya daldırılmış on dört ince mum, kendilerini söndürecek kişiyi bekliyormuş gibi kendi kendine yanmaktaydı. Açık kapının gerisinden ayak sesleri gelince Argental ayağa fırladı:
- Charlotte-Elizabéth Aissé geliyor!
İncecik belini daha da belli eden beyaz entarisi ile, dün rüzgarda dalgalanan hafif pembe şapkası başında, topukları fazla yüksek olmayan beyaz ayakkabıları ile Ayşet odaya girince, içerdekiler onu alkışlarla karşıladılar. Ayşet de kardeşi Argental’dan başlayarak sofradakilerin bir bir yanaklarından öptü, ardından sandalyesine geçtiğinde, Kont Augustin-Antoine söze başladı:
- Bugün, Charlotte-Elizabéth Aissé, senin mutlu günün. On dört yaşını geride bıraktın, bu nedenle ben ve buradakiler, hepimiz bu mutlu gününü seninle paylaşmak istedik. Sadece bizler değil, uzak Türk ülkesindeki ağabeyim ve senin de baban Charles de Ferriole de aynı sevinci paylaşıyor. Devlet işlerinden ayrılamadığı için gelemedi, ama seni unuttuğunu sanma. İşte bu altın kolye (пшъэхъу) ile küpeleri sana vermem için bana gönderdi. Aile olarak bizler de bu altın bileziği (Iэпшъэхъу) bunlara ekliyoruz. Şimdiki tatlı küçük kız çocuğu olduğun gibi hep sevimli kalmanı, mutlu ve sağlıklı olmanı, okulundaki gibi insanlığınla bizi sevindirecek biri olmanı diliyoruz. Geride bıraktığın bu on dört yılın güçlü bir anı olarak aklında kalması için haydi bu mumları söndür.
Charlotte-Elizabéth Aissé oturanlara incecik bir kız çocuğu gibi görünüyor olsa da iki üflemeyle on dört mumu söndürdü, oturanlar yeniden onu alkışladılar, övücü konuşmalar (hohu) yaptılar, içtiler, gümüş yüzük, ipek eşarp, güzel broş, parıldayan tarak, tabanca görünümlü kumbara ve kitaplar hediye ettiler.
- Bu kitabı, Charlotte-Elizabéth Aissé, - dedi Claudine-Alexandrine tebrikten sonra, - ilk yayınlanan bu kitabımı, sana en değerli armağanım olarak veriyorum. Bu kitabı ilk olarak sana veriyorum, henüz kimseye vermiş değilim. Çekinme, bir defasında, anımsar mısın, bana geri fırlattığın kitaptaki resimler gibi şeyler yok bu kitapta, sevgi üzerine bir kitap, - şaka yaparak görüşünü söyledi: - Beğenirsen oku, beğenmezsen istediğin gibi yap, sana darılmam.
Güneş batımı öncesine değin Ferrioller coştular, neşelendiler, Laroche’un akordiyonu eşliğinde şarkılar söylediler, dans ettiler. Pierre ile Janette-Nicole Paris’e dönmek üzere kalktıklarında, selamlaşma sırasında Janette-Nicole Ayşet’in kulağına fısıldadı:
- Bugün, Aissé, çok güzeldin. Ömrün boyunca hep böyle kalmanı isterim.
 
  Bugün 113 ziyaretçi (135 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol