adigehaber
  Adıge Özerkliğinin 90. Yılı- 2
 

 

  Adıge Özerkliğinin 90. Yılında Durum - 2 -
 
Hapi Cevdet Yıldız
 
Bir önceki yazımızda Karadeniz kıyısı Adıgelerinin/ Şapsığların durumunu ele almış, bu ‘küçücük’ Adıge topluluğu üzerinde oynanan politik oyunlara dikkat çekmiş, içimizde satın alınmış çok sayıda kişi ve ajan bulunduğunu belirtmek istemiştik.
 
Biz Adıge/Çerkesler olarak –Kabardeyler ve kısmen de diğer feodal kabileler dışında- tarih boyunca oyuna gelmiş ve asıl ihaneti kendi içimizden yaşamıştık. Çünkü herkes baş olmaya kalkışabiliyordu. Daha önce yayınladığım bir çeviri yazıdan aklımda kaldığı kadarıyla, Rus arşivinden bir alıntı sunayım: 1860'lı yıllar, Çerkesler Türkiye'ye sürülüyorlar ya da göç ettiriliyorlar. Yani Çerkes toplumu/ ulusu ateş içinde. Bir Rus generali, kendi astı olan başka bir Rus generaline bir emir yazısı gönderiyor: "Çerkeslerden Hacı (..) Rusya'da kalmak isterse, kendisine yıllık 200 gümüş ruble maaş bağla, Türkiye'ye gitmek isterse, bir defalığına 500 altın ruble ver".
Bir Rus generali – tabii hükümeti adına- bu parayı neyin karşılığı olarak bir ‘Adıge’ye’ veriyor olabilir?
 
O sıralar işgal altındaki Adıge topraklarında (Çerkesya’da) sivil bir yönetim yoktu, generaller aynı zamanda askeri vali ve mıntıka yöneticileri (askeri kaymakamlar) konumunda idiler. Sivil olan taraf Çerkesler’di.
 
Teslim olduktan sonra İmam Şamil Ruslarca maaşa bağlanmıştı. İddialara ve yazılanlara göre, İmam Şamil, Çerkeslere karşı yürüttüğü savaşı zaferle tamamladığı için  Rus generali Kont Baryatinski’ye 1864'te bir kutlama telgrafı göndermiş, Muhammed Emin de, Çerkeslerin savaş planlarını Ruslara götürmüştü (1).  Kont Baryatinski, Şamil'i 1859'da Dağıstan'ın Gunib kalesinde bir anlaşmayla teslim alan kişidir. Daha sonra Çerkeslere karşı yürütülen savaşın komutanlığını  astı General Yevdokimov''a devretmişti.
 
Günümüz Şapsığ 'liderlerinden' bazılarının da Ruslarca maaşa bağlandıkları, karşılık olarak da Şapsığların özerklik taleplerini askıya almış oldukları söylenmektedir. Umarız doğru değildir.
 
Rusya'da yıllardan beri Adıge ulusunun varlığı ile demokratik hakları, RF ve AC anayasalarına aykırı olarak ihlâl ve ihmâl ediliyor ve acımasız bir Ruslaştırma politikası sürdürülüyor.
 
Günümüzde Rusya, Çin, Bulgaristan ve benzeri birçok ülkede, değişik biçimlerde de olsa, asimilasyon politikaları uygulanıyor. Çünkü oralarda ‘eğitim dilini kişinin kendisinin seçmesi’(aslında egemen dili yeğlemesi) biçiminde antidemokratik bir dil ve eğitim politikası sürdürülüyor; azınlık dilleri giderek kamu alanından dışlanıyor.
Seçmeli eğitim dili uygulamaları, azınlıklar açısında çözüm ya da dili kurtarıcı bir çözüm yolu olabilir mi?
Belirtelim, seçimlik dil uygulamları, küreselleşme/ iletişim/ bilişim çağında çözüm olamaz. Seçimlik dil politikaları ile baskı altındaki diller yaşatılamaz ya da hayata iade edilemez. O tür haklar yeterli olamazlar. O, dünün ve kapalı yaşamın bir asgari çözüm modeli idi. Diller arası ilişkiler sınırlıydı, her dil kendi alanında kapalı ve durgun bir yaşamı sürdürüyordu. Örneğin İstanbul'da 500 yıl gibi uzun bir süre yaşamayı başarmış olan Yahudi İspanyolcası, tıpkı Adıgece ve diğer küçük diller gibi, 1970'li yıllardan beri, genç kuşak arasında konuşulmuyor. Çocuklar ve 50 yaş altı nüfus sadece Türkçe konuşuyor. Ermenilerin de birçoğu sadece Türkçe konuşuyor. Günümüz koşullarında dillerin yaşamaları için daha geniş ve etkili koruma kalkanları gerekiyor. Günümüzde başat (egemen) dil, diğer dil alanlarını da etkisi altına almış bulunuyor. Dolayısıyla egemen dil, kapsama alanına aldığı tüm dilleri yutar, öldürür ve öldürüyor da. Bunun bir istisnası  olamaz, belki asimilasyon  süreci biraz uzayabilir. Günümüzde, küresel çapta yaşanan olgu budur. Koruma altında olmayan küçük diller bir bir haritadan siliniyor. Bazı geçici istisnalar da var, örneğin Türkiye, Ürdün ve Suriye'de (kısmen) Çerkesçe ölürken, 4 bin İsrailli Çerkes dilini koruyor. İstenirse dil korunabiliyormuş. İsrail’de Kfar- Kama ve Reyhaniye’deki okullarda Adıgece zorunlu ders olarak okutuluyor, Adıgeler üzerinde asimilasyon politikaları uygulanmıyor.
Bazı ülkelerde de durum pek kötü değil.
Söz gelişi, İspanya ve İsrail’de durum hayli iyi. İsrail'de Arapça ya da Çerkesçe üzerinde görünürde bir baskı ve engelleme yok. Ama komşu Ürdün'de durum berbat, büyük  bir Araplaşma süreci yaşanıyor...
***
Değişik uygulama örnekleri
 
Çok sayıda ulus ve kavmin yaşadığı, çok dilli ve dinli bir federasyon olan Hindistan'da durum nedir, tam bilemiyorum. Orada da uygulama yetersiz, eyalet düzeyinde resmi dil olamamış dillerin geleceğine ilişkin kaygılar var. Çin, RF ve Bulgaristan’da da seçimlik dil dersine (azınlıktaki dillere)  ilgi azalıyor. Türkiye ve Arap ülkelerini saymıyorum, çünkü en berbat örnekler. Oralarda büyük ulus milliyetçilikleri güçlü ve politik baskı oluşturuyorlar. Azınlık dilinde eğitim hoş görülmüyor ve azınlık dilleri egemen merkezce istenmiyorlar.
Azınlıktaki dillere ilginin  azalmasında devletlerin asimilasyon  politikaları ana etken konumunda. Federe (RF) ya da özerk (Çin) devlet birimleri/ statüleri var, ancak yerel yönetimler ulusal/ politik  anlamda özgür değiller, yetkileri kısıtlı, yukarıdan/ merkezden  değişik düzeyde artan baskılarla karşılaşıyorlar, bu gibi nedenlerle egemen dile karşı bir politik denge oluşturamıyorlar. İsviçre ve İspanya'da ise, dile ilişkin  koruma/ denge var, RF'de ve Çin'de yok. İsviçre'deki uygulama en gelişmiş, en güvenceli model, İsviçre'de tam bir koruma  kalkanı (yerel egemenlik)  var. İsviçre'de bir köy ya da bucak yönetiminin (Gemeinde)  bile  köydeki okulda okutulacak olan ders dillerini  ve eğitim  programını  belirleme, karar alma  yetkisi var. Bu örnekten gidilerek Adıgelerin ve diğer köy topluluklarının çözüm modeli de İsviçre'deki modelin benzeri olmalı. Öyle olmadığında sonuç boşuna olur. Dil ve dil sorunları konusunda ayrıca bir yazı yazmayı düşünüyorum. Nedeni de,Türkiye'de dile ilişkin öne sürülen ‘çözüm’ önerilerinin gerçekçi olmamaları ya da çağdışı nitelikte olmalarıdır. Yeni yeni bir uyanma var: Örneğin, BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş, seçmeli ders önerisini kabul edemeyeceklerini açıklamıştır. Bu nokta çok önemli.
Buna karşılık Kaffed ile ÇHİ seçmeli ders gibi geri  ve sonuç  alınamayacak  bir talepte bulunmuştur.
Hakim dil adına baskılar sürerken, istenmeyen  seçmeli dersi kaç kişi seçer. Kurs girişimleri ortada, hepsi fiyasko ile sonuçlandı. Seçmeli ders (dil) de kurs gibi bir şeydir.
 
Günümüzde, dile ilişkin olarak yazılan yazılar geleceğe değil, geçmişe, düne, bilgi toplumu ve bilişim çağı öncesine ait  yazılar, yani geçersizleşmiş olan öneriler.
 
Şimdi bir dünya yıkılmış ve yeni bir dünya gündeme gelmiştir.
***
Küreselleşme/ globalizm çağı koşulları, dünden (duragan dönemin koşullarından) tamamıyla farklılaşmıştır. Dünkü koşullara göre üretilmiş olan projeler bugünün sorunlarını karşılayamaz, çözemez. Buna değineceğiz. Ayrıca, ‘şimdilik azı (seçmeli ders) ile yetinelim, çoğu nasıl olsa arkadan gelir mantığı’ ile de bir yere varılamaz, sadece ve belki de asimilasyon, yok olma süreci geciktirilebilir. Bu bakımdan taleplerden ödün verilemez. Günümüz koşulları bilimsel gerçeğe uygun olmayan herşeyi, hata ve ihmali affetmiyor, SSCB, Çin ve RF örnekleri ortada.
Bu ülkelerde asimilasyona yönelik yoğun bir gelişme, büyük dil için zorunluluk, küçük diller için isteğe bağlılık ilkesi uygulanıyor, denge kasten bozulmuş durumda; küçük diller terk ediliyorlar.
 
 
***
 
Bazı dönüşçüler ne diyorlar?..
 
Birileri RF'de, geçmişte yapılmış olan ve aydın çevreleri düzeyinde yankılanmış olan bazı çalışmaları, ulusun statüsü ve şimdiki gerçek durumu imiş gibisine sunmaya çalışıyorlar. Sayın Meşfeşşu Necdet Hatam’ın son yazısı bunun tipik bir örneğidir (2).
 
Burada Hatam, ulusun üzerindeki korkunç yıkımı ve asimilasyoncu baskıları, Adıge Cumhuriyeti’nin ( ve diğer cumhuriyetlerin) içinin boşaltılmış olması durumunu öne sürüp yakınmada bulunan Sayın Hapae Erhan’ın iddialarını ya ‘görmüyor’ ya da görmek istemiyor (ki dürüstlük ilkesi gereği görmesi gerekirdi) ve ilgisiz (konuyu saptırıcı) bir yanıt listesi uzatıyor. Hatam için yeni olan birşey değil bu.
 
Hatam'a göre sorun 'dönüş' olmalı. Ama nasıl? Adamın biri ‘İzmir’e bilet var mı?’ diye soruyor, öteki ‘Erzurum’a var’ diyor, Hatam'ın yanıtı da böyle. Soruyu yanıtlamıyor, lafı bükmeden ‘İzmir’e bilet yok’ diyemiyor, lâfı evirip çeviriyor, konuşuyor, konuşuyor da konuşuyor, ama sorulan şeye yanıt vermiyor…
 
Bu durum sadece Hatam’a özgü birşey değil, yaygın olan bir hastalık, bakıyorsunuz laf çok, ama sonuç sıfır, edebiyatta bunun bir adı var, ama söylemeye dilim varmıyor.
 
Hatam, 1989 yılında Adıgey’in Koşhabl kasabasında bir tarih forumu düzenlendiğini, ardından DÇB’nin kurulduğunu, DÇB kanalıyla da Çerkes soykırımı ve sürgünü sorununun UNPO’ya götürüldüğünü, Kabardey ve Adıgey parlamentolarından da sürgün kararları çıktığını söylüyor. Sonrası, sonrası yok. Yerel parlamentolardan, geçmişte soykırım ve sürgün kararları çıkmıştı da ne oldu? Bunların hiçbiri RF merkezi tarafından kaale alınmadı, görmezlikten gelindi. Önemli olan RF Parlamentosu'ndan böyle bir kararın çıkması. Çerkesler için çıkmadı ama 1915 Ermeni soykırımı için çıktı.
 
Alınan kararlar kâğıt üzerinde kalıyor, bunların hiçbir yaptırım gücü yok, Sayın Hatam bunları belirtmiyor.
 
Kosova’dan dönen sanırım 21 ailenin Adıgey’e yerleştiğini söylüyor. Hapae ise, 'kaç Kosovalı aile Adıgey'de kaldı, kaç aile Kosova’ya geri döndü, kaç Kosovalı aile hâlâ ev bekliyor' anlamında soru yöneltiyor. Hatam o tür sorulardan ürkmüş ceylan misali kaçıyor da kaçıyor. 1998'den, 14 yıldan beri hâlâ konut bekleyen (daha doğrusu sürünen) Kosovalı aileler var. 21 aileye sahip çıkmayan bir yönetim kimin yarasına merhem olacakmış? Nasıl dönülecekmiş oraya?
 
Oysa RF hükümetinin uluslararası hukuk gereği olan sorumluluk ve taahhütleri vardır, Adıge göçmenlere iş ve konut sağlamak da bunlardandır. Ancak açık taahhüt yerine getirilmedi. Uzaya insan gönderen petrol zengini Rusya sıra 21  Çerkes ailesine  gelince mi züğürt düşmüş?..'Çobanın gönlü oldu mu tekeden süt çıkarır' demişler. Demek ki, istenmiyoruz, Rusya hâlâ Çarlık dönemi politikalarının izleyicisi...Sayın Hatam bunların hepsini hepimizden iyi bilir, ama söylemiyor.
 
Niye konuşmuyor, niye söyleyemiyor? Birilerinden mi çekiniyor?..
 
Geçtiğimiz günlerde Rus siyasi polisi FSB onu ve birkaç dönüşçüyü sanırım iki günlüğüne ‘konuk’ etmişti… Kendisine de geçmiş olsun deriz.
***
Gerçek durum
 
Adıge Cumhuriyeti (AC), Mihail Gorbaçov döneminde (1985- 1991), konjonktür gereği, Moskova'dan gelen bir talimatla kurdurulmuştu (3). Diğer etkenler tâlidir, ikincildir: Örneğin, yöre Adıgelerinin, Adıge Zefes’in (Adıge Halk Kongresi) ve Adıge Özerk Oblastı Parlamentosu'nun çağrı ve kararları formalite ötesi değildi. Kimse kendisine bir paye çıkarmaya kalkışmasın. Parti sekreteri Carıme Aslan bile duruma tam vakıf mıydı, kuşkulu. Rus üyeler cumhuriyeti kabul etmezler diye mi ne, parlamentodaki cumhuriyet oylamasında, 'Rus'a ters düşmeyeyim’ kaygısıyla mı ne ret oyu (Bir Adıge Cumhuriyeti kurulmaması yönünde oy) kullanmıştı. Ancak talimat Kremlin'den geliyordu, oradan  direktif alan Rus çoğunluğun destek oylarıyla 5 Ekim 1990'da Adıge Özerk Oblastı'nın cumhuriyet olması kabul edilmişti. Tabii Carıme Aslan ve birkaç Adıge milletvekili hayır oyu kullanmıştı.
 
Bütün bunları, gerçekleri tam bilmeliyiz. Ayrıca Adıge halkının (İsrail ve Karaçay- Çerkesya) dışında asimilasyon kıskacına iyice alındığını ve geri dönüşü zor bir sürecin içine girilmiş olduğunu da anımsatalım. Rus, aceleci değil, Rus'un 50 ve 100 yıllık hedef planlar yaptığı bilinir.
 
Gorbaçov yönetimi, koflaşmış Birliği (SSCB’ni) kurtarma kaygısıyla demokratik reformlar yapma, muhalefeti yatıştırma ve bu bağlamda ezilen uluslara yönelik zulmü hafifletme ve ezilen halklara demokratik ödünler verme zorunluğunu duymuştu. Daha önce, küçük Sovyet ulusal yörelerinde, - Rusça dışındaki - ana dillerinde eğitim göstermelik düzeylere düşürülmüştü. Rus 'üstün ulustan olan insan' (ağabey, efendi), Çerkes ve diğer uluslardan olanlar ise 'ikinci sınıf ulustan olan insanlar' (paryalar, kibar ifadeyle biraderler) sayılıyorlardı.
 
Otobüse bir Rus binerse, bir yerlinin (küçük biraderin) hemen ayağa kalkıp yerini 'üstün insana' (ağabey Rus’a) vermesi gerekirdi. Vermeyeni ya da yerli dilde konuşanı sopa ya da otobüsten atılmak bekleyebilirdi, bu büyük biraderin doğal bir ‘hakkıydı’.
 
Tıpkı ,eskiden ABD’nde, zencilerin çektiği çile gibi bir yaşam söz konusuydu. Rus çoğunluğun bundan, bu ırkçı baskılardan bir şikâyeti var mıydı, bilemem. Ama ünlü 'sosyalistlerimizin' de böylesine gerçekleri  gizledikleri açığa çıkmıştır.
 
***
 
Gorbaçov dönemi yönetimi anadiline dönüş yolunda ilk adımı attı, yerel dillerde (birader dillerinde)  eğitim, ilk 4 sınıfa kondu, Rusça sadece bir ders – Rus dili ve edebiyatı dersi- olarak alıkondu. 5- 10 sınıflarda, sınıfına göre değişmek üzere, haftada 3-5 saat biçiminde ana dili okutulmaya başlandı (4). Matematik dersi ile fen derslerinin de yerel dilde (Adıgece) okutulmaları talep edilmeye başlanmıştı.
 
 
Daha önce ana dili  bazı okul ve  sınıflarda haftada tek bir derse (tek bir ders saatine) düşürülmüştü. Amaç küçük dilleri Rusça'nın  içinde eritmekti.
 
Yeni durumda süreç olumlu yönde ilerliyor, halkların dil ve kültürleri yeniden canlanıyordu. Her tarafta umutlar yeşermeye başlamıştı. Her bahçede yeni çiçekler açmak üzereydi. Sopa ve tokat atma dönemleri kapanmış, ırkçılık gerilemiş ya da sinmiş, ağabey ulustan çocuklar bile ‘birader’ okullarına yazdırılmaya başlanmıştı.
 
İstenirse güzel şeyler de olabiliyormuş…
 ***
Adıge Cumhuriyeti
 
3 Temmuz 1991’de yeni statü/ Adıge Cumhuriyeti (AC) statüsü Moskova’ca onandı, Adıgey özerk il statüsünden cumhuriyet statüsüne yükseltilmişti, halk beklenti içindeydi, adeta bayram ediyordu, ancak sonuç hiç de öyle çıkmadı, işler kötüye gitti: 1991 yılı sonunda SSCB (Sovyetler Birliği) dağıldı.
 
Rus'un taktik/ konjonktür  gereği olan ödün verme dönemi işe yaramamış ve sona ermişti. Yani SSCB kurtarılamamıştı. Yeni ödünler vermenin gereği kalmamıştı. Yine de sarsıntılı geçiş süreci henüz atlatılmamış, Çeçen direnişi bastırılmamıştı.
 
Bu koşullarda AC, RF ile bir Federasyon Sözleşmesi  'imzaladı' (Diğer cumhuriyetler de imzaladılar). O da bir formaliteydi tabii. AC, 'egemen' bir devlet olarak ve 'kendi isteği' ile federasyona katılmış bir federe devletti ve  federasyondan ayrılma 'hakkı' bile vardı.
 
AC, Federal anayasaya uygun kendi  anayasasını hazırladı ve kabul etti. Ancak, o zamanki Başkan Carıme Aslan "Cumhuriyetimizin her yerinde herkesin bildiği ortak dil Rusça'dır ve bu böyle kalacaktır. Adıgece ise iyice kenara itilmiş bir dil durumundaydı. Şimdi ona daha fazla önem vereceğiz. Örneğin, Adıge Radyosu ve Adıge Devlet Basımevi gibi, Adıgece bilmeyi gerektiren birkaç kurum için Adıge dilini de bilme koşulunu arayacağız" gibisine sözler ediyor, talep çıtasını en düşük düzeyde tutuyordu. Oysa, Devlet Başkanı Boris Yeltsin, azınlıkların 'azami haklar alabileceklerini' söylüyordu. Ama AC Devlet Başkanı Carıme Aslan çıtayı düşük tutturdu. Anlaşılan Carıme, malını iyi tanıyor olmalıydı. Yine de talep çıtasını yukarıya kaldırmak gerekmez miydi? Bunu daha o zamandan ele almış ve eleştirmiştim. 1992'de Adıge maq gazetesinden haber olarak verilmişti. Ama  bütün bunlar boşunaydı tabii...Şimdilerde Carıme Aslan'ın hedef çıtası gerçekleşmiş bulunuyor, Adıgece birkaç iş için 'aranan'  bir dile dönüştü.  Bu işin mimarlarını 'kutlamak' gerekir.
Yine de, yurtseverlerin bastırmasıyla  Adıgece, Rusça ile birlikte cumhuriyetin eşit haklı iki resmi dilinden biri 'yapıldı'. Resmi dairelerin tabelaları iki dilde yazılmaya başlandı, yazıldı da.
 
AC’nin ayrı bir vatandaşlık statüsü de vardı. Pasaportlar iki dilde – Rusça ve Adıgece- yazılıyordu. AC dış ülkelerde temsilcilikler de 'açabilecekti'. Neredeyse 'bağımsız' denecek bir ülke/ ülkeler doğmak üzereydi. Uluslar arası haritalarda iri harflerle 'Adıgey' adı da belirtilir olmuştu. Adıgey ya da KBC, RF adına uluslar arası şenliklere (örneğin Türkiye'deki 23 Nisan şenliklerine)  bile  katılmaya başlamıştı.  Bütün bunlar  federasyon üstü hakları da içeren bir düzenleme anlamına  geliyordu. Devlet başkanı seçilmek için iki dili - Adıgece ve Rusça'yı -  iyi bilme koşulu getirilmiş ve serbest seçim ilkesi benimsenmişti, vb…
 
Bütün bunlar Boris Yeltsin ve Vladimir Putin dönemlerinde sessizce ve birer birer tırpanlandı, yok edildi. Verilmiş olan ödünlerin hemen hepsi geri alındı. Bunda bir iyi niyet aranabilir mi?..Ancak süreç, DÇB ve Kaffed tarafından gizlenmeye, örneğin iki yazı dilini - Adıge ve Kabardey'i - birleştirme çabaları gibi aldatmaca projeler  'öne sürülerek' , Rus ırkçılığı  gözlerden saklanmaya çalışıldı. Resmi dairelerdeki Adıgece yazılar söküldü, yerlerine Rusça yazılmış tabelalar takıldı, haklar budandı ve AC Anayasası kuşa çevrildi (diğer cumhuriyetlerde de benzeri yollar izlendi). DÇB ve KAFFED'den tık çıkmadı. Oysa, bizden başka, Mısır'daki 'Sağır Sultan' bile  duymuş olmalıydı bu yapılanları. Kent okullarında eğitim dili Rusça yapıldı. Sınıfına göre değişmek üzere haftada 1 saat göstermelik Adıge edebiyatı dersi  'bırakıldı' (O da federal anayasa gereği olmalı).
Bütün bunlar yapılırken, göz boyama (gerçeği gözlerden gizleme) çalışmaları sürdürülüyor, örneğin RF hükümeti 'desteğiyle'  Ürdün'de Adıge dilini 'geliştirme' konulu bir  'bilimsel'  konferans düzenleniyordu. 
Oysa, aynı sıralarda anayurtta Rus ve Adıge (her ulustan) çocuklar  Rus  kreşlerine ve karma sınıflara alınmaya, haftada tek saate düşürülmüş olan Adıge edebiyatı dersi bile  Rusça işlenmeye başlanmıştı.
Şimdilerde Rusça ön koşullu ders/ baraj dersi ama Adıge edebiyatı dersi göstermelik bir ders, hiçbir öğrenci Adıgece öğrenemiyor, ama herkes Adıge edebiyatı  dersini - bilsin bilmesin- otomatikman başarmış sayılıyor. Ayrıca bu bir saatlik seçmeli Adıge edebiyatı dersini istemeyen öğrenci hiç okumuyor ya da o dersten muaf tutuluyor…
 
Adıge köylerinde ise durum şimdilik biraz daha iyi görünüyor, sınıfına göre, haftada 3 ile 5 ders saati biçiminde değişmek üzere 1- 10 sınıflarda Adıgece (Adıge dilbilgisi, Adıge edebiyatı ve bazı sınıflarda Adıge geleneği/ xabz dersleri) okutulabiliyormuş. Adıgece köyde de zorunlu değil, isteğe kalmış/ seçmeli derslerden. Yani vakti geldiğinde Rusça ile yer değiştirebilir.
 
Kentleşme sürdüğüne göre, köy statüsündeki yerler  de sayıca az olduğuna ve giderek boşaldığına göre, Adıgece eriyen bir dil  konumunda. Küreselleşme koşulları, koruma altında olmayan tüm dilleri bitiriyor. Adıgece korunmayan ve sahipsiz kalmış olan bir dil.
 
Şapsığ’da (Soçi ve Tuapse) ise, durum daha da berbat. 24 Şapsığ yerleşiminden sadece 3’ünde (Şeh’ek’eyışho, Haceko ve Aguy- Şapsığ) Adıgece  kurs biçiminde 'öğretiliyor'. Bu da şöyle oluyormuş: Okul dağıldığında, yani akşam üzeri ve ders saatleri dışında, isteyen öğrenci okulda kalıyor ve bir derslikte toplanıyor, öğretmen de onlara haftada 1 ya da 2 ders saati tutarında gönüllü olarak ders veriyormuş. Bu durumda  öğrencilerin çok azının kursa katılacağı kuşkusuzdur...
Şapsığ'da korku hüküm sürüyor. Tuapse'de hiçbir Adıge ailesi çocuğunu Adıgece öğrenme kursuna göndermeyi göze alamıyor, listeye konmaktan korkuyor. 1992'de Tuapse'de bulunduğum sırada ırkçı Ruslar ev ev dolaşıp Şapsığlara özerlik verilmemesi için imza topluyor, tehditler savuruyorlardı. Şapsığ, 'atalarının' toprağı ya...
 
Dönüşçülerin en azından bir bölümü bu gibi gerçekleri diasporadan gizlediler ya da oluşumun (asimilasyonun) farkında bile olmadılar. Böyle şeyleri niye gizlerler, Rus polisinden mi korkuyorlar, anlayamıyorum. Gerçekler gizlendiğinde ya da deşifre edilmediğinde, bozuk düzen, daha da kötüleşerek sürer.
 
Haklardan ödün verilerek ve sessiz kalınarak  demokrasinin korunduğu görülmüş şey değil. Demokrasi nâzik bir gonca gibidir, koparıldığında, zedelendiğinde solar. Bir eksikliğimiz de, bizde bilinçsiz kesimin yaygın olması.
 
İşe yarar beyinlerimiz devşirilmiş olmalı...
 
Kürt gençlerindeki bilinçliliğe bakıp utanmak gerekir.
***
Sorumlular kimler?
 
Bu korkunç yıkım ve gerileme, maalesef Rusların ve yerli işbirlikçilerinin bir ürünü. Bunu bilmeliyiz. Özür götürmez bir şeydir bu. Karşı konmamış, sesiz kalınmış, boyun eğilmiştir. Çünkü her koşulda yapılabilecekler vardır. Yeter ki yetenekli kişiler çoğalsın...
 
Örneğin, RF ve AC anayasalarında mutlaka çıkış yolları vardır.  RF, adı üstünde bir federasyondur. Adıge Cumhuriyeti de bir federe devlettir, kendi anayasası vardır. Cumhuriyetlerin statüleri, özerklik durumunda olduğu gibi,  sadece yasaların değil, daha üst bir norm olan RF Anayasasının da güvencesi altındadır. Haklar anayasalarda belirtilmiştir. Ayrıca hiçbir anayasa ya da yasa, insan zekâsından üstün değildir. Havluyu atma yerine çıkış yolları araştırılmalı ve bulunmalıdır.
 
Geçmişle değil, günümüzün, iletişim çağının sorunları ile ilgilenilmeli. Söyleye söyleye dilimizde tüy bitti. Rus yanlıları (- siz Rus işbirlikçileri diye anlayın-), 'Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın' anlayışı içindeler. Oysa, “Atı alan çoktan Üsküdar’ı geçmiş" ya da geçmek üzere.
 
Ulusumuzu bitiriyorlar. Bazıları, geçmişte kalmış ‘dernek’ çalışmalarını öne sürmeyi marifet sanıyor. Biz Rus'a ya da onun yerli Çombe’lerine (5) yardakçılığı değil, eşit statüde bir araya gelmeyi ve demokratik bir platformda işbirliğini savunuyoruz. Yardakçı ya da işbirlikçi olmayı ise asla kabul edemeyiz. Ancak böylelerinin sayıları çoğalmış durumda. Bazı - işbirlikçi- dönüşçüler, yaşamsal sorunlarımızla  ilgilenme yerine, 'kolay yolu' seçiyor, iki Adıge yazı dilini –Adıge ve Kabardey’i- tek bir yazı dilinde birleştirme gibi olmayacak şeyler peşine düşerek gerçekleri gizlemeye çalışıyorlardı. Yani Stalinvâri bir biçimde bilime ve doğal sürece de müdahale etmeye  kalkışmışlardı, ama olmadı…
 
Bütün bunları söylemekle dönüşe karşı olduğumuz gibi bir şey anlaşılmasın. Dönüşe değil, laf kalabalıklığına, işin ‘ edebiyatı’ ile yetinilmesine, işbirlikçiliğe ve kurnazlıklara  karşıyız. Biz Adıge anayurdunun ardına değin Adıgelere, asıl sahiplerine  açılmasını ve dönüşün önündeki tüm politik engellerin kaldırılmalarını savunuyoruz.
 Bu bizim en doğal hakkımızdır.
***
 
Şöyle de diyebiliyorlar:
“20 yıl önce çifte vatandaşlık vardı, niye gelmediniz, fırsatı niye kaçırdınız?”...Bu nasıl bir söz? Anayurda fırsat doğduğunda mı gideceğiz? “Lütuf mu bekleyeceğiz?”.
 
Şimdi, RF vatandaşı olmak için TC vatandaşlığından, doğduğumuz topraklardan mı vaz geçeceğiz? Matah bir yönetim mi söz konusu olanı?
 
Bizim Godot’yu bekleyecek halimiz yok. “Geçmiş çamlar çoktan bardak oldu". Geçmişten ders alıyor, ama bugüne ve geleceğe bakıyoruz.
 ***
Peki, 20 yıl önce  coşku içinde Adıgey'e giden onca kişi niye anayurdu terk etti, sorumlusu kim bu terk edişin? Adıgeler Adıgey'de kalma yerine, Adıgey’i terk edip yoksul Arnavut ülkesi Kosova'ya niçin geri dönüyorlar? Bu gibi şeylerin hiçbir nedeni yok muymuş? Terk etme ne anlama geliyor?..
 
Bu gibi konularda konuşmuyorlar. Dürüstlük ve anayurt sevgisi bu kadarlık mıdır?. ‘Konuşmayan’, sorunları ele almayan , 'dön, dön' demekle yetinen bu 'sevgi' nasıl bir sevgidir? Ulusun altı oyuluyor, Çerkes/Adıge varlığı dört bir yandan sarılıyor, kemiriliyor, birileri Abhaz, Abaza/ Abazin, Karaçay ve Balkarları üstümüze sürmek istiyor, Çerkesler değişik cephelerden sıkıştırılmaya çalışılıyor. Sizlerse seyredip duruyor, dernek söyleşileri içinde vakit  öldürüyorsunuz.
 
Yıllarca Abhazya Abhazya deyip durdunuz, işte Abhazya, göbekten Rusya’ya bağlı.
 
Gürcistan Çerkes soykırımını kabul etti, ya Abhazya?
 
Ortada hiçbir olumlu gelişme yok. Dönenlere kimse yardımcı olmuyor, sahip çıkmıyor. İşte Kosovalı Çerkeslerin durumu. Papağan gibi "Dön, dön" diye çağırıp durmanın bir yararı oldu mu?
 Birilerinden birşeyler istemek için o birilerine bir karşılık, bir şeyler  vermek, örneğin bir özgürlük ortamı olsun sunmak  gerekmez mi? En doğal şeydir bu.
Rus gizli polisi (FSB) tarafından topluca sorguya çekilmeler, nezarete konmalar, uyarılmalar, boynu bükük kalmalar ve suskunluklar. 
 
Çözüm bu mu? Aşağılanma mı? Dönenler bütün bu haksızlıkları hak etmiyorlar. Bu mu olmalı dönenlerin kaderi?..
***
İşbirlikçi anlayış
 
Anlaşılan Rus işbirlikçiliği, Kabardey ve Şapsığ'dan taşıp Adıgey'e de ulaşmış durumda. Adıge Khase lideri Hapaye Arambıy, mevcut Ruslaştırma politikaları ve Adıge Cumhuriyeti Devlet Başkanı Thakuşın Aslan'ın olumsuz/Rus yanlısı tutumu nedeniyle iş yapamaz duruma düştüğünü ve daha fazla sorumluluk üstlenemeyeceğini belirterek görevinden ayrıldı.
 Bir Adıge'ye yaraşır biçimde hareket etti.
Ancak, dört değişik yöredeki Çerkes/Adıgelerin tanınmış resmi/yöresel adlarıyla değil de, tek bir  ‘Adıge’ ya da ‘Çerkes’ soyut adıyla yazdırılması projesi kimler tarafından ortaya atılmıştı?
 
Bu işgüzarlık Khase'lerin marifeti değil miydi? İşbirlikçi Şapsığ 'liderleri' de mal bulmuş mağribi gibi bu projeye sarılmadılar mı? Böylece  Şapsığ toplumunun 3’e (Adıge, Şapsığ, Çerkes biçiminde üçe) bölünmesine, hak taleplerinin dikkate alınmaması için  fırsat yaratılmadı mı? Koca Şapsığ toplumunun 3 binlik  bir toplum imiş gibi  tanıtılmasının yolu açılmadı mı? Bu tuzak projenin mimarı ya da mimarları kimler? Projenin mimarları arasında  sakın DÇB ve KAFFED de olmasın?
Anlaşılan Adıge- Khase'ler boylarından büyük işlere kalkışmış ve kendilerini devletin yerine koymuş olmalılar. Uyanık olmazsan, seni ‘Sulu dereye susuz götürür, susuz getirirler’.
Olmayacak duaya âmin denebilir mi?.. Yapılabilecek olan şeyler vardır, onlar üzerinde durulmalı.
 
Muhalefet ama oturmuş bir sistemi sorumsuz biçimde bozmaya, işi Arap saçına dönüştürmeye  kalkışan değil, yapıcı ve ilerletici bir muhalefet. Bizim savunduğumuz şey böyle bir muhalefet anlayışıdır.
 
Adıge- Khase'ler hata işlemişlerdir düşüncesindeyim. Şekilcilikten kaçınmak gerekir. Üç ayrı cumhuriyet ve bir kray (özerk il;Krasnodar Kray)  var. Buna göre de 4 resmi yerel birim ve 4 resmi yerel etnik ad var  (Adıge, Şapsığ, Çerkes, Kabardey). Sistem böyle düzenlenmiş. Sistemi yok farzedemeyiz.
 
Bu gerçeği dikkate almadığımızda sorumsuz davranmış  oluruz. Adıge- Çerkesleri tek ad altında toplayacağız derken, Şapsığ etnik varlığı üçe bölünmüş oldu. Önce birimlerin varlığını savunacağız, birimleri güçlendirmeye çalışacağız, daha üst bir normda bir araya gelme işi, tek bir cumhuriyet  için vakit erken. Çok daha sonraki bir sorundur o.
Yeğan İbrahim'in dediği de bu.
***
 Thakuşın Aslan, hayli uzun bir süreden beri 'Moskova’daki kötü politikacıların temsilcisi' olmakla suçlanıyordu. Adıge ulusu, onun 5 yıllık yönetimi süresince çok şeyini yitirdi, bir gerileme süreci içine girdi, örneğin kentlerdeki Adıge çocukları ana dillerini yitirdiler. Yazık! Thakuşın'ı Çombe’ye benzetenler de var, bir biliminsanımız onun için "Rus'un getirip oturttuğu kişiden ne hayır gelir?" demişti bana. Yine ondan yapıcı adımlar bekledim. Ama o sahibinin sesi çıkmışa benziyor. “Thakuşın Aslan, Adıge varlığına sahip çıkmıyor, kendi yemez görünüyor ama, yakınlarını zengin ediyor” diyenler de çoktu. Bense bu tür iddialara inanmak istemiyordum. Bu yüzden hayli eleştiri aldığımı da belirtmeliyim. İnanamıyordum, çünkü, "O, bir sosyoloji profesörü ve bir biliminsanı, iyi Adıgece konuşuyor, üç dört yıl önce güzel sözler de söylüyordu" diyordum. Yaşını başını almış birinin Çombe gibi halkına ihanet içinde olamayacağını savunuyordum. Yanılmış olmalıyım.
 
Adıgey'deki kitlesel Ruslaşma trendi, her şeyi bitirdi.
 
***
 
Ruslaşmaya karşı çok şey yazdım. Adıgey’de ya da Kabardey’de toplumsal durum diasporadakinden hayli farklı. Din oralarda sembolik, anı düzeyinde kalmış. Dindar kişi sayısı azalmış. Rus Kilisesi de ilgi görmüyor.
 
İçkicilik/ alkol yayılmış durumda. Bu da Ruslaşmayı kolaylaştırıyor. Yani 1920’lerin içki içmeyen, içmeyi günah sayan ve Adıgeliğe aykırı bulan, oruç tutan, camiye giden, Adıgece konuşmamayı ayıp gören, konuksever ve yardımsever olan Adıge kuşağı kalmamış gibi.
 
O gibi iyi kişiler Yaşar Kemal’in beyaz atlara binip giden iyi insanları gibi bizim diyardan, Adıge ülkesinden ayrılıp gitmiş olmalılar. O iyi insanların kimi sürgün kampında, kimi cephede, kimileri de Stalin'in idam sehpalarında can verdiler. Bugün o acılı günlerin mirasına sahip çıkma görevi var.
***
 
Asimilasyon bir insanlık suçu olduğu halde Rus, niye böyle bir politikaya takılı kalmış, niye ırkçılıkta diretir?.. Soru yanıtlanmış değil.
 
Geçmişte Osmanlılar da öyle yaparlardı. Müslümanlaştırmayı düşündükleri bir yörede diyelim, yerel dini ve dindarları baskı altına alır, papazları etkisizleştirir, ardından çok sayıda din adamını oraya yollar, işbirlikçiler bulunur, onlara makam ve olanak sağlanır, karşılıklı evlilikler desteklenir, para yağdırılır, zamanla kuşaklar değişir, Hıristiyanlığın yerini Müslümanlık alır, kitle önce din ve kültürünü, ardından dilini terk eder ve tamamen Türkleşirdi.
 
Türkleştirme denen şey böyle sürerdi. Yine sürüyor…
 
Nitekim Türkiye, Türk nüfusu Moğol’a mı yoksa bir Avrupalı'ya bir Kafkaslı’ya mı benziyor? Asimilasyon olmasaydı Türk'ün Kırgız ya da Kazak’tan ne farkı olurdu?..
 
***
 
Aylarca yıllarca durumu, Ruslaştırma politikalarını eleştirdim durdum, ünlü dönüşçülerimizden tık çıkmadı (Çetao İbrahim gibi birkaç dürüst kardeşimizi ayrık tutuyorum), Cherkessia.net'e Adıgece olarak da yazdım, Thakuşın Aslan ile yeğen Başbakanı Kumpıl Murat lehine söyleyebileceğim tek bir olumlu sözcüğü bekleyip durdum. Kumpıl Murat, sanırım tamamen  Rus eğitimi almış biri olabilir, çünkü Adıge edebiyat dilinde konuşamıyor, Rusça konuşuyor, çok nadiren de bozuk bir Kabardeyce ile konuşuyor.
Thakuşın'a ilişkin, Meşbaşe İshak gibi, ulusun onuru olan ve ulusun ruhunu yansıtan dev bir yazarın uyarıları bile para etmedi.
 
Moskova yine Thakuşın'ı atadı.
 ***
Şimdi Adıgey kentlerinde hoca, müfredatta ismen kalmış olan tek ‘Adıge edebiyatı’ dersini bile Adıgece değil, Rusça olarak anlatıyor. Çünkü çocuk Adıgece'yi bilmiyor, ona daha bebekliğinde, Rus kreşinde Rusça öğretilmiş, Adıgece'yi öğrenmemiş, konuşamıyor. Federal devlete, federal devlet gereği dil eşitliği ilkesine ne oldu? ..Niye Adıge kreşleri yok ya da çok az, niye göstermelik? İçkiye, sebepsiz zenginleşmeye, Rusça kreşlere, rüşvete ve yolsuzluğa  para var, ama Adıgece kreşlere yok. Durum o denli berbat. Daha ne diyelim? Yakında o tek 'ders' de toprağa gömülür, olur biter. O zaman işbirlikçilere zil takıp oynamak ya da boyna haç takmak ve elde asa dolaşmak kalır...
Bütün bunlar Thakuşın döneminin 'başarılarından'.
 
Thakuşın Aslan, kendi halkını yadsıyıcı bu çirkin politikayı nereden peydahlamış olabilir? Bu politika kendinden menkul olabilir mi? Yoksa Moskova'nın direktifleri gereği mi öyle yapıyor? Moskova'nın direktifleri gereğiyse, Putin'in iktidar payandaları pek de sağlam sayılmaz.
 
Peki, Rusya yeniden bir Milletler Hapishanesi'ne dönüştürülebilir mi, çağa aykırı bir politika sürdürülebilir mi?..
 
 
Değil de, uygulama yerel yönetimden, Thakuşın'ın kendinden kaynaklanıyorsa, Thakuşın çok yanlış bir yoldadır. Kendi kendini yadsımadır bu. Halkının çıkarlarına ters düşecek biçimde hareket edecek olan birinin yeri, tarihsel anlamda, 'Lânetliler Bahçesi' olabilir.
 
 
***
 
Thakuşın yönetimi
 
Thakuşın'ın yönetiminin gırtlağına değin 'yolsuzluğa gömülmüş olduğu' söyleniyor. Bir biliminsanı ise Thakuşın Aslan'ın ivedilikle düzgün bir yönetim oluşturması, oluşturamıyorsa çekip gitmesi gerekir.
Moskova'dan gelen emir gereği öyle yapıyor, Rus'un kötü politikalarına alet oluyorsa, onurlu bir Adıge'nin yapacağı tek bir şey vardır, o da istifa etmek, suça ortak olmamaktır.
 
Daha önceki Başkan Şevmen Hazret, Adıgeler katında onurunu koruyarak gitmesini bildi. Şevmen Hazret, Adıgece'yi Adıge öğrenciler için zorunlu bir ders dili haline getirmeyi (koruma altına almayı) denemiş, kendince bir çıkış yolu aramıştı.
 
Sanırım o yüzden, bir de Adıge Cumhuriyeti'nin tasfiye edilip Krasnodar Kray’a verilmesi (Ruslaştırılması) projesine şiddetle karşı çıkması yüzünden harcanmış olmalı. Şevmen yetenekli ve yaratıcı biriydi, ancak yöneticilik deneyimi var mıydı? Bilemem.
 
Aslında Şevmen'in zorunlu (yarım) anadili düzenlemesi hukuk tekniği yönünden hatalıydı, sakattı, Adıge kökenli olan ve olmayan öğrenci  ayırımını  getirmişti. Rus'a, arayıp da bulamadığı  hukuksal bir tutamak sunulmuş oldu. Böyle bir yasanın yargı çengeline takılması kaçınılmazdı. Nazik bir konuda yasa hazırlamak çok zordur ve uzun bir çalışmayı gerektirir. Aklımda kaldığı kadarıyla, Şevmen yasaya ivedi bir ek yaptırdı- Adıgece dersinin Adıge kökenli öğrenciler için zorunlu olması eklemesi. Adıge kökenli olmayan öğrenciler Adıgece öğrenmekten muaf tutulabiliyordu. Adıge olan ve olmayan ayırımı yapılıyordu. Oysa Rus bu gibi işleri kılıfına uydurarak düzenliyordu. Şevmen ise, eşitlik bir yana, federalizm ilkesine de ters düşen bir düzenlemeye gitmişti. Federalizm gereği bütün öğrenciler devlet dillerini öğrenmeliydiler. Şevmen'in bu  eklettirmesi  özünde haklıydı, ama teknik açıdan (şekil açısından)  genel demokratik normlara/ eşitlik ilkesine aykırı düşüyordu. Herhalde 'ajan' (Rusçu) ya da sıradan danışmanları onu yanıltmış, oyuna getirmiş  olmalılar.
Bir de Adıge Cumhuriyeti'inin merkezi federal eğitim sistemini kabul etmeyip kendi eğitim sistemini kurması, kendi anayasal haklarını kullanma  yetkisi de vardı. Hâlâ (teorik olarak) böyle bir devlet yetkisinin bulunduğunu söyleyenler var. Federalizm gereği de öyle  olmalı. Ancak AC gibi zayıf bir birim buna, süper başkanlık yetkilerine karşın bir düzenleme yapmaya  kalkışabilir mi? Rusya'da, dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir  süper başkanlık sistemi var. Başkan kararname yayınlayarak yasaları bile işlevsizleştirebiliyor. Bunu da unutmamak gerekir.
 
AC Anayasası gereği Adıgece, Adıge Cumhuriyeti'nde Rusça ile 'eşit' haklara sahip bir 'devlet' dilidir. Federal Anayasaya göre de statü öyle. Rus, anayasal statüleri takmıyor, taraflı, yani kötüye (Rus çıkarı  doğrultusunda) kullanıyor. Anayasal haklar çiğneniyor ve yerine getirilmiyorsa, yerine getirilmesi için çalışılmalı. Şevmen örneğinde olduğu gibi, işin  kolayına bel bağlanmamalı. Rus faşisti sinsi, şeytana taş çıkartacak denli de kurnaz. Ancak ben inanıyorum RF’de çok düzgün, adil ve objektif düşünen hukukçular da vardır. Onların görüşleri alınmadan adım atılmamalı.
Maalesef biz hâlâ bir köylü toplumuyuz.
 
Rusya acı çekmiş insanlar ülkesi. Rusya'da haksızlığa karşı mücadelenin sağlam tarihsel temelleri var. Şurası bilinmeli, adil ve demokrat bir Rus, yerli Çombe'lere göre bize çok daha yakın olan biridir...
 
Ruslar 1917'de umuda koşmuşlardı, ama fanatik Stalin'in kapanına/ dogmalarına tutsak düştüler ve perişan oldular.
***
Seçmeli dil- Zorunlu dil ya da Özerk Bölge- Federasyon
 
Adıgece dilininin, Adıge etnik kökenli öğrencilerle sınırlı olarak zorunlu olarak öğretilmesini öngören Şevmen’in 2006 yılı eğitim yasası, şeklen eksik ve sakattı, dil eşitliğini  getirmiyordu. Örneğin, üniter bir devlette  sadece birer özerk bölge olmalarına karşın, İspanya'daki  Bask, Katalan ve Galiç bölgelerinde dillerin eşitliği ilkesi sözde değil, özde, uygulamada da geçerli, ama 'federe devlet' Adıgey'de ya da RF’de  geçersiz. Bu nasıl bir federal anlayıştır? RF örneği başka bir federal devlet kalmış mıdır? Üniter devlet İspanya'da bile dil eşitliği var, ama federal Rusya'da  yok...Devletler can çekişen dillerini kurtarmaya çalışıyorlar (örneğin, Britanya, örneğin Şili, vb), RF ise öldürmeye çalışıyor.
 
Eski SSCB'nde olduğu gibi RF'de de özerk bölgelerin (oblast ve okrug) sadece idari karar alma yetkileri bulunuyor. Buna karşın, Bask Özerk Bölgesi Meclisi'nin yasa çıkarma yetkisi var. Bask Meclisi, İspanyol anayasasına ve İspanyol Meclisi 'Kortez'in çıkardığı yasalara uygun yasalar çıkarabiliyor, kendi anayasası yok, ama yasa çıkarabiliyor ve  idari kararlar alabiliyor. Üç özerk  bölgede  dili değil, bazı dersleri seçme hakkı var, dillerin hepsi zorunlu dil, İspanyolca ile birlikte o yerin dilini de öğrenme zorunluluğu var. Bölgelerin  resmi dillerini (en çok iki dil) okulda öğretmek ve kamu yaşamında kullanmak zorunlu, yani diller seçimlik değil, zorunlu.
 
Bask'da uygulama şöyle oluyor: Öğrenci (Bask kökenli olsun olmasın), İspanyolca ile birlikte ana dili Baskça'yı da öğrenmek zorunda, eğitim dilini seçme hakkı diye bir şey yok, iki dilde eğitim zorunlu.
RF'de Rusça dışındaki dil zorunlu değil. Mevzuat  Rusça'yı kolluyor, uygulama Rus dilini  tek dil (gerçek resmi dil) haline getiriyor,dayatıyor.
 
Bask'da  öğrenci gramer (dilbilgisi) ve edebiyat derslerini Baskça ve İspanyolca olarak okumak zorunda ve okuyor, bu dersler ön koşullu, yani baraj dersleri arasında, ama öteki (temel) dersleri öğrenci yöresine göre, İspanyolca, Baskça, Katalanca ya da Galiç dillerinden birinde seçme ve okuma özgürlüğüne sahip. Eğilim ise, anadilleri yönünde. Çünkü anadilini öğrenmeyene, Bask ülkesinde çok sayıda kapı kapanıyor. Konuyu merak edenlere Sayın Hatko Schamis'in Cherkessia. net sitesindeki - konuya ilişkin- yazılarını okumalarını öneririm.
 
Bu üç yörede ayrımsız tüm öğrenciler İspanyolca ile birlikte anadilini de öğreniyorlar. Rusya’da ve Adıgey'de ise tam tersi bir durum var: Rusça zorunlu dil, Adıgece ve diğer diller seçmeli dil ('Cumhuriyet dilleri resmi' ama hepsi de istenmeyen dil). Nasıl bir dil eşitliği imiş bu? Durum, uluslar arası hukuk bir yana, RF hukukuna da aykırı olmalı...
 
İspanya’da asimilasyon yüzünden, özerklik öncesinde, bölgesel nüfusun azınlığı (nüfusun dörtte biri tarafından konuşulan dil)  durumuna düşmüş olan Baskça, özerklik sonucu beklenmedik bir gelişme gösterdi. Bu gelişmenin nedeni ne olabilir? Genç kuşağın tamamına yakınının Baskça konuşmaya başladığı söyleniyor. Bu gelişmenin nedeni Baskça’ya tanınmış olan hak ve olanaklarda, koruma kalkanında aranmalı. Koruma kalkanının, biri maddi, diğeri de manevi olan iki ayağı var.
 
Söz gelişi, Baskça’yı bilmeyen biri Bask Ülkesi'nde  kamu görevlisi, yani devlet memuru olamıyor. Avukatlık, hekimlik , mühendislik, vb meslekler için çalışma izni (ruhsat) alamıyor . Yükselmek istiyorsan, Bask'da Baskça'yı, Katalonya'da Katalanca'yı, Galiçya'da Galiç dilini öğrenmek zorundasın. Maddi ayak bu.
Bir de Bask ulusal bilinci güçlendi, Bask aşağılanmaktan, dilinin faşizm sonucu yasaklanmışlığından kaynaklanan eziklikten  kurtuldu. Manevi ayak da bu.
Bir üniter devlet olan Britanya'ya bağlı İskoçya’da da ana diline bir dönüş var (ana dili İskoçça'yı konuşan nüfus yüzdesinin son 20 yılda yüzde 2'den yüzde 20'ye tırmandığı söyleniyor). İskoçya'nın  bir parlamentosu, yerel hükümeti ve petrol geliri var. Bu nedenle  kendi dilini desteklemeye, canlandırmaya  ağırlık vermiş bulunuyor. İskoçya'nın bağımsızlığı bile gündemde.
***
 
Bask direnebiliyor, çünkü haklarını mücadele sonucu elde etmiş, hakkına dokundurtmuyor, aksi takdirde yüzbinler sokağa dökülüyor, bizimkilerin birçoğu ise mıymıntı, Rus’tan çok Rusçu ya da Türk’ten çok Türkçü, bilgisiz, korkak ve kişiliksiz. 12 Mart 2011 Ankara Çerkes Yürüyüş ve Mitingi'ne Çerkes kurumlarından bazılarının koyduğu antidemokratik ve utandırıcı yasağı anımsayınız.
 
Ayrıca Bask ve Katalan bölgeleri İspanya’ının en zengin yöreleri ve maddi olanakları geniş, Madrid karşısında boynu bükük değil.
 
Adıgey ya da kardeş cumhuriyetler (kısmen Karaçay-Çerkes dışında) yoksul tarım yöreleri, perişanlar. Perişanlık Rus Merkezi yönetiminin suçu, oraları kasten geri bırakmış. Ayrıca Rus, Adıgeleri kötü şeylere, örneğin içmeye/ alkole alıştırmış, Stalin'den beri Adıgeler içkici olup çıkmışlar. Bugün kazandığını akşama içip tüketen kişiler çoğalmış. İçmek ayıp görülmüyor. Tembellik de yaygınlaşmış. Evlenmeler ve doğumlar azalmış. Gençler umutsuz, parasızlıktan  yuva kuramıyorlar. 50 yılda nüfusu üç katına yakın artmış olan Balkarların nüfus artışı bile -yoksulluktan- duraklamış durumda, artık artmıyor. Balkar gençleri işsizlik nedeniyle yuva kuramıyorlar. Ekonomi berbat, çoğunluk yarım gün ya da çeyrek gün iş bulabiliyor.
Thakuşın işi böyle 'çözmüş' olmalı: Sefalette eşitlik.
 
Ancak Akdeniz sahilleri zengin Rus turist kaynıyor.
 
Özerk Bask'ın tersine, Adıgey’de Adıgece, Adıge federe Parlamentosu- Khase’de  tek bir kez olsun konuşulabilmiş değil. Zorba bir Rus dayatması var. Rus, Ruslaştırmayı takvime bağlamış gibi. Diğer cumhuriyetlerde de durum pek farklı değil, sadece nüans farkları var.
 
2006 yılının sakat/ eksik eğitim yasası, 'Yanlış hesap Bağdat'tan döner' hesabı 'yargı' çengeline takılmıştı. Şevmen Hazret, sanırım RF hukukunu bilmeme sonucu, eksik iş yapmış ve açık vermiş olmalıydı.
 
Nitekim yasa, Rus savcının başvurusu üzerine Yüksek Mahkeme tarafından bir çırpıda (eşitlik ilkesine ve insan haklarına aykırı bulunarak) iptal edildi. Rus yine üste çıkmış oldu. Aslında bu hukuk, 'güçlülerin hukuku'dur.
 
Şevmen, yine de bir halk adamıydı ve cesurca bir çıkış yapmıştı, halkına dayatılan baskılara boyun eğmemiş ve onurlu bir biçimde gitmesini bilmişti. Ya şimdiki durum...
***
Adıgey Üzerine
 
Bugünkü Karaçay- Çerkes, Adıgey ve Krasnodar Kray toprakları 19. yüzyılda Rusların Çerkes soykırım ve sürgün politikalarının uygulandığı topraklardır. Kabardey daha önce, 1770’lerde Rus istilâsına uğramıştı. Orada durum farklıydı. Şimdiki Karaçay- Çerkes'te soykırım ve sürgün sonrasında sadece iki Besleney (Adıge) köyü kaldı: Besleney ve Vak'o - Jıle. Diğer köyler Kabardey'den gelen Adıge göçmenler tarafından kurulmuştur. Birkaç da Abazin köyü vardır. Bu gibi konuların hamasetten arındırılmış olarak araştırılmaları gerekiyor. Maalesef hamasete, övülmeye bayılırız. Kişilikli insanın övülmeye, övünmeye gereksinimi olamaz…
 
Övünmek kötü bir feodal alışkanlıktır.
 
1864 sürgünü/ ana göçü tamamlandıktan sonra, Kuban yöresinde (şimdiki Krasnodar Kray ve Adıgey topraklarında) küçücük ve oldukça dağınık - seyrek- bir Adıge nüfusu kalmıştı, bu nüfusun hepsi 51 bin ile 80 bin arasında tahmin ediliyordu (6). Sayıyı 100 bin olarak veren kaynaklar da var, ancak 100 bin sayısına Karaçay-Çerkes Adıgeleri de ekleniyor olabilir. Ayrıca, 1860'larda  Kabardey'de de 40 bin kadar bir Adıge nüfusunun bulunmuş olduğunu anımsatalım.
 
Son savaşta Rusların öldürdüğü/ katlettiği sivil Adıge sayısı ise 540 bin olarak veriliyor. 1864'te bir o kadarının da Türkiye'ye sürüldüğü yazılıyor. Rakamlar Rus kaynaklarına dayalı asgari sayılar, bunu da unutmamak gerekir. Aslında öldürülen Çerkes sayısı daha fazla olmalı. Bir ülke ve ulus yok edildi ya da o eşiğe getirildi.
Bu oluşum, bir yönüyle soykırım, bir yönüyle de toplu sürgün olayıdır. Her ikisi de zamanaşımına bağlı olmayan ve insanlığa karşı işlenmiş olan suçlar kapsamına giriyor.
 
***
 
1864 yılı sonrasında, özellikle 1880'lerde Türkiye'ye göç, 1864'teki ana göçe oranla çok daha küçük ölçekli olarak devam etti. Ancak Kuban oblastında (vilâyetinde) kalmış olan 51 bin/ 80 bin ya da 100 bin nüfusa göre oranladığımızda bu son göçler de çok büyük ölçekli sayılırlar.
 
Bu son göçleri 1989 yılında Bulgar faşisti Todor Jivkov'un Müslüman nüfusu zorla Türkiye'ye sürme politikasına benzetebiliriz. Rus politikası Çerkes nüfusunu Kuban topraklarından tamamen temizlemeyi amaçlamıştı.
 
Söz gelişi, Rus hükümeti 1889- 1890'da Laba Irmağı solunda yerleşik olan 24 bin Kubanlı Çerkes'i aşama aşama Türkiye'ye göç ettirme (sürme), topraklarını emekli Rus askerleri ile Kazaklara dağıtma kararını almıştı. 24 bin sayısı, o yıllarda Kuban'da yaşayan Adıge nüfusunun çoğunluğu anlamına geliyordu. Ancak Türkiye'ye göç, sayı 9 bini aşınca durdu. Niye durdu, tam bilemiyoruz.
 
O sıralar anayurdu terk edenlerin çoğu Abzah idi (sonuç olarak Kafkasya'da tek bir Abzah köyü kalmıştır- Hakurınehabl). Türkiye, 1989’da Bulgaristan'dan sürülen Müslüman sayısı 300 bini bulunca sınırını kapatmıştı. 1890'da da öyle mi olmuştu?
 
Araştırmak gerekir. Göç sürseydi, Kuban’da, belki de tek bir Çerkes yerleşimi bile kalmayacak ve bugünkü Adıge Cumhuriyeti de doğmayacak, tarihin akışı değişecekti. Adıge Cumhuriyeti, bir 'zuhurat', beklenmeyen bir durum, bir sonuçtur. Rus yönetimi Adıgelere karşı böylesine baskıcı ve zalimane bir politika yürütmüştür. Belgelerde yazılı olan şey budur. Bu göç ettirme politikası 1917 Ekim devrimine değin sürdü.
 
Birinci Dünya Savaşı, Rusya İç Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı'nda Adıge nüfusu büyük kayıplara uğradı, nüfusun belki yarısı yok oldu.
 
Sovyet iktidarı 1922'de 4 yöreye dağılmış olan Adıge topluluklarına kendini yönetme hakkı/ özerklik tanıdı. Batıdan doğuya doğru federe  Şapsığ Cumhuriyeti, Adıge, Çerkes ve Kabardey özerk oblast (il) yönetimleri oluştu (1922 yılı ve sonrasında Stalin zulmü dönemi başlayacaktı).
 
Göç durdu ve bir toparlanma süreci içine girildi. Adıgeler kendi yerel iktidarlarına kavuşmuş oldular. Çok geçmeden, Stalin yönetimiyle birlikte terör estirilmeye ve haklar budanmaya başlandı. Şapsığ'ın statüsü cumhuriyetten 'ulusal rayona' (özerk ilçe birimine) düşürüldü (1924). Yerli/ Müslüman uluslar da dinden uzaklaştırma programı kapsamına alındılar ve içki/ alkol ile tanıştırıldılar, dine darbe indirildi, camiler yıkıldı ya da kapatıldı (Adıgey'de harap halde sadece iki eski cami binası kalmıştı).
 
Yönetim bağlamında da ilk darbe , 20 yıl sonra, 1943- 1945'te Şapsığ'da yaşandı, Şapsığ ulusal rayonu yönetimi tasfiye edildi.
***
Şimdiki durum
 
Eğer 1864 yılı göçü sonrasındaki durum (Kuban'da kalmış olan 51 bin ya da 80 bin Adıge nüfusu) korunabilmiş olsaydı, Batı Çerkesya'daki (Adıgey ve Şapsığ'daki) Çerkes nüfusu şimdiki 130 bin yerine 1 milyonu bulur ve bir çekim merkezi olurdu.
 
Rus makamları planlı ve hesaplı hareket etmesini biliyorlar. Bu bakımdan bizim de eşdeğer kadrolar oluşturmamız, politik oyunları sürekli deşifre etmemiz gerekiyor. Bunun için yeteneklere gereksinim var. Demokrasi mücadelesi için cihazlanmak, donanmak şart. Boş kafalarla, beyinsiz takımıyla mücadele sürdürülemez.
 
1864 yılı sonrasına ilişkin 51 bin / 80 bin biçimindeki tahminî Çerkes nüfusuna Kabardeyler (o sıralar 40 bin) ve Karaçay-Çerkes'teki Adıgeler (o sıralar 10- 15 bin) dahil değildir. Sırası geldiğinde onlara ilişkin sorunlara da değineceğiz.
 
Şu durumda, 1864 yılı göçleri sonrasında, Kuban oblastında kalmış olan Adıge nüfusu, daha sonra gerçekleşmiş olan yeni göçler ve daha başka nedenler yüzünden, % 80 gibi bir doğal eksilme, aşırı fire verme durumunu yaşamıştır. Başka bir anlatımla bir milyon olabilecek bir sayı 130 binde kalmıştır (% 13 gibi bir kalıntı/ artık ya da % 87 gibi aşırı bir fire söz konusu).
 
Sovyet dönemini esas alırsak, 2010 yılında, ilk kez Adıge/ Çerkesler genel nüfusunun yerinde sayması gibi bir olayla karşılaşmış bulunuyoruz. Nüfus, özellikle Kabardey nüfusu her bir sayımda, 100 bin gibi  önemli bir sayı ve oranda artardı. Örneğin, 1989 yılında genel Adıgeler nüfusu 568  bin idi, sayı 2002'de 712 bine çıkmıştı. Yani 144 bin gibi hatırlı bir genel artış söz konusuydu.
 
Şimdilerde ise artış durmuş gibi görünüyor. Buna karşılık Karaçay-Balkar, Oset ve Abazin nüfusu az sayıda , özellikle İnguş, Çeçen ve Dağıstan halkları nüfusları ise çok daha yüksek oranda artmıştır. Adıge/Çerkes genel nüfusu ise yerinde saymıştır: 2002’de 712,234 olan genel Adıgeler sayısı 2010’da 718,727 olmuştur (6,493 gibi bir artış söz konusu, o da Karaçay- Çerkes'te gerçekleşmiştir). Bu durum kulaklara küpe olmalı. Bu arada, son sayımların her birinde 100 binin üzerinde bir artış kaydetmiş olan Kabardey nüfusunun azalmış olduğunu anımsatalım, 2002’de 519,958 olan Kabardey sayısı, 2010'da 516,826’ya düşmüş; 128,528 olan AC ve Krasnodar Kray Adıge sayısı da 124,835’e gerilemiştir. Buna karşılık Karaçay nüfusu 192,182'den 218,403'e; Balkar nüfusu 108,426'dan 112,924'e; Abazin nüfusu da 37,942'den 43,341'e çıkmıştır.
Tüm bu kardeş halkların tümünün tarımcı birer köylü toplumu olduklarını, bilgi toplumu dünyasına henüz entegre olamadıklarını da belirtmeliyiz. Önlemi alınmadığında, bilgi toplumuna dönüştürülmediğinde ve koruma kalkanı oluşturulmadığında, köylü toplumu dağılmaya mahkûmdur.
Bu bakımdan ivedi önlemler düşünmek ve almak gerekiyor.
 
Nüfusa dönersek, 1959'da Karaçay sayısı Adıge sayısı kadardı (80 bin Adıge, 81 bin Karaçay), Balkar sayısı ise 42 bin idi. Şimdilerde Adıge sayısı 130 bini bile bulmuyor, buna karşılık Karaçay sayısı 218 bine, Balkar sayısı da 113 bine çıkmış bulunuyor (Adıge artış oranının neredeyse iki katı gibi bir artış sözkonusu). Bu gibi konuları da ele almak ve objektif değerlendirmeler yapmak gerekiyor.
(Konuya devam edeceğiz).
 
 
Notlar:
(1)- Şamil için bkz. Dr Almir Abreg, “Geçmişten Günümüze Kafkasların Trajedisi”. Burada, Dr. Abreg, Çerkesleri yendiği için İmam Şamil’in 1864’te Kont Baryatinski’ye bir kutlama telgrafı gönderdiğini belirtiyor. Dr. A. Abreg, Thakuşın Aslan döneminde Adıge Ulusal Müzesi Müdürlüğünden alınmış olan bir tarihçidir. Lesley Blanch’ın “Cennetin Kılıçları” kitabında da Muhammed Emin’in Çerkeslerin savaş planlarını Ruslara götürdüğü yazılıdır. Bütün bu bilgilere objektif inceleme bakımından gereksinim vardır. Tarihçi ya da biliminsanı önyargılı olmamalı ve taraf tutmamalıdır, ama haklıdan yan tavır almaktan da kaçınmamalıdır.- hcy.
(2)- Bkz. Meşfeşşü Necdet Hatam, “Ah Bir Yüzleşebilsek- 1 ve 2” , CC Yazarları.
(3)- Bkz. “Yahya Nepsev ile Eski Bir Görüşme”, internet.
(4)- Şimdiki RF’de 66 değişik dilde eğitim ‘verildiği’ yazılıyor..- hcy.
 
(5)- Moise Tshombe (1919- 1969), Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin ayrılıkçı Katanga eyaleti başbakanı, ardından Demokratik Kongo’nun/ Zaire’nin ‘birleştirici’ başbakanı olmuş Afrikalı politikacı. Paralı beyaz asker kullanmakla suçlanmıştır.- hcy.
 
(6)- 1864 yılı göçleri tamamlandıktan sonra Adıge tarihçi Hotko Samir'e göre 51 bin, başka bir Adıge tarihçi Dr. Abreg Almir'e göre de, Kuban oblastında (eski Çerkesya topraklarında) 80 bin kadar bir Adıge (Çerkes) nüfusu kalmıştı.- hcy
 
NOT: Güncellemeler nedeniyle adigehaber ile facebook'taki yazılarımın esas alınmaları ricasıyla. 10/04/2012.- hcy
 
 
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
  Bugün 7 ziyaretçi (9 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol