adigehaber
  Ulus ve Dil Politikaları, Örnekleri
 
Ulus ve Dil Politikaları, Örnekleri
 
Batıdaki ulusal sorunlar ve örnekleri
Batılı demokrasiler yayılmacı, ilhakçı politikaları çoktan beri terk etmiş bulunuyorlar. Birleşik Krallık, Fransa, Hollanda, Belçika ve Portekiz’in sömürgeleri artık tarih oldu, eski sömürgeler şimdi bağımsız ülkeler… Gözler sınır ötelerinde değil. Toprak sorunları kalmadı. Sınır ötesiyle toprak için, yerleşmek için değil, doğal kaynaklar ve para için ilgileniliyor: Petrol, doğal gaz, pazar, ticaret, bankacılık, borçlandırma, vb. Öte yandan ABD, Çin, vb büyük ekonomilerle rekabet amacıyla, daha küçük ölçekli ülkeler, daha büyük ölçekli birliklerde bir araya gelip bir rekabet gücü oluşturmaya çalışıyorlar, AB gibi. Koşullar bunu gerektiriyor.
Bir demokratik örnek daha, Birleşik Krallık/ İngiltere’yi ele alalım: Ana karasındaki Kuzey İrlanda ve İskoçya'ya referandum yoluyla (barışçı yolla) ayrılma, bağımsızlık hakkını tanıdı. Üstelik İngiltere üniter bir devlet. Bu ne demek?.. Bunun yeryüzünde başka bir örneği var mıdır? İngiltere dışındaki ülkelerdeki özerk bölgelerin - federe devletler hariç - uluslararası hukuk gereği tek yanlı ayrılma hakları yok. Kuzey İrlanda ve İskoçya federe devlet değil, özerk bölge (region) statüsündeler. Sırbistan’a bağlı eski bir özerk bölge olan Kosova ise bir istisna. Kosova’da Sırbistan’ın yürüttüğü bir etnik temizlik olayı yaşanıyor, halk toplu halde ülkesi dışına sürülüyor ve bir insanlık suçu işleniyordu, dış müdahale (NATO müdahalesi) yapıldı, insan hakları ihlaline son verildi, bu bir zorunluluk gereği idi. Ancak Kosova, BM tarafından hala - bağımsız bir ülke olarak - tanınmıyor, RF engeli var. Adıgelerin Rusya’ya karşı direndiği 1860’larda ise, böylesine bir korunma ve uluslararası hukuk kuralı yoktu ya da gelişmemişti, soykırım, etnik temizlik ve ülke dışı göçe (toplu sürgüne) tabi tutulan Adıge-Çerkeslere hiçbir ülke ya da kurum yardım etmemişti.
Ulusların kendi geleceklerini tayin hakkı
BM tarafından kabul edilmiş “Ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkı” diye uluslararası geçerliliği olan bir ilke var, ama sömürge ülkeler içindi, yaptırımları onlarla sınırlıydı. Süresi doldu ve soyut bir ilke olma dışında bir işlevi kalmadı. Geride özerk bölgeler, özerkliği olmayan, baskı gören etnik ve dini azınlıklar gibi sorunlar kaldı. Bu gibi sorunlar için koruyucu hukuksal güvenceler, alınmış ve yaptırım gücü olan kararlar yok. Sadece “Helsinki Nihai Senedi” gibi tavsiye niteliğinde bölgesel antlaşmalar söz konusu: “Avrupa Bölgesel veya Azınlık Dilleri Şartı”, “Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi” gibi. Bunlar somut güvenceler içermiyorlar. Ülkeler bu tür sözleşmeleri rahatça dolanabiliyor.
Dediğim gibi, uluslararası statü ve hukuki güvencelerden yoksun etnik ve dini azınlıklar var. Hem de sayıları az değil. Ayrıca günümüzde soykırım, etnik temizlik ve toplu sürgün suçları da işleniyor, örnekleri var: Ruanda - Tutsi ve Bosna soykırımları, Myanmarlı/ Arakan Müslümanları, Suriyeli sığınmacılar ve Müslüman ülkelerdeki Müslüman olmayan/ Hıristiyan azınlıklar ve bunlara yapılan baskılar, vb. Bunlar da anayasal güvencelerden yoksunlar.
Bir başka örnek de İspanya’daki Katalonya (7 milyon) sorunu. Katalonya Özerk Bölgesi referandum ve parlamento kararı yoluyla bağımsızlık ilan etti, İspanya’dan ayrılmak istedi, ama bastırıldı ve birçok Katalan lider hapse kondu. BM ve AB bu gibi sorunlar konusunda bir şey yapamıyorlar, çünkü yasal yetkileri yok, hukuki bir çözüm yolu, bir formül de üretilebilmiş değil, bir belirsizlik var. Bu gibi sorunlar, Bosna ve Kosova’da yaşandığı düzeyde açık insan hakları ihlalleri olmadıkça, ülke içi sorunlar olarak görülüyor. Bu alanda bir boşluk var. Yeni İspanyol sosyalist (sol) hükümeti ile Katalonya yerel hükümeti arasındaki görüşme kararının gösterdiği gibi, sağ partiler tarafından organize edilen milliyetçi İspanyollar ayağa kalkmış, yüz binler sokağa dökülmüş bulunuyor. İspanyol milliyetçiler görüşmelere karşı. Bu da çağ dışı egemen ulus milliyetçiliğinin yaygınlığını, eşitlik anlayışının önündeki asıl engel olduğunu, egemen ulus milliyetçiliğinin, demokrasi karşıtı ve aşılması gereken bir sorun olarak günümüze kaldığını gösteriyor.
Demek ki ülkeler/ halklar hala milliyetçi ön yargıların etkisinde - tutsağı. İngiltere’deki gelişmişliğe ulaşılabilmiş değil. Bunu da görmek gerekir.
Rusya’daki durum
RF'ye gelince: Rusya, Ukrayna'nın egemenlik hakkını çiğneyerek, hukuken federe değil, özerk cumhuriyet (bölge) statüsündeki Kırım’ı ve bir kent olan Sivastopol’u, oralarda yapılan tek yanlı birer referandum ile RF’ye aldı (2014). Bu yeni bir oluşum. Aslında özerk bölgeler halklarına, halk iradesine, yani referanduma dayalı olmaları koşuluyla kendi geleceğini belirleme hakkı tanınmalı, azınlıklar da dikkate alınmalı. Büyüklü küçüklü birimler eşit haklara kavuşmalı. Geçmişteki, Sovyetler’deki anlayışa göre özerk cumhuriyet, egemen birlik cumhuriyeti (союзная республика) içinde, bağımsızlık yetkisi/ hakkı bulunmayan bir devlet olarak tarif ediliyordu. Demokrasi açısından tartışılabilir bir durumdu. Ukrayna federal değil, üniter bir devlettir, dediğimiz gibi, Kırım özerk bölge statüsünde (bağımsızlık ilan etme yetkisi bulunmayan) bir özerk cumhuriyet, Sivastopol ise sadece bir kent idi. Ayrılmaları için, bugünkü mevzuata göre geçerli hiçbir hukuki yol yoktu, ayrıca Ukrayna’nın onayı da gerekiyordu (Örneğin Abhazya ve Güney Osetya konusunda Gürcistan engeli var). RF açısından, bir özerk cumhuriyetin ve kent yönetimi adına yapılna yerel referandumlar yeterli bulundu, ayrıca Ukrayna, Kırım’daki ve Sivastopol’daki Ukraynalı ve yerli Tatar nüfus öğeleri dikkate alınmadı... Demek ki, güç konduğunda yeni - kural dışı - gerekçe, yeni kural ve oluşumlar yaratılabiliyor.
Asya ve Afrika'da çoğu sınırlar sömürgeci güçlerce cetvelle çizildi. Uluslar parçalandı. Bu da günümüzün bir gerçeği.
Sovyetlerdeki uygulama
1917 Ekim devrimi üzerine Rusya'da, ulusların/ halkların eşitliği ilkesi kabul edildi, dünya tarihinde bir ilkti bu. Daha sonra, 9 Ocak 1918’de ABD’de açıklanan Wilson ilkeleri de var, ancak kapsamı sınırlı ve yetersiz bir açıklamaydı; Birinci Dünya Savaşında yenilen ülkelerin yeniden yapılandırılmalarına ilişkindi, evrensel düzeyde geçerliliği yoktu. Buna göre, yenik ülkelerdeki uluslara kendi devletlerini kurmaları olanağı sağlanacaktı: Türkler ve Araplara kendi devletlerini kurdular, yenik Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yerinde yeni devletler doğdu. Yenen ülkelerin devlet yapıları ve sömürgelerine ise dokunulmadı.
***
Sovyetlere dönersek, büyük küçük her bir topluluğa, çoğunlukta olduğu tarihsel toprağı geri verildi ve her birine, değişik düzeylerde kendi geleceğini belirleme hakkı ya da özerklik tanındı. Batı bu örneği, ayrıca halkların eşitliği ilkesini benimsemedi, batılı ülkeler, sömürge ülkelerin halklarını (yerlileri) kendileri ile eşit görmüyorlardı ve bunu uzunca bir süre sürdürdüler. Kendilerini yerli halklardan üstün tuttular. Beyaz ırktan olanları (Avrupalıları) üstün ırk, diğerlerini aşağı/ ilkel ırk olarak değerlendirdiler (*). ABD’de yakın zamanlara - 1960-70’lere - değin ırk ayırımı yapılıyor ve Siyah nüfusa eşit oy hakkı/Medeni haklar verilmiyordu. 1990’lara değin Güney Afrika’da da ırk ayırımı/ apartheid vardı. 1962 yılı öncesi Fransız Parlamentosu’nda bile, Denizaşırı Fransız ili Cezayir’in temsilinde, çoğunluktaki Müslüman nüfusa 21, azınlıktaki Avrupalı kolon nüfusa 24 koltuk ayrılmıştı. 1789 Fransız devrimine, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ne rağmen Fransa, 1960’larda bile ırklar ya da yurttaşlar arası eşitlik ilkesini (anlayışını) benimsememişti. Oysa ırk (yurttaş) eşitliği, evrensel ve ilkesel anlamda, Sovyetler öncülüğünde, 1948 tarihli BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile kabul edilmişti ama bazı Batılı ülkelerde ihlal ediliyordu. Bu tür bir gecikme ve antidemokratik anlayışlar sonucu, çok sayıda çözülmemiş etnik ve dini sorun, arkaik bir kalıntı olarak günümüze taşınmış bulunuyor ve kanamaya devam ediyor. Bu gibi sorunlar kitlelerce - özellikle egemen ulus bireylerince - pek bilinmiyor. Birçok Asya, Afrika, dahası Latin Amerika ülkesi yanında RF, Çin ve bazı AB ülkelerinde bile çözümlenmemiş etnik ve dini sorunlar bulunuyor. Şimdilerde ise, egemen ulus milliyetçiliği ve demokratik olmayan, baskıcı anayasalar, İspanya Katalonya örneğinde görüldüğü gibi, çözümün önündeki ana engellerden. Oysa, Katalonya ayrılsa bile daha üst bir AB çatısı altında, - İspanya ve Katalonya biçiminde - yine bir araya gelecek ve üst bir şemsiye altında, ama eşit koşullarda yeniden buluşacaklardır, tıpkı Slovakya ile Çekya’nın, Slovenya ile Hırvatistan’ın AB ve NATO gibi daha büyük bir birlik çatısı altında bir araya gelmiş olmaları gibi. Ama egemen ulus milliyetçileri egemen olmayan uluslar bireylerini, ayrı bir etnik ad altında olduklarında, eşitleri olarak görmek istemiyorlar.
Demokratik devlet, yurttaşları arasında din, mezhep, ırk ve milliyet, zengin ve fakir ayırımı yapmayan, hepsine eşit mesafede duran, hukuki anlamda eşit davranan, azınlığı, zayıfı koruyan, yardım eden, azınlığına pozitif ayrımcılık uygulayan ve asimilasyona karşı önlemler alan devlettir. İdeal devlet öyle olmalı.
RF’de 2005-2006 yıllarının tasfiye programları
Rusya Federasyonu'nda (RF), her şeye karşın, sınırlı da olsa, tarihten gelme bir hukukilik var. Çok önemli. Hukukilik ve anayasa federe cumhuriyetleri ve azınlıkları koruyor. RF Federasyon Sözleşmesi, ayrıca RF Anayasası, federasyona katılan cumhuriyetlerin her birini egemen devlet olarak tanıdı ve o temelde Rusya Federasyonu devlet yapısı oluştu. Örneğin, Adıge Cumhuriyeti Anayasası, Adıge Cumhuriyeti’nin (AC) egemen (суверенитет) bir devlet olduğunu ve o statüyle Federasyona (RF'ye) katıldığını vurguluyor. Bu açıklama, federe bir devletin, federasyondan ayrılma hakkının bulunduğunu gösteriyor (Kırım ve Sivastopol örnekleri de bu yolla açıklanıyor, halk iradesi ile RF’ye katıldılar, deniyor). Buna karşın, 2005-2006 yıllarında RF'de milliyetçi bir dalga yükselmiş, Federasyon Sözleşmesi’ne ve RF Anayasası’na aykırı olarak, federasyon üyesi bazı egemen/ federe cumhuriyetlerin ve birer idari birim olan özerk okrugların (küçük il) tasfiyesi, topraklarının Rus büyük illerine (kray) eklenmeleri gündeme gelmiş, 10 özerk okrug’dan 6’sı tasfiye edilip toprakları Rus krayları (büyük illeri) ile birleştirilmişti. Ancak cumhuriyetler için farklı bir statü, anayasal güvenceler bulunduğu, çifte referandum gerektiği anlaşılmış olmalı ki geri adım atıldı ve tasfiye programı durduruldu. Aksi takdirde sert tepkiler belirebilecekti. Nitekim Adıge Cumhuriyeti’nden sert tepki konmuş, halk kongresi toplanıp bildiri ve protesto kararları yayınlamıştı.
Sovyet devlet yapılanması
Lenin ve Sovyetler (Bolşevikler), cumhuriyetler yararına aşılması zor koruyucu ilke ve istisnalar getirmiş, anayasal garantiler sağlamışlardı. Ancak özerk cumhuriyetlere birlikten ayrılma hakkı tanınmamıştı. Bu da sistemin eksik yanıydı. Yine de, 1917 devriminin öncüleri arasında gelişmiş bir demokrasi, ulus, hukuk ve bilim anlayışının bulunduğunu, Rus egemen ulus milliyetçiliğinin aşılabildiğini anlıyoruz. Bunu izleyen RF'de özerk cumhuriyetler federe (egemen) cumhuriyetlere dönüştürüldü ve eşitsizlik büyük ölçüde giderildi. Geride Sibirya halkları ve Karadeniz kıyısı Adıgeleri (Şapsığlar) gibi azınlık sorunları kaldı. Günümüzde, RF’de anayasal bir değişiklik için çift taraflı, RF ve cumhuriyetler düzeyinde parlamento onayı ve referandumlara gidilmesi, yani uzun bir prosedür/ süreç gerekiyor. Bu gibi şeyler ya da bilemediğimiz başka nedenlerle 2000'lerin tasfiye programı gündemden kalktı. Program ya da proje gerçekleşseydi, ilk tasfiye edilecek yer, büyük bir olasılıkla Adıgey (AC) olacaktı.
***
Rus milliyetçiler/ ırkçılar cumhuriyetleri tasfiye programından vazgeçilmiş olunmasından rahatsızlar. Bu çevreler “Sovyetler’deki cumhuriyetler çağ dışı kuruluşlardır, bunların dünyada başka örnekleri yok, kaldırılmalılar” diyorlar. Bu söylem, kuşkusuz halklar ve demokrasi için bir tehdittir. İspanya ya da İngiltere’de, tarihten gelme, oturmuş demokratik gelenekler ve gelişmiş bir düşünce özgürlüğü ortamı var, özerk bölgeleri kaldırma gibi bir eğilim yok, içişlerine karışılmıyor. Bunlar aşıldı. Anayasal garantiler var. Ama Rusya'da, anayasaya rağmen içişlerine, anayasal sınırlar dışına çıkılarak karışılıyor, anayasal güvenceler tam oturmuş, yerleşmiş değil, örneğin 6 özerk okrug ve birçok ulusal rayon (ilçe) anayasaya aykırı olarak lağvedildi (Koryak ve Komi-Permyak okrugu, Şapsığ rayonu gibi), yerel dillerde eğitime merkezi yönetim tarafından aşırı kısıtlamalar getirildi, eşitlik ilkesi darbe aldı. Kısıtlamalar cumhuriyetlerin (federe devletlerin) kendileri tarafından değil RF Merkezi Hükümeti tarafından - datılarak yapılıyor, cumhuriyetler bypass ediliyor, devre dışı bırakılıyor.
RF’de yerel dillerde öğretime getirilen kısıtlama
Sorunları ayrıntıları ile bilmek için kuşkucu ve araştırıcı olmak gerekiyor. Çünkü ayrıntılar, sorunun can alıcı noktaları olabiliyor, ayrıntılar ırkçı/milliyetçi çevreler ve işbirlikçileri tarafından örtülmeye (gizlenmeye) çalışılıyor. Demek ki ırkçılık hala canlı. Bilgi aktarıcı ya da bilgi birikimi olan kişi sayımız çok az. Bu gibi nedenlerle cumhuriyetlerdeki dil öğretimini, somut anlamda ve ayrıntılı olarak bilemiyoruz, tartışmalar yüzeysel boyutta ve eksik kalıyor.
***
Egemen devlet olma nedeniyle cumhuriyetlerin kendi özel ulusal eğitim müfredatlarını düzenlemeleri, okutacakları dilleri, dersleri, niteliklerini ve sınıflara göre ders saati dağıtım cetvellerini kendilerinin hazırlamaları, bu gibi konularda yetkili olmaları gerekiyor. Dünyadaki demokratik örnekler böyle. RF’deki federe devletlerin bu gibi yetkileri kırpılmış ya da alınmış durumda. Örneğin, Rusça dışındaki yerel resmi diller, zorunlu dersler kategorisinden çıkarıldı ve seçmeli dersler kategorisine alındı. Bunun bir demokratik gerekçesi olabilir mi? 2018’de de yetki/ statü daha da daraltıldı: Önceleri okul yönetimi, öğrenciye ya da velisine, “öğrenmek istemediğin seçmeli dil dersini bir dilekçe vererek belirt” diyordu, federe dil yanlısı kısmi bir düzenleme vardı: Dilekçe vermediğinde, Adıgeceyi seçmeli ders dili olarak okuman gerekir, deniyordu. Dilekçe verme zorunluğu da yoktu. Yeni düzenleme ile dilekçe zorunluluğu getirildi ve : Öğrenmek istediğin seçmeli ders dilini sunacağımız form dilekçesinde işaretle, deniyor. Bu da şu anlama geliyor: İşaretlemediğin seçmeli ders dilini öğrenme zorunluluğundan vazgeçmiş oluyorsun. Rusça ve İngilizce ise zorunlu derslerden oldukları için ayrıca işaretlenmelerine gerek yok, öğrenciye ret hakkı tanınmamış. İngilizce ve Fransızca gibi yabancı diller zorunlu dersler kategorisinde ve bu ikisinden biri yardımcı/ seçmeli ders olarak alınabiliyor ama biri zorunlu. Yabancı dil ve varsa seçmeli yerel dil dersleri dışındaki bütün dersler ise Rusça olarak okutuluyor. Asimilasyoncu bir düzenleme söz konusu. Böylece anadili öğretimine öldürücü bir darbe verulmuş bulunuyor, öğrenci istemediği ya da form dilekçesinde belirtmediği dilden vazgeçmiş sayılıyor. Hemen belirtelim: Bunun benzeri bir resmi dil uygulaması olan başka bir federal devlet/ federe devlet örneği yeryüzünde herhalde yoktur. Rusya’daki cumhuriyetlerin dünyada başka örnekleri yoktur, çağdışıdırlar diyen Rus milliyetçilerinin kulakları çınlasın.
Demokratik gelişim önlenemez. RF’de antidemokratik durum ve uygulamaların aşılacağı kuşkusuzdur. Bu bir zaman sorunu.
Geçtiğimiz yıl, Adıge Cumhuriyeti eğitim bakanlığı görevlisi Borse Zuriyet, - henüz yenisi uygulamaya yetişmediği için olmalı - geçici olarak uygulamada kalan eski eğitim sistemine ilişkin şu açıklamayı yapmıştı: "Maykop’u ele alırsak, her okulun farklı bir ana eğitim planı var ve dil öğretimi buna göre yapılıyor. Bakanlık okullara 4 farklı plan (program) gönderiyor, okul müdürü beğendiğini seçiyor" - Bkz. - http://www.cherkessia.net/news_detail.php?id=7377
Bu açıklamadan kentlerdeki bazı okullarda anadili/ yerel dil dersinin haftada bir saat, bazı okullarda iki saat okutulduğu, okulların büyük çoğunluğunda ise hiç okutulmadığı gibi bir sonuç çıkarabiliriz. Uygulama, bildiğimiz kadarıyla böyle.
RF'de maalesef bir gizlilik, ketumluk (ağzı sıkılık durumu) var. Çünkü demokrasisi gelişmiş, oturmuş değil. Demokratik ülkelerde ise tersine bir durum, açıklık ve karşılıklı güven anlayışı var, korku yok, basından gizleme ve yasaklama yok, ırkçı baskılar ve dil düşmanlığı etkisizleşmiş durumda. Yeryüzündeki genel hava böyle. Ayrıntıları bilmek, sorunları tanılama, öğrenme ve çözüm yollarını bulma ve tartışma bağlamında önemli. Bilmemek, yanlış algılamalara da yol açabiliyor. Bu bakımdan bilmek ve öğrenmek durumundayız.
(*) - Hitler rejimi döneminde, Almanya’da Ari ırk (üstün ırk) tezi ortaya atılmış, Alman ırkı beyaz ırkın en üstün ve en saf örneği olarak benimsenmişti. Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kurulması ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin yayınlanması ile ırk ayırımı gerilemiş, eşitlik anlayışı evrensel düzeyde güç kazanmıştır.
 
 
  Bugün 19 ziyaretçi (22 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol