adigehaber
  Ayşet - 19
 
 
 
İshak Maşbaş (Tarihi Roman; s. 128-136)
VII
"Konuk üç gün ve üç geceden sonra hane halkından sayılır" deyimi Laroche gibileri için söylenmiş değildi. Yirmi yılı aşkın bir süreden beri Laroche, Ferriole'lerin aile hekimi. Şu an kendisini konuk eden kontun yaşıtı, Augustin-Antoine'den de üç yaş daha büyük biri. Feriolelerin aile hekimi olduğunda iki kardeşin ana ve babası sağdı. Marie-Angélique’in düğününde bulunmuştu, iki çocuğunun doğumuna da tanık olmuştu. Kısaca söylemek gerekirse, Laroche'un bilmediği, tanık olmadığı bir olay, bir sır Ferriole ailesi bağlamında yoktu. Marie-Angélique ve Laroche dışında kimse bilmeden, Claudine-Alexandrine'nin iki kez bebeğini kürtaj yoluyla almıştı – Sonuncu bebeği de Türkiye’ye gelişinden birkaç gün önce almıştı. Dr. Laroche, Kont Augustin-Antoine'nin bilmediği, karısına ilişkin beş sırrı daha saklıyordu. Marie-Angélique’in aldırdığı bebeklerden ikisi kocasına, üçü de aşığına aitti.
Laroche’un İstanbul’da gördüğü ve duyduğu şeyler: Caddeler, çarşılar, çayevleri, dükkanlar, çiçekçiler, hamamlar, nargile salonları, giyim mağazaları, tatlıcılar, merkepler, develer, Türkçe – Doğu denilen her şeyi – ilginç bularak, bir hafta boyunca İstanbul’da dolaştı durdu. İkinci hafta Charles de Ferriole konuğunun biraz sıkıldığını görünce sordu:
- Daha gelmeden buralardan bıkmış mısın, bilemiyorum.
- Hayır, kont, İstanbul güzel ve enteresan bir yer, - dedi Laroche, içindekini söylemişti. – Ömrümce göremeyeceğim yerleri, Topkapı Sarayı’nı ve Boğaziçi’nin değişik yerlerini görmüş oldum, bu bana yeter… Ama itiraf edeyim: Paris’i özlüyorum, durgun görünmem bu nedenle olmalı…
- Ben de Paris’te doğdum, ben de Fransızım, ama Doğu’yu seviyorum. İstanbul’dan da bıkmıyorum.
- Kont, ülkeden ülkeye gitmek, diplomatlık, elçilik senin mesleğin, onun için sana normal geliyordur.
- Laroche, o sözünü ettiğin meslek kişiyle birlikte dünyaya gelmiyor, bizler de bıkkınlık geçirmiyor, bir şeyleri özlemiyor değiliz… - Charles de Ferriole evirip çevirmeden sordu: - Öyleyse Charlotte-Elizabéth Aissé nasıl Paris’te duruyor?
- Kont, her ikimiz de ömrümüzün çoğunu geride bırakmış kişileriz, kendimizi Charlotte-Elizabéth Aissé ile kıyaslamayalım, o daha ömrünün baharında.
Duyduğu bu sözler üzerine kontun beti benzi attı, gözleri kararmaya başladı, başı titreşerek ayağa fırladı ve pencereye doğru koştu, Laroche’a doğru yürüdü ve alçak bir sesle :
- Bundan böyle, Laroche, yaş konusunda beni kimseyle kıyaslama! – Daha da üzücü şeyler söyledi: - Bu gibi şeyler söyleyerek, gerekmeyen şeyleri de öğreterek, Charlotte-Elizabéth Aissé’yi şımarttınız. Jeanette-Nicole ne diye ona Çerkes kıyafeti diktirmiş ki? – Ardından alaycı bir tavırla kendi kendisine sordu. – O jeanette-Nicole denen kadın kendini ne sanıyor ki?
Laroche’un İstanbul’a geldiği günlerde bu gibi şeyleri de aralarında konuşmuşlardı. Ayşet’e dikilen elbiseye sevinmiş, şimdiki gibi kötü sözler etmemişti. Jeanette-Nicole’den de övgüyle söz etmiş, güzel bir kadın olduğunu birkaç kez söylemişti. Kraliçe’nin Ayşet için söylediği güzel sözlere de sevinmişti. Peki iki hafta sonra Charles de Ferriole aynı konuda ne diye böyle hiddetlenip ters konuşuyordu? Kontun parmaklarının titrediğini, gözlerinin oynaştığını fark etti. Sol bacağı da titremekteydi. Bazen sağ omuzunu bir yukarı kaldırıyor, bir aşağı indiriyordu: “Şu an karşılık vermesem daha iyi olur, farkında olmaksızın aklını kaçırıyor olmalı… Bunu ilk kez fark etmiş değilim… Konta sakinleştirici ilaç vermem gerekiyor. Şimdiden tedaviye başlamasam, ileride daha da kötü durumlara düşebilir, ben de zor duruma düşerim. Hastalığı bekarlığından mı ya da sık kadın değiştirmesinden mi kaynaklanıyor?..”
- Peki, Laroche, bir şey söylemedin? – Hiçbir şey olmamış gibi sakin bir ifadeyle sorup pencerenin yanından ayrıldı, yerine oturdu, sorduğu soruyu kendi kendine yanıtladı: - Ne dersin, o konuda sen ve ben, çoktan beri o gibi konularda konuşmuyoruz. Sana kırıldığım şeyi söyleyeyim. Bana darılma, açıkça sormak isterim. Kardeşim Augustin-Antoine gibi kaçamak yapmayan, eşine sadık biri misin? Dünyanın onca güzelliğinden kendini yoksun tutan biriysen, delinin tekisin! “Oy, Paris, Paris, oy İstanbul, İstanbul” dedirtenler sizin gibiler olamaz! – İçinden gelerek haykırdı, ardından yumuşadı ama kararlı konuştu. – Sana müthiş bir tat tattırmadan, İstanbul’da tek bir adım bile atmana izin vermem. Anladın mı, konuk?
- Anladım, ama…
- Sana bir şey söylediğimde “ama” deme. Benden utanıyorsan, Fahri’ye söylerim, o götürür. Ama o da uygun biri olmayabilir. O zaman onun Orhan adında genç bir arkadaşı var, seni onunla gönderirim.
Büyükelçi Charles de Ferriole’de görmüş olduğu değişikliklerin nedenini anlayamadan iki üç gün geçirdi. Kont’a durumunun ne olduğunu bildirmeden nasıl bir tedavi uygulayacağını düşündü. Charles de Ferriole’nin moralinin iyi olduğu bir güne denk getirerek sordu:
- Elçilik işlerin seni çok mu yoruyor, kont?
- Sormaya gerek var mı, her gün sıkıntısını yaşıyoruz, - Laroche’un işini sormuş olması hoşuna gitmişti, sevinerek yanıtladı ve övündü. – İki ülke arasındaki sorunları çözmeye çalışmak kolay şey değil, işini iyi biliyorsan, çok şeyi çözebilirsin. Laroche’un kendisi için ne düşündüğünü anlamış gibi sordu: - Niye sordun, doktor, yorgunluğumu giderecek bir ilaç mı biliyorsun?
- Biliyorum, - Laroche öncesinden hazırlamış olduğu bir ilacı, otu torbasından çıkardı. – Bunu yarım saat suda kaynatıp soğumasını bekleyeceksin. Günde üç kez – sabah, öğle, akşam – birer kaşık içeceksin.
- Sıkılsam da sıkılmasam da içecek miyim?
- Evet, kont, her gün, ihmal etme.
- Öyleyse iyi, ekşi olursa bilemem ama, - alıp kokladı, biraz sonra, şakayla karışık Laroche’a sordu: - Erkeklik konusunda bu ilaç nasıl bir etki yapar, zararı olur mu?..
- Yararını görmesen bile zararını görmezsin, - Soracağını bildiği için Laroche hazırlıklıydı, kısa bir yanıt verdi.
- Öyleyse, iyi. Ya bana doğruyu söylemiyorsan Laroche…
- Hayır, hayır, kont, kaygılanma.
Uşak kapıdan içeri girdi:
- Fahri geldi.
- Yanımıza gelsin.
- Yalnız mısın? – İçeri gelen Fahri’ye sordu.
- Allah yanımda, kont, - Yalnız olduğunda her zaman yaptığı gibi Fahri yanıt verdi.
- Senden Allah’ını sormak istemedim, - Kont gülümsedi, - Yanından ayrılmayan o avare Orhan da gelmiş mi diye sormak istemiştim.
- Orhan evde, iyileşmeye çalışıyor, - Kontun arkadaşını küçümsemesine aldırmadan Fahri yanıtını verdi, - Sana selam söylememi istedi.
- Nedir rahatsızlığı? – Gönderilen selamı umursamaz bir tavırla Charles de Ferriole sordu.
- Limanda yaraladılar.
- Onun delilik yapabileceğini sana söylemiştim…
- Hayır, hayır, - Kontun başlattığı konuşmayı Fahri kesti, - Senin düşündüğün gibi değil. Peşinde olduğum İsam’ı buldu ama yakalamaya gücü yetmedi.
- Öyle mi? Öyleyse iyi… - “Yabancı bir ülkedeki sırlarımızı ne diye Laroche’a bildirelim ki?” dedi içinden Charles de Ferriole, Fahri’nin gelmesinden önceki karı-kız işine şaka yollu dönüş yaptı: - Fahri, konuğum iki haftadır İstanbul’da, ama İstanbul denen şeyi henüz görmüş değil. Konuğumuz için ne yapsak?
- Yeter ki sen söyle, kont.
- Öyleyse diyeceğimi yap: Laroche’u en mükemmel kadın evlerinden (хьарам) birine hemen götür.
- Hemen şimdi o işe hazırlıklı değilim!.. – Diye Laroche heyecanlandı.
- Hemen şimdi, yarın, yarından sonra değil! – “Bizim sırrımızı bildiğin gibi senin de bir sırrını öğrenmiş olalım” diye Charles de Ferriole kestirip attı, yumuşak tatlı bir sözle konuşmasını bağladı: - Bu işe hazır değilim dersen, hiç merak etme, gittiğin o yerde seni o işe hazır hale getirirler.
Bu sözlerinden sonra konttan kurtuluş olmadığını anlayan Laroche ısrarcı olmadı. Odadan ayrıldı, bir süre sonra, itiraz edenin o olduğunu unutturacak biçimde temiz elbiseler giyinmiş olarak geri döndü. Küçük kurnazca gözleri parlıyor, siyah ayakkabıları ve uyumlu siyah kabanı döşeme üzerinde parıldıyordu, altın yüzüğü ve tek altın dişi birbiriyle uyumluydu, hepsi ince uzun sırtına yakışıyordu. Alnından başının üstüne değin başı kabak (dazlak) biri olduğunu hesaba katmayacak olursan yakışıklı ve alımlı biriydi.
- İşte şimdi oldu! – Fransız elçi gördüğü bu manzara karşısında sevindi, ardından şaka ve imrenme karışık eklemede bulundu: - Kız görmeye (псэлъыхъуакIо) ben de seninle gelsem mi bilemiyorum. Hayır, hayır, Laroche, ne diye seni engelleyeyim, sana bol şanslar.
Biraz yürüdükten sonra Laroche Fahri’ye sordu:
- Bir çay evine uğrasak iyi olacak, benimle sırdaş olacaksan seninle bir şeyler konuşmak isterim. İşte bu çay evi de olabilir, hayır dersen, daha da uzağa gidebiliriz.
- Sen nasıl istersen, konuk, - Fahri duyduğu şeye şaşırdığını gizleyemedi, - Ama niçin öyle olduğunu bilemiyorum. Bize verilen işi gördükten sonra o işi ele alsak daha iyi olmaz mı?
- Hayır, Fahri, - Şimdi daha kararlı biçimde konuşmuştu Laroche, - Zorlandığım bir konuda seninle konuşmak istemiştim.
- Anladığıma göre harama (kadın evine) gitmek istemiyorsun.
- Sana güvenerek söylüyorum, gitmek istemiyorum!
- Anladım. O zaman daha uzaklara gitsek daha iyi olur, - Fahri bir faytonu durdurdu, - Atla, Laroche, - dedi ve faytoncuya seslendi: - Bizi “Peygamber”e, Cennet Restoran’a götür.
“Peygamber” restoranına girdiklerinde, Laroche, şaşırıp kaldı: Altın-gümüş parıltılar dört bir yandan yansıyordu; yer ve tavan aynalarından kendini görüyordun; pencerelerdeki sarı-kahverengi perdelerle yüksekçe sandalyelerin oturak yerleri yeşil-sarı renkte, birbiriyle uyumlu kadife kumaştandı; garsonların kıyafetleri şık ve birbirinin aynıydı; tabak ve çatal- bıçak takımları dersen son derece temiz ve zariftiler, iştahsız olsan bile seni yemeğe davet eder gibi kişinin yüzüne bakıyorlardı; dik duvarları kaplayan halılarla döşemeye serili ince halılar ve yolluklar, güzellikte birbirleriyle yarışıyorlardı. Restoranda birkaç kişi dışında müşteri yoktu, hiçbir ses ve gürültü de duyulmuyordu. Garsonlar ise ortalıkta yüzüyorlarmış gibi hizmete hazır geziniyorlardı.
- Burada yemek yemek çok pahalı olmalı… - demeden edemedi Laroche.
- Ne kadar pahalı olursa olsun, bizden daha değerli olamazlar, - Fahri, konuğun sözüne aldırmadan yanıt verdi, yemek söylediler, ilk yemeği yedikten sonra, kontun söylediğini konuğa yeniden anımsattı: - Şimdi Laroche, seni dinliyorum.
- Kont Charles de Ferriole’nin ısrar ettiği ve beni sıkıştırdığı şeyi istemediğimi herhalde anlamış olmalısın, Fahri, uzatmayacağım. Kadın evine, harama gitmesek bile, benim için, gittik diye söyle konta. Kadın-erkek ilişkileri, yasak ilişkiler her yerde aynı. O konuda Paris’te yapmadığım bir şeyi İstanbul’da da yapamam, bana gücenme
- Niye güceneyim, herkes bu tehlikeli dünyada kendisini korumaya çalışıyor, - Fahri bir öksürdü, sonra konuşmasını sürdürdü: - Ama ben o işi o yerde yapmayı başaramadım…Birbirimize güven duyacaksak ve bana güveniyorsan sana açılayım: Ferriole ailesi, Marie-Angélique ve kız kardeşi Claudine ve Charles de Ferriole konusunu hiç konuşmadık, onların uygunsuz davranışlarını bildiğin halde, nasıl oluyor da onlarla birlikte yaşayabiliyorsun?
- Doğru, onların iç yüzünü benim bildiğim kadar kimse bilmiyor, - biraz ara verdi, sonra Laroche gülümseyerek konuştu, - doktor olmam ve aldığım iyi para nedeniyle onlarla birlikte yaşıyorum. Bunlar sorun değil, uzun zamandan beri ben onlara alışmış durumdayım. Şu an beni en fazla üzen şey Kont Charles de Ferriole’nin sağlık durumu. Bu nedenle buraya gelmiş bulunuyorum, - Laroche gerçeği gizleyemedi. – Fahri, sana hiçbir şey söylemedim, sen de bende hiçbir şey duymadın.
- Sen söylememiş olsan da, çoktan beri kontun bazı akıl sorunları olduğundan kuşkulanıyordum. – Fahri, bunun üzerine Laroche’a sordu: - Peki böyle biri Aissé’yi nasıl büyütebilir?
- Demek istediğini anladım. Bundan sonra ne olur bilemem, ama Charlotte-Elizabéth Aissé güvenilir ellerde. Jeanette-Nicole bile tek başına hepsine yeter, annesi gibi.
- O kadının yaptıklarını konttan birçok kez işittim, teşekkürü hak ediyor. Ama kadının o yaptıklarından kont pek memnun değil. Peki kontun hastalığının çaresi yok mu, iyileştiremez misin? – Fahri kendi sorununa da bir çare bulma umuduyla sordu.
- Kontun bugün söylediği şeyle yarın yapacağı şeyin farklı, çelişik olabileceğini ikimiz de biliyoruz ve gizliyoruz. Özlemiş gibi yaparak beni buraya çağırdı. Erken tanı konduğunda iyileşmeyecek hastalık sayısı çok az. Bu nedenle Charles de Ferriole’nin rahatsızlığı konusunda şimdilik kaygılanmaya gerek yok. Hazırladığım ilacı içmesi durumda yararlı olacağından kuşkum yok.
- Kont için böyle bir ilaç hazırlamış olmana gerçekten sevindim, - Fahri’nin soğumuş gözleri birden bire sımsıcak oldu, başkası için diyerek, öğrenmek istediği şeyi sordu: - Hasta birini tanıyorum, hastalığını nasıl açıklarım bilemiyorum, ona yardım edebilsen, iyileştirirsen, onun senin için yapmayacağı bir şey düşünülemez…
- Sözünü ettiğin kişi yatalak mı, ya da…
- Hayır, hayır, - Laroche’un sözünü kesti Fahri, - onun yatak sorunu yok. Görünüşü gayet yerli yerinde, ama kadın işinde başarısız…
Doktor Laroche durumu anladı, aslında bunu çoktandır hissediyordu, ama belli etmeden “sırrın sırrım” der gibi Fahri’nin gözlerinin içine baktı, kuşkulanmamış gibi bir tavırla konuştu:
- Nadir görülen-tedavisi bulunmamış hastalıkları iyileştiren hekimlerden biriyim. Adını söyler ve bana gösterirsen, o kişiye yardımcı olurum. Ama sana söyleyeyim, hekimden hiçbir şey saklı tutulmaz, gizlenmez. Her bir hastanın gizlisi, saklısı hekimle hastası arasında kalır.
- Öyle diyorsan, doktor, o kişi tam karşında.
- Durumunu fark ettim. Ama sormak istiyorum, ustura ile erkekliğin alınmış mı?
- Ne usturası?.. – İlkin Fahri soruyu algılayamadı, ardından anladı ve hemen yanıtladı: - Bir ustura ucu bile bana değmedi! İsam bana bir ilaç içirdi. O andan beridir erkeklik gücümü yitirdim…
- O ayrı bir konu. Yine bir soru: Bazen kadınları arzuladığın oluyor mu?
- Oluyor ama başladığı gibi hemen sönüyor.
- Öyleyse hastalığın iyileşmeyecek bir hastalık değil, Fahri, sana yardımcı olurum. Seni tedavi ederim diyorsam da, kesin konuşamam. Tedavi için Paris’e gelmen gerekiyor, seni o gibi konularda uzman bir hekime gösteririm.
- Bir tek bunu benim için yap da, Laroche…- diyerek Fahri ayağa fırlayınca restorandakilerin bakışlarına yol açtı, garsonlar da yerlerinde çakılıp kaldılar. – Hemen söyle, seninle birlikte yola koyulurum, her şeyimi sana veririm.
- Benimle birlikte Paris’e gelmene gerek yok. Charles de Ferriole, Charlotte-Elizabéth Aissé konusunda senden kuşkulanıyor. Bunu söylememem gerekirdi, ama bilmen iyi olur. Özgür bir kişi değil misin? Bir yolunu bulup Paris’e gel ve beni bul. Paris de İstanbul gibi, çok kişi gelir gider. En iyisi, eğer istersen, kont, Paris’e gitmek için hazırlanıyor, onunla birlikte gel.
- Hayır, onunla birlikte gelmem. Charlotte-Elisabéth Aissé ile beni buluşturamaz mısın?
- Bulunduğu okula götürürüm, ama seninle birlikte görünemem…
(Devamı gelecek)
 
  Bugün 122 ziyaretçi (148 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol