adigehaber
  Ana dilinde Eğitim mi?- 2
 

 

 

Ana dilinde Eğitim mi?- 2

Bir önceki makalemizde anadili eğitimi konusuna değinmiş, bir uygulama örneği olarak, Romanya’daki azınlık dillerinden söz etmiştik. Romanya’da, sayıya bakılmaksızın, her dil, anayasal düzeyde   azınlık dili (minority language) olarak  tanınıyor, herhangi bir yerde yüzde 20 oranında konuşulan bir dil de, resmi dil statüsü alıyor. Bu örnekten gidersek, Türkiye’de birçok ilde (İstanbul, Ankara, İzmir, Düzce, Sakarya, Samsun, Sinop, Amasya, Tokat, Çorum, Kayseri, Adana, Osmaniye, K. Maraş, Balıkesir, Çanakkale, Manisa, Aydın, Konya, vb)  Çerkeslerin ve Kafkasya kökenli bir nüfusun ve diğer dillerde konuşan insanların yaşamakta olduğunu söylememiz  gerekecektir.

Türkiye, temelinde azınlıktaki Sünni Türk nüfusa dayalı olarak kuruldu. Sünni Kafkasyalılar ve Balkanlıların eklemlenmesiyle  azınlıktaki Sünni Türk nüfusu çoğunluk haline geldi. Şimdi bu yapay çoğunluğun korunması ve pekiştirilmesi politikası sürdürülüyor. Feodal ve Sünni Kürtlerin bir bölümü ile Aleviler bu denklemin içine alınmadılar. Yavuz'dan bu yana Aleviler sakıncalı görülmüşler.

Şimdi, denklem dışı bu grupların (Kürt, Alevi, Çingene ve Gayrimüslim) eşitlik talebi var. Kafkasyalılar ise entegre edilmiş ve büyük çapta Türkleştirilmiş durumdalar.

***

Haklar belli bir  nüfusla sınırlanamaz,  her halka eşit haklar tanınmalı, dahası sürekli ezilmiş ve asimilasyon cendresinden geçirilmiş olan azınlıklar için  pozitif ayrımcılık uygulanmalı. Demokrasi bunu gerektirir.

Demokrasinin bir  olmazsa olmaz koşulu budur.

Burada başka bir incelik de var: Romanya’daki azınlıkların gerisinde, kendi güçlü etnik ulus devlet destekleri de var. Örneğin, Türk ve Tatarların gerisinde Türkiye, Macarların gerisinde de Macaristan var. Yüzlerce tv kanalı ve radyo, o ve benzeri dillerde 24 saat kesintisiz yayın yapıyor. Buna karşılık Çerkeslerin ve Kuzey Kafkasya halklarının arkasında  herhangi bir ciddi    destek var mıdır?  Kafkaslılar için sadece  bir Gürcü desteği söz konusu olabilir, o da sınırlı ve cılız bir güç.

Bir de Balkan devletleri, Araplar ve Kürtler var, onlar da kendi soydaşları için destek sağlayabilirler.

***

Derneklerimiz yönetimleri, çoğunlukla edilgen ve  politika ‘dışı’  ellerde. Bilgi ve bilinç düzeyi düşük. Parlak zekâlar maalesef devşiriliyor, içimizden alınıyor. Av konumundayız. Vasatlar ya da beyinsizler ile ne yapabiliriz ki…26 Ağustos 2012 Pazar akşamı Tek  Rumeli Tv’de bir söyleşi vardı,  çarpıcı bir örnek: Balkan Savaşlarının 100. yılı konulu bir oturum ya da söyleşi sözkonusuydu. İki genç akademisyen, parlak zekâ konuşuyor, bilgi veriyor, ebleh değiller. Biri bir ara ve özetle şöyle dedi: “1864  Çerkes Sürgünün yapıldığı yıl. Gürcistan bunu Soykırım olarak tanıdı. Biz de Çerkes Sürgünü konulu bir sempozyum düzenledik. Ancak hiçbir Kafkas Dernek ve kuruluşundan destek ve ilgi  görmedik” diyor. Moderatör  de “Hep öyle oluyor. Eğlence programı yapsaydınız , ilgi görürdünüz” diyor bizleri taşlarcasına.

Kabardey, 1869 yılı öncesinde içine hapsolmuş, beyleri Rus  işbirlikçisi ve Rus yönetiminde olan yarı feodal bir yöreydi, köleliği, diğer Adıgelerde olduğu gibi, iç dinamiği, yani bir köylü devrimiyle, Kabardey yöresi halkının kendisi değil, 1861 demokratik reform programı gereği, 1868- 1869’da kademeli olarak Rusya kaldırmıştı. Türkiye’deki Kabardeylerin çoğu ise, bu özgürleşme (feodalizmin tasfiyesi) dönemi öncesinde, 1860- 1862 yıllarında Türkiye’ye gelmişlerdi. Gelenler feodal geleneklere bağlıydılar, kimi bey (pşı), kimi beye bağlı köylü (tlxuqol'), kimi de toprak kölesiydi (pşıl'ı),  içe kapanıktılar ve köleliği bir süreliğine olsun  devam ettirdiler. Kölelik, zamanla  Osmanlı Devleti  tarafından kaldırılmıştır. Bu dışa kapalılık nedeniyle, Kabardey aydınları bile, benzeri Abhazlar gibi, kendi etnik çitleri içinde hapis kalmış, kendileri dışındakilerle pek ilgilenmemişlerdi. Bu ilgisizlik ve içe kapanıklık nedeniyle, kendileri dışındaki Adıgelere toptancı bir anlayışla  ‘Abzeh’ (Abzah) deyip geçebiliyorlardı. Bu da bilgi kirliliğine neden oluyordu. Çünkü eleştiri yoktu, bu nedenle tepki de olmuyordu. Bilimsel eleştiri ile dedikodu aynı şey değil.  Feodal zihniyet kolaycı ve aktarmacıdır, görüş tepeden geliyorsa zaten karşı çıkan olmaz. Örneğin, Rus lügatından alarak, özgün ‘vıbıh’ sözcüğü dururken, tıpkı Ruslar, Abhazlar ve Batılılar gibi   “ubıh” diyor, “Ubıhlar Abzehçe  konuşuyorlar” gibisine  yanlış bilgiler yayıyorlardı.

 

Bu türden feodal anlayışları henüz alt edebilmiş değiliz, izleri, kolaycı ve toptancı görüşler içimizde hâlâ canlı.

Örneğin, bir Kaffed yetkilisi Ankara’da bir tv programında konuk. Moderatör soruyor: “Çerkesler olarak anadilinde eğitim istiyorsunuz, birçok Çerkes dilinin  bulunduğu söyleniyor. Eğitimi  bu dillerden hangisinde yapmak istiyorsunuz?”

Buna bilimsel ve gerçekçi bir yanıt verilemiyor, tek bir Çerkes dili olduğu söylenmiyor. Sayın konuşmacı, tabir caizse  masaya dolu bir çorba kâsesi koyuyor: “Çerkes dilleri olarak Osetçe/ Asetince var, Adapazarı tarafında  Abhazca konuşulur, Kayseri- Uzunyayla’da Kabardey, Samsun tarafında Şapsığ, Düzce’de de Abzeh  konuşuluyor. O dillerde üniversitede kürsüler açılabilir” mealli konuşuyor. Konuşmacı, burnunun dibindeki  Düzce’de Şapsığ dışında bir Adıgece dili kalmadığını bile bilmiyor. İlgisiz.  Bunu  meraklı  bir Yahudiye  sorsan  daha doyurucu bir  yanıt alabilirdin.

Konuşmacı, Kabardey- feodal  içe kapanıklığının kurbanı olmalı, kabuğunu kıramıyor ve toplumu yanlış bilgilendiriyor…

Kuşkusuz bunu sadece Kabardey ya da Abhazlar yapmıyor, zaman zaman  hepimiz yapabiliyoruz. Çok ayıp. Amacım, birilerini suçlamak ya da karalamak değil, bir an önce gerçekçi ve bilgili olma, silkinme  gereğine işaret etmektir.

***

Adıgeler kendi içlerinde bölünmüşler, yeterli bilinçte de değiller, üstelik  her bir topluluk, nalıncı keseri gibi herşeyi kendine yontmak istiyor. Yalana da yeltenenler oluyor. Çok hatalı ve ayıp birşey yalan. Feodal zihniyet  bir türlü  yakamızı bırakmıyor.

Asetinlere ya da başkalarına karşı değiliz.

Her topluluğun, İran kökenli bir dilde konuşan Asetinlerin de kendi dillerinde  eğitim görme hakkı var, bunları da savunmalıyız, savunuyoruz. Ancak Asetince Çerkesçe, Abhazca da, Adıge- Çerkes  dili  kapsamına girmez. Kafkasya ve  akademik çevreler de öyle diyor.

Haklar birimiz için değil, hepimiz  için  gerekli. Ancak, istenmeden  hak verilmez, çoğumuz mücadele kaçkınıyız.  

Daha önce, sözünü ettiğim gibi, sadece Adıge- Çerkesler değil, Kuzey Kafkasya halklarının tamamı  da bölünmüş ve birbirinden uzaklaştırılmış durumda. Yazık olmuş.  

Kendini eleştirmeyen, gerektiğinde kendini yerden yere vurmayan hiçbir toplum ilerleyemez. Özeleştiri değil, pohpohlama ağır basıyor bizde, bu nedenle   durmadan geriliyoruz.

***

Avrupa Birliği ülkelerinde ve RF’de dillerin durumu

 

Avrupa konusunda tek bir örnek  ya da modelden söz edemeyiz. Ülkeler arası statü ve uygulama farklılıkları var. Federal ya da üniter olmak ikinci planda.

Genel uygulama, 10- 12  dolayında öğrenci istediğinde, her dil devlet okulunda seçmeli ders dili olarak okutulabiliyor. Bu ölçüt, en asgari düzeyde olanı ve  çözüm getirmiyor. Türkiye bunu, talep olursa (olacağı kuşkulu) daraltarak (5- 8 sınıflarla sınırlayarak) uygulayabileceğini söylüyor.

Anadilininin  daha kapsamlı okunduğu örnekler de  var: İspanya, Britanya, İtalya gibi. Özel okullarda anadili daha kapsamlı okutulabiliyor. Buralarda anadili okul öncesi eğitimden başlatılıyor, temel eğitim dili olarak uygulanıyor ve  eğitim üniversitede de devam ettirilebiliyor. Eğitim programı, esas olarak, azınlık yönetimi (yerel yönetimler) tarafından hazırlanıyor ve uygulanıyor. Alt yönetim belirleyici. Üst yönetimin (merkezin) rolü az. Halklara güven ve saygı var.

Rusya Federasyonu’nda durum bunun tam tersi, üst yönetim belirleyici, yerel yönetimlerin yetkileri çok az. Anadili, bazı okullarda, okul öncesinde ve okulda sınırlı olarak öğretiliyor. Eğitim programı, esas olarak Moskova’da, federal eğitim bakanlığı tarafından hazırlanıyor. Yerel yönetimlere çok az değişiklik/ rötüş yapma olanağı  bırakılıyor. Sözgelişi, yerel bakanlıklara, kentlerde 1- 2 saat, köylerde de haftalık 3- 5 saat olan anadili eğitim süresinin derslere dağıtılması  gibi düzenlemelerde yetkiler tanınabiliyor, ötesine izin verilmiyor. Yani 3 ders saati sürenin 1 ders saati dilbilgisi, 1 saati edebiyat, 1 saati de Adıge geleneği  (Adıge xabz) dersi olarak dağıtılabiliyor. Ama, anadili ders saati tutarını artırma, yani anadili ders süresini, 2 satten 3'e ya da 5 saatten 6'ya çıkarma gibi önemli yetkiler Moskova’ya ait.

Devletlerin bazıları azınlıktaki dilleri, genel resmi dil yanında, bölgesel resmi dil, ulusal dil, bölgesel dil, azınlık dili, vb gibi statüler altında tanıyorlar. O gibi ülkelerde  engellemeden çok destekleyici devlet  politikaları geçerli olabiliyor.

Buna karşılık Bulgaristan’da desteklemeden çok, örtülü bir engelleme politikası yürürlükte. Dinsizleştirmenin etkili olduğu  Bulgaristan’da aidiyet duygusu hayli  zayıfladığından, maddi çıkarlar önceliği oluşturuyor, sonuç olarak  öğrenci Türkçe dersleri gereksiz buluyor, Bulgarcayı seçiyor. Nitekim Bulgaristan'da Türkçe derslere ilgi azalmış bulunuyor. Bundan, sanırım Bulgaristan Türk nüfusunun bir çöküş, bir asimilasyon  süreci içine düşmüş  olduğu gibisine bir sonuç da çıkarabiliriz. Dinden uzaklaşmanın  yüksek boyutta olduğu  Kafkasya’da da ciddi bir asimilasyon süreci yaşanıyor. Rus ile diğerleri arasındaki farklılıklar, dinsizleşmiş olma  sonucu azalıyor.

İsrail, Türkiye ve Arap ülkelerinde durum farklıdır. İlkinde din, asimilasyonu teşvik etmiyor, çünkü Müslüman- Musevi  farklılığı var, ikincisinde din ve mezhep birliği/ kardeşliği var, kardeşlik büyük biradere yarıyor ve asimilasyonu  hızlandırıyor.

Üstüne üstlük, Türkiye’de azınlık dilleri konusundaki baskı, herhangi bir yeryüzü ülkesindekinden çok daha fazla. Bu da, faşizmin  tarihsel köklerinin  derinlerde ve hâlâ canlı olduğunu belli ediyor.

***

Avrupa’da yerel dillere çok daha fazla haklar tanınıyor, destek ve  uygulama olanağı sağlanıyor. Temel eğitim (edebiyat, tarih, coğrafya, biyoloji, fizik, kimya, matematik ve geometri gibi dersler de) anadilinde verilebiliyor.

Örnek verecek olursak, İtalya’da, İtalyanca dışında 11 dil, resmi ya da bölgesel dil statüleriyle tanınmış durumda. İspanya’da 5 dil (Asturian, Bask, Galiç, Katalan, Oksitan); İsveç’te 7 dil, Britanya’da 10 dil, Avusturya’da 6 dil, Almaya’da da 6 dil tanınmış durumda. Listeyi uzatabiliriz. Bunlara göçmen- işçi dilleri dahil değil. Göçmen dilleri de eğitimde kullanılabiliyor ve bazı haklardan yararlanıyor. Dil sayısına  çoğunluktaki devlet dillerini katmıyoruz.

Romanya’dan söz etmiştik. Burada Romence dışında 19 dil daha tanınmış durumda.

Bizdeki milliyetçilerin iddialarının aksine bu ülkelerde bir bölünme korkusu  yaşanmıyor. Üstüne üstlük, oralarda bölünmeyi ya da bağımsız devlet kurmayı istemek ya da savunmak   suç değil. Suç olanı, şiddeti savunmaktır.

***

Dillerin kullanılma durumu

 

Kendi haline bırakıldığında, küreselleşme sürecinde az nüfuslu diller yaşayamazlar, küreselleşme onlara  ilgiyi azaltıyor. Türkiye, Çin, Rusya ve Bulgaristan gibi ülkelerde de bunu görüyoruz. Daha önce Britanya’da (İngiltere) da benzeri bir gelişme, asimilasyon süreci yaşanmıştı. Örneğin, Cornish ve Manx dilleri yok olmanın eşiğine gelmiş ya da bitmiş gibiydiler. İskoçlar arasında İskoçça konuşanların  oranı yüzde 2’ye düşmüştü. İskoçça izole (dış teması kısıtlı) bir kaç küçük İskoç  adasında tutunabilmişti. İskoç Özerk Yönetiminin desteği sayesinde İskoçça konuşanların oranı 5,5 milyon nüfus içinde, son 30 yılda  % 30’u bulmuş ve aşmış durumda (İskoçça konuşanlar 100 binden 1,5 milyon üzerine çıkmış, nüfusun % 85’i de İskoççayı az çok anlar olmuş). Anadilinde verilecek ders saati süresi konusunda yerel yönetimin ağırlığı var.

İspanya’da da olumlu bir gelişme var. Örneğin, Baskça konuşanların oranı, 40 yıl önce, nüfusun dörtte birinden az iken, şimdi çoğunluğa ulaşmış, genç nüfusun neredeyse tamamı Baskça konuşmaya başlamış. Baskça hayata iade edilmiş. Büyük bir başarıdır bu. Devleti olduğu için ölü İbranice de İsrail’de diriltilebilmiş. İbranice ibadet dili olarak sinagoglarda kullanılıyordu.

Bütün bunlar devlet gücünün belirleyici güç olduğunu belli ediyor.

Buna karşılık İrlanda’da İrlanda dilinin İngilizce karşısında, eşit ya da  birinci dil konumuna geçemediğini görüyoruz. Tarihsel İrlanda- İngiliz çekişmesi,  İrlandalıların İngilizlerden farklılığı, dilden çok, Katolik olmalarına dayanıyordu. İrlanda'da din öne geçmiş durumda.

Genel gelişme, ekonomik gücü ve egemenliği olan azınlıkların dillerinin canlandığı yönünde. Örneğin, İskoçya petrol sayesinde zenginleştiği gibi, Bask Bölgesi de İspanya’nın en zengin yöresi. Bu nedenle dil  ve kültür işlerine  bol para ayırabiliyorlar. Merkezin baskısı kalmamış ya da çok azalmış, görünmez gibi olmuş. Büyük kitle destekleri söz konusu. Basklar ve Katalanlar dillerine sahip çıkıyorlar. Ya bizimkiler? O ülkeler demokrasinin geliştiği yerler. Kafkasya’da ise durum tam tersi, demokrasi değil, bir tür sömürge yönetimi, otoriter bir politika yürürlükte..

 Britanya’da resmi hizmetlerde etnik bileşim dikkate alınıyor, sözgelişi bir şehirde nüfusun % 20’si Afrikalı veya Müslüman ise, o şehir polisinin % 20’si de Afrikalı ya da Müslüman oluyor. Irkçılık geçmişte kalmış. Bir denge yaratılarak, etnik baskı ve çatışmaların önü alınıyor.

Türkiye’de Hıristiyanlar, Çingeneler ve Aleviler için bir denge durumu var mı? Sözgelişi Heybeliada Rum Ortodoks Ruhban Okulu’nun açılmasına ya da Alevi Cemevlerine izin ve eşit haklar tanınıyor mu? Bu gruplardan kişiler bürokrasiye oranları  ölçüsünde alınıyorlar mı?..

Konuya dindarlık açısından yaklaştığımızda, farklı dinden ve dindar olan İsrail Çerkesleri dil ve kültürlerini koruyorlar, ama aynı dinden olan Türkiye ve Arap ülkeleri Çerkesleri ve  diğer Müslüman azınlıklar dil ve kültürlerini koruyamıyor, yozlaşıyor ve asimile oluyorlar.

Buna karşılık ateist eğitimden geçmiş ve hayli sekülerleşmiş olan Rusya ve Bulgaristan Müslümanları, tabii bu arada Rusya Çerkesleri de, dil ve kültürlerinden bir kopuş sürecini yaşıyorlar. Bu yerlerdeki Müslümanlar, en yoksul (aşağılanan) kesimi oluşturuyorlar. Sözgelişi, Moskova ve St. Petersburg gibi gelişmiş bölgelerde bir firmada sekreter maaşı ayda bin  dolardan aşağı değilken, Kuzey Kafkasya’da profesör maaşı 250, öğretmen aylığı da 200 dolara düşebiliyor.

Sanayileşmeme, petrol ve doğal gaz geliri olmaması, ekonominin tarım ve hayvancılığa dayanması, sonuçta gelir düzeyinin düşük olması sonucunu getiriyor, Moskova'yı dengeleyecek bir ekonomik güç oluşturulmasına izin tanımıyor, bölgeler arası denge, giderek, ulusal yöreler aleyhine daha da bozuluyor.

Çin’de de aynı sorun yaşanıyor. Burada Sovyetler dönemini andıran bir kolonizasyon süreci yaşanıyor. Bir Müslüman bölge olan Sincan- Uygur Özerk Bölgesi’ne, Pekin yönetimi tarafından, çoğunluğu oluşturacak biçimde Budist kültüre bağlı Çinli (Han) nüfusun taşınarak  yerleştirildiği ve o yolla, yerli halk, yani Müslümanlar  üzerinde  sert bir politik baskı kurulduğu görülüyor.

***

Okul eğitimi

 

Azınlık dillerinin okullarda okutulma durumu da farklılık gösteriyor. Örneğin, İsrail’de 5- 8 sınıflarda anadilinin haftada 2-3 saat okutulduğu söyleniyor. Yetersiz. Karşılaştığım İsrailli bir ortaokul öğrencisi mükemmel Çerkesçe konuşuyor, ama Çerkesçe bir yazıyı kekeleyerek yani okumayı yeni söken biri  gibi zar zor okuyordu. Ancak, çocuk Çerkesçeyi bebekliğinden öğrendiği için bu eksiklik, dışarıdan  pek fark edilemiyordu.

Eksiklik, şimdi Kafkasya’da da göze çarpmaya başlamıştır. Biz bu yıkımı 40 yıl önce yaşamıştık.

Ekonomik gelişmişliği daha geri  ve köylü bir tarım bölgesi olan Kabardey’de ve Karaçay- Çerkes’te dil daha yaygın biçimde konuşulurken, daha batıdaki ve nisbeten daha gelişmiş, ama dağınık birer nüfus  olan Adıgey ile Şapsığ’da dilden uzaklaşma daha büyük ölçekte. Ancak yanıltmamalı. Koşulları oluştuğunda, geri/ yoksul nüfus, daha çabuk ve toptan asimile de olabiliyor. Türkiye, Mısır  ve Ürdün bunun örneği.

Ayrıca, Türkiye’de sıradan/ geri nüfusun dil diye  bir sorunu kalmış mıdır? Asimilasyona koşuyor, gönüllü  havluyu atmışlar gibiler...

Bu yaz  Maykop’tan bir ortaokul öğrencisi ile karşılaştım. “Haftada 2 saat Rusça üzerinden Adıge edebiyatı dersi okuyoruz. Rus öğrenciler de okuyorlar ama hiçbiri Çerkesçe öğrenemiyor ve konuşamıyor”, dedi.

Şehirde sınıfına göre haftada 1- 2 saat olan anadili ya da edebiyat dersi eğitimi köy okullarında  3- 5 saat arasında değişiyor.  Köyde ders Çerkesçe olarak işlenebiliyor, şehirde ise Rusça.

Üstelik anadili seçimlik dil. Öğrenci, isterse ve o okulda Rus sınıfı da varsa, Adıgeceyi okumayabiliyor. Kent okullarında Çerkesçeden kaçma olanağı var.

Bu uygulama Rusya'da, Rusça dışındaki tüm diller için de geçerli.

***

İsviçre’de durum

 

                                                                Graubünden Kantonu'nda dil bölgeleri

 

İsviçre 26 kantondan (eyalet) oluşma bir federal devlet. 4 resmi dili var: Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanşça. 22 kantonda tek dil (17 kantonda Almanca,4 kantonda Fransızca, 1 kantonda da İtalyanca), 3 kantonda Almanca ve fransızca, bir  kantonda da (Graubünden) üç resmi dil var:  Almanca, Romanşça ve İtalyanca. İsviçre’de öğrenci kendi kantonun ya da kendi belediyesinin/ bucağının (Gemeinde) resmi dilini ve ikinci bir İsviçre dilini okumak zorunda.

İsviçre’de yerel yönetimler olan ve egemenlik hakları bulunan  Kantonlar  kendi içlerinde Gemeinde denen özerk bucak ya da belediyelere ayrılıyorlar.

                                          İsviçre'de dil bölgeleri

(Merkezde pembe- Almanca; batıda gri- Fransızca; en güneyde yeşil- İtalyanca; yine güneyde beyaz- Romanşça)

      

 

 

Biz şimdilik üç resmi dili olan Graubünden Kantonu’dan söz edeceğiz: Kanton 193 bin nüfuslu (2010) ve üç dil konuşuluyor-  Almanca (% 68), Romanşça (% 15) ve İtalyanca (% 10).

Almanca kantonun çoğunda ve merkezi yerlerde, Romanşça kantonun batısında ve doğusunda, daha az  olarak da birkaç merkezi güney kesimde, İtalyanca da, en güneyde, İtalya sınırında  konuşuluyor.

Kantonun % 47 kadarı Katolik, yüzde 41’i de Protestan. İsviçre’de dil gibi, din de önemli, tarihsel köklere dayalı. Hiçbir kanton kendi dil ve din dengesinin bozulmasına izin vermez. Örneğin, Zürich Kantonu Meclisi, 450 bin Katolik işçiden gelen, Zürih kentinde bir Katolik Katedrali (Büyük Kilise) kurulması talebini, "Kantonun Protestan gelenekleri temelinde kurulduğu ve Katedral kurulmasının, Zürich Kantonu'nun bu özelliğini bozacağı" gerekçesiyle geri çevirmiştir.

Graubünden Kantonu'nda Grisons Romanş bölümünde geleneksel olarak  Romanşçanın konuşulma oranları (mavi renkler Romanşçanın  en yüksek oranda konuşulduğu yerleri gösteriyor).

 

Graubünden Kantonu’nun Grisons denen güney kesiminde 4  tip okul  var: 1. Romanş okulu (çoğunluk), 2- İki dilde, Romanş- Alman okulu, 3- Alman okulu, Romanşça bölümü de var, 4- Alman okulu.

Romanş okulu Romanşça eğitim verir, Almanca da bir ders olarak okunur.

Alman okulu öğrencisi, istemezse Romanşça okumayabilir, ama Almanca yanında, diğer bir İsviçre dilini, yani İtalyanca ya da Fransızca dillerinden birini (o okulda konan dili)  okumak zorunda. Bu bir yasal/ federal yasal zorunluluk.

Kantonda 82  Romanş okulu var, karma okullar, Romanşça sınıfı da olan Alman okulları, bu 82 sayısına dahil değil. Romanşça dışında, diğer üç İsviçre dilinden biri de (çoğunlukla Almanca oluyor)  zorunlu olarak okutuluyor. Kantonun Romanşça konuşan nüfusu ise 30 binden bile az, yani Düzce'deki Adıge sayısından da daha az.

Her kanton gibi, her Gemeinde de (belediye) kendi eğitim dilini ve müfredatını kendi hazırlama ve uygulama yetkisine sahip. Özelliği varsa, Kanton merkezi o belediye kararına  karışmaz, toplulukların ve belediyelerin  özerklikleri var. Tabii kanton anayasası ile federal anayasaya uygunluk da aranır.

Grisons'da Romanşça eğitim (mavi renkler  Romanşça temel eğitimin yaygın olarak uygulandığı yerleri gösteriyor).

 

***

Sonuç

Türkiye'de uygulanacağı söylenen seçmeli ders öğretimi projesi, demokratik bir ön adım olma dışında, fazla önemde olamaz, bir çözüm de getiremez. Zayıf bir öneri, ciddi bir  arka planı da yok. Yasak savma kabilinden sayılabilir. Bu nedenle ciddiye alınamaz. Anadilini 5. sınıftan değil, okul öncesinden başlatarak öğretmek ve düzenlemeyi yerel/ etnik idarelere bırakmak gerekir. Üst yönetim, ne diye dillere karışacakmış? Çok yanlış bir anlayış...Üst yönetim genel demokratik ilkeleri belirler, gerisini ilgili yerel birimlere bırakır. Kürtçe, Arapça ve Zazaca dışındaki diller, çocuklar ve çoğu ana babalar tarafından  bile artık konuşulmayan, terk edilmiş ya da konuşanları sindirilmiş  olan  diller. Devletin öldürdüğü bu dilleri yeniden canlandırma gibi ciddi bir politakası olabilir mi? Buna inanmak kolay olmaz. Hangi dağda kurt ölmüş...

Kendi kendimizi kandırmayalım, tek kelime Çerkesçe bilmeyen ve 10- 12 yaşına gelmiş bir öğrenciye, haftada 2 ders saati ile hiçbir dil öğretilemez. Devlet, 6- 8 saat ayırarak  İngilizceyi bile öğretemiyor. Çünkü Türkçe dışında bir dili öğretmek istemiyor. Bunun için yeterli para ayırmıyor ve öğretici yetiştirmiyor. Türkleştirme politikası yabancı dil öğretmemeyi de gerektiriyor. Bu politikadan vazgeçilmiş değil. Karşımızda, İngilizceyi bile, gerekli ve zorunlu işler dışında öğretmeyen bir Türkçü/ Sünni  yönetim söz konusu, Adıgece ve diğer küçük dilleri öğretmek isterler mi hiç?..

Küçük dilleri öğretmek  için karar alıcı ve uygulayıcı etkili mekanizmaların oluşturulması ve   harekete geçirilmesi gerekir. Gözlemlerimiz, toplumun/ yurttaşların, devletin üst yönetiminden gelen uygulamalara genellikle karşı çıkmadığı yönünde. İşin olumlu yönü bu olabilir.

Yetki verici  mekanizmaların kurulacağı umudunu ise, kimse kusuruma bakmasın, taşıyamıyorum.

Yanılan biz olalım.

 

 

 

 
  Bugün 3 ziyaretçi (3 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol