adigehaber
  Sorunlarımız Gerçekçi Bir Temelde Ele Alınmalı
 
 Sorunlarımız Gerçekçi Bir Temelde Ele Alınmalı
Geçmişe nostaljik bir uzantı
Bu son yıllarda, diasporada, özellikle Türkiye’de internet ortamında bir iletişim patlaması ve etnik canlanma yaşandı. Sayamayacağım denli internet sitesi faaliyette. Ayrıca üç federasyon ve çok sayıda dernek de söz konusu. Köyler bile Adıge ya da Çerkes gibi adlar altında dernekler kuruyorlar. Köyüme gittiğimde tanıtım tabelasında köyün Türkçe adının altında Çerkesçe adının da yazılı olduğunu gördüm ve sevindim. Çoktan beri köyüme gitmemiştim.
Mezarlığı ziyaret ettiğimde bazı mezar taşlarına kiril alfabesiyle mevtaların Adıgece adlarının da yazılı olduğunu gördüm. Çocukluğumda ya da gençliğimde böyle şeyler yoktu. Adıgece yazı yönetimce bölücülük, ırkçılık sayılabiliyor, yerel halk arasında da ‘komünistlik’ olarak algılanabiliyordu. Bilgisiz ve kötü niyetli, antikomünist kişiler açısından, komünizm ve komünistlik “ahlaksızlık” ve “ahlaksız kişi”, “ana baba tanımama” gibi propaganda ediliyordu. Yasa ve uygulamalar da bunu öngörüyordu. Türkiye’nin tamamında sağcı, ırkçı, gerici, Türkçü ve de Amerikancı koyu bir antikomünist atmosfer vardı.
TİP deneyi
Böylesine bir ortamda, ilginçtir, 1961 Anayasasının getirdiği kısıtlı özgürlük ortamında kurulmuş, sağcı sisteme ‘zıt’ bir TİP (Türkiye İşçi Partisi) de vardı, İsmet İnönü başkanlığındaki koalisyon hükümetinin getirdiği ‘milli bakiye’ sistemi sayesinde, 1965 seçimlerinde 300 bin dolayında oy (%3) alarak 15 milletvekili çıkarmıştı, aşırı sağcı, ırkçı ve antikomünist MHP ise daha az oy almış (%2), 11 milletvekili kazanmıştı. Şimdilerde ise MHP ve ondan kopan İyi Parti toplamda % 20-21 oy alabiliyor.
TİP sol bir partiydi ama bilimsel sosyalizmi, Marsizmi bilmiyordu ya da savunamıyordu, Türkçü Kemalizm’in 1920’lerde Sovyetler’den para ve silah koparmak için taktiksel anlamda (yalandan) söyleyip unuttuğu antikapitalist ve antiemperyalist sözlerden medet umuyor, o yolla korunma gereği duyuyor, örneğin devrimci proletarya diyecek yerde ‘emekçi halk’ diyor, ucundan ve üstü kapalı olarak da etnik sorunlara değiniyordu. Bu da özellikle Kürt gençlerin ilgisini çekiyordu.
TİP, mayın döşeli, çok hassas bir arazide politika yapıyordu, fiili sağ saldırılarla da karşı karşıyaydı, bir yandan da yeni kurulmuş Anayasa Mahkemesi’ne başvuru, antidemokratik ve anayasaya aykırı yasaların iptali doğrultulu bir demokrasi mücadelesi de veriyordu. Koca Türkiye 40 yıl boyunca kapalı bir ülke, bir tür hapishane olarak kalmış, uygar dünyadan koparılmıştı, sosyalizm denen şeyin ne olduğunu doğru dürüst bilen kimse yok gibiydi.
Diğer partiler, düzen partileri için siyasi alan sonuna değin açıktı, onlara göre sınıfsızve kaynaşmış bir halk vardı, etnik sorun yoktu, herkes Türk’tü ve Türk’ten başkası yoktu, olamazdı da.
TİP, 1967 Malatya Kongresi’nde Kürt delegelerin bastırmaları, restleri sonucu tehlikeli bir alana çekildi, Türkiye’de bir Kürt ulusunun bulunduğu kabul edildi. Yoksa Kürt kesimi TİP’ten kopma tehdidinde bulunmuştu. Karar, aslında bilinenin ilanı idi. TİP, 12 Mart 1971 askeri muhtırası gereği, söz konusu karar gerekçe gösterilerek kapatıldı, yöneticileri hapse kondu.
O tarihten sonra siyasal iktidarlar yeni kurulan sosyalist partilere nefes aldırmadılar. Demirel iktidarları, Milliyetçi Cephe Hükümetleri, - Ecevit’in koalisyon hükümetleri dışında- 12 Eylül 1980 Amerikancı askeri darbesi ve izleyen iktidarlar solu ezdikçe ezdiler. Sosyalistler Parlamento’dan dışlandı, 1970’lerde adam kaçırma biçiminde sağ terör de başladı, giderek sol muhalefet sokağa taştı, sağ teröre karşı sol terör de uç verdi. Bunu ve ekonomik işçi isteklerini gerekçe yapan Amerikancı generaller 12 Eylül 1980’de darbe yaptılar, Kürtçe başta olmak üzere tüm yerel dilleri - Çerkesçe de dahil - yasakladılar, dini eğitimi zorunlu dersler arasına aldılar ve anayasal bir çerçeveye oturtarak kalıcılaştırdılar.
Böylece, aşırı sağcı partilerin önü açıldı. Laiklik ve laik eğitim darbe aldı. Bunu, Atatürk heykelleri diktiren ‘Atatürkçü’ generaller yaptılar. Daha sonra, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin gösterdiği gibi, ‘Atatürkçü’ generallerin en az üçte birinin şeriatçi ve Fetöcü diye tutuklandığı görüldü. Zarar bununla da kalmadı. Asker ve iktidar desteğiyle güçlenen aşırı milliyetçi ve Türkçü MHP, 24 Haziran 2018 seçiminde 50 milletvekili çıkardı.
CHP’nin tutarsızlığı ya da korkaklığı ve AKP’nin dinci/ milliyetçi politikaları
Ana muhalefet CHP'ye gelince yamalı bohça, laçka. Her telden çalan adamları var. Bir yönüyle Türkçü ve milliyetçi, laiklik yanı sayılmazsa, MHP ve AKP ile örtüşüyor, Kürt ve azınlık karşıtı söz ve söylemleri çok. Sözde demokrat. Bir CHP’li bayan milletvekili “Bakın Çerkesler şehirli oldular, ülkenin kaymağını yiyorlar” diyebiliyor ve ırkçı bir nefret yayıyordu. Şehirli olmak kaymak yemeyi mi sağlıyor? Milyonlarca yoksul şehirli, asgari ücretli, işsiz ve gecekondu oturanı ülkenin kaymağını mı yiyor?..
CHP başkanı Kılıçdaroğlu, zaman zaman AKP ve MHP sözcüleriyle ağız birliği yapıyor, partisine kurulan kumpasları ise göremiyor. CHP, ‘bana Kürt ve HDP yanlısı diyebilirler’ kaygısıyla, - diyorlar zaten- Muharrem İnce ve bazı milletvekillerinin muhalefetine karşın, Erdoğan'a milletvekili tutuklatması için destek sağladı, demokrasi darbe aldı, Erdoğan’ın eli güçlendi. Sonuç, bir furya halinde, çok sayıda HDP’li milletvekili, belediye başkanı ve parti üyesi tutuklandı. Derken sıra CHP'ye de geldi, Enis Berberoğlu, Eren Erdem dâhil çok sayıda muhalif gazeteci hapse atıldı...
***
Erdoğan, her şeye karşın, eski kurt, ‘Kasımpaşalı’, gündeme hakim olmayı başarıyor. Kabul etmek gerekir, oyun kurmada usta biri. Uzun süre IMF doğrultusunda ekonomiyi yönetti, mali disipline bağlı kaldı, başarılı oldu. Batı ile dost göründü, Türk liberallerin ve Yahudi lobilerinin desteğini aldı. Takiye yaptı. Sol bakan ve milletvekillerim var dedi, işi bitince hepsini kovdu, beğenmediğini harcadı. Güçlendi. Askeri ve adli vesayeti kontrol altına aldı, şeriatçı (Fetöcü) darbe girişimlerini – şimdilik olsa da - bastırmayı başardı, mallarına ve finans kaynaklarına el koydu, eli güçlendi. Ancak IMF dönemi sona erince mali disiplin gevşedi, yolsuzluk, lüks ve israf söylemleri arttı. İktidarın yanıtı, baskı yasaları çıkarmak, basını, medyayı ve akademisyenleri susturmak, susmayanları işten attırmak oldu. Üniversiteler ve meslek örgütleri susturuldu. Kişiler özgürce görüş ve düşüncelerini açıklayamaz oldular. Sorunlar ele alınamıyor, düşünce dünyası mayınla döşeli bir tarla gibi, bu nedenle halk olup biteni tam öğrenemiyor, bilgisiz ve dışa kapalı kalıyor.
Avrupa ve Türkiye karşılaştırması
İngiltere, Fransa, vd Avrupa ülkelerinde oturmuş, dahası Kafkasya’da da farklı, yarı biçimde görülen feodal/ soylu sınıf (pşı-verk) ve kültürü, gerektiğinde krala kafa tutan toprak ve köle (serf) sahibi sınıflar (senyörler) ve soylu kültürel değerler vardı, bilim ve kültür o temel üzerinde ve yeni oluşan burjuva sınıfı desteğiyle gelişti. Doğu’da bu yok. Osmanlı’da herkes padişahın kulu ya da tebaası idi. Sultan II. Mahmud, Kürtlerdeki son feodal kırıntıları dakaldırdı ve onları diğerleri gibi kul ve tebaa yaptı. Son kültürel adaları da yok etti. Bu gibi nedenlerle, Türk topluluklarında – Karaçay ve Balkarlar dışında - Osman Kavala benzeri örnekler çok az. Ecevit iktidarları döneminde kükreyen ve Ecevit’i düşürmek için gazete ilanları veren iş adamları şimdi sus pus ya da iktidar yanlısı. Demokrasi ve insan hakları gibi dertleri pek yok. Sonuç olarak, mali disiplin dışına çıkan Türk ekonomisi teklemeye başladı. Düzelir mi? Zor, ama düzelmek zorunda. Düzelmezse kötü. Bu arada halkın çekeceği var. Taraftar büyük bir medya desteğine ve devlet olanaklarına rağmen Erdoğan, oy kaybediyor. İşsizliği önleyemiyor, kızgın, çoğunluk desteğini yitirmeye başladı. MHP’siz yapamıyor.
Öte yandan onca baskıya rağmen, HDP 24 Haziran 2018’deki seçimde de, Ohal rejimi koşullarında, üçüncü kez yüzde 10 barajını aşmayı ve 67 milletvekili çıkarmayı başardı. Erdoğan ve AKP’liler Kürt oylarını topladığı için HDP’ye kızgınlar. Büyük sorun.
İktidara ve MHP'ye göre, dediğimiz gibi, Türkiye’de Kürt sorunu diye bir şey yok. Oslo görüşmeleri, Habur ve Dolmabahçe mutabakatı, yok, ‘geçin bunları’ deniyor.
***
İktidar zor bir dönemeçte. Ekonomik kriz, enflasyon var. Halk yoksullaşıyor, geçim sıkıntısı büyüyor, işsizlik artıyor, gelir düşük, mutfakta yangın var, git gide büyüyor. Üstüne üstlük “üç değil, beş çocuk” denerek aç boğazlar çoğaltıldı. Nüfus 82 milyonu aştı. Akılcı bir politika mı bu? Yabancı sermaye girişi ve yatırım azalmış. Akıl tutulması var, aşılabilecek mi? Aşmak için Almanya ve ABD'ye göz kırpılıyor. Onlar da demokratikleşin diyorlar. 4 milyon Suriyeli de işin cabası. Kapsamlı bir reform programı uygulanmadan krizden çıkılabilir mi? O takdirde halk bir daha Erdoğan’a oy verir mi?..
Rus ve Türk karşılaştırması
Rus'a gelince, anlamsız bir hegemonya ve yayılma peşinde. Pahalı bir şey. Yapabilir mi? Putin'de olağanüstü bir güç mü var? Askere ve oligarklara (büyük şirket sahiplerine)dayanıyor. Ülke parçalanırsa kaygısı içinde. Çin daha akıllı hareket ediyor. Türk tarihinde, askeri başkaldırı ve darbe olayı çok. İşler iyi gittikçe, maaşlar dolgun ödendikçe Yeniçeri başkaldırmadı, padişahı tahttan indirmedi. Erdoğan, ilk sivil kişi olarak darbe girişimlerini bastırdı, ama ardından askerle özdeşleştiği de söyleniyor. Bir de anlamsız Suriye macerası, 4 milyon sığınmacı sorunu var, fatura halkın sırtına yıkılacak. Bir iktidarın geleceği açısından bunlar hoş şeyler değil.
Rusya'da asker bir memur/ bürokrat, başkaldırma geleneği yok. Ruslar çileli yaşama dayanıklı insanlar. Feodal dünyada, Hıristiyanlık ve Ortodoksluk’ta çile diye bir gelenek, bir inanç, bir yaşam biçimi var. Fark bu. Türk tek parti döneminin jandarma dayağını, 1940’lardaki ürün müsaderelerini, ağır vergileri ve kıtlık günlerini unutmuyor. Geçmişte, 1950 yılı öncesinde laik sağın (CHP) yaptığını, şimdi de dinci sağ iktidar (AKP), ilginçtir ‘sola’ (CHP’ye) karşı yapıyor.
Rusya’da bir kalite ve denge durumu var. Türk ve Rus, ikisi de otoriter. Ama Rusya'da oturmuş bir devlet geleneği, Deli Petro’nun başlattığı köklü bir bilimsellik, büyük bir entelektüel birikim ve anayasaya bağlılık var. Türkiye’de ise 1960 yılından beri askeri darbe, müdahale ve anayasa değişiklikleri var. Hep geriye, otoriterliğe gidilmek isteniyor. Entelektüel birikim zayıf, güdümlü ya da omurgasız, gericisi, faşisti bol bir ülke. Zengin aileler içinden çıkmış, uç vermiş bir sol ya da entelektüel, sınıfsal birikim yok. Dediğimiz gibi, Osman Kavala benzeri kişi sayısı çok değil.
RF Anayasası sert/katı bir anayasa, değiştirilmesi zor. Türk anayasasında ise bu yok, parlamentoda 2/3 çoğunluk ya da 400 oy yetiyor, referanduma gerek kalmıyor, anayasa değişiyor. Ama dokunulamayan maddeler de var. Rus’unki öyle değil, parlamento oyu yetmiyor, referandum da şart, her ikisi de gerekiyor (Adıgey’de, AC Parlamentosu’nda 2/3 çoğunluk sağlanmadıkça referanduma gidilemiyor).
***
Erdoğan Suriye'de de bir Kürt oluşumunu istemiyor, tehlikeli görüyor, bastırmak, YPG/PYD’yi ve PKK’yı yok etmek istiyor, çünkü Türklük açısından bunları terörist ve sakıncalı buluyor, Kuzey Suriye’den geçecek alternatif bir petrol güzergahına da karşı, “İnlerine girer yok ederiz” diye PYD-YPG’ye tehdit savuruyor. Ama yöreye ilişkin başka ülkelerin de hesapları var. Bunları da görmek gerekir. Erdoğan Suriye'de bazı toprakları denetim altına aldı (Cerablus ve Afrin gibi). Yani petrol ya da Kürt koridorunu kesti. Şimdi de Fırat'ın doğusuna geçmek, ABD korumasındaki Kürt oluşumunu dağıtmak istiyor. ABD, RF ve Suriye rejimi buna izin verecek mi?.. Ayrıca 45 yıldan beri Kıbrıs’ta… O da çözülmemiş bir sorun. Bu da askerin girdiği yerlerden kolay kolay çıkmadığını, çıkmayacağını gösteriyor.
Her iki ülkenin de birer imparatorluk geçmişi var, emperyalist ve yayılmacı görüşler aşılabilmiş değil. Türk’ün toprağı küçüldü, Rus’un ki hala devasa. Ukrayna toprağı Kırım ve Sivastopol’u ilhak ve Donbass'a müdahale, Rus yayılmacılığının yeni örnekleri. Unutulan nokta, Ukrayna 45 milyon, yabana atılır bir güç değil. Bunun bir de ilerisi var. Yani Rus’un attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmiyor.
1990'larda Ukrayna, elindeki Sovyet nükleer silah stokunu, Rus garantisine inanarak Rusya'ya teslim etti ve savunmasız kaldı.
Demokratik ortam iç açıcı değil. Batıdaki hoş görü Rusya ve Türkiye’de sınırlı.
Demokraside geriye gidişin sürdüğü bir süreçte, kısa vadede bir demokratikleşme şansı doğabilir mi? Zor ama zorunlu. Her iki ülke için de başka bir şans ve başka bir yol yok.
İsrail örneği
Demokrasisi Yahudi ölçeğine düşürülmüş olsa da, İsrail’de asimilasyon politikasının uygulanmaması sonucu, 150 yıllık sürgün yaşamına karşın, Adıge çocuklarının Çerkesçe konuşması devam ediyor, yüksek bir yaşam standardı da var. İşsiz Çerkes yok. CHP’li ırkçı bir bayan milletvekilinin dediğinin aksine, Türkiye'de şehirlileşmiş olan çoğu Çerkes İsrail’deki köylü soydaşlarının gelir düzeyinin çok gerisinde, yoksulluk sınırının altında. İsrail dışındaki Çerkes diasporası dökülüyor, nefes alamıyor. İsrailli Çerkesler yüksek gelirli oldukları için anayurda ve her yere rahatça gidip geliyor, soluklanabiliyorlar. O halde sorun en başta bir demokrasi, bir kalkınmışlık ve bir zenginleşme sorunu. Demokrasisiz, laf üreterek gelişim olmaz.
Siyonizmle mücadele ettiklerini söyleyen sağcı ve gerici politikacılar, diasporada Çerkeslere kendi devlet sistemi içinde yer ve bütçe ayıran ve bu sayede Çerkes dilini yaşatan tek diaspora topluluğunun İsrailli Çerkesler olduğunu ne zaman öğrenecekler?..
Batıdaki örnekler ve sorunlar
Batılı demokrasiler yayılmacı, ilhakçı politikaları çoktan terk etmiş bulunuyorlar. Birleşik Krallık, Fransa, Hollanda, Belçika ve Portekiz’in sömürgeleri çoktandır tarih oldu, eski sömürgeler şimdi bağımsız ülkeler… Gözler sınır ötelerinde değil. Toprak sorunları kalmadı. Sınır ötesiyle toprak için, yerleşmek için değil, doğal kaynaklar ve para için ilgileniliyor: Petrol, doğal gaz, pazar, ticaret, bankacılık, borçlandırma, vb. Öte yandan ABD, Çin, vb büyük ekonomilerle rekabet için ülkeler büyük birliklerde bir araya geliyorlar, AB gibi.
Daha demokratik örnek olarak, Birleşik Krallık/ İngiltere’yi ele alalım: Ana karasındaki Kuzey İrlanda ve İskoçya'ya referandum yoluyla ayrılma hakkını tanıdı. Üstelik İngiltere üniter bir devlet. Bu ne demek?.. Bunun yeryüzünde başka bir örneği var mı? İngilteredışındaki ülkelerdeki özerk bölgelerin, federe devletler hariç, siyasi, hukuki ve ilkesel anlamda ayrılma hakları yok. Kuzey İrlanda ve İskoçya federe devletler değil, özerk bölgeler. Sırbistan’a bağlı eski bir özerk bölge olan Kosova ise bir istisna. Kosova’da Sırbistan’ın yürüttüğü bir etnik temizlik olayı vardı, insanlık suçu işleniyordu, NATO müdahale etti, insan hakları ihlalini durdurdu, müdahale zorunluluğu doğmuştu. Maalesef 1860’larda uluslararası hukuk bugünkü ölçüde gelişmemiş, etnik temizliğe uğrayan ve ülke dışı göçe tabi tutulan Adıge-Çerkeslere kimse yardım etmemişti.
Ulusların kendi geleceklerini tayin hakkı
BM tarafından kabul edilmiş “Ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkı” diye geçerlibir ilke var, ama sömürge ülkeler için söz konusuydu. Süresi doldu ve soyut bir ilke olma dışında bir işlevi kalmadı. Geride özerk bölgeler, özerkliği olmayan, baskı gören etnik ve dini azınlıklar gibi sorunlar kaldı. Bu gibi sorunlar için koruyucu hukuksal güvenceler, alınmış evrensel kararlar yok. Sadece “Helsinki Nihai Senedi” gibi, tavsiye niteliğinde bölgesel antlaşmalar var: “Avrupa Bölgesel veya Azınlık Dilleri Şartı”, “ Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi” gibi. Bunlar yeterli güvenceler içermiyor, egemenlik hakkı getirmiyor. Devletler bu tür sözleşmeleri dolanabiliyorlar.
Dediğim gibi, uluslararası statü ve hukuki güvencelerden yoksun etnik ve dini azınlıklar var. Hem de sayıları az değil. Ayrıca günümüzde soykırım, etnik temizlik ve toplu sürgün suçları da işleniyor, örnekleri var: Myanmarlı/ Arakan Müslümanları, Suriyeli sığınmacılar ve Müslüman ülkelerde Müslüman olmayan azınlıklar, vb. Bunlar da yeterli güvencelerden yoksunlar.
Bir başka örnek de İspanya’daki Katalonya (7 milyon). Katalonya Özerk Bölgesi referandum ve parlamento kararıyla bağımsızlık ilan etti, İspanya’dan ayrılmak istedi, ama bastırıldı ve birçok Katalan hapse kondu. BM ve AB bu gibi sorunlar konusunda bir şey yapamıyor, çünkü yetkisizler, hukuki bir çözüm yolu, bir formül üretilebilmiş değil. Bu gibi sorunlar, açık insan hakları ihlalleri olmadıkça, ülke içi sorunlar olarak görülüyor. Bu alanda bir boşluk var. Ayrıca yeni İspanyol sosyalist hükümetinin Katalonya yerel hükümeti ile görüşme kararı, milliyetçi İspanyolları ayağa kaldırmış, yüzbinler sokağa dökülmüş bulunuyor. Bu egemen ulus milliyetçilerinin kendileri de bir sorun.
Demek ki kitleler hala milliyetçi ön yargıların etkisinde, tutsağı. İngiltere’deki gelişmişliğe ulaşılabilmiş değil. Bunu da görmek gerekir.
RF'ye gelince, Ukrayna'nın egemenlik hakkını çiğneyerek, federe değil, özerk cumhuriyet statüsündeki Kırım’ı ve bir kent olan Sivastopol’u tek yanlı birer referandum ile ilhak etti (2014). Sovyetlerdeki anlayışa göre özerk cumhuriyet, birlik cumhuriyeti (союзная республика) içinde, bağımsızlık kararı alma yetkisiolmayan devlet anlamına geliyordu. Ukrayna federal değil, üniter bir devlettir, Kırım ise özerk bölge statüsünde bir özerk cumhuriyet, Sivastopol ise kent statüsünde idi. Ayrılması için Ukrayna’nın da onayı gerekiyordu. RF açısından özerk cumhuriyetin ve kent yönetiminin tek yanlı referandum onayı yeterli bulundu, Ukrayna öğesi, Kırım’daki ve Sivastopol’daki Ukraynalı ve yerli Tatar azınlık denklem dışı tutuldu... Ruslar birçok yerde aynısını uyguladılar (Abhazya, Güney Osetya, vb).
Asya ve Afrika'da çoğu sınırlar sömürgeci güçlerce cetvelle çizildi. Uluslar parçalandı. Bu da günümüzün bir gerçeği.
Sovyetlerdeki uygulama
1917 Ekim devrimi üzerine Rusya'da, halklar arası bir eşitlik ilkesi benimsendi, büyük küçük her bir topluluğa, çoğunlukta olduğu tarihsel toprağı geri verildi vekendi geleceğini belirleme hakkı tanındı, ilkesel temelde uygulamaya kondu. Batı bu örneği benimsemedi, sömürge ülkeleri ve yerli halkları kendisiyle, beyaz ırktan kişilerle eşit görmedi. Fiilen beyaz ırkı (Avrupalıları) üstün, diğerlerini aşağı ırklar olarak sınıflandırdı. ABD’de yakın zamanlara değin Siyah nüfusun eşit oy hakkı engelleniyordu. Fransa Parlamentosu’nda Cezayir’e ayrılan kontenjan, çoğunluktaki Müslüman nüfus için 21, azınlıktaki Avrupalı nüfus için 24 koltuk idi. Irk (yurttaş) eşitliği, ilkesel anlamda ve Sovyetlerin öncülüğünde, 1948 tarihli BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile kabul edilmişti ama engellenmeye çalışılıyordu. Bu tür gecikme ve antidemokratik anlayışlar sonucu, çok sayıda çözülmemiş etnik ve dini sorunun günümüze taşınmıştır. Bu gibi nedenlerle birçok Asya, Afrika, dahası Latin Amerika ülkesi yanında RF, Çin ve bazı AB ülkelerinde de çözüme kavuşturulmamış etnik sorunlar bulunuyor. Şimdilerde ise, egemen ulus milliyetçiliği, İspanya Katalon örneğinde görüldüğü gibi, çözümün önündeki ana engellerden. Oysa, Katalon ayrılsa bile üst AB çatısı altında, - İspanya ve Katalonya biçiminde - yine bir araya gelecek ve buluşacaklardır, tıpkı Slovakya ile Çekya’nın AB ve NATO çatısı altında bir araya gelmesi gibi.
Demokratik devlet, yurttaşları arasında din, mezhep, ırk ve milliyet, zengin fakir farkı gözetmeyen, hepsine eşit mesafede duran, eşit davranan, azınlığı, zayıfı koruyan, yardım eden, azınlığına pozitif ayrımcılık uygulayan ve asimilasyona karşı olan devlettir. İdeal devlet böyle olmalı.
RF’de 2005-2006 yıllarının tasfiye programları
Rusya Federasyonu'nda, her şeye karşın, sınırlı da olsa, tarihten gelme bir hukukilik var. Hukukilik ve anayasa federe cumhuriyetleri ve azınlıkları koruyor. RF Federasyon Sözleşmesi, federasyona katılan cumhuriyetlerin her birini egemen devlet olarak tanıdı ve o temelde Rusya Federasyonu (RF) oluştu. Örneğin, Adıge Cumhuriyeti Anayasası, Adıge Cumhuriyeti’nin egemen (суверенитет) bir devlet olduğunu ve o statüyle Federasyona(RF'ye) katıldığını belirtiyor. Bu da, federe devletin, federasyondan ayrılma hakkının bulunduğu anlamına da geliyor. Buna karşın, 2005-2006 yıllarında RF'de milliyetçi bir dalga yükselmiş, Sözleşme’ye ve RF Anayasasına aykırı olarak, federasyon üyesi bazı cumhuriyet ve özerk okrugların tasfiyesi, topraklarının Rus büyük illerine (kray) katılmaları gündeme gelmiş, 10 özerk okrug’dan (küçük il) 6’sı tasfiye edilip toprakları Rus krayları (büyük illeri) ile birleştirilmişti. Ancak cumhuriyetler için farklı anayasal güvenceler bulunduğu ve çift taraflı referandum gerektiği için geri adım atıldı. Ayrıca sert tepkiler belirecek ve ortalık karışabilecekti. Nitekim Adıge Cumhuriyeti’nden sert tepki konmuştu.
Sovyet devlet yapılanması
Lenin ve Sovyetler (Bolşevikler), cumhuriyetler yararına aşılması zor koruyucu ilke ve istisnalar getirmiş, anayasal garantiler ön görmüşlerdi. Bu da, 1917 devriminin öncüleri arasında, gelişmiş bir hukuk ve bilim anlayışının bulunduğunu kanıtlıyor: RF'de anayasal bir değişiklik için çift taraflı, RF ve cumhuriyetler düzeyinde parlamento onayı ve referandumlara gidilmesi, yani uzun bir prosedür gerekiyor. Bu durum ve henüz bilmediğimizbaşka nedenlerle 2000'lerin tasfiye programı rafa kaldırıldı. Program ya da proje gerçekleşseydi, ilk tasfiye edilecek yer, büyük olasılıkla Adıgey olacaktı.
Rus milliyetçiler/ ırkçılar tasfiye programından vazgeçilmiş olunmasından rahatsızlar. Bu çevreler “Sovyetler’deki cumhuriyetler çağ dışı kuruluşlardır, dünyada benzeri örnekleri yok, kaldırılmalılar” diyorlar. İspanya ya da İngiltere’de, tarihten gelme, oturmuş demokratik gelenekler ve gelişmiş bir özgür düşünce (özgürlüğü)ortamı var, özerk bölgeleri kaldırma biçiminde bir eğilimyok, içişlerine de karışılmıyor. Anayasal garantiler var. Ama Rusya'da, anayasaya rağmen içişlerine, anayasal sınırlar dışında karışılabiliyor, anayasal güvenceler oturuşmuş değil, örneğin 6 özerk okrug ve birçok ulusal rayon (ilçe) lağvedildi (Koryak ve Komi-Permyak okrugu, Şapsığ rayonu gibi), yerel dillerdeki öğretime de, anayasaya aykırı olarak, merkezi yönetim tarafından aşırı kısıtlamalar getirilebiliyor. Kısıtlamalar cumhuriyetlerin kendileri tarafından değil RF Hükümeti tarafından yapılıyor.
RF’de yerel dillerde öğretime getirilen kısıtlama
Sorunları ayrıntıları ile bilmek için kuşkucu ve araştırıcı olmak gerekiyor. Çünkü ayrıntılar, sorunun can alıcı noktaları, bu noktalar egemen çevreler ve işbirlikçileri tarafından örtülmeye (gizlenmeye) çalışılıyor. Demek ki ırkçılık hala canlı. Bilgi aktarıcı ya da bilgi birikimi olan kişi sayımız çok az. Bu gibi nedenlerle cumhuriyetlerdeki dil öğretimini, somut anlamda ve ayrıntılı olarak bilemiyoruz, tartışmalar yüzeysel boyutta kalıyor.
***
Egemen devlet olma nedeniyle cumhuriyetlerin kendi özel eğitim müfredatlarının olması, okutacakları dilleri, niteliklerini ve sınıflara göre ders saati düzenlemelerini kendilerinin yapmaları, bu gibi yetkileri kullanmaları gerekiyor. Bu gibi yetkiler aşırı kısıtlanmış durumda. Rusça dışındaki yerel diller, zorunlu ders dili olmaktan çıkarıldı, seçmeli ders niteliğindeler. 2018’de uygulama değişikliği yapıldı: Okul yönetimi, öğrenciye ya da velisine önceleri, “öğrenmek istemediğin seçmeli dil dersi varsa dilekçe vererek belirt” diyordu, geçtiğimiz yıldaki düzenleme ile “öğrenmek istediğin zorunlu ve seçmeli dilleri sunacağımız forum tutanağında işaretle ve altını imzala” deniyor. Bu da anadili öğretimine getirilen öldürücü kısıtlamayı gösteriyor, öğrenci istemediği ya da form dilekçesinde belirtmediği dilde öğrenimden, vazgeçmiş sayılacak.
Geçtiğimiz yıl, Adıge Cumhuriyeti eğitim bakanlığı görevlisi Borse Zuriyet, - henüz yenisi uygulamaya yetişmediğiiçin - geçici olarak uygulamada kalan eski eğitim sistemine ilişkin şu açıklamada bulundu: "Maykop’u ele alırsak, her okulun farklı bir ana eğitim planı (programı) var ve dil öğretimi buna göre yapılıyor. Bakanlık okullara 4 farklı plan (program) gönderiyor, okul müdürü beğendiğini seçiyor" - Bkz. - http://www.cherkessia.net/news_detail.php?id=7377
Bu açıklamadan kentlerdeki bazı okullarda anadili haftada bir saat, bazı okullarda daha fazla, bazı okullarda da hiç okutulmuyor gibi bir anlam çıkarabiliriz.
RF'de maalesef bir gizlilik, ketumluk (ağzı sıkılık durumu) var. Çünkü demokrasisi gelişmiş değil. Demokratik ülkelerde ise tersine bir durum, açıklık ve karşılıklı güven anlayışı var, basından gizleme ve yasaklama olmaz, ırkçı baskılar ve dil düşmanlığı azalmış durumda. Yeryüzündeki genel hava böyle. Ayrıntıları bilmemek, sorunları tanılama, öğrenme ve çözüm yollarını bulma açısından önemli. Yanlış algılamalara da yol açılabiliyor.
Bunu iki örnekle açıklamak isterim:
Paritet ilkesi (eşit güce kavuşturma)
Adıge Cumhuriyeti'nde, cumhuriyetin kuruluşu sırasında kabul edilmiş, kurucu/ temel değerde ilkeler arasında yer almış olan ve paritet (eşit temsil) denen bir kural var. İlke ya da paritet, kuşkusuz bir yasa hükmü değil, geçici, ama anayasal güçte bir kural, norm;demokratikleşme tamamlandığında, endişeler ortadan kalktığında sona erebilecek. Ama o zamana değin uyulması zorunlu bir kural, sona erip ermemesine de, ilke anlamında Adıge ulusu karar verebilecek.
Paritete (pariteye) göre genel nüfusun azınlığı (2010’da dörtte biri) olan Adıgece konuşan nüfusa, taşıyıcı halk (cumhuriyete adını veren ulus) olması nedeniyle devletin yasama ve yürütme organlarında eşit oranda temsil ya da katılım hakkı/ yetkisi tanındı. Adıge ulusu, daha yukarıda belirttiğimiz gibi soykırım ve etnik temizliğe uğramış, soydaşlarının çoğu sürgünde olan ve UNPO tarafından ‘Sürgünde ulus’ statüsü verilmiş olan bir halk. Temsil gücü/ oranı sadece Adıgeler lehine artırılabilir, ama azaltılamaz, bu kesindir; ama Adıgece konuşmayanlar için kesinlik yok, oran azaltılabilir ama artırılamaz. Örneğin, Adıgece konuşanlar genel nüfusun çoğunluğu olursa, korunma kaygısı ortadan kalkacağı için paritet de sona erecektir. Şimdiki durumda ise, çoğunluktaki Rusça konuşan nüfus ile azınlıktaki Adıgece konuşan nüfus arasında, azınlığın yararına idari ve politik bir ayrım, pozitif ayırım, bir denge durumu bulunuyor, nitekim meclis ve kabine üyelerinin yarısı Çerkes oluyor. Başka örnekler olarak, ABD, İsviçre, Almanya, vb federal ülkelerde, eyaletler nüfuslarına bakılmaksızın senatoda (üst meclis’te) eşit oyla temsil edilirler. Bu da toprak, tarih, din ya da etnik temelli bir paritet uygulaması oluyor. Adıgey’de de, buna benzer 25+25=50 üye biçiminde iki kanattan oluşma ortak bir meclis (Khase)var. Alt kanatta 9 seçim çevresi nüfuslarına göre 25 temsilci seçiyor, üyelerin çoğu Rus oluyor, üst kanatta (senato) da aynı 9 seçim çevresinin her biri eşit sayılarda temsilci çıkarıyor, bu son 25 temsilcinin çoğu Adıge oluyor. İki kanat bir araya geldiğinde AC Meclisi - Khase oluşuyor, böylece eşit temsil sağlanmış, daha doğrusu Adıge olmayan nüfusa, anayasayı değiştirecek olağanüstü yetki ya da 2/3 çoğunluk verilmemiş oluyor. 2/3 çoğunluk anayasa değişikliği ve referandum için zorunlu olan sayıdır.
***
Geçtiğimiz yıllarda RF'de cumhuriyet başlarının (Glava/ Łışha’ların) ve valilerin atama yoluyla görevlendirilmeleri kuralı esnetildi, cumhuriyet başı/Łışha ve valilerin (губернатор) genel oyla da seçilebileceği kuralı getirildi. AC Parlamentosu - Khase bunu iptal etti, seçme yetkisini üzerine aldı. Diasporada birçok kişi bunu bir "demokrasi ihlâli", genel ve eşit oy ilkesine aykırılık olarak algıladı. Yanlıştı. Demografik durum, yerli halkın azınlıkta (% 25) olduğu ve korunması gerektiği anlaşılınca, durum değişti. Küçük topluluklara ya da bireylere koruyucu ayrıcalıklar (derogasyon, istisna) tanınması demokrasiye aykırı değildir: Örneğin, parklara motorlu araçlarla girmek yasaktır, ama engellinin kendi motorlu bisikleti ile parka girmesi yasak değildir. Çünkü motorlu bisiklet engellinin ayağı işlevini görüyor, pozitif ayrımcılık oluyor. Soruna değişik açılardan bakmak gerekiyor. Demokrasi, sayısal olma yanında siyasal da olmak zorunda. Derogasyon (paritet) Adıge ulusunu koruma amaçlı.
2. Ortak yol yapımı ve AC’ye Rus nüfus yerleştirilmesi (kolonizasyon) olayı
İkinci örnek, bu yakınlarda Adıge Cumhuriyeti ile Krasnodar Kray arasında yapılan bir aglomerasyon (ortak yol inşaatı) anlaşması. Anlaşma gereği Krasnodar kenti ve çevre ilçeleri ile AC'nin Tahtamukay, Tevçoj ve Adıgeysk ilçelerini içine alan bir alanda, yol ve köprü yapımları ile sınırlı yetkileri olan ortak bir yönetim oluşturuldu. Kuşkusuz, bu tür işbirlikleri federal program kapsamında, RF’nin diğer yörelerinde de uygulanıyor. Bazıları bunu 2006’daki tasfiye programının bir devamı imiş gibi algıladılar ve endişelere kapıldılar.
Aslında yol ve alt yapı, bir gereksinim.
Endişe duyulmasının bazı haklı nedenleri de yoktu denemez. AC'nin söz konusu 3 ilçesinde, Rus ve Adıge nüfus şimdilik sayıca eşit, hassas bir demografik denge durumu var. Kuban Irmağı kuzey yakasındaki milyonluk Krasnodar kentinin dibinde, ırmağın güney yakasında, Adıge toprağında 34 bin nüfuslu bir Yablonovski beldesi var, 2010 yılında Yablonovski nüfusunun yüzde 74’ü Rus, yüzde 14’ü de Adıge idi. Yablonovski'de 2010-2018 arası dönemde 8 bin gibi bir nüfus artışı oldu. Aynı dönemde Adıgey’in tamamındaki artış, Maykop kenti ve Enem beldesi dahil – 14 bin. Yablonovski’de anormal bir artış söz konusu.
Yöredeki denge, Adıgeler aleyhine gittikçe bozuluyor. Sorduğunuzda, bazıları, ‘Önemli değil, bu Ruslar Adıgey'de değil, günübirlik giderek Krasnodar'da çalışıyorlar, Adıgey'e bir zararları yok, aksine faydaları var, Adıge köylülerden gıda maddeleri, et, tavuk, yumurta, süt, peynir, tere yağı, bal, sebze ve meyve alıyor, para bırakıyorlar’, diyorlar. Oysa bu Ruslar, yerel Rus değil, Kazakistan ve benzeri yerlerden gelme kişiler, birçoğu ezik ve aşırı milliyetçi olabilir. Bu kişiler Krasnodar Kray’ın değil, Adıge Cumhuriyeti’nin seçmeni. İkametleri, evleri Adıgey’de. Adıgeleri tanımıyorlar. Farkı bilmek gerekir.
RF Hükümeti Rus kökenli nüfusu gözetiyor, kayırıyor, Sibirya’dan, Kazakistan’dan, vb yerlerden getirip Maykop’a, Yablonovski ve yakınındaki Enem’e yerleştiriyor, niye? Aynı olanak – bireysel ölçüde de olsa - niçin sürgündeki Adıgelere sağlanmaz? Peki, diasporadan anayurda dönmek, eski tarihi topraklarına yerleşmek isteyen Adıgeler ne olacak? Adıge toprağı planlı biçimde Rus yerleşimine açılırken, dedeleri 1864'te sınırdışı edilmiş yüzbinlerce torun Adıge, diasporada, perakende/ bireysel dönüşlerine bile izin verilmiyor. Örneğin, Türkiye’de kamplarda barınan yurtsuz Suriyeli Çerkes’i nereye koymalı?.. Daha geniş bilgi için Bkz. - http://cherkessia.net/author_article_detail.php?article_id=4507.
***
Yol yapımı Rus yerleşimlerini çoğaltacak ve nüfus dengesini Adıgeler aleyhine iyice bozabilecek, ileride toprak kopmalarına, ilhaka da yol açabilecek tehlikeleri içeriyor. O risk de var. Adıgey yönetimi durumu tolere edebilir mi? Bir endişe kaynağı da buydu.
Yol gereksinimi
Bütün bunların ötesinde şu gerçek de var: Gördüğüm kadarıyla, 27 yıl önce, 1992’de Kafkasya’da yollar demeyeyim, özellikle WC’ler berbattı. Maykop'tan Nalçik'e 5 saatlik yolculuğum sırasında iki ilkel WC ile karşılaşmıştım, ikisi de lağım taşmış, göl olmuştu. Basacak yer kalmamıştı. Koku ve pislik, kara sinek ordusu ortalığı kaplamıştı.
Durumun iyiye gitmesi, gelişimin Adıge ulusal varlığına zarar vermeyecek biçimde sürmesi kuşkusuz iyi bir şey. Zarar verecek şeyler varsa ve saptanırsa, işte bunlar eleştirilmeli, iyileştirme yolları önerilmeli. Adıgey, bir sözleşme ile RF’de yer almış federe bir birim, egemenlik hakkı olan bir devlet. Bunu unutmamak ve unutturmamak gerekir.
Kanjal Savaşı, etnik bir çatışma kaynağı mı?
Kanjal Savaşı olayı da var, durup dururken patlak verdi. Kanjal Zaferi’nin 310. yılı kutlamaları için Kanjal Dağı’na gitmek üzere yola çıkan 30 Kabardeyli atlının önü, 6,300 nüfuslu Balkar kasabası Kendelen’de (Gundelen) kesilmiş, aşırı milliyetçi Balkar gençleri Kabardey atlıları taşlamış. Çirkin ve düşmanca bir davranış. Adıge geleneğinde böyle çirkin şeyler, yol kesme, insan taşlama ve taşa tutma örnekleri yoktur, insanı o derece aşağılamaya izin verilmez. Bu cüretkarlık, saygısızlık nereden kaynaklanıyor?..
Bildiğimiz kadarıyla Karaçay ve Balkarlar Adıge kültürü etkisinde kardeş halklar. Bu son yıllarda sayıları çoğaldı ve bir uluslaşma süreci içine girdiler, diş göstermeleri bundan olabilir.
Ortadoğu’da sağcı, gerici/ dinci, faşist ve yabanıl topluluklar adam ve kadın taşlıyor, cinayet işleyebiliyorlar, Cemal Kaşıkçı örneği ortada, böylesine barbarlıkların uygar Kafkasya’da bir yeri olabilir mi?..
Efsane ya da gerçek, değişmez, sembolik bir kutlama yürüyüşü, bir çatışma kaynağı olabilir mi? Halklar birbirine karşı hoşgörülü ve saygılı olmalı. Yürüyüş demokrasiye ve Balkar haklarına aykırı mı imiş? Geçmiş yıllarda, yanılmıyorsam Kanjal Zaferi’ni sahiplenme konusunda Kabardeylerle Balkarlar arasında bir rekabet, bir yarış olmuştu. Rekabet, anlaşılan, politik içerik kazanmış, Kabardey karşıtlığına mı dönüşmüş?..
Balkar ve Karaçay sorunu
Balkar ve Karaçay sorunu, bu iki halkın 1957 yılı sürgün dönüşü üzerine Sovyetlerce Kabardey ve Şerces (Çerkes) arazilerine toplu olarak yerleştirilmeleri sonucu ortaya çıktı. 19. yüzyıl ilk yarısında Karaçay nüfusu 15 bin, Balkar nüfusu da 9 bin tahmin ediliyordu, dağlarda yaşıyorlardı. 1922 özerkliği ile birlikte, Sovyet yönetimi onlara yer verdi, dağlardan indiler, Karaçayevsk kentini kurdular, ardından Şerces (Çerkes) toprağında yayılmaya başladılar. Çerkesler 1926’da Karaçay yayılmasına karşı bir korunma olarak Karaçay-Çerkes Özerk Oblastı’ndan (KÇÖO) ayrıldılar ve ayrı bir Çerkes Özerk Oblastı (ÇÖO) kurdular. Moskova, 1957’de Çerkeslere sormadan Karaçaylar yararına, tepeden inme bir kararla Karaçay-Çerkes Özerk Oblastı’nı yeniden kurdu ve Çerkes topraklarına Karaçayların önemli bir kısmını yerleştirdi. Sürgün dönüşü, 1959-2010 arası 51 yıllık süreçte Karaçay ve Balkar toplam nüfusu arttı, 123 binden 331 bine ulaştı ve Kabardey-Çerkes toplam nüfusunun yarısını aştı. Oranları giderek yükseliyor, Kabardeyleri kaygılandırıyorlar. Karaçay ve Balkarlar birleşip bir “Karaçay-Malkar Cumhuriyeti” kurmak istiyorlar, ancak coğrafi bir engel var.
Dağlı Balkar, Türkiye’deki Ordulu ve Giresunlu dağ köylüleri gibi toprağa aç. Türkiye’deki Adıge ve Abhazlar topraklarını onlara satıp kentlere göç ediyor, gelenler de yeni arazilerinde çiftçilik yapıyor, çocuklarını okutuyor ya da çırağa veriyorlar. Kente yerleşen köyüne dönüp daha düşük bir kültürel düzeyde olan yeni gelenlerle kaynaşamıyor ve onlarla bir arada yaşamak istemiyor. Adıgey dışında, söz konusu iki yörede de -KÇC, KBC - benzeri bir süreç yaşanıyor.
Balkarlar ve Karaçaylara toprak yetmiyor, fırsat bulanlar Şerces/ Çerkes ve Kabardey köyleri dışında Rus köylerine de yerleşiyorlar. Rus ve Adıge ise, istisnalar dışında Karaçay ya da Balkar köyüne yerleşmiyor, uzak durmaya bakıyor. Kültürel uyumsuzluk var. Bulgaristan göçmeni bir kadına sormuştum, “Terk ettiğiniz Türk köylerinde bıraktığınız evleri Bulgarlar mı alıyor?” diye. “Bulgar Türk köyüne yerleşmez” diye karşılık vermişti. Aynı şey Kafkasya’da da olmalı.
Balkarlar Kabardey-Balkar Cumhuriyeti'nin iki taşıyıcı halkından küçüğü. 1944’te Sovyet üst yönetimi tarafından Alman işbirlikçiliği ile suçlanarak Kırgızistan’a sürülmüşlerdi, 1957'de bağışlanarak geri getirildiler. Baskı gördükleri, zulme uğradıkları gerekçesiyle Sovyet ve RF hükümetleri tarafından kollandılar, işe alımlarda öncelik onlara tanındı, kendileri için modern konutlar inşa edildi ve bedelsiz verildi, sürgün öncesinde barındıkları dağlık Balkarya akarsu vadileri dışında, verimli Kabardey topraklarına, örneğin Nalçik kenti içine ve varoşlarına, Kabardey Ovasına (Къэбэрдей тIуащIэ), Türklerin Adıge muhacirlere yaptığının aksine, yani küçük parçacıklar, köyler biçiminde dağıtarak, etkisizleştirerek değil, toplu ve birbiriyle bağlantılı/ irtibatlı ve etkili olacak biçimde yerleştirildiler. Gerekçe, güneydeki dağlık yerlerdeki Balkar yerleşim alanlarının artık yeterliolmadığı, alt yapı eksikliği ve nüfusun fazlalaşmış olmasıydı. Sonuç olarak Balkarların önemli bir kısmı, yarısı ya da yarıya yakını, şimdilerde Nalçik kenti içinde (29,2 bin), Hasanya (11 bin) ve Belaya Reçka (3,4 bin) gibi Nalçik’i kuşatan yeni yerleşim merkezlerinde barınıyor. Böylece Kabardey’in göbeğinde bir Balkar birikimi oluşmuş bulunuyor.
Kabardey köylerine yerleşen Balkarlar genellikle Kabardeyceyi de biliyorlardı. Diğerleri Balkarca ve Rusça konuşuyorlar.
Karaçay-Çerkes’te durum
Kabardey-Balkar’dakine benzeyen yerleştirme politikaları Karaçay-Çerkes’te de yaşandı. 1943’te Alman işbirlikçiliği ile suçlanıp Kazakistan’a sürülen Karaçaylar, 1957 yılı sürgün dönüşü, eski Karaçay toprakları dışında, önemli bir kesimiyle, lağvedilen Çerkes Özerk Oblastı (ÇÖO) toprağına ve başkent Çerkessk’in içine yerleştirildi. 1943 yılına değin var olan Karaçay Özerk Oblastı’nın dağlık arazisi ile daha kuzeydeki verimli Çerkes Özerk Oblastı toprakları birleştirildi, eski Karaçay’a sığmayan nüfus fazlalığı eski Çerkes (Şerces) oblastı toprağına yerleştirildi. Karaçaylar şimdi Çerkessk kenti içinde (16 bin) ve kuzeydeki düzlük eski Çerkes özerk oblastı topraklarında (Prikubansk ilçesi, 22 bin), vb yerlerde de barınıyorlar ve ‘Bu yerler bizim tarihi topraklarımızdır, atalarımız bu yerlere Çerkeslerden önce geldiler’ gibisine iddialar ileri sürmeye başladılar.
Ruslar, küçücük Çerkes nüfusunu ve toprağını (3,4 bin km. kare idi) koruma altına alıp Karaçay nüfus fazlalığını seyrek nüfuslu Stavropol Krayı topraklarına doğru kaydırabilirlerdi. Bunu yapmadılar, faturayı Çerkeslere kestiler. Ayrıca Adıge-Hable ve Habez adlı iki Çerkes ilçesini de parçalayarak içlerinden birer mini Abazin ve Nogay ilçesi çıkardılar.
Yeni durumda Çerkesler, şimdiki Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nin iki taşıyıcı halkından küçüğü (nüfusun % 11,9’u) konumuna düştüler.
Çerkesler yeniden Karaçaylardan ayrılmak istediler, ancak 28 Mart 1992’de yapılan referandumda, diğer halkların birleşik oyu karşısında azınlıkta kaldılar. Karaçay, Rus, Nogay ve Abazinler, bir Çerkes özerk oblastı (il) kurulması önerisini reddettiler. Sonuç olarak denge Çerkesler aleyhine iyice bozuldu ve Karaçaylar baskın ulus konumlarını daha da pekiştirdiler. Bunun artıları da var tabii. Bkz. - https://www.facebook.com/notes/hapi-cevdet-y%C4%B1ld%C4%B1z/kara%C3%A7ay-%C3%A7erkes-cumhuriyetinin-do%C4%9Fu%C5%9Fu/2001600999900396/
***
Karaçaylar ve Balkarlar devlet eliyle kendilerine iş sağlanarak, modern konutlara, konforlu ve bakımlı semtlere yerleştirildiler, buna karşılık Çerkesler, çoğunlukla yolları harap ya da çamurlu eski köy evlerinde bırakıldılar. Daha geniş bilgi için Bkz. - http://www.cherkessia.net/makale_detay.php?id=3309
Yine de, Karaçay-Çerkes’deki durumu, Kabardey-Balkar’dakine göre daha iyi ve daha demokratik bulanlar da var.
Balkarlar
Balkarlar, Karaçaylar gibi, geleneklerine bağlı, çoğalan ve yayılan bir nüfus, Türk kökenliler ve Karaçaylarla ortak bir Türk diyalektinde konuşuyorlar. Balkarların çoğu özgür Dağlı, daha azı köle (kul) idi. Beyleri Kabardeylerdeki gibi güçlü değildi. Yine de özgürlüklerini korumak için 1827 yılına değin Rus istilasına karşı direndiler.
1959'da sayıları 42 bindi, Adıgey ve Krasnodar Kray Adıge nüfusunun (80 bin) yarısı kadardılar, 2010’da 113 bin sayısına ulaştılar ve Adıgey Adıge nüfusunu aştılar. Ancak Kabardey engeline takılı kaldılar. Karaçaylar ise 1959’da 81 bin idiler ve Adıge nüfusu kadardılar, şimdi Adıge nüfusunun iki katına ulaştılar (2010’da 218 bin). 2020’de yapılacak seçimde daha da artmaları bekleniyor.
Kabardeylerin durumu
Bu son yıllarda Kabardey nüfus artışı, Adıgey Adıgelerinde olduğu gibi duraklamış görünüyor, ayrıca yoksul Kabardeyler dışarıya, büyük Rus kentlerine, sanayi merkezlerine iş gücü olarak göç ediyorlar, tarım arazilerine, çiftliklere de mevsimlik tarım işçisi olarak gidiyorlar; yoksullar; kendi cumhuriyetleri içindeki sayıları giderek azalıyor. Örneğin, 2002-2010 yılları arasında KBC ‘deki Kabardey sayısı yaklaşık 8 bin azalırken, Balkar sayısı 4 bin arttı.
Kabardey ve Çerkesler ile Karaçay ve Balkar toplumları arasındaki sürtüşmelere demokratik çözüm ve uzlaşma yolları bulunmalı, bu da ilk elde Moskova’ya düşecek olan bir görev, aksi takdirde çatışma her iki yöreyi de tehdit edebilir.
Şimdilik bu kadar.
Güncellenmiştir.
 
 
  Bugün 15 ziyaretçi (17 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol