adigehaber
  Soykırım ve Kitlesel Sürgünün 152. Yılında Çerkesler - I
 
Soykırım ve Kitlesel Sürgünün 152. Yılında Çerkesler - I

7 Mayıs 2016

"...en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlarda
ölüm acısı..." diyor şair.
Rus da öyle düşünüyor olmalı: 'Bir yıl sonra yaptığım ilhaklar, soykırım ve sürgünler unutulur, unutulmuştur' diyordur. Rus’un pervasızlıkları, barışçı Çerkeslere ve Khuade Adnan’a (Хъуадэ Аднан) kurduğu kumpaslar, baskılar başka nasıl açıklanır?..
Çerkesler, olayın üzerinden 152 yıl geçmesine karşın, ulusa yönelik 1864 yılı Büyük Sürgününü, dedelerine, ninelerine uygulanan soykırımı, anayurtlarını, oradaki köylerini ve geçmişin özgürlük dolu günlerini unutmuyorlar. Anayurt özlemini düşlerinde bile yaşıyorlar. Bu çok önemli.
Sürgünü, Çerkes sürgününü diğer olaylardan, serbest göçlerden, dönüşlerden ayıran bir ayraçtır bu. Yahudi, özlemini dininden, Tevrat’tan alıyor. Adıge, o özlemi, anayurt toprağından alıyor, maddi temeli var, o özlemi yüreğinde ve belleğinde ölümsüzleştiriyor. Örneğin, Bulgaristanlı Müslümanlara/ Macir yurttaşlarımıza bir sorun, bir iki nesil, kuşak sonrası Bulgaristan’ın neresinden geldiğini unutmuştur, ‘Bulgar maciri’ olduğunu büyüklerinden duymuştur belki. Hafızası boşalmıştır. İlgi duymaz. Eski köyünü, oradaki yaşamı anımsamaz. Çünkü Bulgaristan'ı hafızasından silmiştir, orasını vatan bellememiştir, özlememektedir.
Çerkes ise, Türkiye'deki yaşama entegre olmakla birlikte Çerkesya’yı, anayurdunu asla unutmamıştır, oraya olan sevgisi aşınmamış, ulusal bağını yitirmemiştir. Orasını anayurdu olarak belleğinde yaşatmaktadır.
Aradaki fark budur.
Çünkü biz sürgünde yaşayan bir ulusuz. Her nerede olursak olalım, bu gerçek değişmez.
90 yıl öncesinden 1864’e doğru
1774 yılı öncesinde bütün Adıge/ Çerkes yöreleri şeklen de olsa bağımsızdı. Ancak bir ülke bütünü oluşturamamıştık, feodalizmi aşamamanın bir sonucuydu bu, iki entiteye (siyasal varlığa) ayrılmışlık vardı: Çerkesya ve Kabardey. Kabardey de kendi içinde iki ayrı birime ayrılıyordu: Büyük Kabardey, Küçük Kabardey/ Gılâhsteney.
***
Kabardeylerde yarı feodal bir toplum düzeni/ sistemi vardı. Ülke 7 büyük feodal/ soylu/ köy beyi ailesi (пщы/ pşı) ile bunların vasalı durumundaki alt köy beylerinin (alt pşı ailelerinin) yönetimindeydi [Büyük Kabardey’de 4, Küçük Kabardey/ Gılâhsteney’de de 3 büyük bey ailesi egemendi]. Gerektiğinde Baş yönetici [Velıy; Pşımeyapş] Soylular Meclisi (Verk Khase) tarafından büyük bey ailelerinden seçilirdi. Beyler Adıge adetlerine göre toplumu yönetirlerdi.
Beylerin yanında 'verk' (оркъ/ уэркъ; vork) denilen soylu kişiler/ aileler de bulunurdu. Yurtluğu, toprağı ya da köyü olan verkler yanında yurtsuz/ köyü, toprağı olmayan verkler de [vorklar] vardı. Bu sonuncuları beyinin köyünde ya da malikânesinde [haćeş] barınırdı. Görevleri beylere (пщы/ pşılara) refakat, sadakat, köylülere (ĺxukoł/ лъхукъолI) yüklenen angarya çalışmalarını yürütmek, denetlemek, bir tür muhafızlık ve kâhyalık yapmaktı.
Soylular çalışmaz, köylüleri [angarya işlerde] ve köleleri çalıştırırlardı. Soylu olan ve serbest köylü statüsündeki kadınlar tarlalarda çalıştırılmazdı, ayıp karşılanırdı. Tarlalarda sadece köle kadınlar çalıştırılırlardı.
Serbest/ özgür köylüler (ĺxukoł/ лъхукъолI) toprak ve mülk sahibiydiler, tarlasında çalışır, beye itaat eder, vergi verir, beyin angarya işlerini görürlerdi. Ancak beyi ve beyin köyünü terk edebilirlerdi.
Çoğunluğu oluşturan köleler sahipli kişi ya da aileler idiler, ‘serf’ (pşıł/ пщылI; toprağa bağlı köle) ve vıneut’ (унэIут; birey olarak pazarda satılabilen, alınabilen köle; konak [haćeş] hizmetçisi köle) biçiminde ikiye ayrılırlardı. Bu iki sınıftan kişiler efendilerini terk edemezlerdi. Ancak serflerin (pşıł/ пщылI) özel mülkü olabilirdi, beyi ile anlaşıp özgürlüğünü satın alabilmesi yolu da açık olabilirdi. Bedelini ödeyerek özgürlüğünü satın almış olan kölelere “şhaşefıj” (ŝhaşefıj/ ŝhaşexuj; azatlı köle) denirdi. Bunlar statü anlamında serbest köylü sınıfına atlarlardı ama küçümsenir/ aşağılanır, bu tür ailelere, örneğin diğer özgür köylüler kız vermek istemezlerdi.
Eski Çerkeslerde Hindistan’daki kast sistemini andıran kalıcı bir sınıfsal yapılanma ve ayırım vardı. Sınıf atlamak çok zordu. Çerkeslerin kötü bir geleneği de buydu, çok üzücü bir durum söz konusuydu (Örneğin, önceleri Kabardey beyleri kölelerini öldürebiliyorlardı, Rus yönetimi beylerin bu hakkını kaldırmıştı).
***
Benzeri bir yapılanma daha batıdaki Çerkesya'nın doğu kesiminde, Kabardeylere ve Tatarlara yakın yörelerde de vardı: Bjeduğ, K’emguy, Besleney, vb yörelerde. Çerkesya'nın en batısında, Karadeniz kıyısında yaşayan Natuhay, Şapsığ ve Vıbıh yöreleri ile iç/ orta kesimdeki dağlık Abzah yöresinde (Abdzahe/ Абдзахэ) “serbest köy toplulukları sistemi”/ düzeni geçerliydi. Başka tür bir köy ve toplum biçimi yapılanmasına izin verilmezdi. Abzah ve Vıbıh yöresinde köle nüfus daha yoğundu.
Ancak Vıbıhlar da dahil demokratik yörelerde herkes, kadın erkek, lider konumundaki kişiler bile kendi tarla ve bahçesinde çalışırdı, ayıp karşılanmazdı.
1815 Viyana Kongresi kararlarını imzalayan Rusya’da köle ticareti yasağı yürürlüğe girmişti. Ancak Viyana Kongresi kararlarını imzalamadığı için Osmanlı Devleti’inde yasal köle ticareti devam ediyordu, Vıbıh kıyılarından, Soçi (Ŝaçe/ Шъачэ) yöresinden Osmanlı’ya kaçak köle [özellikle güzel köle kız] ihracatı yapılıyordu. Vıbıh yöresinde diğer Çerkes yörelerinden farklı bir durum [statü] vardı. Özgür Çerkeslerde kişinin zenginliği sahip olduğu koyun sayısına, Vıbıhlarda ise sahip olduğu köle sayısına göre ölçülürdü.
Yukarıda ‘serbest köy toplulukları’ demiş olmamız, bu tür köylerin, köy topluluklarının bir yerlere, örneğin bir beye (pşı) ya da bir dış otoriteye (devlete) bağlı olmamaları, özgür köylü erkeklerin/ bireylerin [fekoł/фэкъолI] egemen ve eşit haklı olmaları, bey ve üst statülü bir soylu [verk] sınıfının bulunmaması, toplumun/ köylerin Khase (Хасэ) denilen seçilmiş halk meclisleri eliyle, doğrudan demokrasi biçiminde kendilerini yönetmeleri nedeniyledir.
Eski Adıge/ Çerkes topluluklarının sınıf yapısı ve iç ilişkileri özetle böyleydi. Ancak 1796 köylü ayaklanması sonucu Adıge yörelerinde kölelik fiilen kaldırılmıştı. Kölelik Rus yönetiminde olan yörelerde ve Vıbıhlar arasında devam etmiştir.
***
Kabardey ‘bağımsızlığı’ 1739 Belgrad Antlaşması gereği oluşturulan denetimli bir 'tarafsız bölgeler’ statüsüne dayanıyordu, daha öncesinde Rus koruması (hamiliği) vardı (Kabardey tarihi için tıklayın- https://en.wikipedia.org/wiki/History_of_Kabardino-Balkaria.)
Kabardeyler adına tam bir bağımsızlık değil, iki devletin kontrolünde, ‘denge gereği’ bir tarafsızlık söz konusuydu. Rus ve Osmanlı politik gelişimleri gözlüyordu. Ülke köy beylerinin yönetimindeydi. Beyler, köleleri ve köylüleri (fekoł/ фэкъолI/ ĺxukoł/ лъхукъолI) üzerindeki egemenliklerini güvenceye alacak, eşitlik ve özgürlük taleplerini bastıracak bir otorite, bir krallık kurmaya çalışıyorlardı (tıklayın - http://www.cherkessia.net/makale_detay.php?id=3337 .). Başaramadılar. Çünkü çağdaş gelişime ters düşme dışında özgürlük kalkışmaları da yaygınlaştı ve bey egemenliğini sarstı: 1754’te Mamsırıko Dameley, 1767’de Kip Kalebek [Чип Къалэбэч], Bıço Merem [Быщ1э Мерэм] ve Pşığotıj Mus önderliğinde özgürlük hareketleri patlak verdi. Bu hareketler sonucu Abzahe’deki gibi serbest köy sistemleri ve Khase [meclis] yönetimleri oluşmaya başladı. Rus ve Osmanlı kışkırtmaları da buna eklendiğinde ülke çalkantı ve karışıklık içinde kaldı. Çünkü Rus ve Osmanlı yanlısı beyler de birbirleriyle rekabet ve çekişme içindeydiler.
1774 Rus istilâsı üzerine serbest köyler yeniden beylerin boyunduruğu altına alındı.
Benzeri devlet arayışları batıdaki Çerkesya'da da vardı. Orada da başarılı olunamadı.
***
18. yüzyılda bir Adıge yazısı yoktu. Sınırlı ölçekte bir Arapça dini eğitim, Türkçe ve Rusça bilen kişiler vardı. Diğer Kuzey Kafkasya halklarının da ulusal yazıları yoktu. Çeçen ve Dağıstanlılar arasındaysa, sıkı tarikatlar eliyle yürütülen bir Arapça dini eğitim, kabarık bir molla nüfusu vardı, ancak bu eğitim çağdaş toplum gereksinmelerini karşılayacak nitelikte olmayan, Taliban benzeri bir medrese eğitimiydi. Sözgelişi pozitif bilimlerden eser yoktu.
Tarikatlar halktan vergi topluyor ve mülkiyetlerindeki geniş arazileri işletiyorlardı. Bu nedenle maddi ve manevi anlamda güçlüydüler, toplumu yönlendirebiliyorlardı. Örneğin, Şeyh Şamil Dağıstan’da örgütlenmiş Şafii Nakşibendi Tarikatı Baş İmamı [Şeyhi] idi. Şamil, beyleri tasfiye ederek topraklarını tarikat topraklarına katıyordu. Halk çoğunluğu ise topraksızdı, tarikat toprağında çalışıyordu .
Topraksızlık, sonunda Çeçen ve Dağıstanlıların Şamil’i terk etmelerine ve toprak tahsisi yapan Rusların tarafına geçmelerine yol açacaktı. Mimarı General Baryatinski olan bu politik gelişimi görmek için tıklayın -http://adigehaber.tr.gg/KIRIM-SAVA%....
Daha sonra konuya döneceğiz.
Çeçen ve İnguşlar arasındaysa Şafii Kadiri Tarikatı güçlüydü.
***
Adıgeler ve onlardan etkilenme biçiminde Karaçay, Balkar ve Osetler arasında da Politeist/ Çoktanrıcı antik dini inanç kalıntıları vardı. Bu son bölgelerde Hanefi Mezhebi yaygındı. Osetlerin büyük çoğunluğu ise Rus Ortodoks Kilisesi’ne bağlıydı, dolayısıyla Rus taraftarı idiler.
***
Hiçbir yerde kent/ şehir yoktu. Burjuvazi oluşmamıştı. Sadece belli günlerde kurulan gezici pazar yerleri, küçük liman ve kasabalarda küçük ticaret merkezleri vardı, ticaret değiş tokuşa dayanıyordu. Sanayi yerel nitelikte ve atölye/ tezgâh üretimi düzeyindeydi. Yine de Adıgeler altın ve gümüş işlemeciliğinde ileri gitmişlerdi. Çerkes el işçiliği rağbet görüyor, aranıyordu.
***
Abhazlar arasındaysa, sınırlı bir Gürcüce eğitim vardı (özellikle soylu ve Hıristiyan ailelerde). İmereti Krallığı’nın [Gürcü] bir parçası olma nedeniyle Abhazya’da eğitim işi – Hanefi Müslüman olan kesim dışında- Gürcü Ortodoks Kilisesi tarafından düzenleniyordu ve Gürcüce eğitim veriliyordu. Bu bağlamda Abhaz Prensliği’nin resmi dili de, İmereti Krallığı’nın resmi dili olan Gürcüceydi.
Abhazlar esas olarak Çoktanrıcı antik dinlerini korumakla birlikte dinsel anlamda hoş görülü idiler, aynı aile içinde Politeist (Çoktanrıcı antik dine bağlı kişi), Ortodoks Hıristiyan, Hanefi Müslüman ve Musevi olanlar görülebiliyordu, kişilerin din seçme özgürlüğü vardı (örneğin, öbür dünyada hangi din geçerli olacaksa, o dinden olan aile bireyi diğer aile bireylerine de sahip çıksın ve onları Cehennem ateşinden kurtarsın diyorlardı).
Ancak Abhaz geleneği, feodal kurallara ve soylulara bağlılık yönünden asla hoşgörülü değil, çok katı ve aşırı sertti, prense ve beylere tam bir itaat/ sadakat zorunluluğu vardı, bu gibi konularda çok titizdiler ve asla bağışlayıcı olmazlardı. Cezalandırıcı soylu mahkemeleri vardı.
Rus istilâsının başlaması
1768-1774 savaşında Ruslar Kabardey beylerinin yardımıyla Daryal Geçidini aştılar ve Güney Kafkasya’da Karadeniz kıyılarına ulaştılar ve Osmanlıları yendiler. Kabardey ve onun parçası Osetya Rusya’ya ilhak edildi. Rusya feodal beylerin hukukunu tanıdı, onları memnun etti, beylere ve dahası özgür köylülere (ĺxukoł/ лъхукъолI) geniş topraklar bıraktı, nüfusun en az yarısını oluşturan köleler (пщылI ve унэут) üzerindeki sahiplik ve denetim ise güçlendirildi, köle kaçışlarına karşı resmi önlemler alındı. Rus kolluk görevlileri kaçan köleleri yakalıyor sahibine teslim ediyordu. Oysa aynı Rusya ilhak öncesinde köle kaçışlarını el altından destekliyordu.
Rus yönetimi, Türkiye’deki Kürt korucular benzeri, bir Kabardey kolluk gücü oluşturdu (1).
1774’te ismen ‘bağımsızlaştırılan’ Kırım Hanlığı da, 1783’te resmen istila edilip tasfiye edilecek, toprakları Rusya’ya ilhak edilecekti. Böylece Çerkesya ile Rusya arasında ‘koruyucu kalkan’ işlevi gören Kırım Hanlığı ortadan kalkmış, Rusya Çerkesya’yı karadan kuşatmaya, mütahkem hatlar kurmaya başlamıştı. Rus askerleri Kırım topraklarında cirit atıyor, hatlar (yollar) üzerinde kaleler ve karakollar kuruyorlardı. Kırım Hanlığı, Osmanlı ve Çerkesler ise karşılık veremiyorlardı.
Önlem olarak Osmanlılar 1781-1782’de Anapa Kalesini kurdular. Daha çok bilgi için tıklayın - https://tr.wikipedia.org/wiki/Anapa.
1783’te Rusya Kırım’ı resmen ilhak etti, Kırım’a bağlı olan Kuban Irmağı kuzeyindeki toprakları soykırım yoluyla Tatar [Nogay] ve Çerkes nüfusundan temizledi (http://www.cherkessia.net/makale_de...).
Çerkesya, karadan tam bir Rus kuşatması içine alınmış oldu, sadece güneyi ve Karadeniz yoluyla dış dünyaya açıktı. Kuzeyi ve doğusu Ruslar tarafından çevrilmişti. Rus birlikleri doğudan ve kuzeyden Çerkesya içlerine silâhlı dalışlar yapıyor, operasyonlar düzenliyor, köyleri ateşe veriyor, yağma yapıyor ve önlerine çıkanı öldürüyorlardı.
***
Kabardey’in kuzey sınırı ilhak öncesinde Maniç Çukurluğuna değin uzanıyordu. Ruslar ilhaktan yaklaşık 20 küsur yıl sonra kolonizasyona başladılar. Bazı Kabardey beylerinin topraklarına el koymaya, bu yerlerde yaşayan Çerkesleri güneye doğru sürmeye ve onlardan boşaltılan yerlere Rus göçmenler yerleştirmeye başladılar. Rusların amacı anlaşılmıştı. Rus Adıgeleri egemenliği altına almakla yetinmiyor, yer yer topraklarına da el koyuyor, ülkelerini yok ediyordu. Kendilerine dokunulmayan beyler de seyirci kalıyor, Rus’a desteği sürdürüyorlardı. Rus bu edilgenlikten kuşkusuz yararlanıyordu.
Çeçenler ve Dağıstanlılar benzeri bir Kabardey direnişi olsaydı durum değişebilirdi. Ancak Kabardeyler arasında direnişte bulunacak dini örgütlenmeler (tarikat örgütlenmesi) yoktu, bu nedenle Şamil Kabardeyleri yanına çekemiyordu. Ruslar ve Kabardey beyleri tam bir işbirliği içindeydiler.
***
Rus yayılması sürdü: 1801’de Kartlı-Kaheti Krallığı, 1806 - 1812 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda İmereti Krallığı toprakları Rusya’ya ilhak edildi. Bu arada İmereti’ye bağlı Abhaz Prensliği 1810’da bir anlaşmayla Rus koruması altına alındı. 1813’te Dağıstan ve bugünkü Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kuzey kesimi üzerindeki İran hakimiyeti son buldu. Bütün bu oluşumlar 1812 Bükreş Antlaşması ve 1813 Gülistan Antlaşması’yla uluslararası bir resmiyet kazandı.
***
Öte yandan Ruslar sık sık Çerkesya içlerine dalıyor, özellikle serbest köy düzeni içinde yaşayan ya da aykırı (antifeodal) yapısı bulunan Abzahlar ve Şapsığlarla çarpışıyorlardı. Örneğin Temmuz 1825’de Kabardey beyi (pşı) Albay F. A. Bekoviç- Çerkasskiy komutasındaki Khersonskiy Alayı, şimdiki Adıgey’in Tulski beldesi yakınında, Mıyeko Irmağı (2) kıyısında Abzahları yendi. Abzahlar (Abdzaxexer) verimli topraklarını yitirerek dağlara çekildiler, yoksulluk içine düştüler. Ruslar doğudan gelip şimdiki Maykop’a değin Çerkesya içlerinde ilerlemeyi ve kaleler kurmayı başardılar (http://cherkessia.net/makale_detay....).
***
Adıgeler Rus yayılmasına karşı direnmek için Osmanlılardan ciddi bir yardım alamıyorlardı. Osmanlı askerleri Anapa ve Sucuk-Kale’de korkuluk gibi barınıyor, hiçbir etkinlik göstermiyor, işi oluruna bırakmış gibi görünüyorlardı. Yerli halkın da Türklere güveni tükenmişti. Bu atmosfer içinde 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı başladı.
Savaşın görünürdeki nedeni Osmanlıların 1821 Mora Rum ayaklanmasını ölçüsüz güç kullanarak bastırmış olmalarıydı. Özellikle Padişah II. Mahmud ve savaş yanlıları uyarılara kulak asmamış, dünya kamuoyunu dikkate almamış, Rumları küçümsemişlerdi.
Osmanlı, 6 yıl önce toplanan 1815 Viyana Kongresi’ne katılma çağrılarını (Eflak ve Boğdan için [Romanya’da] özerlik isteği gündeme gelebilir kaygısıyla) geri çevirmişti. Bu nedenle Avrupalı devletlerden sayılmamış, dolayısıyla da devlet sınırları güvence altına alınmamıştı. Öngörü yoksunu Osmanlı yönetimi, Kongre’ye katılmış olsaydı, Anapa ve Sucuk-Kale’de [şimdi ‘Novorossiysk’] birer askeri garnizon bulundurduğu için Çerkesya da sınır korumalarından yararlanabilirdi.
En azından Avrupalı devletlerin müdahil olmaları ve yardımları için yasal (diplomatik) bir zemin oluşturulabilirdi.
Osmanlı, Kongre’ye katılmadığına pişman oldu ama yine de ayılmadı, eski huyunda devam etti, büyük devletler arasındaki çekişmelerden yararlanarak ayakta kalma yönteminden, denge politikasından medet umdu. Osmanlı diplomasiyi gözetmeyen sakat politikalarında ısrar ediyordu. Örneğin, İstanbul Rum Ortodoks Patriği'ni, bir Ruhani lideri, Patrikhane kapısı önünde astırmaktan kaçınmamış, Hıristiyan Avrupa kamuoyunun öfkesine yol açmış, büyük devletleri kızdırmıştı.
Rus da bu atmosferden yararlanmasını bildi, Ortodoks Rumların hamisi görünerek, dostu kalmamış olan kof Osmanlı ile kozunu bir başına paylaşma fırsatını yakaladı.
Osmanlı savaşı ağır bir yenilgi ve büyük kayıplarla kapattı: Mora’yı tepeleyeyim derken Mora’yı da içeren bir Yunan Krallığı doğdu, 1829 Edirne Antlaşması ile Eflak, Boğdan [Romanya] ve Sırbistan’a özerklik verildi. Doğu Karadeniz kıyısındaki Anapa, Sucuk-Kale [Çerkesya] ve Poti limanları ile Ahıska ve Ahılkelek Ruslara terk edildi. Daha geniş bilgi için tıklayın - http://cherkessia.net/makale_detay....
Osmanlı “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuştu”...
(1) - Bu güçler, 1787-1792 savaşında Ruslarla birlikte 4 bin kişilik toplam bir güçle, 25 bin üzeri bir Osman Ordusunu ve beraberindeki Çerkesleri, sonradan Batalpaşinsk adı verilen yerde (şimdiki ‘Çerkessk’ kentinin bulunduğu yerde) bozguna uğratacaklardı (1790).
(2) - Mıyeko Irmağı, Maykop’a (Mıyekuap) adını veren ırmaktır. Maykop adı ilkin 1825 tarihli Albay Bekoviç- Çerkasskiy’in raporu biçiminde Rus belgelerinde yer almıştır. ‘Mıyekuap’, Adıgece “Mıyeko Irmağı Ağzı” anlamına geliyor. Ancak Adıgece ‘elma’ya ‘Mıye’, ‘kol, dala’ da ‘kuape’ deniyor, bu nedenle “Mıyekuape” sözcüğünün kaynağının ‘Elma beldesi, yöresi’ anlamına geldiğini söyleyenler yanında, Tatarca/ Karaçayca ‘may’ = ‘yağ’, ‘kop’ = ‘çok’ tan giderek, ‘Maykop’ = ‘yağı bol yer’ (May+kop= Yağı+çok) diyenler de var.
BeğenDaha fazla ifade göster
Yorum Yap
 
  Bugün 10 ziyaretçi (52 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol