adigehaber
  Kurban Bayramı Öncesi Birkaç Söz
 

Kurban Bayramı Öncesi Birkaç Söz

 

 

 

 

 

Murat Özden Habraçu yakından tanıdığım, sevdiğim biri, bir kardeşimiz. 1976’dan beri tanışırız. Ayrıca okulumda İngilizce dersleri de vermişti. Hapae Erhan da öyle, eski Maocudur, grupçu idi, şimdi Taymez Yusuf gibi o da burjuva olmuş deniyor, ikisini de severim. İstanbul Bağlarbaşı Kafkas Derneği’nden tanırım. Bu arkadaşların, sanırım şöyle bir algılamaları var: Türk akademisyenler ile Çerkes aydınları olarak ilişkilerimizi geliştirirsek bilgilenir, güç kazanır ve daha etkili bir konuma geliriz.

 

Samimi oldukları kuşkusuz ama yanlış. Hataları kendi grupları, dahası grup şeflerinin dediklerinin dışına çıkmamaları. Kendileri gibi düşünmeyenlerden ve farklı görüş sahiplerinden uzak durmaları, onları dışlamalarıydı. Şimdilerde MHP’nin HDP’ye yaptığı gibi.

 

Bu arkadaşlar Türk akademisyenlerin, bunların bir çoğunun birer ortaokul öğretmeni düzeyinde ve yazdıklarının çoğunca aşırma (intihal) olduğunu, düşünce üreten Batılı akademisyenlerle bir tutulamayacaklarını unutuyor olmalılar.

 

Bu bakımdan başkasından önce kendimiz olmalıyız.

 

“Ne kadar ekmek o kadar köfte” diye bir söz var. Sen bir şey vermezsen bir şey de alamazsın. En başta kendi özgücüne, kendi fikir dağarcığına dayanacaksın.

 

***

 

12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra, sivil döneme adım atılmasıyla birlikte, eski Maocu Adıge, Maocu Abaza-Abhaz ve dönüşçü fikirler yeniden boy vermiş, bunların ittifakı sonucu İstanbul Kafkas Derneği yönetimi onların eline geçmişti. Her üçü de grupçu ve dışlayıcı idi, o sıralar dernekle ilgilenemiyordum, başka uğraşlarım vardı. Dönüşçüler dış illerden derneğe üye yazılmış, aidatları tek elden yatırılmış, seçim günü Ankara, İzmir, Samsun, vb yerlerden topluca gelmiş ve Maocularla ittifak ederek yönetimi paylaşmışlardı. Tabiî aralarında Murat Özden yoktu, hapiste yatıyor olabilirdi.

 

Bu arkadaşlar, Çerkes sorununun ne olduğunu pek bilmiyor, kolay şey sanıyor olmalıydılar. Katı ve sekter kişiler idiler. Çerkes sorununu öğrenmek için Murat Belge ve İlber Ortaylı gibi akademisyenlere konferanslar verdirmeyi ya da söyleşi/sohbet toplantıları düzenlemeyi öneriyorlardı. Sözün kısası muhabbet yapacak, havanda su döveceklerdi. Sözünü ettiği kişiler kendi alanlarında değerli olabilirlerdi, ayrıca Sayın Belge’nin bir tarafı da Çerkes’ti. Ancak amaç ve uğraşıları farklıydı. Çerkes diye bir dertleri de yoktu. Karşı çıkmıştım, tabiî bana çok kızmışlardı.

 

Bildiğim kadarıyla Murat Belge’yi çağırdılar, Ediz Hun ile de söyleşi yaptılar…

 

Ediz Hun, Murat Özden’in deyişiyle İstanbul Çerkes sosyete kadınlarını yığın halinde Bağlarbaşı derneğinde toplamayı başarmıştı. Meğer ne kadar da çok şöhrete aç kadınımız varmış…

 

Bu arkadaşların ve birçoğumuzun farkında olmadığı bir gerçek var. Sen kendin bir şeyler yapmıyor, kendi davanı bilmiyorsan, başkalarının yardımıyla bir yerlere varamazsın. Varsan da eksikli kalabilir ya da sakatlı olabilir.

 

Ankara Hukuk’ta bir hocamız ara sıra ilginç tekerlemeler yapardı. Bir defasında şöyle demişti: “90 yaşındaki kişi komşu yardımıyla baba olabilir”…

 

Başkalarını dikkate almalı, dostluklar kurmalıyız ama sakalı kaptırmamalı, 90 yaşındaki adamın durumuna düşmemeliyiz.

 

***

 

Önceleri rahmetli General İsmail Berkok’un “Tarihte Kafkasya”sı (1954) dışında ortaya bir şey koyamamıştık. Berkok kitabında Kırım Savaşı’na ilişkin özetle şöyle diyordu: Kırım Savaşı, bir fırsattı, düşmanı yurttan atmak için derhal harekete geçmek gerekmez miydi?..”İşte Kafkaslıların büyük kusur ve zaafları buradadır!” (1).

 

Harekete geçmek gerekirdi ama nasıl? Buna gücümüz yeter miydi?..

 

Harp Okulu’nda taktik (tabiye) dersi vermiş bir generalin Kırım Savaşı’na ilişkin algılaması böyleydi. Olayın özünü kavrayamamış, Türk hamasetine, algılamasına o da aldanmış olmalıydı. Kuşkusuz kusur ve eksikliklerimiz vardır.

 

Bunun bir varyantını akademisyen Mümtaz’er Türköne’den de dinlemiştim. Bizi, Oğuz Berk, Uzunyayla.com’un Ankara’daki ödül töreninde tanıştırmıştı. Türköne’nin iyi niyetli olduğu kuşkusuzdu ve şöyle demişti: “Galiba Osmanlı Devleti Paris Konferansı’nda Çerkesleri yeterince savunmamış…”

 

Görüldüğü gibi, Çerkes Ethem için iade-i itibar isteyen Türköne’nin Kırım Savaşı’na ve Çerkeslere ilişkin bilgileri öze inemiyor, yüzeysel kalıyordu.

 

Türk aydınları çoğunlukla böyle, analiz yeteneği gelişmemiş kişiler. Birbirini tekrar eder durur, çünkü özgürlük ve eleştiri gelişmemiş. Elbette değerli olanları da var, ama çok nadir, kalite özgürlük ortamında belirir ve çoğalır, faşist ortamda değil.

 

Şaşmamak gerekir, Çerkes sorunu, bir ilgi alanı değilse, yabancı akademisyenler bilmeyebilirler. Endülüs Müslümanları sorununu bilen kaç kişimiz var? Çünkü aslî sorunumuz değil.

 

“Kırım Savaşı konusunda, Osmanlı Devleti, bırakın Çerkesleri, kendini bile savunacak konumda değildi. Yenilmişti, müttefikleri sayesinde durumu kurtarmaya bakıyordu dedim” ve Müttefikler için Çerkesler önemsiz, feda edilebilir bir topluluk idiler, dedim.

 

Müttefikler, eğer isteselerdi, Osmanlıların yenilmiş olmalarına rağmen Paris Antlaşması’na madde koydurur, Rusya’nın Çerkesleri imha etmelerinin önünü alabilirlerdi. Özerkliği bile kabul ettirebilirlerdi. Ama Müttefiklerin umurunda değildik. Onlar alacaklarını almışlardı.

 

Tabiî her şey bu kadar basit değil; Müttefikler soykırım ve sürgünü öngörememiş olmalılar, bunun daha başka nedenleri de vardır, kötü şans dediğimiz gibi. 1855’te savaşı inatla sürdüren reform karşıtı Rus çarı Nikola ölmüş, yerine oğlu II. Aleksandr  geçmiş, ateşkes istemişti.

 

Nikola’nın son günlerinde İngilizler nihayet Çerkesya kıyılarına asker çıkarmış şimdiki Krasnodar’a doğru Rusları geri püskürtmüşlerdi. Nikola biraz daha yaşasaydı durum daha farklı sonuçlanabilirdi.

 

II.Aleksandr ‘reform’ yanlısıydı

 

Kırım yenilgisi, bir idarî ve sosyal reform yapılmadığı takdirde Rusya’nın ayakta kalamayacağını belli etmişti. Rus teknolojisi zayıf ve eskiydi, cesurca direnmelerine karşın Rus birlikleri, daha üstün bir teknolojinin silahlarını kullanan Müttefiklerin karşısında yenilmişlerdi.

 

 II. Aleksandr, Rusya’nın çıkarı için reform yapılması gerektiğini kavradı ve reform çalışmalarını hızlandırdı, bu konuda Çerkasski gibi Kabardey asıllı generallerinden de görüş alıyordu. Çerkasski burjuva reformunun fikir babalarından biriydi. Sonunda 1861’de Rusya’da serflik (toprağa bağlı kölelik) kaldırıldı. Ancak serflerin üzerinde üretim yaptığı topraklar feodal beylerin (çiftlik sahiplerinin) mülkiyetinde kaldı.

 

Milyonlarca Rus köylüsü şeklen özgürleşmişti ama toprağa kavuşamamıştı; çıkış yolu olarak köylünün karşısında şu üç alternatif bulunuyordu: 1) Çiftlik sahiplerinin toprağında işçi/yarıcı olarak çalışmak, 2) Ele geçirilen ya da geçirilecek topraklara göç etmek ve oralarda toprak sahibi olmak, 3) Kentlere göç etmek.

 

Sanayi gelişmediği ve iş bulma olanağı çok kısıtlı olduğu için kente göç edilemezdi. Bu durumda, beyin toprağında çalışmaya devam etmek ya da ele geçirilecek yeni topraklara göç etmek/ kolonizasyon şıkları kalıyordu geride.

 

Bu beklenmedik oluşum Çerkeslerin ülkelerinden kovulmalarının yolunu açtı. Rus geldi, Çerkes gitti ya da Rus köylüsü yeni topraklara kavuşurken Çerkes köylüsü de toprağından oldu.

 

Ekonomik ve stratejik nedenler de vardı. Bu da en az bir öncekiler kadar önemliydi (2).

 

1789 Fransız devrimi toprağı köylü nüfusa dağıtmıştı, adil bir yapılanma gerçekleştirilmişti; 1861 Rus reform yasası köylüye toprak vermedi, reform yarım kaldı; toprağı eski feodal sahiplerinde bıraktı. Bu sorun 1917 Sovyet devrimine karşın hâlâ çözümlenemedi, bu nedenle Rus toplumu eşitliğe kavuşamadı ve demokratik dönüşümünü tamamlayamadı. Oysa faşist ülkeler Almanya, İtalya ve Japonya İkinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgileri sonucu, ABD yönlendirmesiyle demokratik dönüşümlerini gerçekleştirdiler. Rus, demokratik olmayan eski tarihi geçmişinin hâlâ tutsağı. Rusya’daki eşitsizliğin, ırkçılığın ve ulusal baskının temelinde bu çözümsüzlük, bu adaletsizlik yatar. Sistem bunları, iblisleri üretiyor. Türkiye’deki farklı ama aynı kapıya çıkıyor.

 

1865’te ABD’de de kölelik kaldırıldı, ancak Siyahî kölelere toprak verilmedi, toprak köle emeğini sömürmüş olan çiftlik sahiplerinin elinde, mülkiyetinde kaldı, bu da 100 yıl sürecek olan bir ırk ayırımına, sömürü ve zulme yol açtı. Yargı yoluyla Siyahî nüfusa oy hakkı tanınmasıyla, ABD’de de eşitliğin yolu açılmış, bir Siyahî Amerikalı Başkan seçilmiş oldu.

 

Murat Özden ne diyor?

 

“Cehalet Dünyaya Hükümdar Olmaz” , Murat Özden’in son yazısının başlığı bu  (Özgür Çerkes) ve şöyle diyor:

 

“Dağlarda sadece öldürülerek anılan Kürtler, sürekli aşağılanarak anılan Aleviler, toplumun her kesimi tarafından itilen Çingeneler devlet tarafından muhatap alınıyordu…

 

Devletin yapmış olduğu Kürt, Alevi, Roman Çalıştayları, Çerkesler için yapılmayınca ÇHİ olarak ilk "Çerkes Çalıştayı"nı 2012 yılının Şubat ayında Sapanca Derbent'te gerçekleştirdik.

 

Çerkes Çalıştayı, Türkiye’de cahilliğin ve bilgisizliğin ne kadar derin boyutlarda olduğunu öğrenmeme vesile olan en önemli olaylardan biridir”.

 

Sayın Özden’in söylediği gibi, devletin Kürt, Alevi ve Romanları muhatap aldığı kuşkulu. Bu hükümetin bir göz boyama, bir oyalama süreci, bir aldatma. Bir taşla iki kuş vurma taktiği. Yasal alt yapısı yok.

 

Kürtlerin ulûfeye gereksinimi kalmadı. Kuzey Irak’ta ABD korumasında bir Kürt özerk yönetimi oluştu, Kürtçe yayın sorunu da çözüldü, düzinelerle Kürtçe uydu tv yayını başladı.

 

Şimdi bir de Rojava var.

 

Böylesine bir ortamda, Türkiye’nin 01 Ocak 2009’da başlattığı TRT-6/ TRT Şeş Kürtçe uydu yayını, iktidar partisinden kaçmaya başlayan Kürt oylarını geri çevirme amaçlıydı. Ayrıca AB müktesebatı da bunu gerektiriyordu. O sıralar AKP’de sol, sosyal demokrat unsurlar da vardı.

 

Daha sonra Kürtçe ve diğer diller (Çerkesçe de) ilköğretim okullarına, 5-8.sınıflara, haftada 2 ders  saati tutarında seçmeli ders olarak kondu. Peki bu güne kadar kaç tane Kürtçe ve Çerkesçe öğretmeni atanmış, kadro verilmiş?..Kürtleri pek bilemem ama Çerkesler konusunda tam bir göz boyama bu.

 

Peki devlet ya da AKP iktidarı Alevi ve Romanlar için ne yapmış? Bunlardan kaç kişiyi parlamentoya taşımış? Sıfır. Hadi vazgeçtim, Cemevi sorununu çözdü mü? Sünni camilerinki gibi cemevlerinin su ve elektrik giderlerini devlet ödüyor mu? Sünni imamların tamamında olduğu gibi, kaç Alevi din görevlisine maaş bağlanmış?..

 

Özden ülkede 170 üniversite olmasına karşın Çerkeslere ilişkin bir bilimsel makalesi olan tek bir akademisyene ulaşamadık, diyor. Dileyelim bu işin hararetli savunucularından, öncülerinden  Hapae Erhan ulaşmış olsun…

 

Ulaşamazsın, çünkü bu iş bir ruh ve bir para meselesidir. Adam Amerikalar’da, Avrupa’da ayağa kalkıyor, Çerkesçe öğreniyor, akademik çalışma yapıyor ve Çerkes sorununa eğiliyor, omuz veriyor.

 

Bizdekileri onlarla kıyaslayabilir miyiz? Bizim yasalarımız bile ithal malı. 33 yıl önce ithal olmayan “millî” bir anayasa yaptık, her yanı dökülüyor, bir türlü kurtulamıyoruz. Atma atamıyoruz, satma satamıyoruz.

 

Ülke böyle de biz Çerkesler farklı mıyız?

 

Yahudi oğluna ne diyormuş: “Bugün sen kendin için ne yaptın? Sen kendini düşünmezsen seni kimler düşünsün?”..

 

Başkalarından medet umma yerine, kendi kendimize ayağa kalkmasını öğrenmeliyiz, derim.

 

 Federal devletler konusu

 

Sayın Özden bu konuda yanılıyor. ‘İsviçre’de en çok kullanılan dil İngilizcedir’, diyor. Yanlış, kim söylemişse de yok öyle şey. İsviçre diğer ülkelerden farklı bir ülke. 4 dil var ama dördü de eşit. Ülke 4 dil bölgesine ya da bölgeciklerine ayrılmış. Her birinde ayrı ayrı birer resmî dil var, bir bölge ya da bölgecikte ikinci bir resmî dil yok. Rusya’da Çerkesçenin, Tatarcanın üstünde bir Rusça vesayeti, hegemonyası var. İsviçre’de öyle şey yok. Ancak bir bölgeciğin dilinde okuyan öğrenci ikinci bir İsviçre dilini de öğrenmek zorunda. Anlaşmak için İngilizceye hiçbir biçimde gereksinmeleri yok. İngilizceyi de öğrenirler ama resmî sıfatı yoktur (3).

 

İngiltere, İspanya ve Çin’e gelince, onlar federal değil, birer üniter devlettir. Özerk bölgelerinin bulunması o ülkeleri federal yapmaz. Örneğin İspanya ve Çin’de devletten ayrılma hakkı yoktur, federal devlette ise şeklen de olsa merkezî devletten ayrılma hakkı vardır.

 

İngiltere dediğimiz yerin resmî adı ‘Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı’dır. Burada tarihsel geçmişten gelme kendine özgü bir yapı var, örneğin Man Adası, Manş Denizi’ndeki adalar/ Channel Adaları (Jersey, Alderney, Guernsey, Sark) Britanya’ya bağlı değildir, yani İngiliz toprağı sayılmazlar, tarihsel bağlamda Taca bağlıdırlar. Kuzey İrlanda ve İskoçya’nın ayrılma hakları vardır. Örneğin, Britanya’nın her bir parçasının birer parlamentosu ve hükümeti var, ama İngiltere’nin yok. Londra’daki Britanya Parlamentosu ve hükümeti diğerleri gibi İngiltere’yi de temsil eder ve yönetir.

 

 Düşünce özgürlüğü konusu

 

Düşünce, yasakların olmadığı bir özgürlük ortamında gelişir. Yasaklı topraklarda, örneğin Suudî Arabistan’da düşünce gelişemez. Yasağın en bol olduğu ülkelerden birindeyiz. Suriye’si, Ürdün’ü fark etmez ama İsrail farklı, orada Çerkes nefes alıyor. Türkiye’de özgürlük anlamında hangi düzeydeyiz? Özgür tartışma ortamı Ankara’da mı, İstanbul, Düzce, Trabzon’da ya da Diyarbakır’da mı daha fazla? Kim zihin inkılâbını gerçekleştirmiş?..Çerkesler mi?..

 

Para dedim. Kötü bir benzetme olacak ama olsun. İMC tv’nin Çerkeslere yönelik programları vardı, sanırım gün ve saat de ayırmıştı. Sonra ne oldu? Yürümedi. İMC tv Kürtlere yöneldi, çünkü ilgi var, Kürt İMC tv’yi izliyor. Neden?..Reklam veriliyor.

 

Hiç düşündük mü?

 

Bir yönüyle berbat bir toplum mu olmuşuz?

 

Nedeni belki şu olmalı: Bizde 40 kişi 40 grup oluyor. Birimizin yaptığını bir diğerimiz bozuyor. Geleneğimiz var ama disiplin yok gibi. Çerkes büyükleri toprağın altında. Zenginlerimizin cebinde kendimiz söz konusu olduğunda akrep var, çıkarcı, dinci olduğunda da bol kese. Çünkü onlar ihale, menfaat kapısı.

 

***

 

1988’de İsrail Kfar-Kama Çerkes Belediye Başkanı Yahya Nepsev  ile görüşmüştüm: Bizde bir belediye başkanı 6 aydan fazla dayanamıyordu. Birisinin uygunsuz işini yapmadın mı, onun taraftarı olan ya da işine gelmeyen Çerkesler imza topluyorlar, belediye başkanını referandumla düşürürlerdi. Sonunda İsrail Parlamentosu yasa değişikliğine gitti, dönem sonuna değin başkanın düşürülmesi yetkisi seçmenin elinden alındı (4).

 

Maalesef böyle bir huyumuz da var.

 

Okuyucularımın ve tüm hemşehrilerimin Kurban Bayramını kutlar, barış ve mutluluk dolu günler dilerim.

 

Hapi Cevdet Yıldız

 

 

 

Notlar:

 

1 – Tarihte Kafkasya, s. 507.

 

2 – Rus Sosyolog Valeri Tişkov’a Eleştri.

 

3 - İsviçre için bkz. “Uzmanlar Adıgece Öğretimin Adıgey'de Gerilediğini Söylüyorlar” başlıklı çeviri yazıya yaptığımız yoruma bakabilirler.

 

4 – Söz konusu görüşme için bkz. “İsrail’den Yahya Nepsev ile Eski Bir Görüşme”.

 
  Bugün 11 ziyaretçi (26 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol