adigehaber
  Sayın Murat Özden'in Son Yazısına İlişkin Bazı Düzeltme ve Değerlendirmelerim
 
Sayın Murat Özden’in Son Yazısına İlişkin Bazı Düzeltme ve Değerlendirmelerim
 

13.08.2019
 
Değerli kardeşimiz Murat Özden’in (Habracu) “Geçmişte yaşayanlar, bugünü göremez, yarını kuramazlar” başlıklı son yazısı Özgür Çerkes’te yayımlandı (12.08.2019). Yazıda ismim de geçiyor, üzerinde durmayacağım. Ama bazı düzeltme ve eleştirilerim olacak.
1) Levi Martenson Hollandalı değil, İsveçlidir ve Lapon asıllıdır. Levi ile 1977 ya da 1978 yılında rahmetli Sımha Orhan Alpaslan’ın evinde tanıştım. Adıgeceyi anlıyor, ama tam konuşamıyordu. Onu Düzce’ye götürüp bir hafta kadar konuk ettim, Adıgecesini beklenmedik ölçüde ilerletti.
2) Levi Abzah diyalekti konuşmuyordu, Rusça gramerler yardımıyla Adıgey edebiyat dilini (K’emguy) öğrenmişti ve o yazı dili üzerine çalışıyor ve konuşuyordu. Daha sonra Kabardey yazı dili üzerinde de çalıştı.
3) Levi bildiğim kadarıyla Protestan Evanjelik Kilisesi adına İncil’i ve Kitabı Mukaddes Külliyatı’nı Adıgeceye çevirmeye çalışıyordu. Bunu tamamladı. Dört yıl kadar önce Ankara’daki son karşılaşmamızda Almanya’da İsveç dili öğreten bir kurumda çalıştığını, Almanlara İsveççe öğrettiğini söyledi. İncil’i çevirme işinden önce öğretmen olduğunu, yaramaz çocuklarla baş edemediği için istifa ettiğini söylemişti. Misyoner mi, hiç sormadım.
4) Levi’nin Suriye’de bulunduğunu bilmiyorum, bana hiç söz etmedi. Ürdün’de bulunduğunu, gözaltına alındığını, Lapon asıllı olduğunu ilgililere anlatamadığını söyledi. Polis Lapon adını duymamış. Ürdün’den sınır dışı edilmiş. İsrail’e gitmiş, ama Adıgelerden yüz bulamamış, “Adıgeyim, Adıgece öğretirim” diyen, ama çok az Adıgece bilen bir Arap tarafından dolandırılmış.
5) Daha sonra Suriyeli ya da Ürdünlü bir Çerkes’e okuttuğu İncil kasetleri çıkarmış, Adıgece İncil kitapları dağıtmış. Geçimi o yoldandı. Evlendi ve iki kızı oldu, sanırım şimdi dede olmalı. Çoktandır görüşemedim.
6) Rusya’da bulunmuş, hasta Adıgeler için Almanya’dan hekim ve tıbbi cihazlar getirilmesi işini örgütlemiş, Kilise ve bazı kurumların yardımıyla cihazları Adıge hastanelerine getirtmiş, bazı çocukların Adıgey’de ya da Avrupa’da ameliyat edilip görmelerini sağlamış. Maalesef, tabii onun söylediğine göre, bazı Adıge hekimler o işlerden “ne gibi çıkarım olacak” diye rüşvet beklemişler, kişisel menfaat elde edemeyince de Levi’ye soğuk davranmaya başlamışlar.
7) Levi Krasnodar kentinde oturmuş, çocuklarını orada okula göndermiş. Çocuklarına İsveççe, Almanca, İngilizce ve Rusça öğretmiş. Buna ilave olarak Fransızca ve Latince de bilen biri. Sonunda Rus Ortodoks Kilisesi rahipleri olmalı, kendisini rejim karşıtı biri diye şikayet etmişler, beş yıllığına Rusya’ya giriş yasağı konarak sınır dışı edilmiş.
Levi Martenson’a ilişkin doğru yanlış bildiklerim özetle böyle. Bir başka dilden Adıgeceye çeviri yapanlara, her zaman için, din farkı gözetmeksizin yardımcı olmaya çalışırım. İncil’in ve Kitabı Mukaddes Külliyatı’nın Adıgeceye çevrilmesi de kuşkusuz bir kazanımdır. Örneğin, Kur’an da Adıge yazarları Meşbaş İshak ve Koşbay Pşımaf tarafından Adıgeceye çevrilmiştir. Herkes çevirebilir. Hindu dini kitaplarının ya da Mormon din kitaplarının Adıgeceye çevrilmesinde de bir sakınca görmem. Bu bir zenginliktir. Sansüre ve yasaklamalara karşı olan biriyim. Öncelikle bunu belirteyim.
Soykırım meselesine gelince:
1864 yılında Maykop ile Karadeniz arasındaki alanda yaşayan Çerkesler Rus Hükümeti tarafından alınan 10 Mayıs 1862 tarihli bir kararla sürgüne tabi tutuldular. Söz konusu karara göre, Belaya/Şhaguaşe Irmağı (Maykop) ile Karadeniz, kuzeyde Kuban Irmağı ile güneyde Bzıb Irmağı arasında yaşayan Dağlıların topraklarından göç ettirilmeleri görevi Kuban Ordusu Komutanlığına verildi. Komutanlara Dağlıların Osmanlı/Türkiye topraklarına gönderilmeleri emri de iletildi.
Adıgeler 1862 yılı boyunca ve 1863 yılı sonbaharına değin topraklarını savundular. Tükenme noktasına yaklaştılar. Sonunda ilkin Abzahlar, bir süre sonra da Şapsığlar ateşkes anlaşmaları imzalayarak savaştan çekildiler ve komutanlık emirlerine uymayı kabul ettiler. Abzahlara 1 Şubat 1864, Şapsığlara da 6 Mart 1864 günü akşamına değin köylerinde kalma izni verildi. Bu tarihten sonra ülke boşaltıldı. Bu arada Abzahların önemli bir kısmı Rusların gösterdiği yerlere (Kuban’a) yerleşti. Şapsığ ve Vıbıhlardan da Kuban’a yerleşenler oldu. Bunların dışındaki büyük çoğunluk ise asker denetiminde gemilere bindirilip Türkiye’ye gönderildi. Bu olayda irade, yani seçme hakkı yoktu, silahlı zorlama vardı. Bu insanların Türkleşme gibi bir istek ve kabulleri de yoktu.
Soykırım ve sürgün denen olay budur, binlerce ölen kişi dışında büyük nüfuslu (2 milyon) bir tarihi ulusun topluca ülkesinden sürülmesi, direnenlerin yok edilmeleri, sivil nüfusa yönelik saldırı ve katliamlar ve bir ulusun yok edilmesi olayları yaşandı.
Kuşkusuz Çerkeslerin bir bölümü sürülmedi ve soykırıma da tabi tutulmadı. Aksi takdirde bugünkü cumhuriyetler olmazdı. Bazıları gerçekleri değiştirmek, işi sulandırmak, kabile milliyetçilikleri yapmak istiyor olabilirler. Böyle eğilimler de var. Bu tür eğilimlerin bir başarı şanslarının olabileceği kanısında değilim.
Başka bir gerçek:
1840 yılı ilkbaharında Kuban ve Karadeniz yöreleri Çerkesleri birleşerek Ruslara karşı harekata geçtiler, Çerkesya’yı çeviren askeri hatları yıktılar. Dış yardım geleceği propagandaları vardı. Bunların boş sözler olduğu anlaşıldı. Kimse Adıgelere yardıma gelmemişti. Bu nedenle harekatlara son verildi. 1848 yılına değin Adıgeler savunmada kaldılar, nispeten bir sükünet dönemi yaşandı. Ruslarla bazı ticari ilişkiler de kurulmaya başlanmıştı. Aynı yıl, 1848’de Şamil’in naibi Muhammed Emin, refakatinde kalabalık din adamları ile birlikte Çerkesya’ya geldi, Abzahlar Naibi lider olarak kabul ettiler, diğerleri ise reddettiler. Bunun nedeni de araştırılmalı.
Sonuç olarak, nispten durulmuş olan savaş Abzah yöresinde yeniden başlamış ve şiddetlenmiş oldu. Ancak 1851’de Naib ve Abzahlar Ruslara yenildiler ve savunmaya çekildiler. Bu arada Adıgelerin birliği bozulduğu gibi Abzahlar arasında şer’i bir düzen (dini bir düzen, otorite) kurulmuş oldu, bu da ülke ve ulus duygularının zayıflamasına ve dini değerlerin ön plana çıkmasına yol açmıştır düşüncesindeyim. Günümüzde bile bazı Abzahlar arasında bunun iz ve kalıntılarına rastlanıyor. Bu durum 1880’lerdeki ikinci toplu Adıge göçünü kolaylaştırmıştır. Muhtemelen Rus ve Osmanlı yönetimlerinin desteğinde ve din adamlarının öncülüğünde on binlerce Adıge (çoğu Abzah) kendi ülke toprağını terk edip kiraladıkları gemilerle Anadolu, Suriye, Filistin ve Kıbrıs topraklarına göç etmiştir. 1880’lerde yapılan bu son göçte ata toprağını iradi olarak (isteyerek ve dönmemek üzere) terk etme, başka bir ülke arama durumu vardır. Bu son toplu göç olmasaydı, bugünkü Adıge Cumhuriyeti Adıge nüfusu çok daha fazla, belki 500 bin üzeri olacaktı. Din adamlarının öncülüğündeki göç için Yedıc Nihai’nin “Къэгъзэжь” (Dönüş) adlı kitabına bakılabilir.
Başka bir gerçek:
1859 yılında Şamil’in Ruslara teslim olmasından sonra, aynı yıl Kuban Irmağı solunda yaşayan Bjeduğlar ile Laba Irmağı solunda yaşayan K’emguy, Besleney, Kuban Kabardey ve Abzahlar Rus yönetimi altına girmeyi kabul ettiler ve bağlılık yeminleri verdiler (Gerçi Abzahlar 1861’de Ruslarla bozuşacaklardı).
Peki, 1859’da Karadeniz kıyısında yaşayan Natuhay, Şapsığ, Vıbıh ve diğerleri ne tür bir politika izlediler, niçin diğerleri gibi hareket edemediler? Uzlaşmaya Adıgeler mi, yoksa Ruslar mı yanaşmadılar? Kuban’daki Adıgelere uygulanan daha yumuşak politika Karadeniz kıyısındaki Adıgelerden esirgenmiş mi?
Bu gibi sorular sanırım halen yanıtsız.
1864 soykırımı Adıge ulusuna yönelik bir uygulama, diğer uluslara değil. Öncelikle bunu bilmek gerek. Abhaz, Karaçay, Balkar, Oset, İnguş, Çeçen ve Dağıstanlıların bununla, 10 Mayıs 1862 tarihli Rus hükümetinin “göç ettirme” (sürgün) kararıyla bir ilgileri yok, karar kapsamının dışında idiler. Bunu da bilmek gerek.
Kabile milliyetçiliği de zararlı. Kabardey, Abzah ve Vıbıh gibi kimlikler Adıge (Çerkes) üst kimliği, şemsiyesi altında bir politik değer taşır. Örneğin bazı Kabardeylerin kendi geçmişlerini idealize ettikleri, boşuna geçmişi değiştirmeye kalkıştıkları, Vıbıhlar arasında da bölücü faaliyetler bulunduğu görülebiliyor. Böyle şeylere pirim verilmemeli. Adıge kimliği dışında bunların bir geleceği olamaz.
Bir başka gerçek:
Ermeniler 1915 soykırımını birçok ülke parlamentosuna onaylattılar. Dünyanın manevi desteğini yanlarına aldılar. Sonuç değişti mi, Türkiye bunu kabul etti mi?
1864 Çerkes soykırımı ise, sadece Gürcistan Parlamentosu onayından geçti. Bu da bir gerçek. Yine de tanıtma faaliyetleri yapılmalı, sorun gündemde taze tutulmalı.
Başka bir gerçek:
“Rusya Federasyonu Federasyon Sözleşmesi” ve “Rusya Federasyonu Anayasası” gereği cumhuriyetler kendi istekleriyle federasyona katılmış egemen devletler olarak kabul ediliyorlar. Bu bakımdan cumhuriyetler çok önemliler. Anayasa ve sözleşmeler cumhuriyetleri ve halklarını koruma altına alıyor. Ortada anayasal bir durum ve garanti söz konusu. Bunu önemsemek gerekir. Örneğin, nüfusunun ¼’ü yerli olan Adıge Cumhuriyeti’nde, kuruluş ilkelerinden biri olarak, Adıgece konuşan nüfusa yasama ve yürütmede eşit temsil hakkı (paritet)verilmiştir. Bu bir pozitif ayrımcılıktır, azınlığın lehinedir, azınlık lehine yükselebilir, ama eşit oran daha alta düşemez, aslında bu durum genel anlamda eşitliğe aykırıdır, ama pozitif ayırım, yani özel bir durum olduğu için meşru ve demokratiktir. ¾ çoğunluk olan Rusça konuşan nüfus ise en çok ve geçici olarak % 50 eşitlikten yaralanır, aritmetik sayıları artsa bile temsil oranı Ruslar lehine değişemez ve % 50’nin üzerine çıkamaz ama altına düşebilir. Adıgece konuşanların temsil oranı hiçbir biçimde % 50’nin altına düşmez. Adıgece konuşanlarınki sadece lehte değişebilir, aleyhte değişemez, % 50’nin üzerine çıkabilir, örneğin aritmetik sayı, yani nüfus oranı artarsa, diyelim Adıgelerin nüfus oranı şimdiki % 25’ten, % 50’nin üzerine çıkacak olursa paritet ortadan kalkar, yerli halkın parlamento ve hükümette korunmasına gerek kalmaz, çünkü Adıgeler zaten çoğunluk olmuş olurlar, gerçek nüfuslarına göre temsil edilmeye başlanır. Oset, İnguş ve Çeçen cumhuriyetlerinde durum böyledir. Rusça konuşan nüfus Adıgey’de, nüfus oranı yükselse bile % 50’nin üzerinde temsil edilemez.
Dönüşe gelince:
Dönülmeli. Ama Rus düşmanlığı yapıldığı (ırkçı görüşler savunulduğu) sürece dönülebilir mi? 1998’de Kosova Çerkeslerini toplu olarak kabul eden Rusya Federasyonu Hükümeti bugün neden engeller koyuyor? Kusuru biraz da kendimizde aramalıyız. Bu bakımdan akılcı hareket edilmeli. Rusya elbette birgün çok daha demokratik bir ülke olacaktır. Çünkü çok yönlü gelişmiş bir alt yapısı, zengin doğal kaynakları ve eğitimli bir nüfusu vardır. O zaman olanaklar daha da çoğalacak, azınlıktaki faşist ve milliyetçi Rusların yaydığı sözde “Çerkes korkusu, tehlikesi” görüşleri zayıflayacak, isteyenler tarihi topraklarına yerleşme olanağına kavuşacaktır düşüncesindeyim. Adıgeler, örneğin Türkiye’de değişik topluluklarla sürtüşmesiz bir yaşam sürdürüyorlar ve her bir topluluktan saygı görüyorlar. Bunu da böyle bilmek gerekir.
Bu vesileyle bütün Müslümanların Kurban Bayramını kutlar, barış ve esenlik içinde bir gelecek dilerim.
 
 
 
  Bugün 26 ziyaretçi (31 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol