adigehaber
  Ayşet - 24
 
Ayşet – 24 (s.173-183)
 
İshak Maşbaş (Tarihi roman)
II
Yola çıkmayı sevmeyenler vardır, sevenler de az değildir. İkisi de Charles de Ferriole için farksızdı. Zor karar verir, bir verdiğinde de durdurulması zor olurdu.
Bu kez Fransız elçiye Paris yolu görünmüştü, istese de istemese de yola koyulacaktı. Acele harekete geçme nedeni de Claudine- Alexandrine’nin gönderdiği mektuptu. Birkaç yıldır Türkiye’deydi, şimdiye değin Claudine öyle bir mektup yazmamıştı.
Bazı aşk-meşk ilişkilerini iş edinip yollara düşecek biri değildi kont, ama uzak bir yolu göze almasının nedenleri üzerinde de duruyordu: Önünde beliren sorunu iki hafta içinde yoluna koymalıydı.
Yaz mevsimiydi, deniz çarşaf gibiydi, gemi yoluna devam ediyordu, kendi de engel tanımıyordu. Claudine-Alexandrine’nin “can sıkıcı” mektubunu “dikkate alması gerekiyordu”, sadece bir aşk mektubu mu idi bu, yoksa başka bir niyet mi taşıyordu? Üç ayrı sorun olabilirdi. İlki kendi ve Ayşet’e ilişkin ailevi sorun. İkincisi Claudine’nin bitmez tükenmez yakınmaları ve karışık aşk ilişkileri. Charles de Ferriole üçüncüsünü en önemli buluyordu – Fransa başbakanlığı sorununu. Bu görevi Dük de Conde Bourbon’un başarıp başaramayacağı belli değildi. Dük, kadro değişikliklerine gidecek olursa ülkenin başına büyük bir iş açmış olacaktı.
Claudine-Alexandrine’nin yazdığı yazı iyi incelenecek olursa, üç değil, dört önemli nokta vardı: “Ne diye Jeanette-Nicole ile Pierre’nin ilişkisini unutmuşum? – Charles de Ferriole kendini ayıpladı. – Anlaşılan, Claudine, Jeanette-Nicole’den hoşlanmıyor. Anlaşılan iki kişi arasına girmemi ve abisini manastırı yöneten o kadından çekip almamı bekliyor. Acaba beni “görmek” için “sabırsızlanması” bu nedenle olabilir mi”? Ah bu kadınlar… Benim tanıdığım gibi kimse onları tanıyamaz, ancak doğrusunu söylemem gerekirse, benim de bir bildiğim yok… Hele bir Paris’e varayım, bacaklarını kırarım ben onların!.. Marie-Angelique yengemin, Jeanette-Nicole’e ilişkin farklı bir görüşü olabilir mi? Güzel biri olursan seni kıskananlar çok olur. “Kıskançlık göz çıkarır” (Шъухъогъоным нэр рекIы) derler, gerçek olmalı. Başka bir deyim de var Türklerde: “ Kedi olmayan evde fareler cirit atar”. Bu nedenle olmalı Ferriole’lerin erkeksiz evinde ilginç olaylar yaşanıyor olması…
Paris’e varmak için sabırsızlanıyor olsa da, Charles de Ferriole küçük Melen kasabasında mola verme gereği duydu. Otelde oda ve sofra hazırlatıp yıkandıktan sonra Madlen’in kendisine getirilmesini söyledi. Ancak Madlen’in başına gelen üzücü olayı garsondan öğrendiğinde beti benzi attı, bağırdı:
- Madlen öyle şey yapacak bir kadın değil!
- Kont, gördüğüm ve bildiğim bu.
- Ne zaman yaşandı bu olay?
- Geçen yıl.
- Kaç yıl hapis verildi?
- Üç yıl.
- Hangi cezaevinde? – diyerek Charles de Ferriole odayı arşınlıyordu.
- Melen cezaevinde.
- Kimin göğüs kemiğini kırmış?
- Cezayirli bir Arap şeyhinin.
- Az bile yapmış!.. Söyle de arabayı hazırlasınlar…
Charles de Ferriole Madlen’in hapsedildiği hapishaneyi bulmakta zorluk çekmedi. Kimliğini yetkili gardiyana söylediğinde, koca suratlı sarışın kadın önce şaşırdı:
- Yıllardan beri bu hapishanede görevliyim, ilk kez sizin gibi soylu ve üst kesimden biri ile karşılaşmış bulunuyorum. Sorduğun o kadına gelince… Ne gibi bir bağın var?.. Akraban mı, tanıdığın mı?..
- Akrabam ya da tanıdığım değil diyemem, - diyerek kont ne istediğini söyledi: - Madlen’i görmemi ve konuşmamı sağlasaydın çok memnun olacaktım. Görmek istediğim kadın, inanmak istersen kötü biri değil. Bu sözlerimle adi biri olduğum gibi bir şey aklına gelmesin.
- Böylesine insanca davranıyorsan, ne diye sana başka gözle bakayım ki? – Gardiyan kadın kontu onayladı ve onu övdü, - doğrusunu söylemem gerekirse, kendime olan güvenimi de artırmış oldun. Madlen’i ben de iyi bir kadın olarak tanıyorum, ama hepsi bizim için birer mahkum. İyi niyetle gelmiş olduğun için seni onunla buluşturup konuşturacağım, - kadının soğuk mavi gözlerinden memnuniyet okunuyordu, konta yaklaştı ve sözlerine bir eklemede bulundu, - ama ikinizi baş başa bırakamam, buna yetkim yok.
- Madam, o söylediğin şeyi benim için yapsaydın, olmaz demezdim, - kont gülümsedi. – Tasalanma, ben buraya başka bir amaçla geldim. Madlen’e yardım etmek, elimden gelirse onu tahliye ettirmek için geldim.
- Çok iyi, - koca suratlı kadının gözleri parladı, - Erkek isen, başında şapka taşıyorsan öyle yapmalısın. Aslında zorda kalmadıkça kadın kimseyle kavga etmez… İşte, birazdan onu senin için getirtirim…
Odaya alınan Madlen, gördüğü manzara karşısında önce bir ürktü:
- Sen misin, kont?.. - dedi.
- Benim, Madlen, benim… - Charles de Ferriole kadını karşıladığında, kadın üzerindeki eski-püskü giysilere aldırmaksızın koşup kontu kucakladı.
- Madlen, bu başına gelen şey de ne ola ki?.. Durumunu bugün öğrendim… Moralini bozma, adalet diye bir şey kalmışsa, senin için elimden geleni yapacak ve seni tahliye ettireceğim.
- Diyecekleriniz varsa, benden çekinmeyin… - Mahkum, ziyaretçin, güvenilir biri.
- Teşekkür ederim, madam, - kendisi için yapılan ve söylenen söze karşılık verdi. – Bu kadını tahliye ettirmek için elimden geleni yaptıracağım. Sen de ona göz kulak ol, yardımcı ol.
Charles de Ferriole üzgün bir biçimde cezaevinden ayrılmış, neşesiz yola koyulmuştu.
Charles de Ferriole önündeki sofraya ellemiyor, yatağına uzanmıyor, garsonu duymuyor, yumuşak koltuğunda uyukluyordu. Rüya görüyor gibiydi. Kadının biriyle dans ediyor, bazen kadının elinden kurtuluyor, sahne değişiyor, boynuzlu bir erkekle oynuyor, tek başına pistte durma diye kadına işaret ediyordu. Yaklaştığında da kadın kayboluyor, erkekle dans etmeye başlıyordu.
Birisi kendisine dokunuyor gibi olduğunda uyanıyor, nerede olduğunu unutmuş halde odayı gözden geçiriyor, kendi kendine mırıldanıyordu: “Ne oluyor, rüya mı görüyorum?.. Kim o kadın, Jeanette-Nicole mi, Claudine-Alexandrine mi?.. Hayır, hayır, onlar değil, Madlen olabilir mi? Peki, ne diye onun gözleri Aissé’ninkilere benziyor? Uzun, fidan gibi boylarıyla birbirlerini andırıyorlar. Charlotte-Elizabéth Aissé’yi çok oldu görmeyeli, onun gözleri ile vücudunu ne diye onlara benzeteyim ki!.. Öbür dans ettiğim boynuzlu erkek de kim ola?.. O kişi Fahri ile Pierre’e benziyor olabilir mi, bilemiyorum… Orhan olabilir mi?.. O kafa ütüleyici çocuğu ne diye anıyorum ki?.. Bu başıma geleni bilemiyorum, bir haller geldi başıma…” - Charles de Ferriole ayağa fırlayıp sofraya koştu, kadehine şarap doldurdu, kapıya baktı ve dinledi. Hiçbir ses gelmiyordu ve oda sessizliğe bürünmüştü. Sofradaki üç mumdan biri sönmüştü, ikincisi de sönmek üzereydi.
- Garson! – diye bağırdı.
- Buyurun, kont – Kapı dışında beklemekte olan garson başı öne eğik karşına dikildi.
- Şimdiye değin neredeydin, ne diye bir başıma bıraktın beni?
- Uyukluyordun, iki üç kez odana baktım, seni uyandırmaya kıyamadım.
- Kâbus göreceğime beni uyandırsan daha iyi ederdin, - garsonu azarlıyor gibi yapıp kendini zora sokan rüyayı bir yana atıp Charles de Ferriole kendine bir pay çıkarmasını da bildi: - Yahu güzel bir kız rüyamda karşıma çıktı, elinden zor kurtuldum, neye yorayım bilemiyorum.
- Çıplak mıydı?
- Yoo, çıplak yanı yoktu.
- Öyleyse sorun yok. Çıplaksa iyi değil derler.
Uzun bir süreden beri garsonu tanıyan Charles de Ferriole’nin gözlerinin önünden Madlen gitmiyordu, işin ilginç yanı onun yumuşak kucağını, saçlarını, sıcacık ellerini hissediyor, aklından çıkaramıyordu: “Zavallı kadını mahvettiler… Mahvettiler mi yoksa kendi kendisini mi mahvetti?.. Yaşamadıktan sonra neyin ne olduğunu bilmek olanaksız. Gardiyan kadının “Kadın zorda kalmadıkça kimseyle kavga etmez” demesinde bir gerçeklik payı olmalı. Evet, evet, kadın baştan çıkıyorsa, bunda biz erkeklerin de suçu vardır… “
- Garson, haydi doldur da biraz şarap içelim.
- Bu teklifini reddetmem, kont. Ama benden daha iyi sana eşlik edecek tatlı bir kadın da var.
- Hayır, hayır! - Charles de Ferriole kestirip attı, biraz şarap içtikten sonra sordu: - Kim ki o kadın, tanıdıklarımdan biri mi?
- Anımsarsan, kont, Madlen’den sonra sana gönderdiğim kadın.
- Şimdiye değin bunu unutmadın mı? – Kont memnun olmadığını belirtti, ardından şakaya vurdurarak durumu düzeltti ve sordu: - Öyle bir şey de yaşamıştık… Bazen avcının tüfeğinin ateş almadığı çıkar… Dediğin, o küçük tatlı kadınsa getir bana. Ama ava çıktığımızda tüfeğimize dikkat etmediğimizi sanma.
- Kont, böyle bir şeyi hiçbir zaman sana yakıştıramam. Buraya gece yatısına gelenlerin hepsi, - sesini alçaltarak, - kralımız da dahil hepsi senin gibi, - gönül alarak sessizce odadan ayrıldı.
Kapıda görünen şişman ya da zayıf olmayan kadının göğsünü sıkan beyaz ipekten ince bir entarisi vardı, içeri çekik göbeği görünüyordu, özlemiş ve çok beklemiş gibi gelip kontun kucağına oturdu, kucaklayıp kırmızı dudaklarıyla fısıldadı:
- Kont, ne diye bunca yıl kendini bize özletiyorsun?..
- Hele, hele bir dur, güzel kız, - dedi Charles de Ferriole ve boynuna sarılan yumuşacık kadından kendini geri çekti, soğuk bir ifadeyle, - şöyle uzaklaşıp şu sandalyeye bir otur.
- - Kont, beni çıkaramadın mı?.. – Gözleriyle “Ne kadar da unutkansın” der gibi, darılarak, kontun yüzüne baktı, sinirlenmişti ama belli etmedi, onunla olan geçmişini gizlemedi: - Bir seferinde derdine derman olmuştum, o kadın benim…
- Biliyorum, Gabriel, seni tanıdım… - Charles de Ferriole gülerek konuştu ve kendi arzu ettiği gibi bir yanıt verdi, - benim sana vurgun olduğumu sanarak üstüme atlama. Bu işte hiçbir yapmacık yanı olmadan, her ikimiz de isteyerek birbirimize yaklaşmalıyız. Bu nedenle, şu an aramızda bulunan şeyleri unutalım, bizi üzmüş olan şeyleri konuşmayalım. Gabri bana öyle isteksiz bir gözle bakma, seni istemediğimi de sanma.
- Kendini öyle görüyorsan, iyi, - Gabriel’in yumuşak ve küçük pembe dudaklarında imalı bir gülümseme belirdi ve gösterilen sandalyeye oturdu, - doldur şarabı, söyleyecek şeyin varsa seni dinliyorum, endişeli ya da huzursuz değilim! – Gabriel’in sıcak mavi gözleri yeniden parıldamaya başlamıştı.
- Aşk özlemi ile bana geldiğini ya da seni getirttiğimi söylemek mi istiyorsun? – Kont sözünü esirgemedi.
- Kont, bu akşam neşesiz olduğunun farkındayım… - Gabriel şimdi daha yumuşak bir tonda konuştu, kendini mi kontu mu sorumlu tuttuğu anlaşılmayacak biçimde sözünü tamamladı: - Hayat beklenmedik olaylarla doludur, sen de bilirsin. Herkes alnında ne yazılıysa, Madlen gibi, onunla karşılaşır. Seni üzen şey Madlen ise, iş olup bitmiş, yapacak şey yok artık.
- Ne diye yapacak şey olmasın, hapse konan herkes kenara mı itiliyor? Birini aramak, yardımcı olmaya çalışmak kötü bir şey mi?
- Madlen’den iyilik görmüşsem karşılığını vermem gerekir elbette.
- Madlen’in bir iyiliğini mi gördün yoksa? – Charles de Ferriole duyduğu bu söze sevindi.
- Gördüm tabii. Madlen hapse konmamış olsaydı şimdi beni yanına getirtir miydin! – diye acımasız bir ses tonuyla karşısındaki yakışıklı adama karşılık verdi: - Kont, beni mutlu et, daha iyi olur!.. Yoksa, daha önce olduğu gibi, benden yine derman mı bekliyorsun?
Charles de Ferriole’nin yüzü kızardı, kendini zor tuttu, utanma ayıp duygusu taşımayan Gabriel’in gözlerine baktı, biraz da ona acıdığını belli eder biçimde onu azarladı:
- Bir ara beğendiğim küçük kız olup olmadığını anlayamıyorum.
- Bunda şaşacak şey yok, - üst üste atılmış bacakları, çıplak baldırları ile çekici biçimde Gabriel gülümsedi, - yılda dört mevsim var, mevsimden mevsime fark var, sabah, öğle ve akşam vakitleri birbirini izler. Beğendiğini sever, onu alırsın.
- Senin mesleğin öyle şeyler demeye uygun değil.
- Değil tabii, beni öyle yapanlardan biri de sensin, - Kadınca üzüntüsü ağır basmış biçimde Gabriel gülümsedi. Niçin gelmiş olduğunu da unutmadı: - Yahu, ikimiz böyle bir birimize laf yetiştirip oturacak mıyız? Gecemizi boşa mı geçireceğiz?
- Ne diye boşa geçirecekmişiz?.. – Kont her zaman çıkardığı parayı kadının önüne koydu.
- Ben hak etmediği parayı alan biri değilim, - gördüğü bu hakareti gizleyerek , uygunsuz bir sesle gülümseyerek odadan ayrıldı. Ancak kapıdan çıkarken de başını içeriye uzatıp: - Bu hak etmemi engellediğin parayı, istersen yarın sabah hapishaneye Madlen’e götürürsen sevap kazanırsın.
- Güle güle, Gabri, güle güle, - dedi Charles de Ferriole içi şarap dolu bardağını göstererek, - sağlığına kaldırıyorum.
Kont ile Gabriel birbirine gücenik ayrılmış, geceyi bu olayı düşünerek geçirmişlerdi. Madlen’in talihsizliği konusunda Charles de Ferriole elinden geleni yapacaktı. Dün cezaevinde karşılaştığı manzara ile akşam sofrada yaşamış olduğu olay kararını pekiştirmişti. İşin içine dalmıştı, ama iyi yapıp yapmadığı konusunda kararsız kalmıştı: “ Bilemiyorum, Gabriel ile dikkatsiz bir konuşma mı yapmışım ?.. Kızmış bir kadının söylemeyeceği, yapmayacağı şey yoktur. Daha önce bana yumuşacık yaklaşmış olan Gabriel şimdi beklenmedik bir ateş topu gibi karşımda patladı. Bu gibi durumlarda erkeğin ilacı kadındır dememeliler!.. Öyle diyerek canımıza okuyor, isteklerini yerine getirmezsek, bizi sorumlu görüyorlar. Zavallı Madlen’in işiyle ilgisiz bir şey bu. Öyle diyorum ama, o küçük aksi kadın, elinden gelse tek bir kaburga kemiğimi değil, bütün kemiklerimi kırardı. Her iki yönden, erkekler ve kadınlar olarak kusurluyuz: Vücudumuzu satıyor, satın alıyoruz… Suçlu ile suçsuzu kollayacak yerde, kendimize bir çeki düzen versek daha iyi olur. En iyisi elimizdeki ile yetinip elimizde olmayana göz koymamak olmalı. Ama ne yapalım, dünya kıskanç insanlar dünyası… “ – kendini kınayarak, eleştirerek gece yarısına değin gözleri uyku tutmayan kont sonunda uykuya yenik düştü.
Gabriel? Başına bu geleni kendine yakıştıramıyor, dönüp kendini suçluyor, yatağında dönüp duruyordu: “Zavallı, yakışıklı ve paralı kontum benim… Erkek olduğunu anımsattığımı unutmuş olmalı, “seni satın almam için bana yaltaklanma” diyor bana, oysa, o “kendini beğenmiş” zevk hastası pezevenk, arzu ederek, beni yiyecekmiş gibi bakarak karşımda oturuyordu… Beni küçümsemiş olmalı, karşılığını vermediğim parayı önüme koyuyor… Bilmiyorsun, be bunak, ben senin önüme koyduğun paranın üç mislini tek bir gecede kazanıyorum. O parayı ne yapacağını bilmiyorsan, nerene süreceğini söyleyeyim: topak yapıp kıçını sil!.. Günün birinde aç kalmış karşıma çıkarsan, o zaman Madlen’in niçin hapsedildiğini unutturur, tasmanı tutup seni köşe bucak gezdiririm, seni gidi kendini beğenmiş bunak herif seni! Sevap işleyenin bir tek kendin olduğunu sanma, biz de acıma nedir biliriz… “ – kötüleyerek, sabah olduğunda nasıl bir iyilik yapacağını düşünürken, sonunda Gabriel de uykuya daldı.
Sabah uyandığında cezaevine, Madlen’in yanına gideceğini anımsadı, yanına gideceğim bu kişi iyi biri değil, daha işimin başlangıcında ve sonrasında birçok engel koymuştu önüme diye düşünerek, Gabriel yatağından kalktı, elbisesini giydi, bazı tatlıları yanına alıp konta inat cezaevinin yolunu tuttu. Ürkütücü hapishane duvarlarını görünce, içi cız etti, sıcak ortama karşın Gabriel’in yüzünden soğuk bir ter dökülmeye başladı. Sarımsı-kirli giriş kapısı önünde durdu, bir süre bekledi, kalbi küt küt kapıyı çaldı.
Kapı üzerindeki dar pencere açıldı ve kendisine gülümseyen koca suratlı bir erkek yüzü ile karşılaştı:
- Sen misin, cici bebek? Yolunu mu şaşırdın yoksa Tanrı mı seni bana gönderdi?
- Canımı sıkma, çirkin şey!.. Gardiyan madam Katrin’i (Catherine) görmek istiyorum, - Bekçi kem küm ettiyse de, şapka giyenlere davrandığı gibi yine gülümsedi, - elinden geliyorsa beni onunlar görüştür, bakarsın benim de sana bir iyiliğim dokunur.
- Evet, evet, benim gibileri sana çok lazım…
- Hele bir dur, acele etme, yakışıklım, öyle deyip başıma kakma, - Gabriel yumuşak bir göz atarak kapı bekçisine yeniden bir gülümsedi, kem-kümünü kestirdi, - paranın kötüsü yoktur, kokmayacağını bilirsin. Anladın mı, yakışıklım? Hapishane kapısını aç da içeri gireyim.
- Memnuniyetle açardım, cici kız, ama küçük bir kapısı yok ki buranın, - artık yüzü sevimlileşmiş halde Gabriel’e gülümsedi, daha da ileri gitti: - Elimden gelseydi, senin için küçük bir kapı bile yaptırırdım… Şimdi elimden gelecek olanı söyleyeyim: Madam Katrin’i öbür kapı girişinde bulabilirsin. Acıma duygusu olan bir kadındır, seni anlar. Benimle karşılaştığını da sakın ona söyleme, siz kadınlar nerede duracağınızı bilmezsiniz… - sözünü kesti. – İşini görüp görmediğini bana bildir, yararım olmasa da zararım olmaz.
Gabriel Madam Katrin’i görünce, “O koca suratlı adama ne kadar da benziyor” diye içinden geçirdi, kendinden iki kat iri gövdeli bu kadının istediğini yerine getireceğini ummuştu, ama yine de sorgulanmaktan kurtulamamıştı:
- Birbirinizin dostu iseniz, yetkim olmasa da, ikinizi görüştürürüm. Ancak anlayamadığım bir şey var: Dün gelen kont ve sen bütün bir yıl neredeydiniz? Anlıyorum, anlıyorum, herhalde kont ile sen birbirinizi tanıyor olmalısınız…
- Öyle, Madam Katrin, öyle, - Gabriel kaygılanıp kadını onayladı, - Kont özü sözü doğru biri, yanılmıyorsun, Madlen’i düşünmüyor olsaydık, o da ben de buraya gelmezdik.
Kapıdan adım atar atmaz Madlen odada gördüğü Gabriel’e kendinden geçercesine bağırdı:
- Seni gidi dişi köpek seni, şimdi de neyin peşindesin! Yıkıl karşımdan! - ardından daha dikkatli olarak, daha saygılı bir ifadeyle gardiyandan ricada bulundu: - Madam Katrin, başıma bu felaketi açan kişi işte bu kadın, elimden bir kaza çıkmadan, beni bulunduğum koğuşa geri gönder… Bu kadın tam bir baş belası, bütün erkekler için bir baş belası… - dedi Madlen odadan çıkarken gerisine bakarak.
 
  Bugün 125 ziyaretçi (152 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol