adigehaber
  Ayşet - 6
 
Ayşet - 6 (Tarihi roman, s.33-42)
 
VI
Öğleden sonra güneş ışıldamaları altında uzaktan çok katlı yüksek binalar gözükmeye başladı. Yolun sonuna gelindiğini anlayan atlar da hızlanıvermişlerdi. Arabanın tekerleri sırtları yukarı aşağı aşarken oynaşıyor, atların ayak sesleri yankılanıyordu.
Tek bir bulut parçası bulunmayan gökyüzünde bir kartal kanatlarını açmış süzülüyordu. Yaz güneşinden, sıcaktan bunalmış hayvanlar kuyruklarıyla sinek kovuyor, yol kenarındaki ağaçların gölgelerinde bekliyorlardı. Küçük bir çoban, oğlan çocuğu, yanında oturan alacalı köpeğine flüt (sırıne) çalıyordu. Tarlalarda tırpan çeken erkekler ve demet bağlayan kadınlar görülüyordu. Ara sıra semiz bıldırcanlar tarlalardan havalanıyor, ama fazla uçamadan yeniden yere konuyorlardı. Çift öküzü salınmış sucu arabasının yanında, ürünü kaldırılmış bir tarlada kız ve erkek çocuklar saklambaç oynuyorlardı.
- Kanğebıĺ (saklambaç) oynuyorlar… -diyerek Ayşet iç çekti. – Biz de sırtta, sırtın eteğinde (тэмашъхьэ) saklambaç oynuyorduk.
Fahri Ayşet’in dediklerini çevirmeden, Charles de Ferriole kız çocuğunun ne dediğini anlamış, kendi algılamasına göre yanıt vermişti:
- Çocukluk-gençlik çağı bir oyun-eğlence çağı denmesi bu nedenle. Tanrı kişinin alnına ne yazmışsa onu yaşar. Soy yönünden kont, meslek yönünden de diplomatım (elçiyim). Fahri çevirmen, gerçek Müslüman. Sen Charlotte-Elizabéth Aissé, şu özendiğin çocuklardan farklısın, bey (pşı/soylu) kanı taşıyorsun, sen ve ben Tanrı nasip etti, aynı ailede buluştuk, sen artık bir kontessin, Fransa’nın en zengin soylularından birisin.
- Öyle ama beni satın almış değil misin? – Kontun sözünü kesti.
- Seni satışa çıkarmışlardı, gönlüm razı gelmedi, seni satın aldım.
- Yanımdakileri de satıyorlardı, - Ayşet, içine takılı kalmış sorulara yanıt bulamıyordu.
- Unutmamışsan yanında oturan o büyük göğüslü siyah kadın da satışa çıkarılmıştı, yalvarıyordu…- Ayşet’in inadına karşılık, Charles de Ferriole, değiştirdiği kadınlarla konuştuğu gibi bir yanıt vermişti. – Ama satın aldığım o değil, sensin, ilgimi çektiğin için seni satın aldım. Böylesi de olamaz mı?..
Charles de Ferriole’un son sözleri Fahri’ye battı, yaşından beklenmeyecek denli düşünen ve edepli hareket eden bu küçük Adıge kızının dediğine katıldığını bakışıyla belli etti. Fahri dün akşam küçük kızı yatırmaya odasına götürdüğünde ve “iyi geceler” dediğinde, kızın “siz de yarın yola çıkacağınızı unutmayın” diye karşılık verdiğini anımsadı, bu kızın başına gelen şeyde “benim de günahım var” diye kendi kendisini yargıladı: “Ya Rabbi, bu küçük kız kuşkulanmış olduğum şeyin farkına varmış olabilir mi?..”
- Paran vardı da beni satın aldın, - sorduğu sorunun içeriğini kavrayamadan Ayşet konta karşılık verdi. – Benim de param olsaydı, özgürlüğümü satın alıp evime dönerdim.
- Paranın gücünü Charlotte-Elizabéth Aissé, - Charles de Ferriole gülümseyerek konuştu, - şimdi anlamışsındır sanırım. Mülküm olmasaydı dört atın çektiği bu araba nereden çıkıp bizi karşılamaya gelecekti?
- Onu ben kralınızın malı sanmıştım…
- Haşmetmeap kralımızın bilgisi ve izni dışında Fransa’da hiçbir şey olamaz, Charlotte-Elizabéth Aissé. Ama mal ve para herşeyin üzerinde. Doğru değil mi, Fahri?
- Doğru, kont, doğru, - içinden gülümseyerek, bindiği arabanın türküsünü söylemelisin dendiği gibi, kontu onayladı, son iki üç ayda, özellikle bu son birkaç günde üzülmüş olduğu şey aklına geldi. – Ancak mal ve parayla elde edilemeyecek şeyler de var: Yiğitlik, onur, aşk, sağlık, merhamet… - Kontla Ayşet arasında beliren zıtlaşmayı geçiştirmenin memnuniyeti içinde, kızın birkaç sözcüğünü kesti, hepsini söylemedi. Özellikle “aşk” sözcüğü için pişmanlık duydu.
- O saydıkların içinde tek bir sözcükte sana katılırım, - sevinçten yanakları daha da kabardı kontun, gülümsedi. – Yiğit ve onurluyum diye göğsünü şişirirsen, kendi aç karnına karşı mı savaş açacaksın?! Onuru sarsmayan, satın alamayan bir para biliyorsan söyle, Fahri, ben bilmiyorum. Haşmetmeap kralımız size niçin gereksinim duysun, ayrıca onur sizi nereye kadar götürür, bazen kişi körleşebiliyor. Aşk?.. “Paris, Paris, oy, Paris!..” İstanbul’u da yanına katıyorum, onun haberlerini bana anlattırma… Niçin, Fahri, küçük kızın önünde ne diye onu söz konusu edelim?..
- Merhamet! – Fahri, Charles de Ferriole’nin uzatarak üzerinde durmayı sevdiği bir şeyi sordu.
- Fahri, merhamet ayrı konu. Tanrı merhamet duygusu olmayan birini yaratmaz. Ben de merhametli biri olduğumdan tek başıma esir pazarından ayrılamadım. İşte bu küçük kız için yaptıklarımı görüyorsun. Ama Tanrı paraya merhamet katmadı ve para yüzünden dünyanın birgün yok olacağı kuşkusuz, o yöne doğru gidiyor, o yere koşuyoruz… İşte, - Kont kaybettiği bir parayı bulmuş gibi haykırdı, - Charlotte-Elizabéth Aissé, şu gördüğün uçsuz bucaksız uzanan arazi (шъоф) bütünüyle Ferriole’lere ait! Bu arazi sayesinde, yanından geçeceğimiz Versay (Versailles) ve Trianon dahil bütün bir Paris’e ekmek, sebze ve meyve yediriyoruz.
Uzanıp giden kırlara bakmakta olan Ayşet yine bir iç geçirdi:
- Bizim arazilerimiz de deniz kıyısındaydı…
- Ayşet’in beğenmediğin şey nedir? – diye Charles de Ferriole sordu.
- Herşeyi beğeniyor, hepsini güzel buluyor, - dedi Fahri, daha önce yaptığı gibi Ayşet’in dediklerini ortaya dökmedi, gizledi.
- Beğenir elbette! Sol tarafına da bir bak, Aissé. İşte Versay, Trianon denen yerler. Güneş gibi aydınlık kralımız XIV. Louis orada yaşıyor. Seni oraya da götüreceğim, sana göstereceğim. Haşmetmeap kralımızla seni tanıştıracağım, dostu olacaksın onun. Şu sırta bir tırmandığımızda, sağ tarafta uzanan Elize (Élysée) kırlarına, ağaçlar arasından görünen Paris’in banliyö evlerine ulaşacağız. Oraya sapmadan Sen (Seine) nehri üzerindeki uzun köprüyü geçip Neuve-Sainte Augustin (Növ-Sent Ogüsten) caddesine çıkacağız ve Ferriole’lerin bahçe kapısına varacağız.
Charlotte- Elizabéth Aissé beklenmedik ve nefes kesici güzellikteki yüksek köprülere, büyük evlere, karşılıklı geçip gitmekte olan at arabalarına, gözlerini kamaştıran vitrinlere bakıyor, sokak satıcılarının bağırtı seslerini dinliyor derken Neuve-Sainte Augustin caddesine çıktılar, bir süre gittikten sonra bahçenin hayli içerisindeki Ferriole’lerin büyük evinin önünde durdular.
Evin hizmetçileri kendilerini karşılayıp arabanın kapısını açtıklarında, Charles de Ferriole acele etmeden ilk önce arabadan indi, hafifçe başı ile selamlayarak elini Ayşet’e uzattı, İstanbul esir pazarında eline vuran o küçük kız şimdi anlayamayacağın biçimde karşılayıcıları süzerek elini uzattı ve arabadan indi, kontun elini güçlü sıkıyor, elini kurtarmak gibi bir çaba içinde bulunmuyordu. Fahri’yi gözleriyle aradı, görünce biraz rahatladı.
Kontes Marie-Angélique, kız kardeşi Claudine-Alexandrine yüksekçe taş merdivenin üzerindeydiler. Hizmetçi kadın ve erkekler merdivenin iki yanına dizilmişlerdi. Feriolelerin aile hekimi Laroche merdivenin daha üst bir yerindeydi. Charles de Ferriole’nin kardeşi Kont Augustin-Antoine ile kayın biraderi Pierre karşılayıcılar arasında yoktu. Augustin-Antoine’nin beş yaşındaki oğlu Pon de Vel, Claudine-Alexandrine’in elinden kurtulup yüksek taş merdivenden aşağıya doğru koşarak indi, amcasını dışlayarak hep tanıyormuş gibi Ayşet’in yanında durdu ve elini tuttu.
- Bu size getirdiğim küçük kızın adı Charlotte- Elizabéth Aissé, - dedi Kont Charles de Ferriole kararlı bir sesle, - İstanbul’da esir pazarından satın aldım. Karadeniz’in doğu yakasında yaşayan Çerkeslerden, soylu, bey soyundan, prenses, ana-babasını yitirdi. Fransa’ya gelir gelmez onu Lyon’daki Saint-Jean Katedrali’ne götürüp vaftiz ettirdim, Katolik dinine girdi, Charlotte- Elizabéth Aissé adını aldı. Bu da Fahri, Türk, Çerkesçe ve Fransızca biliyor. Charlotte- Elizabéth Aissé bize alışıncaya değin tercümanımız olacak. Charlotte- Elizabéth Aissé’yi büyüteceğiz, bizimle yaşayacak, sonra Tanrının dediği gibi onunla birlikte olacağız. Aramıza hoşgelmiş derim.
Ayşet, bu Adıge kız çocuğu Ferriolelere çabuk alışmadı, kötü davranışlarda bulunmadı, karşısındakilerin de kötü davranmalarına izin vermedi. Korkmamış, hiç kuşkulanmamış-huysuzlanmamış değil, birilerine hiç kızmamış da değil, artık kimsenin malı olmadığını anlamaya başlamış, yeni durumunu benimser olmuştu…
Kendisine temiz, yumuşak bir yatak ve bir oda verilmişti, bazı geceler yalnız kaldığında, nerede olduğunu unutup korkuya kapılıyor, yorganın altına çekiliyor, ağlayarak uyuyordu. Gündüzleri benzeri bir durum olduğunda Marie-Angélique’in yanına koşuyordu. Onu hepsinden çok sevdiği için değil, ama ısındığı ve kendisine ısınan oğlan çocuğu Pon de Vel’i her zaman annesinin yanında bulduğu içindi. Ayrıca bu oğlan çocuğunun yanına gitmesi, çocuğun söylediklerini diğerlerine göre daha kolay anlayabilmesi nedeniyleydi.
Genç kız Claudine-Alexandrine de kendisine karşı kötü değildi. Ama o da çoğunca yatağına uzanmış kitap okuyordu, çok konuşamıyorlardı.
Ayşet küçük yaşamı boyunca evlerinde tek bir kitap görmüştü. Bu tek kitabı ninesi Çabe yüksek sesle okuyordu. Anne ve babasının da okuduğu kitap oydu, “Kutsal Kur’andı”. Ne var bunun içinde diye ninesine sorduğunda, “onun içinde iyi şeyler var, güzel yavrum, onu anlaman için Allahın dilini öğrenmen gerekir”, - yanıtını alıyordu. Claudine-Alexandrine’e kalben yakın olması da bu nedenle olmalıydı . Başka bir sorun daha vardı: Ninesi Ayşet’in kitabına ellemesine izin vermiyordu, Claudine-Alexandrine kitaplarını Ayşete gösteriyordu. “Ancak bu kitaplarda uygunsuz resimler de olabiliyordu… “. Kitabın birinde çıplak bir erkek ve kadın resmi görünce, kitabı yatağa fırlatıp dışarıya kaçmıştı. “Pon de Vel’in kitapları daha güzeldi: Yabani hayvan, kuş, dağ, ağaç resimleri vardı, olmayanı yok gibiydi. Bu kitapları küçücük Pon de Vel su gibi okuyordu. Sen de bana oku diyordu, ama okumasını bilmeden nasıl okuyabilirim?.. ”
İstanbul’dan Paris’e döndüğünden bu yana Charles de Ferriole’de iyi huylar belirmeye, kadın aramalarını azaltmaya, akşamları eve daha erken dönmeye başlamıştı, evdekiler dışında yakınları ve tanıdıkları da bunun farkına varmışlardı.
Fahri de, küçük ve akıllı kız Ayşet’i Paris’te, yabancı insanların arasında bırakıp döneceği için derin bir tasa-üzüntü içine düşmüştü. Kendisinin Charles de Ferriole’yi tanıdığı gibi başkaları tanımıyor, ondan kuşkulanıyordu. Sık sık onu izliyor, kontrol ediyordu. Bazen üstesinden gelemeyeceği kötülükler düşündüğü de oluyordu: “Küçük kızı oyuncak-bebek yaptırmayıp bu azgın kişilerin elinden çekip alsam, yalancı kontun elinden kurtarsam, sevaba girmiş olurum… Harika bir kocası ve sevimli bir bebesi dururken Marie-Angélique akşamları lüks at arabaları ile evden alınıyor, gece yarısından sonra dönüyordu. Kız kardeşi koca gözlü Claudine-Alexandrine’nin ise, adını bile anımsayamadığı sayıda sevgilisi vardı, ağzından şarap kokuyor, çoğu geceler eve dönmüyordu… Beriki, dur durak bilmeyen kurt elçi ise, bazen İstanbul’da yaptığı gibi, kadınlardan saklanıyor gibi davranıyordu, ama yarın ne yapacağı bilinemezdi, kendisi bir yana, bunu Katolik Tanrısı bile bilemezdi. Onun için birşeyler düşünmek gerekiyor, yoksa bu zeki kızcağız bu gibi kişilerin elinde mahvolacak. Ona göz koymuş değilim, sakat olmasam bile, ona göz koymayı aklımdan geçirmezdim… “
- İşlerin ne durumda, Fahri? – Charles de Ferriole erkenden döndüğü bir akşam sormuştu.
- Doğrusunu söylemem gerekirse, - içinden gelmeyerek, - Ferrioleler için artık gerekli değilim.
- Niye? – Kont bu duyduğuna anlam veremedi.
- Küçük Pon de Vel beni işsiz bıraktı, Charlotte-Elizabéth Aissé’nin yüzünü bize göstermiyor.
- Şimdi ne demek istediğini anladım… - Charles de Ferriole birşeylerden hoşlanmadığını belli eder biçimde öksürdü. - Ben de onları birgün izledim. Onların Fransızca-Çerkesçe karışımı konuşmaları olacak şey değil. Charlotte-Elizabéth Aissé’ye temiz bir Fransızca öğretmek gerekiyor. Okuma yazma öğrenmeden akıcı Fransızca da öğrenemez. Ayrıca Fransız gelenek ve göreneklerini, konuşma biçimlerini ve espri tekniklerini, bunların hepsini öğrenmesi gerekiyor. Ben onun için güzel şeyler düşünüyorum. Birkaç yıla kalmaz onu haşmetmeap kralımızın gece balolarına götürmeye, göstermeye başlayacağım. Şu sıralar Charlotte-Elizabéth Aissé’nin okuyabileceği en iyi okulları araştırıyorum.
- Aissé’nin eğitim ve öğretimi için düşünmen beni sevindirdi, kont. – İçinde belirmiş olan harareti zorla bastıran Fahri konuşmasını sürdürdü, - Küçük Çerkes kızından gerçek bir Fransız kızı çıkarmak kolay olmayacaktır sanırım.
- Dostum, niye bana hiç güvenmiyorsun! - Charles de Ferriole söyleneni üstüne almadan gülümsedi, yeniden düşünerek sordu. – Niye öyle diyorsun?
- Öyle demem, bana gücenme, kont, bu yetim Çerkes kızına senden farklı bakıyorum.
Charles de Ferriole kıpkırmızı kesildi:
- Anlayamadım! – Kont iyice tutuşmuştu: - Kendi gözümle seçip satın aldığım, sahibi olarak bize, Fransa’ya getirdiğim birine ne diye senin gözünle, senin bakış açınla bakacak mışım?!
- Satın aldığın bu küçük kız senin, muallim, - Paris’e geldiklerinden bu yana kullanmadığı “muallim” sözünü söyleyerek, Fahri, kontu sakinleştirmek istemişti, - olmayacak, kuşkulanmanı gerektirecek bir niyet yok dediğimde, öyle şey asla aklımdan geçmez, bilmiyorsan gerçeği söyleyeyim, istesem bile öyle şeyler elimden gelmez.
- Biliyorum, - Charles de Ferriole diyerek sustu, ama Fahri’ye karşı sertçe sözler söylediği için pişmanlık da duydu. Biraz oturduktan sonra sözüne son bir eklemede bulundu: - Bana bir şey demedin, ben de sana bir şey demedin. Böyle şeyler konuşulmayacağı için, anımsarsan, açık-saçık konularda seninle konuşmamıştım. Charlotte-Elizabéth Aissé konusunda fikrini değiştirmişsen öğrenmek isterim.
- Bunda gizli bir yan yok. Ona acıyorum, - Fahri, birgün Ayşet tarafından kalbinin kırılmış olduğunu gizledi.
- Yerinde, Fahri, Aissé’ye böyle acıman. Ben de ona acımış olmasaydım, onu almazdım. Ama yanlış yapma. Bilmediğin konuda tanıklık yapma derim sana. Bakarsın günün birinde, Charlotte-Elizabéth Aissé’yi alımlı bir genç kız olmuş olarak sana gösteririm. Bu iş Paris’te ya da İstanbul’da olabilir. Evet, evet, şaşırma, Türkiye’ye elçi olarak atanacağımı haşmetmeap kralımız söyledi. O iş için altı aday vardı, kral beni seçti, şampanya ile bunu kutladık, çok şeyi konuştuk. İşlemlerimin tamamlanması birkaç ay sürebilir, beklersen birlikte yola çıkabiliriz. O zamana değin, söylediğim gibi, Aissé’nin manastır, okul işini hallederim.
- Bu kadar uzun süre Paris’te ben ne yaparım, kont? Benim İstanbul’da bir sürü işim var…
- Öyle diyorsan, dediğin gün olsun.
- Yarın.
(Devamı gelecek)
 
  Bugün 117 ziyaretçi (142 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol