adigehaber
  Ayşet - 2
 
AYŞET - 2 (Tarihi Roman)
İshak Maşbaş
BİRİNCİ BÖLÜM
Kont Ferriole kardeşler Paris'in en zenginlerindendi. Büyüğü Charles, küçüğü de
Augustin’di.
Kont Charles de Ferriole kırkına varmış ama hiç evlenmemiş biri. Paris, Londra, Viyana, Madrid ve Cenova'da dolaşan, nerede sabah orada akşam diye yaşayıp giden, ama dışişlerindeki görevlerini aksatmayan biri. Yakışıklılığı ve yerinde konuşmalarıyla baştan çıkardığı kadın sayısı az değildi. Huzurlarını bozduğu gibi nedenlerle kendilerinden kaçtığı kişiler vardı, ama buna karşılık etrafında dolanmakta olan, kendisine ilgi duyan ve tanışmak için can atan kişi sayısı da az değildi.
"Paris, Paris, ey Paris!" dedikleri yaşam işte böyle birşey olmalıydı.
Kont Charles de Ferriole'un kardeşi Augustin evliydi, karısı Marie-Angélique, Paris'in en zengin ve soylu aillerinden Geren dö Tansen'lerin (Guérin de Tencin) kızıydı, Tansen’lerin evi, Saraya, kralın bahçesine yakındı. Erkek kardeşi Pierre, kız kardeşi Claudine-Alexandrine Guérin de Tencin ile beraber oturuyordu. Kont Augustin, Dauphiné ilinin vergi-maliye gibi işlerine bakıyordu. Ayrıca Metsk Meclisi'nin onursal başkanıydı. Pont de Vel ve de Arzhantal adlı iki oğlu vardı. İyi bir eğitim görmüşlerdi, ailenin şiir, müzik, oyun yazarlığı, tiyatro, edebiyat ve sanata karşı derin bir ilgisi vardı. Ferriole’lerin evinde akşamları birçok eğitimli ve yetenekli kişi toplanırdı. Fransa kardinali de Fleury de aileyi seven, sık sık evlerine gelen biriydi. Orléans dükü, Bournonville prensi, Bolingbroke lordu ve karısı de Marie Claire, filozof Voltaire, Lecouvreur oyuncuları madam de Deffan, madam de Paramber, Malta nişanlı Blaise-Marie de Edin, Calandrino markizi ve daha başkaları ikinci planda eve gelenlerdendiler…
Neuve-Saint-Augustin caddesinde çok sayıda mumla aydınlatılan büyük beyaz evde sadece dört kişi oturuyordu. Mumlardan duyulan çıçıç sesleri Ferriole kardeşlerle Guérin de Tencin’in dikkatini çekmiyordu.
- Yıllardan beri özlemekte olduğum şey sonunda gerçekleşti, - diyerek Charles de Ferriole şampanya dolu bardağını kaldırdı, - kadını ince belinden tuttukları gibi, bardağı da ince tarafından tutuyorum, kaldırın bardaklarınızı, ses çıkaracak biçimde birbiriyle tokuşturalım, bu mutlu günümü paylaşın benimle. Yarın Konstantinopol’a, İstanbul’a gidiyorum. Ulu kralımız XIV. Louis beni elçisi olarak İstanbul’a gönderiyor! Doğu… Siz Doğu’nun ne olduğunu bilir misiniz!..Esmer güzelleri, ince belliler, balık eti kalçalar ve ateşli dudaklar…
- Charles, o saydıklarından önce iyi bir eşin olsaydı daha isabetli olurdu, - dedi, şakaya vurdurarak, biraz da kınayarak Augustin ağabeyine.
- O günlere de erişirim, ama seni bilemem… - diyerek elçi Charles şakayla karışık ama ciddi bir karşılık verdi kardeşine: - Erkek olup da tek bir kadınla yetinmek bana göre bir eksiklik, bir zavallılık.
- Şunun da dediğine bakın! – diyerek, Marie-Angélique, kendinden birkaç yaş büyük olan kocasına bakıp gülümsedi, ardından kaynına laf attı: - Sen kardeşinin tek kadından tad alıp almadığını neyinden bileceksin? Öyle konuşarak, kont, kocamı suçlama, - sonunda işi şakaya vurdu.
- O görüşteysen, kontes, bana laf düşmez. Kardeşime olumlu bakmamı sağladın. Hadi şampanyaya devam, - Kont Charles, şampanya kadehini dolaştırırken yengesinin kız kardeşine sordu: - Claudine-Alexandrine kız kardeşinin dediğinin doğru olduğuna inanıyor musun?
- Kız kardeşim öyle diyorsa niye inanmayayım? – Şampanyanın keyiflendirdiği mavi ama donuk gözleriyle kontun gözlerine baktı. – Dediklerinde olmayacak bir şey göremiyorum.
- Senden memnunum, Claudine, memnunum, - Kont Charles ayağa kalktı, şampanyasını yudum yudum değil bir dikişte içti, yumuşak ve okşayıcı bir sesle devam etti: - Kadınları sevmem işte bu nedenle…Türkiye’ye gitmeyecek olsaydım, Claudine-Alexandrine, sana kur yapar, seninle evlenir, kardeşim Kont Augustin-Antoine’a inat bir yuva kurmuş olurdum.
- Hepsi bu kadarcık mı? - Claudine-Alexandrine, kız kardeşini bir yandan süzerek konta karşılık verdi.
- Ne demek bu? – İlkin Charles de Ferriole, kendisine dokundurulan lafı kavrayamadı, ardından durumu anladı ve kendine geldi: - Hayır, hayır, üçünüz bir olup üzerime gelmeyin. Fransa’nın dış ülke sorunlarını çözüp döndüğümde, işte o zaman o sözümü yerine getireceğim.
- Doğu’nun esmer kadınları, ateşli dudaklar, ince beller?.. – diyerek Marie Angelique güldü.
- Onlardan sonra, madam, onlardan sonra kız kardeşin Claudine-Alexandrine’i alacağım, o zamana kadar yaşça da büyümüş, olgunlaşmış biri olur…
- O, büyüyeceği kadar büyümüş zaten, kont, - Şimdiye değin gülümseyip oturmakta olan Augustin-Antoine söze karıştı, - Sana varır mı, orasını bilemem. Peşinde dolanan kişi sayısı az değil. Orléans dükü Philip ile Dubois kardinalinin de bunlara ktıldığı söyleniyor.
- Evet?! – dedi Fransız elçi söylenen sözlere inanmış gibi. – Bana varır mı, varmaz mı, bilemem, ama Orleanslı o sinik kişiye ve Duboislı ihtiyara sakın aldanma… Ben yarın uzun bir yola çıkacağım, dinlenmem gerekiyor… - diyerek Charles de Ferriole ayağa kalktı ama içindeki farklı şeydi: Artık sırasıyla iki sevgilisi ile görüşebilirdi, randevu vakitleri de yaklaşıyordu…
                                      II  
İstanbul, 1698.
Paris’e göre, İstanbul çok farklıydı: İnsanlar, giysiler, dil, cadde ve sokaklar, pazar yerleri, evler değildi sadece farklı olanlar, her bir ulusun konuştuğu değişik bir dili, kendine özgü giysileri, elbiseleri vardı, bunları farklı farklı giyiyorlardı. Yiyecekler de farklıydı. Bu gibi şeylere alışılmıştı, ama daha farklı şeyler alındığı da çıkıyordu. Her yöne uzanıp giden yollar, cadde ve sokaklar, evler sıralanıyordu, bunlar da farklı şeylerdi. Dış görünüşleri ve toplum düzenleri bakımında ülkeler birbirlerinden ayrılıyorlardı. Pazarlar, bunların yaydıkları kokular ve çıkardıkları sesler de farklı oluyordu.
Paris’in cadde ve pazarlarında insanlar bir araya gelmiyor, alışveriş yapmıyor, çıplak dolaşıyor, elbise ve yiyecek alınamıyor, yemek yenecek yerler bulunmuyor değildi, ama Kont Charles de Ferriole Doğu’yu masalsı bir ülke olarak tasarlamıştı içinden, kimseyle tanışmamış, bir başına birkaç gün geçirmişti, bu nedenle içten içe yakınmaktaydı: “Neredeler o esmerim güzel kızlar, ince beller, sıkı bacaklar, ateşli dudaklar?.. Oysa kırmızı erkek fesi dışında gördüğüm bir şey yoktu. Geniş siyah entariler, peçeli yüzler, bunları izlemekle ele ne geçer? Konstantinopol, Konstantinopol, ne çabuk Türk görüntülerine bürünmüşsün?! “Ayasofya” katedralini camiye çevirmekle, kenarına minareler dikmekle bu iş biter mi, kentin görüntüsü değiştirilebilir mi?..”
Bir gün İstanbul’da gezerken kilise iken Müslümanlarca camiye çevrilen “Ayasofya”nın karşısında, orasının camiye dönüştürüldüğünü unutup haç işareti/istavroz çıkarınca, bir Türk’ün kendisine “gâvur” diyerek kızdığını anımsadı.
- Böyle boş şeyleri, muallim, kafana takma,- diyerek güzel kara gözlü Fahri kendisine seslendi,- geldiğin yer bir Türk ülkesi, bulunduğun yer de İstanbul. Burada çok şeyler görebilir, duyabilirsin. Yüzyılların birbirinin üzerine bindiği gibi, İstanbul da kat kat birbirinin üzerinde yükselmiş.
- Doğru, doğru, - dedi Charles de Ferriole, tercümanının oynak, yuvarlak gözlerinin içine bakarak. Birgün konuştuğumuz şeyi ne zaman yerine getireceksin diye soruyor gibi yaparak tercümanını övdü, ondan yana çıktı, - İyi ediyorsun “bana muallim, bilgili kişi” demekle, soydaşlarının bana saygılı davranmalarını sağladın. Ben de Türk tarihine yabancı biri değilim. Karlofça Barış Antlaşması çalışmalarına katılmam için kralımız haşmetmeap XIV. Louis beni buraya gönderdi. İşler iyi gidiyor. İngiliz, İspanyol ve Rus elçilerini etkiledim, iki hafta içinde İspanyollara da istediğimiz şartları kabul ettirdik. Bu nedenle üzüntü ya da belirsizlik içinde değilim. İstanbul’u değiştiremeyiz, yüzyılları tersine çeviremeyiz, dediğin gibi yüzyılların çözemediği şeyler için başımızı ağrıtmayalım, - elçi Charles’ın sevinci yanaklarına yansıdı, - Daha iyi bir şey söylemeyeceksen, anlaştığımız üzere gidelim…
- Anlaşmamızı unutmadım, muallim, - bunu bekliyormuş gibi konta karşılık verdi Fahri, - Öyle istiyorsan, para ve zamanın da varsa, dediğin gibi olsun.
- Ben her zaman hazırım. Para konusunu dert edinme, - Charles de Ferriole’nin yanakları kızardı, kalın dudağının sol ucu titreşti. – Ayarlayabileceksen akşama çok iyi olur. Kalp ve beden sağlığım yerinde.
Fahri birçok kez Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinde bulunmuş biriydi, Karadeniz’in sağ, doğu yakasında Çerkeslerin yaşadığını da biliyordu, sadece biliyor değildi, gizli ya da açık birçok kez Adıge-Çerkeslerin arasında bulunmuş biriydi. Fransızcasından geri kalmayacak düzeyde Adıgece konuşuyor, Adıge gelenek ve göreneklerinden anlıyordu. Tuapse, Soçi, Anapa gibi yerlere ve yakını yerleşimlere uğramışlığı vardı. Sonbahar mevsimi gelip deniz yolları kapandığında denizaşırı yolculuğu son buluyordu. Böylesine dönemlerde tercümanlık ve rehberlik yapıyordu. Charles de Ferriole gibi, yurt dışından gelmiş kadın düşkünü kişilere rehberlik ediyordu. Evli değildi, evlenme, kız kadın derdinde olan biri de değildi. Birkaç yıl önce Tuapse’de kendisine oynanan bir ‘oyunu’ kimseye açamamıştı.
- Yapamayacağın bir şey değil o iş, - Fahri, yüklendiği işin zorluğunu önemsemiyormuş gibi gülümsedi. Eksikliğini belli etmekten de korkuyordu, ama “Bir zamanlar tuttuğunu koparan, örtü altına saklananı kaçırmayan biriydim” diye bir iç geçirdi ve kendi kendisini övdü, ardından kin ve kıskançlık dolu bir gözle, “Sen de başına ne geleceğini bilemezsin…” diyerek, karşısındaki sert ve sağlıklı adama söylendi. – Söyle bakalım ne gibi bir kancık istediğini. Rum mu, İtalyan mı ya da bir Siyahî mi olsun?
- Ne kadar da çok şey sayıyorsun? - Charles de Ferriole sarı kaşlarını yukarı çatıp indirdi, kestirip attı: - Ben öylelerinden bıkmışım. Söyle hadi bir başka kadın adını. Yoksa ben geldim diye Türkler kancık doğurmaz mı olmuşlar?
- Doğurmaz olurlar mı hiç, çok sayıda güzel kızımız var, ancak…
- Tamam, tamam, var kızınız, - Fransız elçi ciddi ya da değil, anlaşılmaz biçimde Fahri’nin sözünü kesti, - Kız mıydı, dul muydu bilmiyorum, bu bahar Paris’te bırakmıştım.
- Niye peki?..- Tüyleri ürpermiş, diken diken olmuş halde, Fahri, belli etmeden gizli bir telaş içinde sordu.
- Niye mi, yatakta beceriksizdi…- diyerek Charles de Ferriole şaka yollu sözünü değiştirdi. – Paris’e gelirsen ateş gibi bir Fransız kadını ile seni bir gece boyu yatırırım.
- Altta kalmam! – Fahri erkeklik tasladı, “altta kalmam” sözü de ağzından düşmüş oldu.
- Böyle sert biriysen güzel, ama kız olsun diye tutturma. Yatakta yaman olacak, sana tatlı anlar yaşatacak olan bir kadın hangi yaşta olmalı, sence, biliyor musun? Otuz, kırk yaşında olmalı. Hadi Fahri, lafı uzatmadan bana sözünü ettiğin o Çerkes kızını getir. Sandık dolusu altın para istemiş olsalar da geri adım atma, beni memnun edecek kişi için paraya acımam! - Charles de Ferriole’un yanakları tutuştu, sarı gözleri öne fırladı. – “Paris, Paris, oy, Paris!” dedikleri gibi, ben de “Oy, İstanbul, İstanbul!” diyebileyim.
- O konuda sana güveniyorum, muallim, - Kadın tutkusu ve ateşiyle tutuşmuş olan Fransızın ölçüsüz sözleri Fahri’yi çileden çıkaracak düzeye erişmişti, yine de duygularını bastırıyor, onu incitmemeye çalışıyordu. Kızmakta olduğunu belli etmeden sordu: - "Çerkes“ kızı kaç yaşlarında olsun? On beş mi, yirmi mi, otuz mu?
- Ne kadar genç olursa o kadar iyi, - Charles de Ferriole, kadınların yaşları üzerine söylemiş olduklarını unutmuş, tatlı dilli biri olmuştu, ardından merak ettiği şeyi sordu: - Peki, o Çerkes kızına hiçbir erkek eli değmemiş olabilir mi? Mariya Şıyıh (-bakire, Bakire Meryem-) diye duyduğum şey ne olabilir?! İlginç, ilginç… Bizim Fransız kızlarımız o işe oniki- onüç yaşlarında başlıyorlar…Söylediklerin doğruysa, dostum, işe Çerkes kızlarıyla başlayalım, daha olgun, kırk yaşında olan kadınları bastıracak denli ateşliler mi görelim. Ama onların beyaz yüzlü-esmer, ince belli, balık etli, ateş gibi dudaklı olmalarını isterim!
- Belirteyim, muallim, çirkin Çerkes kızı olmaz, - kararlı konuştu ve sesini yükseltti: - Onları herkes, bütün bir dünya arzuluyor, fiyatları çok yüksek.
- Kaç kez söyledim, beni vazgeçirecek bir şeyin olamayacağını! – bozulmuş halde para işini sorup duran Fahri’den yaka silkti. – Bu fiyat lafını bir daha ağzına alma! – Kızmıştı, beğenmediği bu konuya ilişkin olarak tercümanına sormadan edemedi: - Yahu, Fahri, dilini tutamıyor musun? Bilemiyorum, sözlerini zaman zaman çelişkili buluyorum.
- Soru sorma biçiminden, muallim, bana gerekli yanıtı vermiş oldun, benim buna ekleyecek şeyim olamaz. Ama ne yaparsın, tercümanlık zor şey, bilirsin. Bütün bir gün dur durak bilmedik, dediğin her şeyi – darılsak da, çatışsak da – söylediğin her şeyi aynen tercüme ediyorum. Bazen aynı şeyi iki-üç kez tekrar ettiğim, canımın tak ettiği anlar oluyor. Bunu senin için değil, İspanyol fırlamaları için söylüyorum.
- Evet, evet, tercümanları bugün tanımış değilim, Avrupa boyutunda çatışmalı ülkeler arasındaki birçok sorunu çözmeyi başarmış biriyim. Elçilik zor bir meslek. Ama mesleğini sever, üşenmeden çalışırsan, akıllı olduğunu ispat edersen ve kendileri ile beraber işi yürütürsen, tarafına çekemeyeceğin dostun ve düşmanın olmaz. İşte böyle Fahri, senin işin de basit bir iş değil, ayrıca istediğim ufak tefek işleri de senin sırtına yüklüyorum, hizmetlerinin hepsini dikkate alır, seni memnun ederim.
- Teşekkür ederim, muallim, beni anlayabildiğin için.
- Teşekküre gerek yok! Sana bir şey daha söyleyeyim, - İstediği her şeyi alabilen şımarık oğlan çocuğu gibi Kont Charles de Ferriole’nin gözlerinden sevinç yansıdı. – İşimi başarıyla tamamlayıp Fransa’ya döndüğümde haşmetmeap kralımız beni Fransa elçisi olarak Türkiye’ye göndereceğini söyledi, Fahri, bana karşı üşengeç olma, sana yüklediğim işleri yerine getirirsen, bunun yararını görürsem, memnun kalırsın… Ey İstanbul, İstanbul, doğulu şehrim, güzelliğini ve zevklerini benden esirgeme, cici Paris, özlemin içimde kalıcı, güzel, esmer ve beyaz, ateş dudaklı kadınlarını bir kez olsun unutmama izin ver!
Fransız elçisinin kendine olan güvenini Fahri kafasını sallayarak destekliyordu, kendi eksikliğini unutmuş gibiydi, ama kendisiyle böbürlenen bu adama da kızmadan edemiyordu: “Sırtta taşınan bu beyefendinin zevkine bak!.. Böyle adamları olan bir ülkeye Allah acısın…”
(Devamı gelecek)
 
  Bugün 119 ziyaretçi (144 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol