adigehaber
  Suriye Çerkesleri Sorunu ve “Çerkes Aşkı” Romanı…
 
Savaş ve paylaşım Suriye, bir iç savaş sarmalı içinde. Suriye 1918’e değin bir Osmanlı toprağıydı. O dönemin Türk ırkçı/ faşist diktası, yani İttihat- Terakki iktidarı, daha bir yıl önce, 1913'te, küçük Bulgar Ordusu karşısında dökülen ve çil yavrusu gibi dağılıp kaçışan koca Osmanlı Ordusunun ve devletin perişan, kof halinden ders almamış, Alman'a yaslanarak ve büyük umutlarla Hasta İmparatorluğu savaşa sokmuş ve batırmıştı. Sonunda, Irak ve Körfez’deki petrol yatakları, İngiliz’in, petrol şirketlerinin eline geçmişti. 1918'de ABD Başkanı Wilson’un adını taşıyan 14 maddelik ilkelere göre, Arap nüfuslu yörelerin Osmanlı’dan kopması öngörüldü. İlkelere göre, Osmanlı topraklarında yaşayan uluslara kendi geleceklerini belirleme, -yani devlet kurma- hakkı tanınacaktı. Buna göre bir Türk ve bir Arap, gerekli görülürse başka ulus devletler de kurulacaktı. Daha sonra plan Türkler lehine değiştirildi, Türk nüfuslu yörelere, Kürt çoğunluk nüfuslu bir kısım yöreler de eklenecek ve yeni bir Türkiye Devleti kurulacaktı; Kürtlere, İmroz (Gökçeada) Rumlarına ve belki de Lazlara, - o sıralar Lazistan diye bir il de vardı- özerklik tanınacak, Çerkesler ve diğer halklar da kurucu unsurlar olarak eşit haklardan (eşit bir hukuki statüden) yararlanacaklardı. Mustafa Kemal'in BMM'ndeki, 1920 tarihli "Anasır-ı İslâmiye" (Müslüman unsurlar) konuşması da bunu içeriyordu. Sonraki gelişmelere göre, Arap çoğunluk nüfuslu yerler parçalandı, birden çok devletin kurulması uygun bulundu. Buna göre, Arap yöreleri ya doğrudan bağımsız devletler olacaklar (Suudi Arabistan, Yemen gibi) ya da Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) vesayetinde (mandate) galip devletlerin geçici yönetimine bırakılacaktı (Suriye, Irak gibi). Bu çerçevede, İngiliz'le yakınlaşıp iktidarı ele geçiren, Türkiye'ye yeni bir İttihatçı/ milliyetçi dikta rejimi getiren ve iyice güçlenen Kemalist askeri iktidar, sözünde durmayacak, Türkçü/ ırkçı/ asimilasyoncu bir politika izleyecek, kullandığı Kürtleri, Çerkesleri ve diğer toplulukları iteleyecek, muhalif olan herkese karşı sert bir baskı ve sindirme politikası, katliam ve idamlar uygulayacak, Hıristiyan nüfusu da, ülke dışına çıkaracaktı. Hıristiyanı, Türkleştiremeyeceği için kovuyordu. Böylesine ırk ve din ayırımcı bir uygulama, etnik temizlik, şimdiye değin hiçbir Ortadoğu ve Balkan ülkesinde görülmemiş, sadece Rusya'da (Çerkesler) ve Türkiye'de (Ermeni, Rum ve kısmen Aleviler) yaşanmıştr. *** Bu bağlamda Arap nüfuslu Suriye ve Lübnan, Fransa vesayetine (mandate) bırakıldı (1920). Filistin, Ürdün (Transjordan), Irak, Kuveyt , vd yerler de İngiltere’ye bırakıldı. Yağlı parçayı, Irak ve Körfez'i, usta bir diplomasi yürüterek ve Kemalist iktidarla anlaşarak İngiltere kapmış, petrol bölgelerinin tamamını ele geçirmiştir. Bu arada Filistin'de bir Yahudi yurdu kurma vaadini de uygulamaya koymuştur. 1806- 1812 Osmanlı- Rus Savaşı, 1828 - 1829 Osmanlı - Rus Savaşı, 1853 - 1856 Kırım Savaşı ve 1862- 1864 Rus- Çerkes Savaşı'nda ya da Çerkesya'nın ve Çerkes ulusunun imhası sürecinde, dolaylı da olsa, olumsuz anlamda bir İngiliz parmağı vardır, en azından Rus'a ses çıkarmama ve Rusya lehine antlaşmalara onay verme biçiminde bir İngiliz, Fransız, Alman ve Avusturya desteği, yani uluslar arası bir destek söz konusudur. Rus bu gibi lehte avantajlardan yararlanmasını bilmiştir (1). Çerkesya, Rus'a terk edilmiş bir lokma pozisyonundaydı ve Batı'nın çıkar sınırı (kırmızı çizgileri) dışındaydı. Sınır, Rus'u yatıştırmak için güneye çekilmişti. Kırmızı çizgi içindeki ülkeler Türkiye, İran ve Afganistan idi. O üç tampon ülke Batı korumasındaydı. Çerkes soykırımı, etnik temizlik ve toplu sürgünü ya da bir ulusu son bireyine değin öz yurdundan topluca sürme/ temizleme olayı, bu uluslar arası göz yumma politikası çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. Bazı yazarlar Çerkes ulusunun yüzde 90 oranında topraklarından sürüldüklerini yazıyorlar, tam olmayan bir bilgi. Bu bilgi bir yönüyle doğru, bir yönüyle de yanlıştır. Maykop'un kenarından geçen Belaya/ Şhaguaşe Irmağı solunda kalan geniş bir arazi ve Karadeniz kıyıları boyunca uzanan topraklar soykırım, etnik temizlik ve toplu sürgünün resmen uygulandığı Çerkesya toprağıdır. Öteki Çerkesya yöreleri Rus idaresindeydi ve resmi sürgün kapsamı dışında olan yerlerdi. Bu son bölge/ Belaya Irmağı batısı nüfusunu esas alırsak, sürülen nüfus oranı yüzde yüzdür. Bu bölgede tek bir Çerkes köyü bırakılmamış, yerleşimlerin hepsi ateşe verilip yakılmıştır. Bu gerçeği unutmamak gerekir. Emperyalist dünya, temelde, Çerkes ulusunun (direnen batıdaki bölümün, Şapsığların, vd) imha edilmesine, bir soykırım ve insanlık suçu işlenmesine en azından ses çıkarmamıştır. Bu vurdum duymazlığın nedenleri araştırılmalıdır. 19. yüzyılda, İngiliz, Ortadoğu ve Kafkaslar'da olup biten herşeyden haberdardı. Kafkasya'daki hemen her limanda bir İngiliz diplomatik ve ticari temsilciliği vardı. Temsilciler üst eğitimli kişiler idiler. Mükemmel bir haber akışı/ telgraf sistemi vardı. Dönemin İngiliz gazeteleri incelendiğinde siyasal sınırların, örneğin savaşan Çerkesya ve Çeçenya sınırlarının gayet başarılı bir biçimde ve güncellenerek çizilmiş oldukları görülebilir. Osmanlı böylesine şeylerden acaba haberdar mıydı? 'Sazlar çalınır Çamlıca'nın bahçlerinde ...' Öyle olmalıydı. Osmanlı, parsa koparma peşindeydi... Suriye 1946’da bağımsız bir devlet oldu. Daha önce, 1943’te Lübnan da bağımsız olmuştu. Lübnan’da etnik ve dini yapıyı 'gözeten' çarpık bir sistem kurulmuştu. Bu yüzden 1975 - 1990 arası kanlı bir iç savaş yaşanmıştı. Suriye’de de istikrarsız hükümetler ve darbeler birbirini izlemiş, sonunda Arap milliyetçiliği temelinde sert bir Baas rejimi, oligarşik bir iktidar kurulmuştur. Suriye ve etnik yapı Suriye çok dinli, mezhepli ve etnili bir ülke. 22,5 milyon olarak tahmin edilen nüfusun büyük çoğunluğu Arap kökenlidir, Arapça konuşur, ayrıca 2 milyon Kürt, 500 bin- 1 milyon arası Türkmen, bir o sayıda Asuri- Süryani (800 bin- 900 bin), 190 bin Ermeni ve 100 bin - 200 bin arası da Çerkes nüfus var. Durumu dini açıdan ele alırsak yüzde 74 Sünni Müslüman, yüzde 13 Alevi/ Şii (Nusayri), yüzde 10 Hıristiyan ve yüzde 3 de Dürzi var. Bu dinler de kendi içlerinde mezheplere bölünmüş, gruplara ayrılmış durumdalar. Örneğin, Sünni Müslüman, Hıristiyan’dan daha çok Şii/ Alevi Müslüman’dan; Maruni Hıristiyan da Müslüman’dan daha çok Ortodoks Hıristiyan’dan nefret ediyor. Suriye ve Lübnan işte böyle, din ve mezhep temelli ülkeler. Suriye barışı Esadlar'ın demir yumruğu ile sürdürülebiliyordu. Esad ailesi ve Aleviler, hükümeti ve kilit askeri mevkileri ele geçirmiş durumdalar. Çok sert bir faşist Alevi/ Nusayri/ Baas yönetimi söz konusu. Çerkes nüfus Çerkes nüfus, ilkin Mısır Çerkes Memlûk Sultanlığı döneminde ve izleyen Osmanlı döneminde de Kudüs’e giden yolların güvenliğini sağlamak amacıyla Suriye ve Filistin’e yerleştirilmişti. Aslında Suriye ve Filistin'de Çerkes kökenli ama anadilini unutup Arapçayı benimsemiş, Araplaşmış büyük bir Sünni Müslüman nüfusun bulunduğu da biliniyor, bu insanların birçoğu kendisinin Çerkes kökenli olduğunu hâlâ biliyor. Örneğin, İsrail’de Kudüs yolu üzerindeki 6,000 nüfuslu Abu Gosh kasabası bu tür yerleşim birimlerinden biri. Bu insanlar arasında da anadili eğitimi ve öze dönüş gibi talepler belirmiş bulunuyor (2). Anadili hâlen Çerkesçe/ Adıgece olan nüfus ise, 1878 Berlin Antlaşması gereği Balkanlar’dan göç ettirilen, daha sonra, Rusya’nın Kuban ilinden (oblast) Osmanlı topraklarına göçe zorlanıp buralara yerleştirilmiş olan Çerkeslerin soyundandır. Şimdiki sayılarını tam bilemiyoruz, sayıyı 350 bine kadar çıkaranlar da var. Sayıya Arap dil asimilasyonuna uğramış Çerkesler dâhil değildir. 1967 Arap- İsrail Savaşı’nda önemli bir Çerkes nüfusun yaşadığı Suriye’nin güneybatısındaki Golan yöresi İsrail işgaline uğradı, oradaki Çerkeslerin büyük çoğunluğu Suriye’nin diğer yerlerine, başkent Şam’a, küçük bir bölümü de ABD’ye göç etti, çok azı da Kabardey’e yerleşti. Suriye Çerkesleri yönetimlerle sorunları olmayan barışçı, kendi halinde, apolitik ve hoşgörülü insanlar olarak bilinirler. *** Rejimin karakteri ve Türkiye’deki simetrileri Suriye’de, iki yıl önce, Arap baharının da etkisiyle azınlıktaki Alevi (Nusayri) diktasına, Beşar Esad iktidarına karşı çoğunluktaki Sünni Müslüman Arap nüfustan kaynaklanma demokratik eylemler başladı. Faşist rejim, doğası gereği, uzlaşma yolunu değil, demokratik eylemleri kanlı biçimde bastırma yolunu seçti. Suriye çiftlik, halk da Esad'ın kölesi/ ırgatı olmalıydı... Faşist rejim, baba Hafız Esad döneminde de çok sert yöntemler uygulamış, iktidarı uğruna, on binlerce insanı öldürtmekten kaçınmamıştı. Oğul Esad da aynı yolu izliyor, ama sorun sadece Esad'ın kendisinden değil, Baas'tan (faşist parti) kaynaklanıyor. Suriye rejimi, kendi gibi otoriter olan Rusya, Çin, Şii İran ve Şii çoğunluklu Irak merkezi hükümeti gibi azınlık sorunu olan ülkelerden destek alıyor. Hepsi, demokrasi özürlü, faşist, berbat birer ülke. Lübnan’daki Şii/ Alevi örgütler/ Hizbullah yanında, Türkiye’deki geniş Alevi tabanı, Onur Öymen, Canan Arıtman ve Birgül Ayman Güler gibi ırkçı üretimleriyle CHP de, faşist Baas'ın bizdeki işbirlikçisi. Dersim’de katliama/ soykırıma uğrayan Alevilerin hayattaki nesilleri gibi faşist rejimden darbe yiyen, birçoğu darağacında can veren, 1922- 23'te toplu halde sürgüne yollanan Manyas ve Gönen'in Çerkes köylüleri de, şaşırtıcı bir biçimde CHP’ye oy veriyorlar. Nedenini açıklayamıyorum. Stockholm sendromu denen şey bu olmalı. Çok korkmuş, sinmiş ve Kemalizm'e sığınmış olmalılar... 'Sertlik sertliği doğurur' demişler, Suriye şimdi korkunç bir iç savaşın içinde. Ancak, Rus koruma kalkanı kalktığında rejim diye bir şey de kalmaz. Bu bir gerçek. Şimdilerde, sanırım, uzatmalar oynanıyor. Rejim kalktığında Sünni çoğunluğun öfkesi ne olur, sert mi olur, kanlı mı olur, bilinemez, ama bir şey var. O da, Sünni'si, Alevi'si Arap, önlenmediğinde, adamın gözünün yaşına bakmaz, önüne geleni doğrayıp geçer, öcalma duygusu içinde gözü kararmış büyük bir kitledir söz konusu olanı. O gün gelirse, Allah Suriyelilerin, en çok da Alevi/ Nusayri nüfusun yardımcısı olsun. Esad'ın acımasız Şebbiha (hayalet) milisleri gibi, Sünni kesimde de, savaşta çocuk öldürmenin günah olmayacağı, öldürenin de, öldürülen kadın ve çocuğun da Allah'ın affına uğrayacağı, 14 yaş ve üzeri kadınları, savaşçılara, bir günlüğüne ya da birkaç saatliğine nikâhlamanın (kadına tecavüzün) uygun olacağı gibisine fetva veren Arap 'din alimleri' de belirmiş bulunuyor. Bu, düpedüz, 'din adına', bir sivil katliama ve kadınlara tecavüze davetiye çıkarma olmuyor mu? Bu ne korkunç bir şey böyle?(3). Suriye, işte böylesine bir cehennem, can, mal ve ırz güvenliğinin kalmadığı bir yer. Bu bakımdan, katliam ve tecavüzler sürecini durdurmak, yaygınlaşmasını önlemek için şimdiden önlem almak, uluslar arası bir denetim kurmak, savaş suçlarını kovuşturmak, cezalandırmak ve barışçı bir geçiş süreci oluşturmak için harekete geçmek gerekiyor. Rus Hükümetinin olumsuz, çirkin tutumu Suriye Çerkesleri tarafı olmadıkları bir savaşın ortasında kalmış bulunuyorlar. Kendilerini koruyacak bir güçleri de yok, sayıları çok az ve dağılmış durumdalar. Bu nedenle ve ilk kez ülkeden ayrılma ve güvenli bir yere sığınma sorunu ile baş başa kalmış bulunuyorlar. Çok zor durumdalar. Sığınabilecekleri ülke, akla ilk gelen, Rusya Federasyonu ve oraya bağlı olan Çerkes ya da Çerkes kesimli cumhuriyetler, özellikle Adıge ve Kabardey- Balkar Cumhuriyeti olabilir. Ancak, demokrasi özürlü Merkezi Rus Hükümeti, federasyona üye cumhuriyetleri, -ki hepsi 21 cumhuriyet-, çoktandır yolunmuş kaza dönüştürmüş, içlerini boşaltmış durumda. Cumhuriyetlerin hiçbir ciddi yetkileri kalmamış, son derece güçsüz bir konumdalar, bütçeleri öldürmeyecek düzeyde, Rusça dışı dillerin kullanımı ve öğretilmesi kısıtlanmış, en aza indirilmiş, tedavülden kalkmış para gibi şimdilerde. Moskova öksürse, yerel yöneticiler nezle oluyorlar. Cumhuriyetlerin eli kolu bağlı. Bu perişan duruma karşılık, Çerkes kesimli cumhuriyetlerde, -ki hepsi 3 cumhuriyet-, köylerde boş ve terk edilmiş düzinelerle ev, ekilmemiş, bomboş duran araziler var. Ama Rus, Çerkes'i istemiyor, sınırı açmıyor, Çerkes Rus soydaşı değil ya. Federasyon, devlet ortaklığı gibi temel yapılar, uluslar arası terimler, uluslar arası hukuktan kaynaklanma haklar, Rus'un çıkarına değilse boş, para etmez şeyler. Gorbaçov'un gidişinden, Çeçen Savaşı'ndan bu yana durum böyle. *** Rus, vize getir de öyle gel diyor, ama Şam’daki Rus elçiliği vize vermiyor, güçlük çıkarıyor, “bugün git yarın gel” diyor, işi uzatıyor. Lübnan, Ürdün ve Türkiye’deki Rus konsolosluklarıysa, “Bizim Suriyelilere vize verme yetkimiz yok, vizeni Suriye’deki konsolosluklarımızdan al” diyorlar. Tam bir Cehennem azabı. 21 yüzyılda hazin bir tablo. Rus işbirlikçileri ise, bu durumu görmezlikten geliyor, hâlâ papağan gibi konuşuyorlar, bizler de 'dinliyoruz'. Dünyanın dört bir yanına yayılan ve gün gün gelişen Çerkes demokratik eylemleri de Rusya’ya kapıları açtırtmak, Kuzey'in egemenini zorlamak için. Rus, sıkıştıkça sıkışacak. Rus, müttefiki Esad gibi adalete karşı direniyor, Çerkes’e öz anayurdunun kapılarını açmıyor. Sorunu çözme Burada çok yönlü bir sorun belirmiş durumda. Suçsuz ve günahsız Suriyeli Çerkesleri, soydaşlarımızı, bir an önce ölüm çukurundan/ Cehennem ortamından çekip çıkarmak, fırsat doğduğunda anayurda, o fırsat doğana değin de Türkiye’ye transfer etmek gerekiyor. Rus, bir avuç Çerkes'ten çekiniyor mu ne?.. Rus, Dünyanın her yerinde Çerkes’e nefes aldırmamak için elinden geleni yapıyor. Bu kaygının, bu nefretin nedenini anlayamıyoruz. Rus bizim bilmediğimiz birşeyleri biliyor olabilir mi? Biz Rus'a ne yaptık ki? Yapan Rus... *** Dediğimiz gibi, Rusya Federasyonu’na katılma sürecinde cumhuriyetlerin geniş yetkileri vardı, her biri egemen birer devlet statüsüyle federasyona katılmıştı. Ancak bütün bunların, imzalanan federasyon sözleşmesinin, verilen sözlerin hepsinin yalan, birer aldatmaca, tuzak olduğu çok geçmeden anlaşıldı, cumhuriyetler kapana kıstırılmış durumdalar, uluslar arası hukuka, geçerli uluslar arasası federasyon kurallarına ve RF anayasasına aykırı olarak, var olan ve var olması gereken hakları da alınmış durumda. Güya, Moskova, cumhuriyetlere, dışarıdan gelecek kişilere geçici oturma izni vermeleri için yıllık kotalar tanıyormuş. Sözgelişi, Adıge Cumhuriyeti hükümetine yılda 150 kişilik kota veriliyor, bu kotayla cumhuriyet yılda 150 kişiye geçici oturma izni verebiliyormuş. Göz boyama. Tabii Kazakistan, Kırgızistan gibi yerlerden dönüş yapan onbinlerce Rus için böyle bir kısıtlama yok tabii, onlar için kota gerekmiyor, Adıgey öyleleri için sonuna değin açık, 2012 yılında, bu yolla dış ülkelerden Adıgey'e gelip oturma izni almış 16,890 kişi var. Kendini yazdırmayanlar, kaçak gelenler bu 17 bin sayısının dışında (4). Rus, Rus'a karşı Adıge Cumhuriyeti'nde pek de cömert... Bazı cumhuriyetlerse “bize kota lâzım değil” diyorlar, Kabardey- Balkar Cumhuriyeti gibi. Ancak kotadan önce giriş vizesi gerekiyor, Rus bunu vermiyor, Suriyeli Çerkes Rusya'ya giriş yapamıyor, sınır kapılarından geri çevriliyor. Rüşvetin kol gezdiği batık cumhuriyetlerde, verilmiş olan kota da parayı verenin elinde kalıyor, parasız Çerkes ise havasını almış oluyor. Yolda binlerce kişi var, bu durumda 150 değil, 1,500 kota versen ne yazar, anlayış bu düzlemde kaldıktan sonra?.. Çirkin bir oyun bu. Rus'a gel, buyur, Çerkes'e... ** Şu durumda Çerkes sığınmacılar sorunu, kaçınılmaz olarak Türkiye turnikesinden geçerek çözümlenmek zorunda. Erdoğan hükümeti Suriyeli sığınmacılara, bu arada Suriyeli Çerkeslere de yardım elini uzatmış bulunuyor. Örneğin, medyada yer aldığı biçimiyle, DÇDK'nin (Dünya Çerkesleri Dayanışma Komitesi) girişimiyle, ilk parti olarak 200 kadar Suriyeli Çerkes, önce Suriye'den arabalarla Beyrut'a gelmişler, ailelere doğruca Beyrut Havalimanı'na gelmeleri bildirildi ve bekletilmeden uçakla Beyrut’tan Gaziantep’e, oradan da toplu halde otobüslerle Nizip ilçesine getirildiler ve orada özel olarak hazırlanmış olan konteyner kentteki evlere yerleştirilmiş bulunuyorlar, yine basın haberlerine göre, sayı kısa sürede 1,200'e çıkacak. Bu 200 kişi ya da olursa 1,200 toplu Suriyeli Çerkes sığınmacı, bir biçimde uluslararası politik bir statü kazanmış bulunuyor. Kamplar BM örgütü ilgisi dahilinde. Baştan düşünülmemiş, hesapta olmamış olsa bile, Çerkes sorunu böylece uluslararası bir boyut, politik bir statü kazanmış oldu. Dikkat etmeli, Suriyeli Sünni Arap ya da Alevi Arap sorunu değil, Suriyeli Çerkes sorunudur gündeme yeni gelen bu sorun. Çerkes davası için, sembolik düzeyde de olsa, bir kazanımdır bu. Gürcistan, Çerkes soykırımını tanıdı, şimdi de Suriyeli Çerkesler sorunu uluslararası gündeme girdi. Bu böyle adım adım ilerler. Çerkes sivil örgütü Kaffed (Kafkas Dernekleri Federasyonu), önceliği Adıge/ Çerkes cumhuriyetlerine dönüş koşuluna bağlamak istiyor, 'karar verici' ya. Ancak, sorun o boyutu çoktan aşmış bulunuyor, yukarıda belirttiğimiz gibi, Rusya, Suriyeli Çerkesleri, Rusya’dan değil de Çin’den gidip Suriye’ye yerleşmiş kişilermiş gibi görüyor olmalı, vize vermiyor. Suriye ve Lübnan'da can ve ırz güvenliği kalmamış, Çerkeslerin Ürdün ve Türkiye dışında gidecek yerleri de yok. Lübnan'da Esad yanlısı Şii Hizbullah milisleri var, terör ve tehdit estiriyor, Lübnan da güvenli bir yer değil, onca Suriyeli Çerkes, 'Rusya vize verecek?' diyerek, Cehennem ortamında sonsuza değin bekleyebilir mi?.. Esad’ın katilleri Suriyeli Çerkesleri öldürmüş Rus’un umurunda mı? Esad'ın yanında değil mi o Rus? Rus'unki düpedüz ırkçılık, ayırımcılık. Bir biçimde, önceden Rus vizesi almış kişi sayısı ise çok az. Örneğin, Adıge Cumhuriyeti’nde böylesine 554 kişi varmış (5). Yanan 200 bin insan içinden sadece 554 Çerkes, yeterli olabilir mi bu sayı? Kaffed’in ve bazı kişilerin “Çerkes Aşkı” (Adıge Şuleğu) romanı konusundaki suskun ya da agresif tutumları Kaffed, maalesef uzun bir süre edilgen ve tutucu bir politika izledi, toplumu demokratik taleplerden uzak tutmaya çalıştı, etliye sütlüye karışmak istemedi, federasyonu ulusalcı/ ırkçı/ Türkçü CHP'nin kuyruğuna takmak istedi, ırkçı Baykal'ı, daha ehveni milliyetçi/ Türkçü Ecevit ile mi karıştırmış ne, şaşırdı, sonunda da önceliği yeni kurulan DÇDK’ya kaptırdı. Şimdilerde Kaffed'in kurduğu Kriz Komitesi ne yapar, bilemiyoruz...Geçmişte demokratik Çerkes eylemlerine, yürüyüşlere karşı çıkmış, hepsini baltalamış, kitleleri ilgisiz Kandıra/ Kefken sahillerine götürüp pasifize etmiş ya da İstanbul Beşiktaş İskelesi menfezine hapsetmişti; sonunda asıl darbeyi kendi yedi, kopmalara uğradı, zayıfladı ve inandırıcılığı azaldı. Çerkes soykırımı, etnik temizlik ve toplu sürgün gibi konularda, Rusya’yı ve Rusya uydusu Abhazya’yı darıltmamak için olmalı, ters bir politika yürüttü; Rus ve yandaşı Abhaz, Çerkes soykırımı ve toplu sürgünü diye birşey yok, Türkiye'ye gönüllü/ serbest göçler var diyor ya. Üçü de tek ağız mı olmuş ne?.. Çerkes soykırımını ve sürgününü anlatan, medyada geniş yankılar yaratan, davamızı tanıtan, ırkçılık zehiri ile gözü görmez olmuş olan Türk kamuoyu ve Türk aydını ile bizi tanıştıran, bizim için sempatik bir hava yaratan, karanlığa ışık saçan, Çerkesler adına başarılı ve etkili bir kazanım olan Halit Kakınç’ın “Çerkes Aşkı” romanına Ruslar ve Rus işbirlikçileri iyice bozulmuş olmalılar, çünkü roman ezberleri bozmuş. Ama çırpınışları boşuna. Kaffed de üzülmüş müdür nedir, romana ‘sansür’ uyguluyor, adından bile söz etmiyor, ayıp, küçük düşürücü birşey bu. Kaffed nereye varmak istiyor? Yakışmıyor… Hz. Ali, "Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum" diyor, bizimkiler Rus incinecek diye büyük bir başarıyı, sorunumuzu uluslararası boyuta taşıyan bir yapıtı görmezden geliyorlar. Bu kafayla mı Çerkes sorunu çözülecek?.. Bu sözleri, romanın hazırlanmasında Sayın Halit Kakınç’a yardımcı olanlardan biri olduğum için söylemiyorum. Benim yardımım gecikmiş, devede kulak bir yardım. Romandan haberim olduğunda roman çoktan yazılmıştı. Sayın Semih Akgün, bana, sözkonusu romanı birkaç kişinin gördüğünü, "altından kalkılır gibi değil" dediklerini söylemişti. Ama yardım etmemeyi uygun bulamazdım. 25 Kasım – 14 Aralık 2012 arası dönemde, tarih ve gelenek gibi konularda, sayın yazara ara ara yardımcı olmaya, romanın hepsini değil, internet yoluyla bana gönderilen bölümlerin düzeltmelerini yapmaya, doğru bir raya oturtmaya çalıştım. Son biçimine ise yetişemedim. 15 - 16 Aralık 2012 günleri Ankara’ya gidip Adıge Dil Derneği toplantısına katıldım, 18 Ocak 2013 gününe değin de Ankara’da kaldım, kalacağımı Sayın Kakınç'a bildirmiştim. Bilgisayarım yanımda değildi. Bu bir kopukluk yarattı. Niyetim romanın düzeltmelerini dönüşte, 18 Ocak'tan sonra sürdürmekti, bunu Semih Akgün’e de söylemiştim. Halit Bey'le daha önceki konuşmamıza göre, roman şubat ayında dizgiye girecekti, yani düzeltmeler için vakit vardı, en azından 10 günlük bir süre daha olacaktı. Herhalde yayınevi acele etmiş olmalı. Ankara’dan döndüğümde romanın dizgide olduğunu Halit Bey’den öğrendim, sadece bir önsöz yazacak vakit kalmıştı. Şunu belirteyim, Halit Bey’le henüz yüz yüze tanışmamıştık, sadece telefon ve internet yoluyla haberleşiyorduk. Tanışmamız kitap yayınlandıktan sonra, Anadoluhisarı Lacivert Restaurant’daki romanın tanıtımı sırasında oldu. Romanda bazı teknik hatalar, eksiklikler olabilir, vardır, ama iyi niyete dayalı bir yapıt. Asla bir art niyet olamaz. "Çerkes Aşkı"; konusunda, Çerkes soykırımı ve toplu sürgünü konusunda bugüne değin yazılmış olan en iyi, en güzel ve en başarılı roman. Bir tarih kitabı değil. Bunu ucundan, "Hakurınehable, Hapaey köyü" deniyor, 'hable', 'ey' zaten 'köy' demek, o anlama gelir gibi, romanı şurasından burasından çekiştirip, öküz altında buzağı arayıp karalamanın iyi niyetle bağdaşır bir yanı olabilir mi, beğenmeyen varsa alternatif bir roman yazabilir. Engelleyen mi var?.. Ayrıca, sözgelişi Rus ve Rusça yazan Çerkes, "aul Hakkurınehabl" / "Hakurınehable köyü" dediğinde kusur olmuyor da Türk dediğinde mi kusur oluyor? Pes doğrusu... Çirkin bir karalama bu. Karalama, bizi aydın ve sanatçı çevrelerden koparır, olsa olsa kendi kendimizi hapsetmemize, 1860'lar öncesi durumlara düşmemize yarar. Bu mu isteniyor?.. Romanın elbette ikinci baskısı yapılacak, satışı iyi gidiyor, söz aldım, yeni baskı vaktimin olacağı güne değin bekletilecek. Belki, bu arada, üç dört ay içinde, Sayın Yazar, romanın ikinci cildi için çalışabilir. Çünkü, tanıtım toplantısında, bir soru üzerine, Elbruz’un Amerika’dan döneceğini ve Çerkes özgürlük mücadelesine katılacağını söylemişti, söz vermişti… Lütfen yetenekleri karalamayalım, hataları gösterelim ama cehaletle ittifak kurmayalım... *** Kıssadan hisse Kaffed, olumlu çalışmalara destek çıkmalı, en azından karşıt tavır almamalı, suskun olmamalı. Bu bir dost uyarısı. Dar ve hizipçi çizgileri terk etmeli. Aksi takdirde biter. Türkiye ve dünya değişiyor, hızlı bir değişim süreci içine girmiş bulunuyoruz. Bakın koskoca Kaffed’in yapamadığını, daha dün kurulan küçücük DÇKD yapabiliyor, 200 kişiyi topluca Suriye'den getirip ve yine topluca güvenli bir yere yerleştirdi. Basın haberlerine göre, toplam 1000 Çerkes daha aynı yere gelecek. Büyük bir başarıdır bu. DÇKD, Çerkes cumhuriyetlerinin bile yapamadığını yapmaya çalışıyor, örgütlüyor. Çünkü edilgen değil. Yapmayan, yapamayan biter. Bir anı: 1970'ler. Düzce'den İstanbul'a giderken otobüste yaşıtım ve tanıdığım sanat enstitüsü mezunu, teknisyen bir Çerkes arkadaşla karşılaşmıştım. Karabük'te işçiydi. Yan yana oturup sohbet ettik. TÜRK-İŞ'i desteklemişler, "İşçiler, komünist Kemal Türkler, Moskova'ya diye bağırdılar, konuşturmadılar, DİSK'i protesto ettiler, ben de bağırdım" dedi. İki yıl kadar sonra yine aynı arkadaşla İstanbul'a giderken yeniden karşılaştım, "TÜRK-İŞ ne durumda?" diye sordum. "Ayrıldık, DİSK'e geçtik" dedi. Şaşırdım, "Niye? DİSK için komünist dememiş miydin?" dedim. "Komünist momunist bana ne, TÜRK-İŞ bizi sattı. Karabük ve çevredeki bütün iş yerleri TÜRK-İŞ'i seçti, sözleşme yaptı; DİSK ise, 50 işçi çalıştıran bir iş yeri dışında Karabük'ten silindi. Ama öyle bir sözleşme yaptı ve öyle haklar kopardı ki, TÜRK-İş'inkilerin çok çok üstünde, hepimiz ayrılıp DİSK'e geçtik" dedi. Kıssadan hisse çıkarırsak, taleplere karşılık vermeyen, veremeyen, işe yaramayan kuruluş silinir, atılır, diyebiliriz. Türkiye bu aşamada. Rus'la işbirliği ve Rus’tan medet umma, yalakalık bizi hiçbir yere götürmez. Türk'e de, Arap'a da, ABD'ye de, daha başkalarına da yalakalık yapamayız, yapmamalıyız. Atalarımız dar günlerinde yalakalığı reddetmişlerdi. Rusya gelişmiş bir demokrasi değil, otoriter bir ülke, orada insan hakları denen şeyler sadece kâğıt üzerinde var. Ama Rusya'da da demokrasi için mücadele eden insanlar var. Bunu da bilmeliyiz. Kişilikli olmak gerekiyor. Sorunlarımızı çözmek için başka çizgi ve örgütlerle de dayanışma içine girilebilir, girilmelidir de. Politika değişmez şey değildir, hele hele Kur'an ayeti hiç değildir. Eşitlik anlayışı temelinde Rus’la da , Amerika, AB, Çin, İsrail ve tüm ülkelerlerle, 197 ülke ile ilişki kurabilir, iletişim ve bilgi alışverişinde bulunabiliriz. Bunda bir sakınca görmüyorum. Önemli olanı, ilişki ve ölçütün/ kriterin Çerkes halkının çıkarına ve demokratik ilkelere aykırı olmamasıdır. *** 1- Hapi Cevdet Yıldız "Karaçay- Çerkes Cumhuriyeti", tarih bölümü, Cherkessia.net, Tarih. 2- Tletseruk Nahit Serbes, “İsrail’de Memluk Çerkesleri Arasında Dolaştık”, 21.10.2010, CC. 3- Karden Murat, "Dedelerimiz Yanılmış mıydı?", Cherkessia.net, Serbest Kürsü, 30.03.2013. 4- Adıge Ülkesi Yol Geçen Hanı, Herkese Açık, Ama Adıge/ Çerkes Olmamak Koşuluyla…, Cherkessia.net, Haberler, 26.01.2013. 5- “Suriye’den Dönüş Yapanlarla ilgileniyoruz”, Cherkessia.net, Haberler, 28.03.2013.
 
  Bugün 37 ziyaretçi (50 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol