adigehaber
  Nasıl Bir Çağda Yaşıyoruz, 2
 
Nasıl Bir Çağda Yaşıyoruz, Dilimiz ve Kimliğimiz Ne durumda? -2


 29 Eylül 2011
Hapi Cevdet Yıldız
Bir önceki yazımızda,özellikle Rusya Federasyonu’na bağlı cumhuriyet ve illerde (kraylarda) yaşayan soydaşlarımızın sorunlarına eğilmiş,durumun iyiye doğru değil,eksiye doğru seyrettiğini belirtmiştik.
 
Bazıları yerinden inceleyerek değerlendirme yapmamızı söylüyorlar.O yolla,kuşkusuz daha iyi bir değerlendirme yapılabilir.Ama o da fazla bir önem taşımaz.Çok kişi anayurtta yaşıyor,ancak onların birçoğu anayurdun havasını,yani dert ve sorunlarını dışarıya yansıtamıyor.
 
Nedenler?
 
Dert ve sorunları yansıtamamanın iki nedeni olabilir:
 
1)Korku.Yönetimle arayı bozmak istemeyenler susar,haksızlıkları görmezden gelir ya da en olumlu deyimle kendine otosansür (özdenetim) uygular.Bu tür davranışlar,‘Çerkes asaleti,nezaketi ve yiğitliği’ ile bağdaşamazlar.
 
Bizde, bu tip değersiz kişiler maalesef az değildir,aksine ‘mebzul’dür,boldur.
 
Korku deyince,Adıge aydınlarını,sivil toplum örgütlerimizin yiğit mensuplarını ve taraftarlarını kastetmiyorum.
 
2)Bilgisizlik ve ilgisizlik.Bu da bizde yoğun bir sorundur.Bilgi yönünden boş,ilgisiz ve tembel kişi sayımız az değildir.Bunlar okumazlar,ama bir sürü bahane de uydurabilirler.Gazetelerin spor sayfalarına ve resimlerine bakmakla yetinebilirler.Televizyonlarda da dizileri,maçları ve evlendirme programları gibi magazin haberlerini izlerler.
 
Ancak,sırası geldiğinde mangalda kül bırakmayabilirler.
 
Bu tipleri de ‘Çerkes asaleti,nezaketi ve yiğitliği’ örnekleri olarak değerlendiremeyiz.
 
O tür olumsuz tipler,zorunlu olarak,daha küçük yaşta iken kafalarına kazınan bilgi kırıntılarıyla yetinirler.Kendilerine ne öğretildiyse,onu tekrarlayıp durur,kendilerini geliştirmeyi düşünmez,bir santim bile ileri adım atmayabilirler.Bunların çoğu sıradan kişidir.Boş zamanlarını kahvehanelerde pinekleyerek ve okey oynayarak geçirebilirler.
 
Bu gibi kişilerin en iyi tanılanabileceği yerlerden biri de,futbol maçları ve seyircileri olabilir.Bağırır,çağırır,tuttukları takım kaybedecek olursa kırar döker ve içlerini boşaltırlar.
 
Örnek Çerkes ise,okuyan,araştıran ve başkalarının görmediğini görmeye çalışan,yani farklı olan insandır.O tür insanların eğiterek büyüteceği çocuklardır.
 
Asimilasyon sorunu
 
1.Dil asimilasyonu
 
Bugün Çerkes toplulukları birkaç tür asimilasyon durumu ile karşı karşıyalar.Birincisi dil asimilasyonudur.Anayurttaki Çerkesler üzerinde,bir dil (Rus dili) baskısı vardır,ancak sınırlı düzeylerde de olsa,anadilini kullanma olanağı da vardır,Çerkesçe üç cumhuriyette (AC,KÇC ve KBC) resmi dildir.Ancak,Maykop Günü nedeniyle,postane binası üzerine Adıgece yazılı bir bez asılmış olması gibi basit birşey bile olay olarak karşılanabilmektedir (*).Vah zavallı Adıge Cumhuriyeti vah,vah da ne vah...Anayurttaki dil baskısına,dil asimilasyonuna bir önceki   makalemde genişliğince değinmiş bulunuyorum.
 
Belirtmeliyim.Resmi diller de asimilasyona uğrayabilirler.
 
Dil bir iletişim,bilgilenme ve kültür aracıdır.Bir dil bu işlevlerini yerine getiremediğinde,o işlevleri yerine getiren bir başka dil tarafından yutulur.Bilimsel bir gerçektir bu.Bu dil, komşu ve iletişim içinde olunan dil hangisi ise,o olur.Dil asimilasyonu Türkiye ve Arap ülkelerinde böyle gerçekleşmiş,Çerkesçe bu iki dil tarafından yutulmuştur ya da yutulmaktadır.
 
Yani,çocuğun ya da kişinin aradığı bilgiler anadilinde verilemiyorsa ya da yeterli verilemiyorsa,o dil terk edilmeye,dil de giderek işlevini yitirmeye ve gerilemeye başlar,gerileme süreci tamamlandığında da,bir sıçrama biçiminde,yani blok halinde bir dil,başka bir dil tarafından yutulur,ortadan kalkar.Tarihte bunun birçok örneği var.Türkiye’de de öyle oldu.Anadolu bir diller mezarlığıdır.Şimdi anayurtta da öyle oluyor.Haftada 2 ders saati Adıgece okutuluyor olması,asimilasyon sürecini durdurmaya yetmez.Yurtseverlerimizin bunu iyi bilmeleri gerekir.Üstelik,bir arada birey sayımız ve bize tanınan olanaklar da çok az.
 
Türkiye ve Arap ülkelerinde ise,dil,yasak ya da çoğunluk baskısı altında,bu gibi nedenlerle     son demlerini yaşıyor.Kendimizi kandırmanın yararı yoktur.Maalesef,genç kuşaklarımız adına dil asimilasyonu tamamlanmış sayılabilir.Uzun lafın kısası,azınlık statüsü ve devlet yardımı yoksa,asimilasyonu durdurmak olanaksızdır.
 
Bireysel çabalar durumu değiştirmez.
 
İsrail bir istisnadır.Orada azınlık statüsü,devlet yardımı ve Adıgeler adına bir özgürlük ortamı var.Bu da sonsuza değin böyle sürer mi?Bilemeyiz.İsrail Adıgeleri 4 bin kişi,küçücük bir topluluk.Maykop'taki Adıge Televizyonu yayınlar şube müdürü Tev Zamir,Adıgece’nin güncel sorunlarının ele alındığı bilimsel bir toplantıda şöyle diyor:İsrail’de “bir sınıfta insanın anatomik yapısının Adıgece olarak   öğretmen tarafından nasıl anlatıldığına tanık oldum.Kalbin yapısı, nasıl çalıştığı,kalbe giden kan damarları ve bu damarlar yoluyla kalbe kanın iletilmesi ve boşaltılması gibi konular   Adıgece olarak   anlatılıyordu.Bizse,aynı konuyu kendi öz toprağımızda –kendi dilimizle değil- Rusça üzerinden öğreniyoruz.Haftada 2 saat Adıgece dersi ile 20 saatlik başka dilde anlatılan temel derslerle (предмет) yarışabilir,başa çıkabilir ve direnebilir miyiz?.. dil,sürekli bir gelişme içindedir.Yaşam içinde birçok yenilikler oluşuyor ...Şu an kullandığımız sözlükler bile geçen yüzyıldan kalma” (**).
 
Yazıdan anlaşılacağı gibi,son 11 yılda –biz diyelim son 20 yılda- tek bir sözlük bile yayınlanmış değil,bu koşullarda yayınlanmış olsa bile,fazladan bir işe yarar mıydı?Kullanılmayacaksa sözlük neye yarar ki?..
 
Ancak,yurtseverler çözüm yollarını araştırmalılar.Anayurtta haklar mücadele sonucu alınmadı,1917 devriminin bir getirisidir.Bunun için,hak ve özgürlüklerin değeri bilinmiyor olmalı.
 
Türkiye’de 200’ün üzerinde uydu kanalı,ayrıca bini aşkın yerel kanal ve radyo yayını var.Uydu kanallarda her hafta değişik 100 dizi film sunuluyor,dizi filmler sektöründe de 200 bin kişi çalışıyor.Bu da Adıgey Çerkes nüfusunun ya da Abhazya Abaza nüfusunun iki katı gibi bir rakam.RF’de ya da Arap ülkelerindeki durum da,özünde Türkiye’dekinden farklı değil.
 
RF’de cumhuriyetlerin dillerinde birer kısa Tv ve radyo yayını var.Bunlar,artık internet üzerinden de veriliyor,bu çağın,teknolojinin getirdiği bir kazanım.Televizyon izleyicisi az, dil sorunu da var,yayın süreleri çok az,üretim ondan da az,çünkü çok az para veriliyor.
 
Diaspora’da çoğunluk Şapsığ ve daha az da Abzah lehçesinde konuşuyor,diğer lehçeler,büyük ölçüde Şapsığ tarafından yutulmuş (asimilasyona uğratılmış) durumda.Adıge Tv ve radyo yayınları edebi dilde,yani K’emguy temelli Adıgece ile yapılıyor.Bu dil Türkiye’de iyi anlaşılamıyor.Edebi dil,çok sayıda Rusça terim ve sözcüğü de içine almış durumda.Yani sıradan kişi anayurt yayınlarını iyi anlayamıyor ya da verimli izleyemiyor.
 
Sorun var.
 
Kabardeyce daha avantajlı konumda.Kabardey lehçeleri,diğer Adıge lehçelerine göre birbirine daha yakınlar.Ayrıca Türkiye’de,Kafkasya’da da yazı dili olan Büyük Kabardeyce Baksan ağzı konuşuluyor,diğer lehçeleri konuşanlar daha az.O nedenle Kabardeyce yayınlar,Adıgey’inkine oranla daha kolay anlaşılıyor,ancak Rusça sözcük yükü Kabardeyce’yi de zorluyor (Edebi Abhazca da,Türkiye Abhazlarının konuştuğu lehçedir,ama edebi Adıgece,Türkiye Çerkes çoğunluğunun konuşmadığı bir lehçedir).
 
 
 
Sonuç Adıgey ve Kabardey,her iki Adıge yazı dili de erime süreci içine girmiş bulunuyor.
 
Uzmanlara göre,küresel çağda bir dilin yaşaması için ön görülen asgari nüfus 700 bin.Ancak bu rakam,RF’de konuşulan ve baskı altında olan diller için de geçerli olabilir mi?Sayısal anlamda Kabardey sayısı 700 bine ulaşabilir,ama sırf sayı da yeterli olabilir mi?
 
BM uzmanları 700 bin sayısını hangi ölçütleri esas alarak saptamışlar?Bilemiyorum.
 
Kuzey Kafkasya’da Çeçence ve Avarca barajı aşmış,sınıfı geçmiş sayılır mı?İkisini de milyonun üzerinde kişi konuşuyor.Oset,İnguş,Dargi,Kumuk ve Lezgi dilleri de baraja yakınlar,500 binler dolayında konuşuluyorlar.Ancak,özgürlük olmadan barajı aşmak bile geleceği kurtarır mı?Diğer 10 üzeri Kuzey Kafkasya resmi dili ve birkaçı dışında tüm RF dilleri tehlikede.
 
 Adıgey ve Krasnodar Kray’da yerli nüfus olarak 100-150 bin Adıge kalmış,bu bir dal,gövde dışarıda,diasporada,soydaş sayısı milyonu aşıyor,çoğunluk Türkiye’de,sürgünde.Rusya,Çerkes soykırımını,sürgünü,dönüşü,vb kabul etmiyor…
 
 Sovyetler döneminde küçük Sovyet dillerini Rusça içinde eritme (asimile etme) gibi zamana yayılmış bir Ruslaştırma politikası uygulanıyordu,ters tepti ve Sovyetler dağıldı.Rusya’da böylesine ırkçı ve hasta bir inatçı damar hep olmuştur.Bu tür anlayışların aşağılık duygularından kaynaklandığı kuşkusuzdur. Şimdi o eski ırkçı politikaya dönülmüş durumda.Bir insanın kimliğini değiştirmeye kalkışmak çok çirkin bir davranıştır ve bir insanlık suçudur da.
 
Rus bunu başarır mı?Zor,bunu zaman gösterecek.
 
Küçük dillerin yaşamaları,dürüstçe desteklenmelerine,onlara özgürlük ortamları sağlanmasına,azınlık dilini konuşanların saldırılara uğramamalarına, ‘arabalardan atılmamalarına’... bağlıdır.
 
Bu bağlamda Rus ve Türk politikaları son derece sevimsizdirler.Genlerinde var desek,öyle bir şey gen bilimine de aykırı düşer.Nedir bu ırkçı politikaların kaynağı?..
 
2.Etnik asimilasyon
 
Dil asimilasyonu ile etnik asimilasyon birbirine bağlıdır.Ama farklı olan şeylerdir.Türkiye’deki gençlerin çoğu artık anadilini,Çerkesçe’yi bilmiyor,ama Çerkes olduğunu biliyor.Sıradan kişi,Çerkes kökenli olduğunu biliyor ama Çerkes’in ne anlama geldiğini ve tarihini bilmiyor,yani etnik bilinç düzeyi son derece düşük.
 
Neden bilmiyor,neden bilinç düzeyi düşük?Dil asimilasyonu bölümünde belirttiğimiz nedenlerle bilmiyor.Ona yabancı kültür öğeleri şırınga edilmiş ve etnik kültüründen uzaklaştırılmış.Yabancı kültür öğeleri dediğimizde her şey,her türlü yabancı etnik ve dini yayın sözkonusu olur.Sonunda Çerkes toplumu omurgasız,biçimsiz bir kitleye dönüşmüş.
 
Böyle bir toplumun bireyi her şeye açık olur.Çıkarı nerede ise oraya koşar.Ters ve kozmopolit bir kimlik baskın konumuna geçer.
 
Böylesine dağınık toplulukların ulusal restorasyonu için çok büyük bir maddi destek ve çok gelişmiş bir demokrasi gerekir.Türkiye’de Gayrimüslimlerin atalarından kalma,ama şeflik döneminde gaspedilmiş vakıf malları vardı,1936 bildirimine göre Erdoğan Hükümeti,bu malları sahiplerine iade etti ve bir hukuksuzluğu gidermenin adımını atmış oldu.Çok güzel ve yerinde bir adımdır bu.Ne yazık ki,atalarımızdan ‘Türkçü,ittihatçı ve Kemalist’ paşalarımızdan ve iş adamlarımızdan bize öylesine maddi bir miras kalmadı.Bağışlar başka uluslar için yapıldı.Yani işimiz iş.
 
Peki Avrupa’daki etnik toplulukların durumu nedir?
 
AB üyesi ya da Avrupa’da olan her ülke,Türkiye dışında, azınlıklarını tanımış ve koruma altına almış bulunuyor.Örneğin,Romanya,büyük azınlık Macarlar dışında,diğer 19 küçük etnik topluluğu da anayasal olarak,yani resmen tanıdı,dillerini resmi azınlık dili yaptı.Dili esas aldığımızda,İrlandalıların ve İskoçların çoğu,bu son yıllara değin, sadece İngilizce konuşuyordu ama kendisini İngiliz olarak görmüyordu.Örneğin,İskoç nüfusu içinde İskoçça konuşanların oranı yüzde 2’ye düşmüştü.Özgürlüğün artması, maddi destekler ve İskoçya açıklarında petrol bulunması sonucu maddi olanaklar arttı ve İskoçça konuşanların oranı,şimdilerde yüzde 20’nin üzerine çıktı,öyle söyleniyor.Bu gibi bazı Avrupa azınlık dilleri,örneğin Gal,Breton,Bask,vb diller restore ediliyor,konuşanların sayıları da durmadan artıyor.Yani RF'deki gibi bir gerileme ve çöküş oralarda yok.Çünkü RF’ye göre o dillere tanınan olanaklar ve o dillerin konuşulduğu yörelere verilen destekler çok daha fazla.
 
Türkiye bunlara benzeyen haklar tanır ve devlet desteği verir mi?..Devlet içindeki güçleri azalmış olsa da,Türkiye’de güçlü bir ırkçı damar ve her ülkedekinden daha fazla sayıda faşistimiz hâlâ var.Bunlar uyumuyor,fırsat kolluyorlar.Bunu da asla unutmamak gerekir.
 
 Bir topluma dilini unutturabilirsin,etnik kimliğini de unutturabilirsin.Ama bir etnik topluluk (ulus), öldürülmediği (soykırım) ya da asimile edilmediği sürece tamamen ortadan kaldırılamaz.Bunu da bilmeliyiz.Yani paniğe hiç gerek yok.Çerkes kimliği uzun yıllar boyunca yaşayacaktır.Bireyler,bizler geçiciyiz,sürekli olanlar uluslardır.Çözüm,dediğimiz gibi,bilgi birkimimizi çoğaltmamıza,bilinçlenmemize ve kültürümüzü evrensel ölçütlere uygun bir biçimde geliştirmemize bağlıdır.
 
Güzel ve kaliteli olmayan çağımızda yaşayamaz.
 
Asimilasyon politikaları insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamındadır.Ama bu durum birçok ülkenin umurunda bile değil.Suç üstüne suç işlenebiliyor.Saddam'ın Kürtlere yaptığı neydi?Kaddafi ve Esad'ın kudurmuşluğu,sivil nüfusu katlettirmesi bağışlanabilir mi?Türkiye'deki katliamlar ve faili meçhul cinayetler unutulabilir mi?Caniler aramızda dolaşıyorlar.Ortalık aydınlandıkça katiller de açığa çıkmaya başlayacaktır,suyu kesilen dere yatağındaki balıklar gibi.
 
Dünün astığı astık,kestiği kestik zorbaları,darbe sanıkları şimdilerde hapiste,hesap veriyorlar.Demek ki,dünya aydınlığa doğru ilerliyor,değişiyor.Aydınlanma hız kazanmış durumda.
 
Günümüz koşullarında soykırım uygulamak zordur ve uluslar arası cezai yaptırıma tabidir,soykırım suçunun zaman aşımı da yoktur.Ruanda ve Bosna-Hersek soykırımları suçluları yargılanıyorlar.Birçok ülkenin başında sorun var,RF ve Türkiye de dâhil.Soykırım politikalarının üreticileri bağışlanmıyorlar artık.
 
 
Dil asimilasyonuna uğramış bir toplumda,hâlâ dili bilenler, Çerkeslerde olduğu gibi çok sayıda iseler,ciddi bir destekle asimilasyonu durdurmak ya da geriletmek olanaklıdır.Asimilasyon,gücünü; baskıdan,korkutmaktan,satın almaktan ve asimile edilen kitlenin modern anlamda    kültürsüzlüğünden alır.Kültürlü ve modern bir topluluk asla asimile edilemez,İngiliz’i kolay asimile edemezsin,savunma mekanizmaları derhâl harekete geçer ve karşı önlemlerini alır.O halde kültürü geliştirme ve toplumu bilinçlendirme yoluyla asimilasyona karşı önlem alınabilir.
 
Örneğin,1 milyonluk küçücük Estonya,kültürlü olması sayesinde Sovyet zulmüne karşı direnmiş,sonunda boyunduruklarını kırmış ve bağımsızlığını kazanan ilk Sovyet cumhuriyeti olmuştur.Slovenya da,gelişmiş ve kültürlü bir toplum olarak Sırp boyunduruğunu ilk elde kırmıştır.Daha geri bölgeler olan Bosna-Hersek,Hırvatistan ve Kosova ise yıkımdan geçmiştir.
 
Gençlerimizin birçoğu geleneğimizi ve ulusal kültürel öğelerimizi tanımıyor,bilmiyorlar.Sıradan kişiler de asimilasyoncu ortama uymuş görünüyorlar.Sözgelişi,30 yaşındaki gençlerin rol aldığı bir piyeste,Çerkes baba ile oğlu birlikte kız bakmaya,istemeye gidebiliyorlar.Türklerde,Manav ve Macırlarda baba,anne ve oğul birlikte kız görmeye,istemeye gider.Bizde de öyle sanılmış olmalı,bizi de Macir/Manav mı sanmışlar,ne? Yozlaşma,asimilasyon,önlem alınmadığında, bulaşıcı bir hastalık gibi hızla yayılabilir.
 
Çerkes denilince,neredeyse sadece dansı,oynamayı biliyoruz.Öğretirsen herkes oynar.Örneğin,Çingeneler hep oynarlar.RF’de de,çalışmayan ve üretmeyen bir dansçı ulus olarak tanınıyormuşuz.
 
Ancak şu an önceliğimiz RF değil,Türkiye.Halkımız Türkiye’de yaşıyor.Eğitim,bilgilenme ve bilinçlenme önemli.Çocuk,bir etnik kültür öğemizi yakalamakla kimliğini bulabilir.Böyle bir çağdaş silâh da var.Bunun için yoz değil,bilgili ana babalara,dedelere ve ninelere gereksinim var.'Thamate' statükoya gerdan kıran kişiye değil,gençlere örnek olacak eğitimli ve bilgili kişilere denir.Ulusal kültür öğelerine,tarihe,edebiyata,müziğe,geleneğe,tabii ki ulusal danslarımıza da yeniden eğilmemiz gerekiyor.Ancak kültür öncüleri modern,demokrat olmalı,ırkçı,faşist ve gerici kişiler asla öncü olamazlar.Çünkü faşistlerde,başta insan sevgisi yoktur,yüzleri geçmişe dönüktür.
 
 
Dil bir iletişim,bilgilenme ve kültür aracıdır,demiştik.Çerkesçe gibi Türkçe ve her dil de bir araçtır.Araç, amaca ulaşmakta kullanılır.Dün herkes Çerkesçe biliyordu,bugün çoğunluk Çerkesçe bilmiyor.Ama,dün etnik bilinçlenme yok gibiydi,bugün var.Binlerce gencimiz ve insanımız etkinliklere katılıyor,okuyor,araştırıyor,yayın yapıyor ve paylaşıyor.Sağcı, solcu ve dinci ayırımı kalmamış gibi.Güzel bir oluşumdur bu.Yüzlerce internet sitemiz faaliyet halinde.‘İnternet çağını’ ucundan yakalamış olmalıyız.Müthiş bir gelişmedir bu.Çin dâhil,bütün ülkeler bu gelişime ayak uydurmak zorunda kalacaktır.Kaçışı yok bunun.
 
Kültürün ve bütün bunların önemini kavramalıyız.
 
Yine de bilinçlenmenin ön aşamalarında,başlangıcında olduğumuzu ve süreci zorlamamız gerektiğini unutmamalıyız.Bizler Kürtler gibi,bugünlerde doğrudan fizikî baskı gören bir toplum da   değiliz.Eskiden,tek parti,CHP döneminde öyleydik.Bugün bize,yine planlı ve sistemli bir asimilasyon politikası uygulanıyor,yetişmiş bireylerimiz satın alınıyor ve devşiriliyor.
 
O halde süreci zorlayıcı barışçı yöntemleri uygulamalıyız.Kürt,devletle ya da devletlerle pazarlık yapacak güçte,tuttuğunu koparıyor,15-20 milyon gibi büyük bir nüfus,onca baskı ve yıldırmaya karşın,99 belediyeyi almış,36 milletvekili çıkartmış,biz o güçte değiliz.Bunu da unutmamalıyız.
 
Mücadelede bireyci olmamalıyız.Kitle,kolektivite (birlikte çalışma),yardımlaşma,paylaşma ve dayanışma anlayışları temel olmalı.Toplayıcı ve hoşgörülü olmalıyız.Bu değerler sadece Adıgelere değil,ileri insanlara özgü olan üstün özelliklerdendir.
 
Türkiye demokratikleşecek mi?
 
Türkiye tarihi,bize göre, zulme karşı verilmiş direnişlerin bir tarihidir.Ne yazık ki,bizde tarih tersinden öğretilir.Fatihler,cellatlar ve militaristler yüceltilir.Tarihin içinde yer almış aydınları,köylüleri,esnafı,köleleri,köle pazarlarını,kadınların perişanlığını,savaşlarda kırdırılan yoksul gençleri,aç yatanları ve onların yaşam öykülerini hiç göremeyiz.Toplum görmemek üzere büyülenmiş,bin yıllık bir uykuya yatırılmış gibidir.
 
1739 Belgrad Antlaşması ,Osmanlı Devleti’nin eşit koşullarda imzaladığı son anlaşmadır.Sonrasında başarı,zafer diye de bir şey yoktur,hep yenilgi,hep yenilgi  vardır:1912’de İttihatçı subayların çökerttiği ordu,4 küçük Balkan ülkesi karşısında yere serilmiş,koca Selânik,Atatürk’ün doğduğu şehir, tek kurşun bile atılmadan teslim edilmiştir.Tam bir rezalet.Bulgar ordusunun İstanbul’u alması,Alman İmparatoru II.Wilhelm’in ültimatomu sayesinde önlenmiştir.
 
Ama başarısızlıkları 'başarıya' dönüştürme becerisinde üstümüze yoktur.Plevne ve Çanakkale savunmaları anlatılarak yenilgilerin üstü örtülür.
 
1967 Arap-İsrail Savaşı’nda İsrail,Arap askerlerini önüne katıp Şam’ın dibine değin kovalamıştı.BM Güvenlik Konseyi kararıyla,İsrail ilerleyişi Şam'a 40 km kala durdurulmuştu.Suriye yenilmişti,ama Suriyeli bir asker bir İsrail tankını imha etmeyi başarmıştı.Suriye radyo ve televizyonları her şeyi unutturup o askere yoğunlaşmışlardı.Varsa yoksa o asker,babası,anası,köyü,arkadaşları,kahraman Hafız Esad'la gibi haberlerden geçilmiyordu…
 
Bu,tipik bir propaganda ve kitleleri uyutma yöntemidir.
 
Biz Çerkesler de öyle değil miyiz?Anayurdumuzdan sürülerek atıldık.Öyleydik,yiğittik,ne diye yenildik,yiğit yerinde karar alan,çıkış yolu arayan kişidir,niye bunu başaramadık?Bunları kendimize sorduk mu hiç?Hamasetle tarih yazılır mı?
 
Hani ‘Hareket Ordusu’ demişlerdi de,Selânik’ten mi ne gelmişti,ne oldu?Padişah’ı tahttan indirmeye,idam sehpaları kurmaya gücü yetmişti,ama Selanik’i korumaya yetmemişti.İttihatçı ordu tek kurşun bile atmadan Selânik'i teslim etmişti.
 
Ancak,İttihatçı paşalar ve adamları utanacak cinsten kişiler değildiler,bukalemun gibi renk değiştirmeyi,üste çıkmayı ve halkın boynuna   pranga geçirmeyi bilen kişiler idiler.General idiler.Halk ise, güçsüz,mecalsiz,bilgisiz,bilinçsiz ve örgütsüzdü.Maalesef bu ırkçı/Türkçü kadronun içinde çok sayıda Çerkes de vardı.Çerkes Ethem ve Anzavur Ahmet Paşa da öyleydi,Teşkilât-ı Mahsusa mensubu idiler.Bunların topunun Adıgelere hiç bir zaman,hiçbir yardımı olmamış,zararları dokunmuştur.
 
İttihatçı şefleri,Kemalist dönemin şefleri izlediler.Devlet,kısa sürede,ırkçı/Türkçü bir polis devletine dönüştü.12 Eylül 1980 darbesi,faşizmin herkesçe bilinen son ve en lânet örneğiydi.
 
1945’te,nedenlerini hâlâ tam bilemediğimiz bir kararla çok partili bir döneme,’demokrasiye doğru’ adım atıldı.Yorumu çok bunun.1950’de CHP içinden çıkan bir grup/DP,seçim yoluyla iktidara geldi.Ancak güdümlü bir demokrasiydi bu.Kim güdüyordu iktidarı,kuşkusuz ABD ve içerideki işbirlikçileri.Ordu da artık bir NATO ordusuydu.
 
Yine de,görünürde,zorba yönetimden (CHP iktidarı) kurtulan ülke, milliyetçi (faşist) sloganlar eşliğinde,komünizme karşı,dine daha hoşgörülü bir politika izlemeye,bu arada    sanayileşme,kentleşme ve gelişmeye odaklanmaya başladı.Halk fabrika ve daha iyi bir yaşam istiyordu.Fabrika yoksa oy da yoktu.Oysa,o sıraların,60 yıl öncesinin Türkiye'si, bir ‘Arap Baharı’ fırsatını yakalamıştı.Heba edildi.Bu beklenmedik ekonomik gelişme,özellikle sanayileşme ve kentleşme,ABD’yi ürküttü,çünkü Türkiye,başkalarına ‘kötü örnek’ olacak,emperyalist oyunları bozacak ve başkaldırının yolunu açabilecekti.O zamanki değerlendirme şöyleydi:Sanayileşme ve kentleşme olursa işçi sınıfı oluşacak,işçi de devrim yapacak ve komünizm gelecekti.Bu nedenle köylü köyünde kalmalı,kalkınma tarım,hayvancılık ve turizmi geliştirme üzerine olmalıydı.Proje gerçekle örtüşmüyordu.Ancak,Küba'da ve birçok yerde öyle yapılıyordu.Propaganda da böyleydi.ABD,Menderes'e verdiği desteği ve para yardımını kesti.Menderes Hükümeti de,çaresiz, yarım kalmış tesisleri tamamlatmak için Sovyetlerle temasa geçti.Bu da bardağı taşıran,ABD’yi ve faşistleri harekete geçiren son damla oldu;27 Mayıs 1960’da askeri darbe yapıldı,bir grup subay iktidara el koydu.Sonunda demokrasiye ‘Balans ayarı’ yapıldı,askeri vesayet rejimi getirildi.Asker ve 'yargı' dokunulmazlık kazanıyor,kutsanıyor ve eleştiri dışına çıkarılıyordu.
 
O tarihten sonra her bir gelişme ve özgürleşme hareketi askeri darbeler yaptırılarak bastırıldı.Hepsinin arkasında ABD vardı:12 Mart 1971 askeri müdahalesi,12 Eylül 1980 askeri darbesi,28 Şubat 1997 süreci,vb.
 
Sivil hükümetler askeri darbe,müdahale ve muhtıralara sürekli boyun eğmişlerdi.Çünkü güçsüz,omurgasız ve korkak idiler.Ülkede tam bir askeri ve adli (yargı) vesayet rejimi vardı.Mahkemeler askerlerin istediği biçimde insafsız cezalar yağdırıyorlardı. ‘Lanetliler Bahçesi’,geçmişin bu insafsız yargıçlarını unutturmamak için kurulmalı.Askerin sivil destekçileri,yardakçıları çoktu.Son olarak,28 Nisan 2007’de,Ak Parti iktidarına da askerden bir e-muhtırası geldi,ancak Erdoğan, Demirel gibi şapkasını alıp kaçmadı,Menderes’in yapamadığını yaptı,hemen bir erken seçim kararı alarak oyunu bozdu.Ak Parti seçimi yüzde 47 gibi beklenmedik bir oy patlamasıyla aldı,halk demokrasiden yanaydı,Erdoğan iktidarını sağlamlaştırdı.Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı seçtirdi ve militarizmi inine tıkadı.Militarizmin akıl hocaları,çok bilmiş ‘hukukçular’ da sınıfta kaldılar,yazdıkları reçeteler işe yaramaz oldu.Televizyonlara tüneyen emekli generaller de dinlenmez oldu.
 
Erdoğan,12 Eylül 2010 anayasa değişikliği oylamasında da yüzde 58 oy aldı.Böylece askeri ve adli vesayetin belini iyice kırdı.Zorbalar sapır sapır dökülmeye başladılar.Ülke,kısmi de olsa,nefes aldı.
 
Ardından yapılan 12 Haziran 2011 seçiminde de Erdoğan oyların yarısını,Kürt oyların ise çoğunu aldı.Bu arada Kürt partisi BDP de bir sıçrama yaptı ve 3 milyon gibi büyük bir oy topladı.Korku duvarı aşılmış mıydı,neydi? BDP’nin desteklediği 36 bağımsız aday da seçildi.
 
Bu da Kürt kesimin önemli bir siyasal güç haline geldiğini ve denklem dışı tutulamayacağını gösteriyor.
 
Eylemlilikten yeniden eylemsizliğe geçilecek mi?
 
BDP’nin 3 milyon oy alması ve 36 milletvekili çıkaracak bir güce ulaşmış olması,kuşkusuz militarist çevrelerde tedirginlik yaratmış olmalı.Nitekim,seçim sonrası bir uyuşmazlık durumu yaşandı,Erdoğan Kürt taleplerine karşı sertleşti.Bunun üzerine PKK örgütünün de eylemsizlik kararını askıya aldığı,saldırılarını başlattığı görüldü.Bir komplo karşısında kaldığını öne süren BDP de Meclis açılışına gelmedi ve yemin etmedi.İşin ilginç yanı,eylemsizliğin, PKK önderi Abdullah Öcalan’ın direktiflerine aykırı olarak bozulduğu   söyleniyor.
 
Perde arkası durum,kuşkusuz ileride daha da netleşecektir.Eylemliliğe geçen Türk Silahlı Kuvvetleri ve polis de,PKK güçlerine karşı,içeride ve dışarıda,yani Kandil’e yönelik hava bombardımanı, karadan da topçu ateşi biçiminde bir harekât başlattı.
 
Tablo hiç de hoş değil.Sonucu çok pahalı olabilir bunun.Her iki tarafın şahinleri dizginlenebilecek mi?..
 
Böylesine bir ortamda,1 Ekim’de TBMM toplanacak ve yeni bir anayasa hazırlanacak...
 
Bir uzlaşma olmadığında ve sürece BDP de dâhil edilmediğinde,çatışma ve savaş ortamında,demokratik,sivil bir anayasa hazırlanabilir mi?CHP ve MHP her zaman için Kürt karşıtı ve asker yanlısı tavır koymuş Türkçü partiler.
 
Kemal Kılıçdaroğlu’nun başkan seçilmesiyle,CHP de,bir demokratikleşme kıvılcımı çaktı ve söndü,tıpkı Nart Savsırıko’nun 'gökten düşürdüğü yıldızların saçtığı kıvılcımlar' gibi (***).Partide,Gürsel Tekin ve Sezgin Tanrıkulu gibi demokrat ve güven uyandıran birkaç kişi bulunuyor,ancak kaşarlanmış CHP’liler bu ikisine kancayı takmış bulunuyorlar.Bir küçük grup,koca bir militarist bloku aşıp sivil anayasaya yeterli bir katkı sağlayabilir mi?
 
Çok zor,göreceğiz.Ancak, bu üçü,Kılıçdaroğlu,Tekin ve Tanrıkulu partiyi disipline edebilecek mi?CHP bir kurtlar sofrası.Partiyi demokrasi yönlü dönüştüremedikleri takdirde,statüko bu ekibi yer bitirir.
 
BDP ne yapacak?Bilemiyoruz.Ayrıca Ak Parti’nin içinde de milliyetçi/Türkçü bir damar var,zaman zaman kabarıyor ve kendini dışa vuruyor.Bunlar her zaman demokrasiye tuzak kurabilirler,daha önce,anayasa değişikliği sırasında da son kozlarını oynadılar ve bittiler,ama attıkları kazığın acısı hâlâ dinmedi.Oyun oynayan yine biter.Halk kan akmasını istemiyor,etnik çatışma değil,etnik hakları da kapayan geniş bir özgürlük ortamını ve adam gibi bir anayasayı   istiyor.Toplum,Türk çoğunluk militaristlerden,ırkçılardan yılmış durumda,Kürtle,Lazla,Çerkesle ve mezheplerle sorunu yok.Demokratik reformları getirmeyen bir anayasaya da oy vermez.
 
Etnik sorunlar
 
Etnik sorunlar,günümüz dünyasında görüşmeler yoluyla çözülüyor,savaşla çözülmüyor.Peki,Türkiye etnik sorunları savaşla çözebilir mi?1930'ların koşulları yok,kitlesel yok etme yapılamaz...Savaş,haksız olan tarafı suçlu konumuna düşürür.Türkiye'nin artık savaş diye diretmemesi ve kan dökülmesinin önüne geçmesi gerekir.Kan döken taraf,sonunda kaybeder.Osmanlı tarihi de bunu öğretiyor.RF ve Yugoslavya savaş yoluyla etnik sorunlarını çözebildiler mi?RF sadece kanla bastırdı,şimdilik.Kuzey Kafkasya cumhuriyetleri kaynaşıyor,bölgede 7 milyon Müslüman barınıyor,Rus nüfus ise üç cumhuriyetten,İnguş,Çeçen ve Dağıstan'dan kaçmış ya da bölgeyi terk etmiş durumda.Çözüm olabilir mi bu?Rusya savaştı,saldırdı da ne kazandı?Örnek bir demokrasi mi kurulmuş,görüyoruz.Seçilmiş Başkan Maşadov'u öldürdüler de,madalya mı aldılar,sevgi halesine mi boğuldular?20 yıl,50 yıl sonrası ne olacak.Hesabı sorulmayacak mı bunun?Türkiye,Çin ve RF gibi çözümsüzlükte direnen birkaç    ülke kalmış.Çözüm olmadığında,çözüme karşı olanlara yönelik genel nefret de artacak ve büyüyecek.Kaçınılmaz bir sonuçtur bu.Bu bakımdan da demokrasi ve barış anlayışından vazgeçilmemelidir.Bu çok önemli.Arap Baharı,diktatörleri çöpe attı.Gerici,otoriter rejimler çağı kapanıyor,demokrasi rüzgarının önü  açılmış bulunuyor.
 
18 ve 19’uncu yüzyıllarda feodalizme karşı mücadele gereği,feodal çitleri (küçücük feodal sınırları ve eşitsizlikleri) kaldırmak,büyük bir pazar,bir ulusal pazar,bir ülke oluşturmak ve bunun için de,feodal boyutlar üstü büyük bir boyutta,etnik (ulus) temelli devletler kurmak gerekiyordu.Bu bir aşama ve bir geçiş dönemiydi.Günümüzde bütünleşmeler,ulus üstü (küresel) boyutlarda birleşmeler,ulusların özgürlüğü ve eşitliği anlayışı oluşuyor,güçleniyor ve yaygınlaşıyor.
 
Örnekler de verebiliriz:Britanya bütünlüğü içinde İskoçça,Galce,İspanya üniterliği içinde de Bask ve Katalan dilleri güçleniyor ve gelişiyorlar.Kanada’nın Fransız Québec eyaleti,oylamada Kanada bütünlüğü içinde kalmayı yeğledi.
 
Bu örnekler,yeterli bir özgürlük ortamında ulusal varlığın,dil ve kültürün pekâlâ korunabileceğini bize gösteriyor.
 
Birlikteliklere ve özgürlüklere karşı olanları iyi tanımalıyız.Onların gelecek adına başarı şansları yoktur,silinip gidecekler.
 
Demokrasi mücadelesinde   hükümete düşen görev,hukuka bağlı kalmak,uzlaşma yollarını aramak ve militarist oyunları bozmak olmalı.Her pisliğin gerisinden militaristler çıkıyor.Bu nedenle PKK ve BDP de çok dikkatli olmalı,Türk ve diğer halkları karşısına almaktan ve ortalığı germekten kaçınmalı.
 
Çok sayıda militarist,nice rütbeli general içeride,önemi bir gelişmedir bu,geçmişte demokratlara meydan okuyan Mehmet Ağar bile 5 yıl hapis yemekten kurtulamadı.Peki,yargı 'adam' gibi çalışmaya başlamıştır diyebilir miyiz?Kesin konuşmak için daha vakit var.
 
Habur girişi ve İzmir’deki DTP konvoyu gibi militaristlerin ekmeğine yağ süren hatalı davranışlardan,vakitsiz gösterilerden,sıradan insanları ürkütecek hesapsız adımlardan kaçınılmalı,tevazu elden bırakılmamalıdır.Karşı taraf ne denli katı da olsa,aklın yolu izlenmelidir,çünkü silâhla hiçbir yere varılamaz.Silâhla Filistin sorunu çözülebildi mi?..
 
Barışçı ve hoşgörülü bir tablo oluştuğunda ve BDP de Meclis'e gelip yemin ettiğinde uzlaşma kolaylaşacaktır.Halkların tarihsel birliği,yeni bir anayasayla pekiştirilmeli ve taçlandırılmalıdır.Bunun için,Başbakan Erdoğan da,bundan böyle,saygın devlet adamlarına yakışmayan ve ortamı geren milliyetçi/Türkçü söz ve davranışlarına artık bir son vermelidir.Çözümün anahtarı Erdoğan’ın elindedir.Erdoğan ve Ak Parti olmadan çözüm de olmaz.
 
Türkiye’deki Çerkeslerin ve diğer etnik toplulukların sorunları nelerdir,ne yapılmalı,bu gibi konulara da önümüzdeki yazımızda değinmeye çalışacağız.
 
(Devam edecek)
 (*)-‘Daha Çok Adıgece Tanıtma Yazıları Yazılsın’,Cherkessia.net,Haberler,15.09.2011.
 
(**)-Eş’ıne Susan,’Dil,Çağın Sesidir’,internet).
 
(***)-Bkz. ‘Savsırıko ile Dev (САУСЫРЫКЪОРЭ ИНЫЖЪЫМРЭ)’,Jıneps gazetesi,Ekim 2008,ayrıca internet
 
  Bugün 46 ziyaretçi (63 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol