adigehaber
  Ayşet- 11
 
Meşbaşe İshak (İshak Maşbaş)
(Tarihi roman, s. 72-79)
XI
Her zaman, yolculuğa düşünce de eşlik eder. Uzak ya da yakın yol olması fark etmez. Atlı arabanın (кухъэренэ) tekerlekleri dönüyor, Charles de Ferriole'nin düşünceleri beyninde uçuşuyordu. Rüzgâr gibi hızlı, gökyüzündeki güneş gibi yavaş idiler. Bir fırlıyor, kırları, dağları, denizleri aşıp gidiyor, bir geriye kaçıyor, kontun kafasının içine doluşuyordu.
Charles de Ferriole Paris'teki işlerini istediği gibi halletmişti, ama bir şeyleri unutmuş gibiydi. Şimdi de, çok sayıdaki kadınlarına dönmeyi, elden geçirmeyi düşünüyordu, ama üzüldüğü şeyin nedenini bulamıyordu. Ne olabilirdi bu şey? Charlotte-Elizabéth Aissé’ye gelince, dün yarım gününü ona ayırmış, kızın gönlünü almıştı. Beklenmedik birçok şeyi konuşmuşlardı, manastır yöneticisi güzel Jeanne Nicole ile tanışıp dost olmuş, kral XIV Louis'nin selamını ona iletmişti, kralın başbakanı Dubois'in kendisinden hoşlanmadığını biliyordu. Yine de, yıllardır özlemini çektiği büyükelçilik görevini almış Türkiye'ye gidiyordu. Hesabının bulunduğu bankaya uğramış, yıllık getirisini, faizini hesaplattırmış, üstüne kaydettirmişti. Ayşet’in gereksineceği parayı, manastıra ödenecek okul masrafını Saint-Cloud'da peşin yatırmıştı, artan paranın her ay Kontes Marie-Angélique'e ödenmesi talimatını da vermişti.
Küçük kızın olası acil gereksinimleri için harcanacak bin Fransız lirasını (livre) gizlice Sophie'ye bırakmıştı. Sorun neydi? Sevgilisi olan kadınlarla birer gece geçirmişti, onlar için yaptığı harcamalardan pişman değildi. İçlerinden en çok hoşlandığı bir kadına kendisiyle İstanbul'a gelmesi halinde bıkıncaya değin yanında kalabileceğini söylemişti.
Bu düşündükleri dışında Charles de Ferriole neyi unutmuş, neye sıkılmış olabilirdi? Sonbaharın ince ve soğuk yağmuru iki saati aşkın bir süreden beri arabasının üzerine dökülüyordu. Çevreye baktığında, ortalığı kaplayan ve suyu andıran ince bir sis tabakası dışında bir şey göremiyordu. Çevredeki tüm görünüm – ağaçlar ve evler – yere inen ağır göğün bir parçası olmuştu sanki. Fransız Büyükelçinin canını sıkan şey yaşamın değişik sorunları olabilir miydi? Yoksa daha başka neye üzülüyor olabilirdi?
Düşündüğü şey uzunca bir süre önce yitirdiği gençliğiydi. Çağırsan, yalvarsan geri gelmeyecek olan geçmişiydi. Nereye gitmişti bu güzelim gençliği? O dün, evvelki gün, birkaç ay, birkaç yıl öncesi derken uçup gitmiş, çok uzaklarda kalmıştı. Düşündüğünde, geçmişi bugünmüş gibi yakınında görünüyor, gülümsüyor, farkında olmadan geçmişi özlüyordun. Küçük kız Charlotte-Elizabéth Aissé başını kontun göğsüne yasladığında, ardından ağlayarak bağrına sığındığında, Charles de Ferriole bu gerçeğin farkına varmıştı. O bir saat, o birkaç dakika içinde yüreğinde oluşan, farkına vardığı şey ne olabilirdi? Nahıj - daha yaşlı kişi olduğu için, bu yetim kız çocuğu kontun koruyuculuğuna mı güveniyordu, ya da üzerinden hiç atamadığı kadınlık duygusunun olağan bir sonucu muydu bu?
Kont Charles de Ferriole’nin kişiliğini ve bu kişiliğin neye benzediğini, özelliğini bilmeden, ona ilişkin ne sorarsan sor doğru bir yanıt bulamazsın. Bir topluluk içine girdiğinde, sözüne emeğini katmayacak, kendisini dinletemeyecek, dediğini yaptıramayacak biri değildi. Yiğitlik, acıma, dostluk, utanma ve gurur doluydu. İçtiğinde dağıtan, ne dediğini, ne söylediğini bilmeyenlerden de değildi. Ne kadar çok ve değişik kitap okuduğu ayrı bir sorundu, ama eğitim ve bilim konusunda kimseden de geri kalmıyordu. Hangi konuda olursa olsun, felsefe, tarih, edebiyat, şarkı ve tiyatrodan anlayan güçlü bir belleği, bir bilgi birikimi vardı. Çocukluğundan başlayarak iyi bir eğitim almıştı, kızların peşinden koştuğu yakışıklı bir delikanlıydı. Bugün de donanımlı, iyi giyimli ve sağlıklı biriydi.
Dünya kötü bir bataklık, çirkin bir yer, Charles de Ferriole’nin kalbi ise daha da çirkin. Arabanın penceresine soğuk yağmur damlaları vuruyor, dağılıyordu. Atların ayaklarından, tekerleklerden çamurlar sıçrıyordu, görmese bile seslerini duyuyordu. Sonbahar kargalarının viyaklama, gak sesleri de duyuluyordu. Bilemediği, çözemediği şey, şimdi düşünceleri içinden taşan ve içini karartan gizli sesin ne olduğuydu. O konuda kuşkulanmıyor değildi, ama adını belirtmekten kaçınıyordu: “Ne diye o konuda kendi kendimi kınayacak mışım? Yaptıysam yaptım, kimse beni yap, yapma diye zorlamadı. Yıllarım akıp gitmişse çok mu önemli?.. Kalben yirmi, otuz yaşlarındayım. Beni isteyen kaç yaşındasın diye sormuyor. Tanrıya şükür, kadınların karşısında aciz kalacak bir yanım yok. Beğendiğim benim olur, beğenmediğim de kendini beğenen birini bulur deyip geçip gidiyorum. Yaş konusunda kadınla erkeği karşılaştırmak doğru değil. Kadın çabuk çöker. Erkeğin gücü yerindeyse, kendinden yirmi yaş daha genç bir kadınla da idare edebilir. Benim gibi Tanrı vergisi güçte bir erkekse, kendinden otuz yaş küçük kadına bana mısın dedirtmez…”
Kötü sonbahar yolculuğunda Charles de Ferriole kendi kendine iç hesaplaşmaları içinde öğle sonrası sürücü Jaque’a seslendi:
- Melun’da konaklayalım, geceyi orada geçireceğiz.
Çarçabuk hazırlanan akşam sofrasına, oradaki üç kadından birini çağırttı, kadınla bir saat kadar oturduktan sonra Charles de Ferriole, birlikte odasına gitti, hemen soyunup yatağa uzandı, içinden geçeni kadına söyledi:
- Lambayı söndürmeden karşımda yavaş yavaş soyun.
- Söylemen yeter, aşkım, - şarabı biraz fazla kaçıran güzel ve fidan boylu kadın acele etmeden entarisini çıkarmaya başladı…
Kont kızışmış halde ayağa fırladı, çıplak kadını güçlü kollarıyla sardı, ama aynı anda beklenmedik bir durumla karşılaştı, birden bire pasifleşti.
Charles de Ferriole yatakta da birşey yapamadı. Her ikisi bir saat kadar konuşmadan, uyumadan, yüzleri havada yattılar. Kadın ve erkek birbirinden farklı şeyler düşünüyorlardı. Kadın yapacağı ve yapması gereken herşeyi yaptı, erkek ise zor duruma düştüğünde, bir aşığın yapacağı gibi kadına dostça, sevgiyle yaklaştı.
Sonsuz bir aşkın sonunun da geleceğine, birgün o durumla karşılaşacağını düşünmemiş olan Charles de Ferriole, bu başına gelene ne diyeceğini bilemiyordu, yine de, kalben incinmiş durumdaydı. En çok üzüldüğü şey de böyle bir oluşumu beklemiyor olmasıydı: “İçim istiyor ama fizik olarak güçsüzüm. Böyle bir şey olabilir mi?.. Charlotte-Elizabéth Aissé’nin işleriyle uğraşıyor, kızı koruyorum derken, aşk serüvenlerimi biraz ihmal etmiş olmamdan ileri gelmiş olabilir mi bu şey? Bir hafta boyunca selam verdiğim kadınlar?.. Şimdi, birkaç gün daha Paris’te kalsam, Jeanette Nicole gibi çekici bir kadınla, küçük kızı bahane edip bir akşam yanına gitmem ve buluşmam uygun olur. Sakıncası yok, içten gelen bir arzuyla bana bakıyordu… Erkekleri arzulamayan bir kadınla bugüne değin karşılaşmış değilim. Ayrıca Jeanette Nicole gibi din ile ilgili bir kadınla da ilişkim olmadı…”
- Haydi, giyinmeden sofrada biraz daha oturalım, - sıkıntılı bir biçimde Charles de Ferriole yorganı üzerinden attı.
- Böyle çıplak vaziyette mi?..- kadın duyduğu şeye sevinmiş olsa da şaşırmış gibi yaptı.
- Utanıyorsan yatak örtüsünü üstüne ört.
Kırmızı şarabı beyaz şarapla değiştirerek sofrada oturdular, sonra yatağa geçtiler, ama yararı olmadı. Ne kadar karşılıklı uğraşmış olsalar da, kontun erkeklik gücünü kızıştıracak bir yol bulamadılar.
- Odanın içerisi güzel kokuyla doldu…Ne diye bunları kendine sürdün ki? – Kadının karşısında kont, bahaneler aramaya başlamıştı.
- Erkeklerin hepsi bu kokuyu seviyorlar.
- Şimdi bu başıma gelenin nedenini anladım…Başımı döndürüyorsun…
- Derdin oysa hadi gidip yıkanalım.
- Evi, yatağı ve elbiselerimizi de birlikte mi yıkayalım?
- O zaman ne diyeyim, bahane arıyorsan…- Kadın hızla giyindi.- Nerede benim hizmetimin karşılığı?
- Çıkış kapısı yanındaki sandığın üzerinde. Biraz bekle.
- Niçin? – Güzel kokular yayan çekici kadın odanın ortasında durdu.
- Al, - yorgan sırtında Charles de Ferriole ayağa kalktı, - Sana bıraktığım paraya bunu da kat, kusuruma bakma. Bu akşam gördüğün şeyler aramızda kalsın. Bu sefer seninle bir şey yapamadım diye başkalarının diline düşmek istemiyorum. Ama bunu yayman durumunda başına gelecekleri bilir misin?
- İşimi senin yardımınla yapıyor değilim, Charles de Ferriole.
- Sana söylemediğim halde ismimi nereden biliyorsun?
- Seni Paris ve Melun’da tanımayan kadın yoktur denebilir. Beni tanıyamadın, kont, ikimiz bu otelde birlikte olmuştuk. O sıralar sen güçlü bir erkektin. Beğenmediğin bu kokuyu o buluşmada da sürmüştüm. Senden daha tatlı ve senden daha güçlü bir erkekle yaşamım boyunca karşılaşmış değilim. Bu kez yerinde ya da değil sana acımış olmam da bu nedenle, ben bunu herkese yapmam.
- Söylediğine göre bana acıdın…- Sırtındaki yorgandan görünen çıplak vücudu Charles de Ferriole’yi utandırdı ve hemen kapattı.
- Öyle de olur. Kadınların güçlü erkeklere her zaman saygı duyduklarını unutmuyoruz. Sıkılma, kont, başına olmayacak bir şey gelmedi.
- Teşekkür ederim, senden memnunum. Adımı bildiğine göre, sen de bana adını söyle.
- Kont, biz karşılaştığımız herkese gerçek adımızı söylemeyiz, ama senden saklamıyorum, bana Madlen (Madeleine) derler.
- Giyineceğim, Madlen, kusurumu görme, bana bakma.
- Benden utanıyor musun? – Madlen espri yaparak, başını duvara asılı bir resme çevirdi.
- Senin sorduğun soruya değişik karşılıklar verilebilir, - dedi Charles de Ferriole giyinirken. – Birer çıplak kadın ve erkeğin ilişkisi, giyinik bir kadın ve erkeğinkinden farklı olur. Hayvan değilken hayvan gibi ölçüsüz davranabilir miyiz? Şimdi birbirimize ettiğimiz sözleri bir yana koyup adam gibi bir süre daha soframızda oturalım.
- Öyle diyorsan, bir süre daha oturabiliriz, ama işe yarar mı bilemem… - Madlen ıh-mıh ederek sofraya oturdu, hemen sözlerini düzeltti: - Şaka yaptım, başka bir şey ima etmek istemedim.
- Bilinemez, Madlen, bilinemez, - Bir süre önce kendini yiyip bitiren kişi değilmiş gibi Charles de Ferriole, sofrasına yeniden oturttuğu o güzel kadına, şimdi başka bir gözle bakmaya, onunla şakalaşmaya başladı. – İşte şimdi içimde bir sıcaklık oluşmuş gibi…
- Hayır, hayır, yaşadığımız şeyi, yeniden yaşamayalım, - Madlen şarap dolu bardağını kaldırdı. – Kadınım ama ben de bir insanım. Benden artık bir tad alamazsın. Sadece rahatlamak istiyorsan, kendine gelmekte olmana seviniyorum, uzun bir akşam, benden başka bir kadın getirsinler sana.
- Öyle ama, benim istediğim sensin.
- Denediğimiz şeyi yeniden denemek istiyorsun, öyle mi? – Hayır, hayır, daha sonra, daha sonra.
- Yarın sabah yola koyulacağım, daha sonrası ne zaman olacak?
- Hep İstanbul’da kalacak değilsin ya, döndüğünde olur… Kont, isteklerimizin gerçekleşmesi için kadehlerimizi birlikte kaldıralım, daha iyi olur. – Şarabı içtikten sonra, çok geçirmeden Madlen sordu. – Bu yaz burada konakladığınız sırada yanınızda küçük bir kız çocuğu vardı, kimdi o? Kızın mı, torunun mu? Ya da neyin oluyor?
- Onu da mı biliyorsun? - Charles de Ferriole soruyu ilginç bulmamıştı ama ilginç biçimde Madlen’e baktı. – Evet, evet, Melun’da hiçbir şey gözünüzden kaçmıyor, bu uzun yolda olacakları da biliyor olmalısınız. Küçük kızı beğendin mi? Güzel değil mi? Evet, evet, beğenmemiş olsaydın sormazdın. Kızım ya da torunum değil. Çerkes kızı, İstanbul esir pazarından satın aldım. Birkaç yıl içinde sanırım güzel bir kız olacak. O kıza ilişkin niyetimi senden gizlemiyorum, kimseye sormadığım şeyi sana sorayım: Kızı nasıl buldun?
- Teşekkür ederim, kont, bana güvendiğin için, - “Beni çok sevindirdin” dedi Madlen içinden kendine, - Erkekleri peşinden koşturan, kadınları kıskandıran, birbirine düşüren, eşi Paris’te görülmemiş güzel bir kız olacak o küçük, ama sana iyi bir eş olur mu, olmaz mı, o konuda bir şey diyemem, - “Bu kocamış kişi hâlâ çok şeyin peşinde, ama ne gibi karşılık bulacak bilemiyorum…” kendi kadınlığının başka bir kadınla karşılaştırılmasını beğenmemiş halde kendi kendine içinden söylendi, belli etmeden kadehini kaldırdı. – Kont, yarın sabah erkenden Türkiye yoluna çıkacaksın, iyi yolculuklar diyorum, umarım tüm isteklerin yerine gelir, - Madlen şarabını içip ayağa kalktı.
- Hele bir dur Madlen, hâlâ, önümüzde uzun bir gece var. İstersen sana başka bir teklifte bulunayım: Gidelim, seni İstanbul’a götüremem, ama Marsilya’ya kadar benimle gel. Oraya kadar bir çok kentte konaklayacağız, güzel geceler geçireceğiz, değişik zevkler yaşayacağız. Malsilya’da birlikte birkaç gün de geçiririz. Beni gemiye bindirdikten sonra, bir kontes gibi her yerde karşılanarak sonunda arabam seni Melun’a bırakır.
- Teşekkür ederim, kont, - Madlen hafifçe başını eğerek Charles de Ferriole’yi selamladı, - Söylediklerini yapmışın gibi kabul ediyorum. Uzun bir yolculuktan kaçınacak biri değilim. Doğrusu onca para harcamanı istemiyorum, o günahı, sorumluluğu üzerime alamam…- gösterişli bir biçimde göz kırptı, dudağından kaldırdığı iki elini göstererek odadan ayrılırken söyledi. – İyi yolculuklar, kont. O küçük Çerkes kızının yanına, Fransa’ya döndüğünde, kim bilir yine karşılaşırız. – “Bu erkeklerin tümü birer alamet, yüz vermeye de, her dediklerini yapmaya da gelmez” gülümseyerek Madlen kendi kendine söylendi.
(Devamı gelecek)
 
  Bugün 118 ziyaretçi (143 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol