İzzet Aydemir (Çuşha) (1925- 2005)

 

 

Ulusların uyanışları dönemlerinde önemli hizmetlerde bulunmuş öncü aydınları vardır. Diaspora adına öncü hizmetlerde bulunmuş olanlardan biri de Çuşha İzzet Aydemir’dir.

Sayın Aydemir, çoğu ulusal aydın gibi, çalışmalarını yokluk, yoğun sıkıntı içinde sürdürmüştür.

Aydemir, 1864 toplu sürgünü sırasında, yok edilmiş Çerkesya'nın Anapa limanından Balkanlar’a taşınan bir aileye, Şapsığların Çuşha (Цушъхьэ) ailesine mensuptur.

Bir defasında Çerkesçe soyadı almak istediğini, uygun bir soyadı aradığını bana söylemişti. “Çuşha diye bir Çerkes sülale adın var, niye onu almıyorsun?” demiştim. “Çuşha, Türkçe ‘çuş ha’ gibi bir argo  içeriyor, Çerkesçe ‘Çuşha’nın Türkçe çevirisi de hoş değil, ‘Öküzbaşı’ gibi bir anlam veriyor, tuhaf bir ad. O nedenle  ‘Şapsığ’ soyadını almayı düşünüyorum” demişti bana.

Ben de “Durumu öyle düşünmemek, özgün biçimi, Çuşha’yı almak gerekir” demiştim kendisine.

***

Aydemir’in ailesi 1864 sürgünü sonucu Balkanlar'a yerleştirilmişti, daha sonra, 93 Harbi (1877- 1878 Osmanlı- Rus Savaşı) sonrasında da Balkanlar’dan tehcir edilen (sürülen) Çerkeslerle birlikte Filistin’e (şimdiki Ürdün’e) yerleştirildi. Ailenin bazı bireyleri Ürdün'den Kilis’e göç ettiler. O zamanlar Kilis’in bir mahallesi Çerkes (Adıge/ Şapsığ) idi. Aydemir de 1925'te Kilis’te dünyaya geldi.

Aydemir, çocukluğunda Çerkesçe bildiğini ve konuştuğunu anımsıyordu. Ancak 1930’lu, 1940’lı yılların totaliter yönetiminin  ırkçı/ Türkçü baskıları, babasının bir polis komiseri olması ve Çerkesçe konuşulmayan yerlerde bulunma gibi nedenlerle Adıgeceyi kullanma fırsatı bulamadığını, giderek de unuttuğunu söylerdi. Ama ninesinin anlattığı Çerkesçe masalları, sanki bugün anlatılmış gibi anımsardı. Bunların bazılarını ondan derlemiş ve yayınlamıştım (bk.‘ Bir Adıge/ Çerkes Masalı: Tilki ve Ortakları’, vb, CC).

 

Güçlü bir belleği ve pratik bir zekâsı vardı. İller Bankası'nda, çalıştığı serviste bir Türk çalışma arkadaşı vardı, onunla dayanışırdı. Ziyaretinde bulunmuştum. "Bu ikimizin dayanışması olmasa, bizi burada yerler" demişti bana.

***

İzzet ağabeyi sanırım 1964 ya da 1965 yılında olacak, Düzce’nin komşu Beslenbey/ Akınlar köyünde (Bırgehabl) görmüştüm. Bir odada Çerkes bayanlara akordeon çalıyordu. Düzce’de akordiyon değil, mızıka (pşıne) kullanılırdı, akordiyonu bilmezdik, bu  nedenle yadırgamıştım, hiç hoşuma gitmemişti, yanımdakiler de yadırgamışlardı. Orada fazla kalmamış, köyümüze, Sarayyeri köyüne (Kovk’ehable) dönmüştük.

 

İzzet Aydemir’in ‘Kafkasya Kültürel Dergi’si (KKD;1964- 1975, toplam 48 sayı), ilkin  köyümüzden Pekozan’a   gelirdi. Pekozan dergiyi pek okumaz, bana verir, ben okurdum. Başka kimse de ilgi duymaz, okumazdı. Bir defasında, “İzzet’e dergiyi gönderme diye yazdım, ama gönderiyor” diye yakınmıştı Pekozan bana. Başına birşey gelmesinden korkuyor olmalıydı. İzzet ağabey Düzce damadıydı ve Ğırbı Afer Özcan (Vıbıh) aracılığıyla Pekozan’ı tanımış olmalı ve o tanışma yoluyla Dergi’yi gönderiyor olmalıydı. Pekozan, rahmetli Afer Özcan’ın kardeşiydi.

İzzet Aydemir, işte böylesine yılgın, soğuk ve duyarsız bir ortamda çalışıyordu. Cesaret işiydi onun yaptığı. Biz de aynı durumdaydık.

Daha önceleri, ortaokul yıllarında  Düzce kütüphanesinde Kadircan Kaflı’nın “Şimali Kafkasya” (İstanbul, 1942) kitabını okumuştum. Ayrıca  İsmail Ziya Bersis’in “Kafkas”, Dr. Vasfi Güsar’ın “Yeni Kafkas” dergilerinin bazı sayılarını okumuş, etkilenmiştim. General İsmail Berkok’un “Tarihte Kafkasya” (İstanbul, 1958) kitabı ise, birçokları gibi benim  de başucu kitabımdı. 

Rahmetli babam Çerkes masallarını ve Kafkasya anlatılarını çocukluğundan anımsardı, güçlü bir hafızası vardı, Besleney dahil Adıge lehçelerini ve Abazacayı (Apsua/ Abhaz) bilirdi. Çocukluğunda, zaman zaman  annesiyle birlikte Düzce'nin Saz köyünde, dayılarının yanında  kalırdı, Abazacayı da o yolla öğrenmişti. Babam, İzzet Aydemir’in dostuydu. Ama babamın bilgileri daha çok folklorikti, anlatılara dayanıyordu. Yine de, "gün gelecek Çerkesçe de Türkiye radyolarından verilecek, o günler de gelecek" derdi. Yani genel gelişimi algılıyor, geleceği görüyor ve Türkiye’nin demokratikleşeceğine inanıyordu.

***

1967 yılının ilk günü Antalya’da öğretmenliğe başladım. Çok geçmeden oradaki Adıge (Abzah) ailelerle karşılaştım, son derece konuksever insanlardı. Gençler, hukuk öğrencisi  Sefer Berzeg’in  Latin/ Kube Şaban alfabesiyle yazılı   “Vatan Düşüncesi/ Xeqhegu Guipcsise” (Хэгъэгу Гупщысэ) adlı  Adıgece- Türkçe  şiir kitapçığını ve  “Kafkasya Kültürel Dergi”yi (KKD) dağıtıyor, tanıtma çalışmaları yürütüyorlardı. Bunların arasında Yedıc Batıray Özbek (Almanca öğrencisi, şimdi Maykop’ta Adıge enstitüsünde bilim çalışanı, Dr.) ve Yedıc Nihai Özbek (Almanca öğrencisi, şimdi Nalçik’te pastane işletiyor) ile Yenemıko Mevlüt Atalay (İslam enstitüsü öğrencisi, şimdi Maykop Adıge Üniversitesi’nde Osmanlıca okutmanı) bulunuyordu. Batıray ve Nihai amca oğlu idiler, evlerinde kalmışlığım çoktur. Anne ve babalarını tanırdım, nur içinde yatsınlar. Gençler Ankara’da okuyorlardı.

Gençler benden Dergiye (KKD) yazı yazmamı istediler. 1968’den itibaren çevirilerim Dergi'de yayınlanmaya başladı, ardından yazıları düzeltmeye başladım. O yıllarda doğru düzgün, edebî dille  Türkçe yazabilenler çok azdı.

 

Bu yolla İzzet abi ile ilişkimiz doğdu ve vefatına değin sürdü. İzzet ağabeyin en güvendiği kişilerden biri de  sanırım bendim.

 

İzzet abi dişinden, tırnağından ayırdığı para ile ailesini geçindiriyor, çocuklarını okutuyor, ayrıca dergiyi çıkarıyordu. Kendisine Mefevıd Mevlıd (Danıştay'da memur, Mevlüt Kazbek, rahmetli), Lu Ceyhan Çelikcan (emekli öğretmen), Ni- Dum Guetıjko (Av. Nizamettin Duman), Abaze İbrahim (İbrahim Alhas, şimdi Nalçik’te Kabardey - Balkar enstitüsünde bilim çalışanı), Sefer Berzeg (şimdi Ankara’da emekli avukat), Afeşıj Emin (Mehmet Emin Aslan,  müzisyen ve emekli Yüksek Ziraat Mühendisi), Hatko Yaşar Bağ (emekli öğretmen, avukat), Yedıc Nihai Özbek (emekli Almanca öğretmeni), Kopsırgen Orhan (avukat, Abazin), vb yardım ediyor, dergiye yazıyorlardı. Dergi’ye Dr. Vasfi Güsar  (Şapsığ), Beygua Ömer (Apsua/ Abhaz) ve faşistlerce katledilen Gürcü Ahmet Özkan Melaşvili  gibi aydınlar da yazı gönderiyorlardı. Bu sonuncuları rahmetli olmuşlardır, toprakları bol olsun.

Bu kişilerden bazıları, değişik gerekçelerle ya da Ankara’dan ayrılma gibi nedenlerle Dergi’den uzaklaşmışlardı.

***

1971- 1972 yıllarında askerdim, ayrıca darbe dönemiydi. Bu nedenle Dergi’ye fazla yazı yazamadım.

Ekim 1971’de askere giderken köylerde çocuklar Çerkesçe konuşuyorlardı, 1972 sonunda terhis olduğumda aynı çocuklar Türkçe konuşuyor olmuşlardı, Çerkesçe sorulduğunda Türkçe karşılık veriyorlardı. Büyük bir dönüşüm, büyük bir asimilasyon süreci, travma  yaşanmış, ama kimseler bunun farkına varmamıştı. Burada ulusal geleceğin sıradan kişilere emanet edilemeyeceği gerçeğini öğrenmiş oldum. Bir olay, yavaş yavaş ısıtılan sudaki kurbağanın haşlanması gibi bir olay yaşanmıştı. Toplum toptan bir dil asimilasyonu sürecinden geçmiş, öldürücü bir darbe almıştı. Bu olay, darbe ortamında gerçekleştirilmişti. Ama herhalde 12 Mart 1971’in faşistleri (faşist askerler ve yerli işbirlikçileri) dışında  kimse bu öldürücü darbenin farkına varmamıştı. Toplum adeta kör, dilsiz ve sağır kesilmişti.

 

Ankara’ya gidip bu vahim  sonucu İzzet Aydemir’e anlattım, başkaları oralı olmuyorlar, 'hı' deyip geçiyorlardı. Aydemir çok üzülmüştü. Asimilasyona ilişkin bir yazı yazmış, beraberimde götürmüştüm, yazı Aydemir’in katkısıyla geliştirilerek Dergi’de “Kafkasya” imzasıyla yayınlandı. Çerkes gericiler bize ateş püskürüyor, akla hayale gelmeyecek iftiralar atıyor, suçlamalarda bulunuyorlardı. Bizi komünist ve Rus işbirlikçisi olmak, Rusya’dan para almakla suçluyorlardı. O sıralar komünistlik ahlaksızlık ve dinsizlikle bir tutuluyordu.

Son derece pis ve iğrenç kişilerdi bu Çerkes işbirlikçileri (Bunlardan bazılarının çocukları, büyüdüklerinde, babalarına inat solcu olmuş, bazıları da anayurda yerleşmiştir).

***

1973 yılı Türkiye Cumhuriyeti’nin 50’ci kuruluş yılıydı. Bu fırsatı değerlendirmeliydik, fırsat dediğimiz şey de bir genel affın çıkacak olmasıydı. Bu nedenle bir kitap ya da özel bir dergi sayısı çıkarmayı kararlaştırdık ve görev bölümü yaptık. Yaşar Bağ, İbrahim Alhas (Abaze) ve rahmetli Bahri Kazbek gibi arkadaşlar ayrı ayrı birer konuyu yazacaklardı. Ama hiçbiri yazmaya vakit bulamadı. İş başa düştü. Aydemir'le  birlikte büyük bir boşluğu doldurmaya çalıştık. Bu arada başta Dr. Vasfi Güsar  olmak üzere birkaç kişinin yazılarını düzeltme işi de üstüme kalmıştı.

***

Özel Dergi sayısında, “Yeryüzü Adığelerinin Halihazır Durumları” başlıklı yazıda (KKD, 39- 42, s. 23- 35) , yoğun ve genel bir eleştiri yapıyor, ama henüz soykırım ve sürgün sözcüklerini kullanmıyor, özetle şöylesine şeyler  yazıyorduk: 1864’te Adıge/ Çerkes "halkının yüzde doksanı geçen bir oranda yurdundan zorla kovulması" sonucu, Çerkesler  acıklı bir yaşam süreci içinde kalmışlardır, diyorduk. Yani bir biçimde soykırım ve toplu sürgünü anıştıran sözcükler kullanıyorduk, ama sorunun ne olduğu konusunda tam  bir bilince ulaşamamıştık.

Yeryüzü halklarının tümüne tanınan haklar (milli kültür hakları) Türkiye’deki Çerkeslere tanınmıyor, diyerek de  Türkiye’ye  yönelik kınama ve eleştirilerde bulunuyor ve şöyle devam ediyorduk:

“Bu nedenle bizler…durumumuzu bir kez daha …tüm gerçekçiliği ile - kamuoyuna- sunuyoruz”.

 

Bu arada, Suriye ve Ürdün’de de anadilinde eğitim adına umut verici bir ortamın bulunmadığını, buna karşılık Yugoslavya’da anadilinde eğitim olanağının bulunduğunu, ancak yeterli sayıda Adıge aydını olmaması nedeniyle tanınmış yasal bir  hakkın kullanılamadığını  vurgulamıştık.

Yaşam, gelişmeler  bizi doğruladı. Yugoslavya Adıgeleri, yıllar sonra, 1990'larda ilkokul birinci sınıftan başlatarak Adıgeceyi devlet (Sırp) okulunda okutmaya başladılar. Böylece asimilasyon sürecini  kesmiş oldular (Önceleri tamamı Adıge olan köy, Türkiye'ye göç sonucu, 25 hanesi Çerkes ve 375  hanesi de Arnavut  olan bir köye dönüşmüştü. Arnavutlar Çerkesçe okutulmasına izin vermediler. Sırpların izin vermeleri üzerine 2 km mesafedeki komşu Sırp köyü okulunda Çerkesçe eğitim başlatıldı. Yugoslavya/ Kosova  Adıgeleri, bu sayede, 1 Ağustos 1998'de toplu halde Adıge Cumhuriyeti'ne kesin dönüş yaptıklarında,  çocuklar Adıgece konuşmayı ve yazmayı başarmış durumdaydılar. Bu nedenle de sınıf kaybına uğramadan Adıgey okullarında denk sınıflara yazılmış, eğitime ayak uydurmuşlardı).

 

Türkiye, Suriye ve Ürdün Adıgeleri ise, halen demokratik haklara (eşitliğe) kavuşmuş değiller. Türkiye'de ırkçı geçmiş aşılmaya çalışılıyor.

***

 

Kafkasya Kültürel Dergi (Dergi), ilk başlarda Basın İlan Kurumu’ndan (BİK) reklam alıyor, bu parasal katkıyla yayınını sürdürüyordu. Daha sonra BİK yardımı kesildi, dergi zor durumda kaldı. Nitekim  39- 42 sayıyı (244 sayfa) aramızda para toplayarak yayınlamıştık (Çünkü gericilerin iddia ettkleri para, bir türlü  'Rusya’dan gelmemişti'…).

 

Daha sonra Jebağı Baj’ın “Çerkesya’da Sosyal Yaşayış- Adetler” kitabının yayını konusunda İzzet Aydemir ile Yaşar Bağ ve Nihai Özbek arasında anlaşmazlık çıkmış, bu ikisi Dergi’den kopmuştu. Aydemir kitabı yayınlayacağını söylemiş, ötekilerse kurulmasını öngördükleri  bir yayın kooperatfi yoluyla kitabın  yayınlanmasını istemişlerdi. Bu konuda daha geniş bilgi internetten öğrenilebilir.

İzzdet Aydemir 1977 yılında emekli olup Düzce’ye yerleşti. Bu arada banka kredisi ile bir araba satın almıştı. Arabanın  taksitlerini ödemek için, herhalde ‘Rusya’dan para gelmemiş olacak ki’, uzunca bir süre, yıllarca  Düzce’de, gece gündüz demeden  taksicilik yapmış, köylere müşteri taşıyıp durmuş, böylece borcunu ödemiş, bu arada Şapsığkoy’da (Bostanyeri ya da Arapçiftliği köyünde)  bir de konut  inşa ettirmişti. O zamana değin kiralık evde kalmıştı.

Bir Çerkes aydınının, yazarının yaşamının  bir kesiti de budur: Taksi şoförlüğü.

Bir de milyonlar kazanan Türk gazete yazarlarına, gericilere  bir bakmalı...

Dedikoducular yanında Sayın Aydemir’in kuşkusuz sağlam dostları da vardı.

 

Daha sonra Aydemir ailesine saygıdeğer eşi Sümer ablanın babasından hatırlı bir miras kaldı. Böylece aile  nefes almış oldu.

***

 

İzzet Aydemir 1988’de “Göç” (Çerkes Sürgünü) kitabını, 1991’de de “Muhaceretteki Çerkes Aydınları” kitabını yayınladı. Yani, henüz soykırım ve sürgün sözcükleri yok. Daha önce  Kabardey/ Adıge yazarı Şorten Askerbi’nin  “Kazanuko Jabağı” kitabını Afeşıj Emin’in çevirisiyle yayınlamıştı. Bunlardan başka “Kafkas Hikâyeleri Antolojisi” adlı çeviri derlemeyi de yayınlamıştı.

 

Aydemir’in dost çevresi genişti, Adıgelerin anayurtta toplanmaları gereğini savunuyordu. Suriye ve Ürdün’e gittiği gibi, darbe ve sıkıyönetim dönemlerinde Sovyet kapısı kapandığında, Suriye ve Ürdün’deki  tanıdıkları aracılığı ile Çerkesçe kitap ve yayınları oralardan getirtiyor, bize veriyordu. Arap ülkelerinin Rusya ile ilişkileri daha dostane idi.

Aydemir, Sovyetler döneminde Kabardey- Balkar'ı görmüş, olumsuz  izlenimlerle geri dönmüştü.  Eleştirileri sayesinde olmalı, kadınların durumu olsun biraz  düzeltilmişti. Aydemir, Sovyet  Kabardey'inde sömürge tipi bir yaşamla karşılaştığını söylemişti.

Aydemir’in Ankara Emek Mahallesindeki evi bir dergâh gibiydi. Her yöreden, dış ülkelerden gelen Çerkesler sık sık orada buluşuyor, Aydemirler de onlara ev sahipliği yapıyorlardı. Konukseverlik konusunda, özellikle Sümer ablanın emeği gözardı edilemez. Orası, Aydemir'in Dergi ve Ankara Kuzey Kafkasya Derneği bağlantıları yanında, bir tanışma ve birleştirici bağ olma işlevini görüyordu.

***

 

Aydemir, Sovyetlerin dağılması sonrasında  bir daire satın alıp Kabardey- Balkar'ın merkezi Nalçik’e yerleşmişti. "Niçin Maykop'a  değil de Nalçik'e?" diye sorduğumda, "Maykop'ta ev bulamadım, ayrıca Koç'as (küçük oğlu Canberk'i öyle çağırırdı) Nalçik'te" demişti. Kendi ve eşi rahatsızdı. Yaz mevsimini geçirmek üzere Nalçik’ten Düzce Şapsığkoy'a (Arapçiftliği köyüne) gelmişti. Bana “Kışa Nalçik’e dönerim, buradaki evimi odun ve kömürle ısıtmak sorun, artık zor geliyor, ikimiz de yaşlandık, çocuklar dışarıda, eksik olmasın baldız bitişikte  ev yaptı, bize yardımcı oluyor” demişti.

 

2005 yılı Ocak ayında eniştemin vefatı üzerine Bandırma'dan Düzce’ye, köyüme gitmiştim. Cenazenin ertesi günü sabahleyin  İzzet Aydemir’e uğramayı düşünürken,  cami   hoporlöründen İzzet abinin vefat haberini duydum. Son derece üzüldüm. Sümer abla da çok geçmeden, ameliyat sonrası enfeksiyon kapması sonucu vakitsiz vefat etti.

İzzet Aydemir, kıt olanaklar içinde iki oğlan çocuğunu büyütmeyi, okutmayı ve düğünlerini yapmayı başarmıştı. Torunlarını görme mutluluğuna da erişmişti.

 

12 Ocak 2013 Cumartesi günü akşamı, saat 20.00'den saat 23'00 değin, İstanbul Bağlarbaşı Kafkas Derneğimizde geniş katılımlı İzzet Aydemir'i anma gecesi yapıldı.  Geceyi dernek yönetimi ile birlikte, İzzet Aydemir'in küçük gelini ve torunları düzenlemişti. Gecede birçok kişi söz aldı. Yakın dostları, Maykop'tan gelen  Çetav İbrahim, büyük oğlu Beçhan ve ben anılarımızı anlattık ve sorulan soruları da yanıtladık. Gelini bir slayt gösterisi hazırlamış, anayurttaki Aydemir dostlarının görüşlerini  filme alıp sunmuştur. 

Bu vesileyle kendisine ve saygıdeğer eşi Sümer ablaya Allah’tan rahmet diler, anılarının bizlere, özellikle gençlere rehber olmasını  dilerim. Toprakları bol olsun, nur içinde yatsınlar...