adigehaber
  12 Mart ölüm, ölünden sonra dirilme
 
 12 Mart, Ölüm ve Ölümden Sonra Dirilme
 
 
06 Mart 2011 Pazar Saat 18:47
Hapi Cevdet Yıldız
Bundan tam 40 yıl önce, 12 Mart 1971'de, Türkiye’de ABD, büyük sermaye ve CHP’nin desteğiyle, emir ve komuta zinciri içinde, uğursuz bir askeri müdahale yapılmıştı. Başlarda ‘ilerici’ çevrelerde yersiz beklentilere yol açan bu faşist müdahalenin gerçek niteliği, TİP (Türkiye İşçi Partisi) dışında, teşhis edilememişti. Sağ örgüt ve çevreler, bunu bir ‘ilerici’ müdahale sanıp sinmişler, ilericilere yönelik saldırılarına (Bursa,vb gibi yörelerdeki saldırı ve gösterilere) son vermişlerdi. Çünkü ordu ‘ ilerici’ sanılıyordu. Sol öğrenci örgütü Dev-Genç de ‘ilerici’ sanıp askeri müdahaleyi desteklemişti.
Bu da sol/goşist hareketlerin bilinç yetersizliğinin bir kanıtı idi.
Buna karşılık CHP sekreteri Bülent Ecevit, başka bir nedenle 12 Mart’a karşı çıkmış, görevinden istifa etmişti. Askeri bildiriyi/muhtırayı bilimsel bir bakışla ele alıp Milliyet’te değerlendiren yazar İsmail Cem ise, bildirinin totaliterliğini (faşist anlayışla kaleme alındığını) ortaya koymuş, bunun üzerine rahmetli Abdi İpekçi de onu alelacele Hindistan’a yollayarak büyük bir belanın dışına kaçırmış, ona babalık yapmıştı .
İsmet İnönü'nün onay vermesiyle, CHP'den istifa ettirilen Nihat Erim’in başkanlığında, AP ve CHP’nin de bakan ve güvenoyu verdiği bir ‘teknokratlar hükümeti’ kuruldu (26 Mart 1971).
Nihat Erim, sola ve demokrasinin genişletilmesini isteyen çevrelere tehditler savuran bir hükümet programını okudu. Erim, cunta adına, CHP’nin tek parti dönemini, 1930’lar faşizmini anımsatan bir konuşma yapmıştı.
Bunun üzerine sol /öğrenci gruplar ayıldılar ve silahlı eylemleri başlattılar. Bu da, faşistlere aradıkları fırsatı verdi. 11 ilde resmen, bütün Türkiye’de de fiilen sıkıyönetim ilan edildi.
Askeri idarenin ne demek olduğunu bilmeyen gazeteciler seslerini yükseltmeye kakıştılar. Çetin Altan ve İlhan Selçuk da dahil, hepsi içeri alındı ve canlarına okundu.
Derneklerimizin birçoğunun yöneticileri askeri kışlalara dolduruldu, topluma gözdağı verildi, kimileri Filistin askısına alındı, dernekler kapatıldı.
Ülkede görülmedik bir terör estirildi, İstiklal Mahkemesi benzeri sıkıyönetim mahkemeleri devreye sokuldu. Biri Çerkes, kimseyi öldürmemiş üç öğrenci,gözdağı anlamında idam edildi.
 

Genel durum
Buraya kadar verdiğim bilgiler tüm Türkiye’nin emekçi ve demokrat insanları tarafından paylaşılmış olan zulme ilişkindir.
Madalyonun bir de ters bir yüzü vardır: Türk olmayan topluluklar, özellikle Çerkesler ve Kürtler üzerinde korkunç bir devlet terörü estirildi. O sıralar demokrasi talebi bu iki etnik kesimden yükseliyordu. Kürtler Doğu’da yoğunlaşmış olan ve milyonları bulan büyük bir nüfustu. Çoğu Kürt, henüz elektriğin ulaşmadığı kapalı köylerde yaşıyordu. O nedenle asimilasyon onları Çerkesler ölçüsünde vurmadı.
Çerkesler bölgelere ve illere dağılmış haldeydiler. Karadeniz kıyıları ve iç ovaları, Marmara ve Ege bölgeleri, özellikle Düzce ve Sakarya yöreleri Çerkesleri 12 Mart müdahalesi öncesinde büyük bir kültürel uyanış süreci içine girmişlerdi. Çerkesçe konuşuluyor, Türkçe türküler Çerkesçe’ye çevriliyor, plak ve kasetler, Çerkesçe kitaplar yayınlanıyor, her tarafta Çerkesçe şarkılar söyleniyordu. 12 Mart faşizmi bu gelişimi teşhis etti, baskılarını, esas olarak bu son kesim Çerkes nüfusu üzerinde yoğunlaştırdı. Baskılar ve korku nedeniyle bu nüfus, 39 yıl önce (1972’de) çocuklarına Çerkesçe öğretmeye son verdi. İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerinin doğu yörelerindeki Çerkesler ise 10 yıl daha dillerini korumayı başardılar. 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile onların da defteri dürüldü.
Şu anda 30 ya da 40 yaş altı Çerkesler dillerini bilmiyorlar, bilenleri çok az, ancak söyleneni anlayan, ama konuşamayan bir genç kesim de var. 12 Mart’ın Türk ırkçıları ve onların uğursuz izleyicileri zil takıp oynayabilirler, bu dil ve kültür soykırımını ‘coşkuyla’ kutlayabilirler. Ama hiçbir demokrat insandan alkış alamazlar, gittikleri ve gidecekleri yer tarihin çöplüğüdür, Çetin Altan’ın deyimiyle “Lanetliler Bahçesi”dir. Ayrıca onlar halkımızı bitirebilmiş de değiller.
Küllerimizden yeniden doğarız biz!..
 

Bugün dilini bilen genç Çerkes sayısı, bir ulusal gelecek oluşturmak için gerekli olan düzeyin çok altında imiş gibi görülebilir. Bir bakıma bir gerçektir bu, bunu bilmeliyiz. Ama dilimizi konuşmayı daha 30-40 yıl sürdürecek onbinlerce insanımız da var. Ancak faşizmin 40 yıllık bir ömrü kalmış olabilir mi?
Dil, yuvalarda ve okullarda çocuklara öğretilebilir. Bunu başaracak bir potansiyelimiz var, ama bunun için gerekli olanaklar, yasal düzenleme ve özgürlükler yok. En başta da bilinç düzeyimiz çok düşük.İşte bunların kazanılması için mücadele edilmeli.
12 Mart ve 12 Eylül uygulamaları sadece Çerkesleri ezmekle kalmadı. Otuzu aşkın Türkiye dili de konuşulmaz oldu. Vıbıh dili mezara kondu. Korku dağları sarmıştı. Hala bu korku yaşanıyor. Önce bu korkudan kurtulmak gerekiyor.
Daha düne kadar Türkçe’den başka bir dilde konuşan kişilere pis pis bakan, tehdit savuran, dahası saldıran ve katleden kişiler vardı. İki kişi Kürtçe konuşarak yolda yürüyorsa, saldırıya uğrayabiliyordu. Yazar Habraçu Murat Özden ile Çerkesçe konuştuğumuz için İstanbul Beşiktaş’ta ‘nazikane’ uyarıldığımızı hiç unutamam. Bir Cafe’de oturuyorduk, yakındaki diğer bir masada da üç dört kişi oturuyordu. İçlerinden kalkan karayağız bir delikanlı yanımıza gelmiş, “Gardaş, Allah’ına ben de Kürt’üm, ama burada Kürtçe konuşmayın, burası Türk şehri, yakışmıyor” diye uyarmıştı bizi. Kravatlı ve iyi giyimli kişiler olduğumuzdan olmalı, saldırmamış, önce uyarmıştı…
Kürtçe konuşarak yolda yürüyenlerin, sırf Kürt oldukları ve Kürtçe konuştukları için ırkçı güruhlarca linç edildikleri durumlar da yaşandı bu ülkede. Kurtuluş Savaşı sonu çok sayıda Çerkes linç edilmişti, ama yakın zamanlarda linç edilen Çerkesler de olmuş mudur? Bilemiyorum.
 

Bir anı
Düzce’nin kuzeyinde Üskübü diye güzel bir kasaba bulunur, şimdi belediyesi olan bir beldedir orası. Irkçı/ulusalcı çevreler, sonraları oraya Konuralp adını taktılar. Konuralp’in ne olduğunu çevre halkı bilmez, Üskübü der geçer. Birçok Çerkes köyüne de böylesine uydurma adlar taktılar, işi içinden çıkılamaz hale getirdiler, çok şeyi de Arap saçına çevirdiler.
1923-1927 yılları arasında Rum nüfus kademeli olarak Yunanistan’a gönderildi (sürüldü).
Bir gün, Üskübü’de jandarma kahvehaneleri tarıyor, Rumları topluyormuş. Bir köşede de kalpaklı bir Çerkes ihtiyarı oturuyormuş. Jandarma yanaşmış, “Dayı sen ne milletsin?” diye sormuş. İhtiyar Rumların toplandığını biliyormuş, ama Çerkeslerin de sorunlu olduklarını biliyormuş. Çünkü Güney Maramara yöresi Çerkes köylerinin bazıları sürülmüştü . Bu yüzden olmalı,Çerkesler tedirginlik içindeydiler. İhtiyar da korkmuş ve düşünmüş, çıkış yolu olarak da, sorunsuz Tatar adını bulmuş olmalı, Çerkes şivesiyle:
“Teterız efendım” demiş.
Bu anlatı Türk olmayanların devlet tarafından korkutulmuş ve sindirilmiş olduğunun sıradan bir örneğini yansıtıyor. Bu korku bugün de sürüyor.
Bir Çerkes atasözü, “Bahçedeki öküz dövüldüğünde,dağdaki öküzün (dombay/orman sığırının) boynuzu sallanır” der.
Sadece Çerkesler değil, Türkler de dahil bütün ülke yurttaşları, bütün emekçiler ve yoksul insanlar baskı görmüştür, ancak Türkçe konuştuğu için kimse baskı görmemiştir. Fark budur, ek olarak, bir de dil ve kimlik baskısı vardır. Görev, tüm baskı ve korkulara bir son vermek olmalı.
 

2007’deki yüzde 69,1; 2010’daki yüzde 58 ‘Evet’ oyu, halkın korkudan kurtulma özlemini yansıtıyor. Halk çoğunluğu demokrasi ve özgürlük talep ediyor. Ne muhteşem bir şeydir bu? ‘Hayır’ diyenlerin çoğunluğu Alevi olmalı. Onlar duruma başka bir açıdan bakıyor, CHP ve ‘laik’ kesimin kendilerini koruyacağını sanıyorlar. Boş bir beklenti ve endişedir bu. Alevi’yi ve tüm demokrat insanları koruyacak olan şey, demokrasidir, demokratik devletin kendisidir. Aslında tarih boyunca Anadolu’daki topluluklar birbirlerinin dil, gelenek ve inançlarına saygı göstererek bugünlere gelmişlerdir. K.Maraş, Çorum, Sivas, vb gibi katliamlar darbe için gerekçe yaratmak isteyen derin devletin, faşistlerin işidir. Temelinde yağma amacı yatar.
Halk, artık askeri vesayet rejiminden kurtulmak istiyor, bunun mücadelesini veriyor, demokratik yollardan adım adım ileriye gidiyor ve demokrasi çıtası gitgide yükseliyor. Bunun geri dönüşü yoktur, başarı kesindir. Bundan kuşku duymak demokratik safları zayıflatmak olur.
Bu durumda ne yapılabilir?
 

Demokratik bir örnek :İsveç
Geçtiğimiz Cuma günü akşamı, Bandırma derneğimizde Gönenli bir Çerkes’le toplu bir söyleşide bulunduk. Çerkes sol görüşlü demokrat biri, 12 Eylül 1980 darbesi üzerine takibata uğramış ve İsveç’e sığınmak durumunda kalmış olan biri, dört yıl İsveççe ve İsveç’e uyum kurslarına katılmış, geçimini devlet sağlamış, eğitimli biri. Daha sonra bir yolunu bulup eşini ve çocuklarını da İsveç’e aldırmış. Söylediklerini şöyle özetleyebilirim:
“İsveç’in nüfusu 9,5 milyon.Gayet düzenli ve insana saygı duyulan bir ülke.Kuzeyde 20 bin kadar Sami (Lapon) azınlığı var, Samiler dışındaki nüfusun hepsi İsveçli, Samiler de İsveççe konuşuyorlar. İşçi almıyor, sadece baskı gören yabancıları sığınmacı (mülteci) olarak kabul ediyor ve koruyor.
Başkent Stockholm’de 8 Çerkes ailesi idik, birbirimizi arıyorduk.Bizden başka Çerkes yoktu. Çocuklarımızın Çerkesçe ders görmeleri için İsveç Eğitim Bakanlığına başvuruda bulunduk. Bize randevu verildi. Görüşmemizde bize şunları söylediler:
- İsveç yasaları kendi dilinizde eğitim almanıza olanak tanıyor, buna hakkınız var. Değişik dillerde eğitim veriyoruz. Size de destek vermeye hazırız. Ancak sınıf açmamız için en az 11 öğrenci bulmanız gerekiyor. Yasa bunu öngörüyor. Eğer 11 öğrenciniz varsa Çerkesçe eğitimi hemen başlatabiliriz. Yasalarımız 11 öğrenci diyor ama, bu 11 öğrencinin hepsinin tek bir yerde, Stockholm’de yaşıyor olması da şart değil, Stockholm’de 3-5, diğer kent ve kasabalarda da 1-2-3 öğrenci biçiminde de olabilir. O şekilde 11 sayısını buldurmanız yeterli olur. Bir öğretmen görevlendiririz, kendisine bir araba verir, öğretmen haftanın 5 günü değişik şehirlere giderek oralardaki öğrencilere Çerkesçe öğretir. Öğretmen maaşı ve bütün masraflar tamamen tarafımızdan karşılanır, dediler.
Maalesef İsveç’te 11 sayısını bulduramadık ve bu güzel girişimimiz sonuçsuz kaldı” dedi.
Kuşkusuz İsveç’teki özgürlük ortamı, diğer AB ülkelerinde, İsveç ölçüsünde olmasa bile, bulunuyor olmalı. Ancak oralardaki Çerkeslerin büyük çoğunluğu az eğitimli idiler, sanırım İsveç’teki Çerkesler kadar bilinçli değildiler. Sorun bilinçsizlikten ve korkudan kaynaklanıyor. Türkiye’deki korku, “dağdaki öküz misali” oradaki Çerkeslere de yansımış olmalı. Sayıları çok, ama asimilasyon bilinci olmayan ve çoğu kimlik bölünmesi yaşayan kişiler olmalılar. Biliyorum, çok yazdım, bunların birçoğu kapalı kapılar ardında ‘Çerkes’, dışarıda da Türk olan kişiler. Böyleleriyle demokrasi mücadelesi vermek, elbette kolay olmaz. Genellemiyorum, bu bir haksızlık olur, ama içlerinde korkusuzca “Ben Çerkes’im diyecek kaç kişi çıkar” demekten de kendimi alıkoyamıyorum!
Dernekleri de var, ama sonuç, bizdeki gibi ortada. Edilgen, pasif dernekler bunlar. Yazık.
Gönenli Çerkes ise, demokratik bir mücadele vermiş, demokrasi deneyimli ve korku duvarını aşmış olan biri. Diğer yedi ailenin bireyleri de öyle olmalılar.
“Niye bazı kişiler 12 Mart’taki Ankara yürüyüşüne katılmaktan korkuyorlar?” diye sordu Gönenli Çerkes. “Ben 12 Mart günü Ankara Abdi İpekçi Parkı’nda olacağım, umarım orada buluşuruz” dedi dernektekilere.
Biz, bilinçsiz ve gölgesinden korkan kişiler için bir şey söyleyemeyiz. Öyleleri gelmeyebilirler. Biz derken, sadece kendi adıma konuşuyorum. ‘Çerkes Hakları İnisiyatifi’ ya da daha başka herhangi bir hareketle organik bir bağım yok. Ancak tüm kalbimle yürüyüşe ve demokratik taleplere destek veriyorum. Yürüyüşe Türkiye’nin ve bu arada Çerkes halkının gerçek dostlarının ve tüm demokratların katılacağına da yürekten inanıyorum.
Ancak bir Çerkes olduğumuzu unutmamalı ve her türlü taşkınlıktan uzak durmalıyız. Bize yakışacak olanı da budur.
Biz, boş laf değil, İsveç’teki gibi düzgün bir demokrasi istiyoruz. Halkımızın ve tüm Türkiye halkının kurtuluşunu demokraside görüyoruz.
Halk Eğitim Merkezleri’nde Çerkesçe kurs gibi kıytırık bir talep bile Bakanlık tarafından geri çevirilmiş, trajikomik bir durum. Bana göre iyi de oldu. Toplum gerçeklerle yüz yüze gelmiş oldu.
Aslında birkaç kurs, bir iki kürsü ile çözüm olabilir mi? Çözüm global olmalı. Bir çiçekle bahar gelir mi?
Birçok dernek yönetimimiz, ‘dönüş dönüş’ diye tutturarak, 40 yıl boyunca gençlerimizi boş hayallerin peşine taktı, ‘Hayal Tacirliği’ yaptı. Hayal peşinde koşan insanlar her zaman olmuştur. Kitleler boş umutların peşinden gitmezler. Kırk yıl boyunca bunu anlatmaya çalıştık, ama imam, yine de bildiğini okudu. Gençleri demokrasi mücadelesinden saptırdı.
Dönüş de demokratik bir siyasal mücadeleyi gerektirir. Öyle, “Al, Kafkasya’yı sana geri veriyoruz”, demezler.
 

Çözüm
Birey önemlidir, birey toplumun direğidir, toplum özgür bireylerden oluşuyorsa, bir gelecek umudu vardır. Türkiye’de birey ve toplum baskılardan kurtulmuş ve tam özgürleşmiş değil.
O halde hedef, özgürlük ve demokrasi olmalıdır. Bu da bir etnik grubun tek başına başarabileceği bir şey değildir. Başarı için değişik milliyetlerden oluşan ve demokrasiden kazancı olan bütün insanların demokrasi cephesinde birleşmeleri gereklidir. Çözüm için, öncelikle demokratik ilkeler anayasaya girmeli, ırkçı ibareler anayasadan çıkarılmalıdır. Anayasa, AB ya da uluslar arası standartta özgürlükleri ve bireysel hakları koruma altına almalıdır. O takdirde sorun çözülür:
İsveç’te 11 kişi, 11 Çerkes öğrenci bulunamadı, ama Türkiye’nin her bir köşesinde anadilinde eğitim talebinde bulunacak 11 değil, çok daha fazla sayıda kişi bulunur.
Bu bile demokrasi için mücadelenin önemini bize gösteriyor. Gerisi boş laf olur.
Çözüm, yineleyelim, demokratik bir anayasanın kabulüne, anadilinde televizyon yayını ve eğitim hakkı elde edilmesine bağlıdır. Ancak bütün bunlar için özgürlük isteği yüksek boyutta ve düzeylerde seslendirilmelidir.
Halkın bütün demokrat evlatları, gün sizin gününüzdür! Özgürlük yürüyüşü, 12 Mart’ta Ankara Abdi İpekçi Parkı Hacettepe girişinden başlatılacak!
Bu yürüyüşle 12 Mart’ın bastırdığı ve yok etmeyi planladığı dilimize ve kimliğimize, yine bir 12 Mart’ta yeniden sahip çıktığımızı bütün bir dünyaya göstermiş olacağız. Yani ölümü, yeniden dirilişle yenmiş olacağız. Yürüyüşe katılanlar, bunun onurunu ömürleri boyunca taşıyacak, o onurlu günü çocuklarına, torunlarına anlatacak, torunları da yiğit dedeleri ve nineleriyle gurur duyacaklardır! Yürüyüşe karşı sinsi kampanyalar sürdürenler ise, ünlü Rus yazarı M. Lermontov’un cepheden kaçan korkak Çerkes genci, korkak Harun’u gibi lanetle anılacak, onlara kimse değer vermeyecek, öyleleri, eminim, korkak Harun gibi, her onurlu evin kapısından kovulacaklardır (*).

 

Iофым изэхэф

ЦIыфыр,нэбгэр лъапIэ,лъэпкъым илъапсэр цIыфы,лъэпкъым ицIыфхэр шъхьафитэу щытыхэмэ,къэкIощт мафэхэм уащыгугъун плъэкIыщт.ТыркуемкIэ цIыфырлъэпкъыр къиныхэм ахэкIыжьыгъэу,икъункIэ шъхьафитэ хъугъэу щытэп.
Ащыгъум,тызтехьан фэе гъогур демокрацием,шъхьафитныгъэм факIорэ гъогур арэу хъун фай.ТытекIон фэшIкIэ зэфэшъхьэф лъэпкъхэм къахэкIыгъэ цIыфхэр,демокрацием илъэныкъо цIыф пстэухэр зэгохьэнхэ фае.Бэнэныр текIон фэшIкIэ,апэрапшIэу демократик пренципхэр хэбзэ шъхьаIэм (конституцэм) итхэгъэн,лъэпкъ зэхэдз/расист гущыIэхэри иуцIэлыгъэн фае.Хэбзэ ШъхьаIэр (Конституцэр),Аурупэ Зыгъэм е дунае демократик стандартхэм екIунэу гъэпсыгъэн,шъхьафитныгъэхэр ащ иухъумэн фае.Ащыгъум Iофыр зэхэфыгъэу/зэш1охыгъэу хъущт:
ИсвечымкIэ (Швэдэ) еджапIэм адыгабзэр рагъэщтэн фэшIкIэ,а хэгъэгум ихабзэм къызэриIоу адыгэ кIэлэеджэкIо нэбгэ 11 афэгъотыгъэп,ау Тыркуем итыдрэ лъэныкъуи адыгабзээ еджэн фэещт 11-м бэкIэ нахьыбэ цIыфхэр тфэгъотыщт.
Мыщ,тэ,демокрацием фэшIкIэ тыбэнэн зэрэфаер къытегъэлъэгъу.Ащ къыдафэрэр пкIэ зыхэмылъ гущыI,гущыIэ шъхьэпаеу къэнэщт.
Iофым изэшIохын,икIэрыкIэу къэтIожьын,дэмокрацием тегъапсыхьагъэу зы хэбзэ шъхьаIэ тщтэным,ныдэлъыбзэкIэ телевизионрэ ныдэлъыбзэкIэ еджапIэхэр Iутхыным епхыгъ.Мыхэр тиIэ хъун фэшIкIэ шъхьафитыныгъэ магъэхэр,зэрэтлъэкIэу ипшъэ тIэтын фае.

Лъэпкъым идемократ кIалэхэр,мафэр шъошъуимафэ!Шхьафитныгъэ гъогу техьаныр Гъэтхапэм и 12-м Анкара Абди Ипекчи Паркым иХьаджеттепэ ихьап1эмк1э/пчэмкIэ егъэжьагъэу хъущт!
Мы гъогумкIэ,зэIукIэмкIэ 1971 илъэсым и Гъэтхэпэ 12-м,Тырку фащист генералхэм ,тибзэрэ тилъэпкъ културэрэ лъэпсэгъэкIод къыфэзхьыгъэ терорыр рагъэжъэгъагъ.Джи мы Гъэтхэпэ 12 мафэм тибзэрэ тилъэпкъырэ илъапсэ зэрэмыкIодыгъэр ,зэрэщыIэр,мыщ къынэужьи зэрэщыдгъэIэщтыр зэрэ дунаем едгъэлъэгъугъэу тыхъущт.А мафэм икIэрыкIэ тыкъэхъужьи лIэныгъэр тэткIагъэу тыхъущт.А гъогъум тахьэхэрэр,мыщ ишъхьэкIэфэныгъэр щыIэхэфэкIэ зыдырахьыщт,а цIэхэр лIыхъужъэу къэнэщт,а лIыгъэ зыхэлъ мафэр якIалэмэ,япхъорэлъмэ афаIотэжьыщт,пхъорэлъфхэр ятэтэжъ,янэнэжъ лIыгъужъхэм зэрахьэгъэ лIэблэнагъэр егъашIэм зэфыраIотэжьыщт,щыгушIукIыщтых!Мы мафэм шъэфрытхъоу къыпэуцужьырэ цIыфхэр,къумалхэр,урыс цIэрыIо тхэкIошхо М.Лермонтовым щти зэуапIэр къибгыни къыхэхьажьыгъэ адыгэ къэрэбгъэ кIалэ Хьаруны фэдэу,ацIэхэр нэлаткIэ аIотэщтых,ахэр алъытэжьыщтхэп,ахэмэ афэдэхэр,сшIошI мэхъу,къэрабгъэ Хьаруным фэдэу,лъытэныгъэ зиIэ унапчэхэм къащыгущысэхэу къыIуафыщтых (*).
(*)-Bkz. - еплъ. “Harun”,Kafkasya Kültürel.Dergi.,sayı 22,Ankara,1969.

 


 
  Bugün 8 ziyaretçi (42 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol