adigehaber
  Çerkesya: Geçmişi, Günümüz Gerçekleri ve Gelecek Konusu- 3
 

Çerkesya; Geçmişi,Günümüz Gerçekleri ve Gelecek Konusu – 3

27 Ekim 2013

Bir önceki yazımızda 1787- 1792 ve 1806- 1812 Osmanlı- Rus savaşlarına değinmiş, Rusların 1812 Bükreş Antlaşmasıyla Çerkesya güneyini, Bzıb Irmağı ile Rioni Irmağı arasındaki Karadeniz kıyılarını ve gerisindeki toprakları – Abhazya dışında- ilhak ettiklerini belirtmiştik. Abhazya ise, Rus yanlısı bir politik seçim yaptığı için Rus korumasında 1864 yılına değin feodal bir prenslik olarak varlığını sürdürecekti. 

Sonuç olarak şimdiki Gürcistan topraklarının  neredeyse tamamı Rusya’ya ilhak edilmiş oldu. 1813 yılında da, Gülistan Antlaşmasıyla, o zamanlar İran’a ait olan  bugünkü Azerbaycan’ın kuzey yarısı   Rusya’ya ilhak edildi. Ayrıca, İran, Dağıstan üzerindeki tüm haklarını  Rusya'ya devretti. Böylece Ruslar Güney Kafkasya’ya iyice  yerleşmiş oldular.

 

Bu oluşumlar sonucu, Kuzey Kafkasya’nın doğusundaki Çeçenya  ile oraya komşuDağıstan (Avar) yöresi dış dünyadan tamamen koptu ve Rus egemenlik alanı/ denizi içinde izole bir ada konumuna dönüştü (Bkz "Harita").

 

1850 yılında Avrupa (Batıdaki beyaz bölge- kuşatma altındaki Çerkesya, doğudaki de Şamil yönetimindeki topraklar)


Çerkesya ise, Karadeniz kıyıları dışında, tam bir Rus kuşatması ve çemberi içine alınmıştı.Anapa1812 Bükreş Antlaşması gereği  Osmanlılara geri verilmişti. Anapa’daki Osmanlı varlığı zayıftı, Çerkesleri  koruyacak  güçte değildi. Bundan cesaret alan Ruslar doğudan  Çerkesya içlerine girmeye başlamış, yeni topraklar ele geçirmiş, yağma ve katliamlar yapmış, zayıf toplulukları kendilerine bağlamışlardı. Çerkesler birer köylü topluluklar biçiminde bölünmüş oldukları için birleşemiyor ve merkezi bir otorite kuramıyorlardı. Rus, bundan yararlanıyordu. Nitekim, ilerlemelerini sürdüren Ruslar  Laba Irmağını kaynak kesiminden, güneyden batıya doğru geçtiler ve  bu gibi yerlerdeki barışçı Karaçay ve Abazin topluluklarını  kendilerine bağladılar, ardından özgür bir demokratik ve büyük bir topluluk olan   Abzahlarla çarpışmaya başladılar. Sonunda, Kabardey beyi Albay Bekoviç- Çerkasskiy komutasındaki Ruslar [Khersonski Alayı]  Abzahları yenmeyi, güneyden Şhaguaşe Irmağı (Belaya) boyuna ulaşmayı başardılar (1825). Bu yerde  Ruslar 1825 yılında  şimdiki Adıge Cumhuriyeti’nin  başkenti Maykop’un hemen güneyinde, Şhaguaşe'nin sağ(doğu) yakasında bulunan  Tulski beldesi yerinde bir askeri kale kurdular (Bkz. “Eski Yazılı Belgelerde Adıgeler”, Cherkessia.net, Tarih, 13 Eylül 2013).

 

Çerkesya'nın doğusunda şiddetli çarpışmalar yaşanırken Osmanlılar kıllarını kıpırdatmıyor, Çerkeslere yardım etmiyorlardı. Osmanlı vermeden almanın peşindeydi. Osmanlı gemileri ve tüccarları  Anapa ve Sucuk- Kale’ye (şimdi-Novorossiysk) serbestçe geliyor, ticaret yapıyorlardı. Osmanlı, istese Çerkesleri eğitebilir ve silâhlandırabilirdi. Ancak, sorumluluktan kaçınıyor, üstüne üstlük, Anapa Muhafızı  Abdullah Paşa,Rus komutan  Tuğgeneral Sısoyev’e  8 Ekim 1826'da yazdığı mektupta Şapsığlardan yakınıyor, “Şapsığları yok etmenin ya da yola getirmenin bir yolu yoktur” diyordu (Bkz. "Eski Belgelerde Adigeler", Cherkessia.net, Tarih, 24 Eylül 2013). Herhalde, Osmanlılar, Kırım gibi, Çerkesya’da da tutunamayacaklarını anlamış, 'Boşuna harcama/ masraf yapmaktan kaçınıyor' olmalıydılar.

 

Çerkesya’daki 50 yıllık Osmanlı varlığı (1781- 1829),   Çerkeslerden tek yanlı olarak yararlanmak (Çerkesleri kullanma niyeti) yerine, Çerkesleri kalkındırmayı/ yardım etmeyi amaçlamış olsaydı, durum farklı olabilirdi. Örneğin, Çerkes çocukları İstanbul’a götürülüp okutulur, askeri eğitimden geçirilir, bunların öncülüğünde bir Çerkes kalkınması yaratılabilir, bir Çerkes hükümeti ve ordusu kurulabilirdi. Sağlam temellere dayalı bir kardeşlik dayanışması yaratılabilirdi. Böylece Çerkeslerin modern dünya ile de temas kurmaları sağlanmış olurdu. Bu gibi şeyler Osmanlı'da o türden bir anlayış yoktu. Çerkeslerde de ileri görüş ve modern bir dünya görüşü bulunmuyor olmalıydı.

 

Söylenen türden yardımlar yapılmadı. Yine de, en azından, Ruslara karşı direnişte olan Çerkeslere silâh ve mühimmat yardımı yapılabilirdi. Bu da bir canlanma yaratabilirdi. Osmanlı, herhalde Ruslarla vardığı barışı - 1812 antlaşmasını-  bozmak istemiyor olmalıydı. Ancak  'Korkunun ecele faydası' olmayacak, Rus'u kızdırmama politikası işe yaramayacak, ilk fırsatta Rus yine ısıracaktı.

 

1828- 1829 Osmanlı- Rus Savaşı



 

    Sultan II. Mahmud (1785- 1839)


1821 Mora Rum ayaklanması, akılcı uyarıları dikkate almayan  Padişah II. Mahmudyönetimince çok sert bir biçimde bastırıldı. Fener Rum Ortodoks  Patriği başta olmak üzere çok sayıda din adamı da asılarak idam edildi. Rum taleplerinin şiddetle bastırılabileceği sanılmıştı. Benzeri hatalar Osmanlı yıkılana değin tekrarlanıp duracaktı.

 

Bu hatalı tutum ve baskı politikası, geri tepti, Avrupa’da Osmanlılar aleyhine  büyük bir tepki, infial  oluştu. Sonunda olmayacak sanılan bir iş de başarıldı: Düşman kardeşler sayılan  İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı Devleti'ne karşı birleşti;  Müttefik donanması 20 Ekim 1827’de, Akdeniz'de Mora açıklarında,   Navarin’de Osmanlı- Mısır donanmasını imha etti. Denge Yunanlı ayaklanmacıların lehine değişti. Tepkilerden yararlanan, İngiliz ve Fransızların müdahalelerinden kurtulan   Rusya, Osmanlı Devleti ile kozunu bir başına paylaşma fırsatını yakaladı ve 1828’de  Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. İnatçı/ kısır görüşlü  Osmanlı, belâyı başına sarmış oldu. Avrupa’daki infial ve Rumlara yönelik  aşırı baskılar  nedeniyle  Osmanlı Devleti, Rusya İmparatorluğu karşısında yalnız bırakıldı. Osmanlı yönetimi, büyük bir taktik hata işlemişti.

 

Böylece eşitsiz güçler arası bir savaş başladı: Güçlü Rusya ile  güçsüz Osmanlı Devleti karşı karşıya idi. Üstüne üstlük Osmanlı, iki yıl önce işe yaramaz Yeniçeri Ocağı'nı kanlı bir biçimde tasfiye etmiş, yeni ordusunun kuruluşunu henüz tamamlayamamıştı.

 

Padişah ise, aklı başında devlet adamlarının uyarılarına kulak asmıyor, öylelerini ihanetle suçluyor, kışkırtıcıların yönlendirmesiyle bildiğini okuyordu.

 

Çerkesya’daki Osmanlı kalesi Anapa, savaşın  başında, 12 Haziran 1828’de Ruslara teslim oldu. Çerkesler 1787- 1792  Osmanlı- Rus Savaşı'nda olduğu gibi Türklerle birlikte hareket etmediler. Rusların en korktuğu şey Çerkeslerin Türklerle birlikte hareket etmeleri olasılığı idi. Osmanlı'nın kaba ve çıkarcı politikaları, en zor anlarında Çerkeslere yardımdan kaçınması, Çerkesler arasında güvensizliğe yol açmıştı.  Bu nedenle Anapa'nın Ruslarca alınması zor olmadı (Daha geniş bilgi için bkz. “Allen ve Muratoff'un Gözüyle: “Kafkasya ve Kafkasyalılar” – 3, Cherkessia.net, Tarih).


Savaş Osmanlı Devleti’nin son derece güçsüz, kof ve  çağdışı bir oluşum  olduğunu açığa çıkardı: Ruslar doğuda Anapa dışında, Poti, Ahıska, Kars, Ardahan, Erzurum veGümüşhane’yi aldılar, Şebinkarahisar’a değin ilerlediler, hedeflerinde Trabzon ve Sivas'ı ele geçirmek  vardı. Balkanlar’da da Edirne’yi alıp İstanbul önlerine (İstanbul’un 68 km yakınına) kadar sarktılar.  Kofluğu gizlemede bir  silâh olarak kullanılan  sertlik de işe yaramamış, “Zor oyunu bozar” misali, Padişah II. Mahmud, ateşkes istemek, koşulları çok ağır olan Edirne Barış Antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı (14 Eylül 1829). Küçük ödünlerle yatıştırılabilecek olan Mora'daki talepleri çok (hıyanet olarak)  gören II. Mahmud,Mora ve Atina'yı da içine alan  bir Yunan Devleti'nin kuruluşunu, Çerkesya'nın Rusya'ya terk edilmesini   onaylamak zorunda kaldı.

 

Buna karşılık Rusya planlı hareket ediyordu. İşgal ettiği yerlerin çoğunu Osmanlılara geri verdi. Aksine hareket etmesi, sonunda, işgal ettiği geniş bölgelerde tehlikeli  gerilla tipi direnişlere  yol açabilecek ve dağınık Rus birlikleri Çerkesya'dakine benzer bir batağın içine saplanabileceklerdi. Bir yönüyle Rus yutabileceği kadarıyla yetinmiş, fazlasını zamana ertelemişti. Rus üst yönetimi Paskeviç'i ve diğer hızlı generalleri gemlemesini bilmişti.


Paskeviç'in zekice taktikleri ve Hımışoğlu örneği



 

General İvan Paskeviç (1782- 1856)


General Paskeçiv, emrindeki Müslüman subayları kullanarak yerel beylerle görüşüyor, onları yanına çekmeye ya da Türklerden ayırmaya çalışıyordu. Bu yolla Kürt aşiret reislerinin çoğunu pasifize etmişti, bu yüzden Türkler Kürtlerden  asker toplamada güçlüklerle karşılaşmışlardı. Ayrıca II. Mahmud'un reformları birçok Kürt beyini de kızdırmıştı. Birçok yerde istilâcı Rus askerleri Kürtler ve yerel ahali tarafından memnuniyetle karşılanıyor ve destekleniyordu.

 

Savaşta 'Kabardeylerden, Çerkeslerden, Tatarlardan, dahası Çeçenya ve Dağıstan’dan toplanmış Müslüman milislerden oluşturulan dört süvari alayı, işgal edilen yerlerde güvenliğin sağlanmasında büyük bir hizmet  görüyordu. Bu nedenle Paskeviç, Çerkes/ Kabartay asıllı bir bey ailesinden olan Müslüman General Bekoviç-Çerkasskiy’i Erzurum’a vali olarak atadı, yanına da kısmen Türk memur ve ileri gelenlerinden oluşan bir danışma kurulu (istişare heyeti) verdi'. 'Paskeviç’in zaferleri ve - işgal edilen yerlerdeki- Müslüman halka karşı iyi davrandığına ilişkin haberler Çeçenya ve Dağıstan dağlarında yaşayan Müslümanlar arasında olumlu karşılanmıştı'. Öte yandan 'Paskeviç, değerli hediyeler göndererek ve tehditler de savurarak Abbas Mirza’nın, İran’ın tarafsız kalmasını sağlamıştı'  (“Allen ve Muratoff'un Gözüyle: “Kafkasya ve Kafkasyalılar” – 3Cherkessia.net, Tarih).

 

21 Şubat 1828'de Rusya ile İran arasında imzalanan Türkmençay Antlaşmasıyla Aras Nehri sınır olarak kabul edilmiş, İran'a bağlı  Revan, Nahçıvan  ve Talış hanlıkları toprakları Rusya'ya ilhak edilmişti. Abbas Mirza'nın tarafsız kalmasının geçerli bir nedeni de bu, yaşanan ağır yenilgi  olmalıydı. 

 

Bir de Gürcü beyi  Hımışoğlu olayı var. 'Türkler, özellikle Lazistan ve Acara’nın güçlü derebeylerinin çıkaracakları kuvvetlere güveniyorlardı. En güçlü derebeyi de Acara yaylasına egemen olan Hulolu Ahmet Bey Himişoğlu idi. Paskeviç, Himişoğlu ile görüşme yapıyordu, ancak Türk tarafı Ahıska Paşalığı’nı vaat ederek Himişoğlu’nu kendi yanına çekmeyi başardı' (“Allen ve Muratoff'un Gözüyle: “Kafkasya ve Kafkasyalılar” – 3Cherkessia.net, Tarih)


Bu da o zamanki çıkar anlayışını, zihniyeti düzeyini, feodal bey takımının para ve makam neredeyse oraya yöneldiğini  belli ediyor.

Edirne Antlaşması ve Osmanlıların çıkarcı/ oportünist politikaları


Antlaşma sonucu Osmanlı Devleti  Çerkesya kıyılarının denetimini ve Çerkesya’ya ilişkin tüm ‘yetkilerini’ Rusya’ya devretti. Antlaşma, o sıralar, savaşın başında  Rus taraftarı iken, Rus ilerleyişi karşısında telâşa kapılıp müdahalede bulunan ve barış koşullarının  Osmanlılar lehine yumuşatılmasını sağlayan İngiltere ve Fransa’nın da bilgisi dahilinde imzalandı. Bu nedenle antlaşma uluslararası  hukuka göre genel bir geçerlilik kazanmış oldu. Çerkeslerin ise  kullanacakları diplomatik bir kozları  kalmamıştı. Çerkesler uluslararası hukuktan kaynaklanabilecek olan  tüm haklarını yitirmiş oldular. Uluslararası hukuka göre, Çerkes sorunu Rusya'nın bir iç sorunu olmuştu. Artık hiçbir devlet açıktan Çerkeslere yardım edemeyecekti. Aksine bir davranış Rusya’nın içişlerine müdahale (savaş)anlamına  gelecekti. Ancak, Karadeniz Osmanlı ve Rus savaş gemilerine açıktı (1856'da Karadeniz silâh ve mühimmat taşıyan gemilere yasaklanacaktı).  Bu da Çerkesya’ya kaçak silâh ve mühimmat götürülmesine fırsat sağlıyordu. Tabii  bedeli ödenebildiği sürece…

 

Osmanlılar  Çerkeslere faydacı [Çerkesleri kullanma amaçlı] yaklaşmışlardı [Çerkeslerden 80 bin asker devşirmeyi ve o yolla Kırım’ı kurtarmayı düşlüyorlardı]. Peki bu işbirliği Çerkeslere ne gibi bir yarar sağlamıştı,  Osmanlı kesenin ağzını mı açmıştı? Tam aksine, Osmanlı  savaş yorgunu, ekonomileri tahrip edilmiş, hayvanları ve gıda stokları yağmalanmış yoksul Çerkeslerden,  bir de  vergi toplamaya  kalkışmış, infiale yol açmış,  bu yüzden Çerkesler Osmanlı'dan  yüz çevirmiş, vergi de vermemişlerdi. 

 

Bir karşılaştırma: Rus saldırıları sonucu Adıgeler, "1801- 1825 yıllarını kapsayan 25 yılda  25,255 ölü ya da tutsak verdiler. Bin at, 60 bin sığır ve 100 bin koyun yitirdiler. Rus Ordusu’nun ölü kaybı ise 2,100". Adıgelerden yağmalanan malların bugünkü hesapla maddi değeri en azından 100 milyon üzeri Amerikan Doları eder. Bu meblağa yağmalanan gıda stokları değeri dahil değildir (Bkz. "Eski Belgelerde Adigeler", Cherkessia.net, Tarih, 24 Eylül 2013).

 

Türklerden sağlanan tek yarar, belki de,  İslam dininin ve bol miktarda  din adamının/ imamın Çerkesya'ya getirilmesi, Çerkeslerin dindar Müslümanlar  olmalarını sağlanmasıdır. Maddi yardımdan kaçınan bu faydacı yaklaşım nedeniyle köklü/ kalıcı bir işbirliği kurulamadı. Sonunda, Çerkesler kendi kaderlerine terk edilmiş, Türkler de Batum’a kadar olan Karadeniz kıyılarına, Anapa, PotiAhıska ve daha birçok yere 'elvedâ' demek zorunda kalmıştır.

 

"Denize düşen yılana sarılır" misali Çerkesler Osmanlı'ya sarılmışlardı. Osmanlılar bütün bir Kafkasya'da sadece Çerkesleri/ Adıgeleri bulabilmişler, Adıgeler  dışında tek bir destekçi bile  bulamamışlardı.

 

Rusların Çerkesya’yı işgal planları


Çerkesler, Çerkesya’nın bir Osmanlı toprağı, kendilerinin de Osmanlı tebaası(uyruğu) olmadıklarını, aksine bağımsız olduklarını, Osmanlıların kendilerine ait olmayan bir ülkeyi/ Çerkesya’yı bir başka devlete veremeyeceğini, buna yetkisi olmadığını  ileri sürerekEdirne Antlaşması’nı tanımadılar.  

 

Bunun üzerine kesintisiz bir  Rus-Çerkes Savaşı başladı (1829).


1829  yılı sonlarında, uluslararası  hukuk bağlamında  bütün bir Kafkasya Rus egemenliği altına girmiş olarak görünüyordu. İstisna olarak Ruslar, Çerkesya dışında,  Çeçenya ve Dağıstan’ın tamamında  tam bir otorite kuramamışlardı, ama bu son iki yöre, şeklen de olsa Rus yönetimine bağlıydı ve Rus makamlarının yönetimindeydi. Çerkesya'da ise, dediğimiz gibi, siyasi ve idari anlamda bir Rus idaresi kurulamamıştı.

 

Şu durumda Çerkesya bağımsızlığını korumak, Çeçenya ve Dağıstan ise bağımsızlık kazanmak için savaşacaklardı. Doğu ile batının [Çerkesya'nın] birleştirilmesi yönlü girişimler, feodal beylerin (özellikle Kabardey beylerinin) engellemeleri sonucu gerçekleştirilemeyecekti.

 

Savaşın Kafkasya ve doğuda  yetenekli ve başarılı  komutanı olan General Paskeviç, Çerkeslere boyun eğdirmek için bir plan hazırladı. Buna göre, kıyıda Anapa’dan en güneydeki Gagra’ya, daha sonra Gagra'dan da Abhazya kıyılarını izleyip Sohum’a kadar uzanacak olan bir sahil yolu (müstahkem hat) inşa edilecekti. Bu müstahkem askeri yol üzerinde kale ve karakollar, öncelikle de Novorossiysk (Tsemez)' de bir  liman,Gelencik’te  bir deniz üssü kurulacaktı. Bu arada Gelencik’ten başlayacak, ülke içinden geçirilecek ve  şimdiki Krasnodar’ın hemen batısındaki  Olginsk Kalesi’ne  uzanacak olan bir müstahkem yol daha yapılacaktı, böylece Natuhayların ve bir kısım Şapsığ’ın diğer Çerkeslerden ayırılması, tecrit edilmesi  sağlanacaktı. Kıyı hattı tamamlandığında  Çerkeslerin deniz yoluyla dış yardım almalarının önü kesilmiş olacaktı.

 

Anlaşılan Rus, kendi çıkarı için kesenin ağzını açıyor, yollar yapıyor, Türk ise böyle şeylerden kaçınıyor, üstelik, "Bir koyundan çift pösteki çıkarma" misali aç Çerkes'ten vergi toplamaya kalkışıyordu.

 

Ruslar çalışmaları başlattılar, ancak, o sırada Polonya’da büyük bir ayaklanma patlak verdi,General Paskeviç de ayaklanmayı bastırmak üzere  Polonya’ya gönderildi. Aynı yıl, 1830’da Dağıstan’da İmam Gazi Muhammed önderliğinde büyük bir İslami ayaklanma(Müridizm Hareketi) baş gösterdi. Rus zulmü, ağır vergi ve angaryalar Müslüman halkı canından bezdirmiş, patlama noktasına getirmişti. Ruslar zor durumlara düştüler, inşaat çalışmalarını  ertelemek, güçlerini Polonya ve Dağıstan’a yöneltmek zorunda kaldılar.

 

Ruslar Polonya ayaklanmasını kanlı bir biçimde bastırdılar [İstanbul'daki Polenez köyü 1830 ayaklanmasına katılıp sağ kurtulan Polonyalılar tarafından kurulmuştur], iki yıllık bir uğraştan sonra da İmam  Gazi Muhammed’i  şehit ettiler (1832). Onu izleyen İmam Hamzat Bek’in de öldürülmesi üzerine hareketin başına İmam Şamil geçti (1834). Şamil, daha sonra, Çeçenya ve Dağıstan'ın bir kesiminde, 1840'larda  şer'i esaslara dayanan bir İslam Devletikuracaktı (Bkz. 'Harita').

 

 

 

Bir devlet ya da ülke olmak için birileri tarafından tanınmak   şart/ zorunlu  değil. Bugün bile  Somaliland ve Azavad (her ikisi de Afrika’da) diye bilinen ve   hiçbir ülke tarafından tanınmayan devletler  var. Ayrıca BM üyesi olamayan bağımsız ülkeler/ devletler de vardır(Abhazya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Transdinyester, Dağlık Karabağ, vb).


Şu durumda Çerkesya 1864, Şamil yönetimindeki İslâm Devleti de (Çeçenya ve Dağıstan’da)  1859 yılına değin, hiçbir ülke tarafından tanınmamış olsalar da,  birerbağımsız devlet ya da bağımsız ülke idiler (Bkz. yukarıdaki   "1850 yılı Avrupa Siyasi Haritası").


(Devamı var)

Beğen

 
  Bugün 13 ziyaretçi (46 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol