Sonuç olarak şimdiki Gürcistan topraklarının neredeyse tamamı Rusya’ya ilhak edilmiş oldu. 1813 yılında da, Gülistan Antlaşmasıyla, o zamanlar İran’a ait olan bugünkü Azerbaycan’ın kuzey yarısı Rusya’ya ilhak edildi (Güney yarı 1828'de ilhak edilecekti). Ayrıca, İran, Dağıstan üzerindeki tüm egemenlik haklarını da Rusya'ya devretti. Böylece Ruslar Güney Kafkasya’ya güçlü bir biçimde yerleşmiş oldular.
Bu oluşumlar sonucu, Kuzey Kafkasya’nın doğusundaki Çeçenya ve doğu komşusu Dağıstan (Avar) yöresi dış dünyadan tamamen koptu ve Rus egemenlik alanı/ denizi içinde izole bir ada konumuna dönüştü (Bkz "Harita").

1850 yılında Avrupa (Batıdaki beyaz bölge- kuşatma altındaki Çerkesya, doğudaki de Şamil yönetimindeki topraklar)
Çerkesya ise, Karadeniz kıyıları dışında, tam bir Rus kuşatması/ çemberi içine alınmıştı.Anapa, 1812 Bükreş Antlaşması gereği Osmanlılara geri verilmişti. Ancak Anapa’daki Osmanlı varlığı zayıftı, Çerkesleri koruyacak güçte değildi. Bundan cesaret bulan Ruslar doğudan, kendi yönetimlerindeki Kabardey'den ilerleyip Çerkesya içlerine girmeye, yeni topraklar ele geçirmeye, yağma ve katliamlar yapmaya, zayıf feodal toplulukları kendilerine bağlamaya başlamışlardı. Çerkesler, köylü toplulukları biçiminde bölünmüş, çok sayıda bağımsız köy sistemlerine ayrılmış oldukları için merkezi bir otorite altında birleşemiyorlardı. Rus, bu bölünmüşlükten/ zaaftan yararlanıyordu. Nitekim, batıya doğru ilerlemelerini sürdüren Ruslar kısa sürede Laba Irmağını güneyden, kaynak kesiminden geçtiler ve ara yerlerdeki barışçı Karaçay ve Abazin topluluklarını da kendilerine bağladılar, ardından demokratik bir sistemle kendi kendilerini yöneten ve büyük bir topluluk (1830 yılı tahmini nüfusları 260 bin) olarak bilinen Abzahlara saldırdılar ve verimli toprakları ele geçirmek için Abzahlarla çarpışmaya başladılar. Sonunda, Kabardey beyi Albay Bekoviç- Çerkasskiy komutasındaki Ruslar [Khersonski Alayı] Abzahları yendiler ve güneyden Şhaguaşe Irmağı (Belaya) boyuna ulaşmayı başardılar (1825). Abzahlardan temizlenen bu yeni yerde Ruslar, 1825 yılında, şimdiki Adıge Cumhuriyeti’nin başkenti Maykop’un hemen güneyinde, Şhaguaşe'nin sağ (doğu) yakasında bulunan şimdiki Tulski beldesi yerinde bir askeri kale kurdular (Bkz. “Eski Yazılı Belgelerde Adıgeler”, Cherkessia.net, Tarih, 13 Eylül 2013).
Osmanlı'nın duyarsızlığı
Çerkesya'nın doğusunda şiddetli çarpışmalar, ölüm kalım savaşları yaşanırken Osmanlılar kıllarını bile kıpırdatmıyor, Çerkeslere yardım etmiyorlar, 1812 Bükreş Antlaşması hükümlerini çiğneyen Rusları durdurmaya çalışmıyorlardı. Rus'un Osmanlı kontrolündeki kıyılardan uzakta duruyor/ uzaklarda saldırıyor olması, Osmanlı'nın susması için yeterliydi anlaşılan. Osmanlı vermeden almanın peşindeydi. Osmanlı gemileri ve tüccarları Anapa ve Sucuk- Kale’ye (şimdi-Novorossiysk) serbestçe geliyor, ticaret yapıyorlardı. Osmanlı, istese Çerkesleri eğitebilir ve silâhlandırabilir, onları güçlendirebilirdi. Ancak, bu tür sorumluluklardan kaçınıyor, bağımsız değil kendi yönetiminde bir Çerkesya istiyor, iki yüzlü davranıyordu. Sözgelişi, Anapa Muhafızı Abdullah Paşa, Rus komutan Tuğgeneral Sısoyev’e 8 Ekim 1826'da yazdığı bir mektupta, “Şapsığları yok etmenin ya da yola getirmenin bir yolu yok” diye şikâyette bulunuyordu (Bkz. "Eski Belgelerde Adigeler", Cherkessia.net, Tarih, 24 Eylül 2013). Herhalde, Osmanlılar, Kırım gibi, Çerkesya’dan da umudu kesmiş, 'Boşuna harcama/ masraf yapmaktan kaçınıyor', Çerkes'i de 'işe yaramaz' görüyor olmalıydılar.
Bir başka Osmanlı örneği: Hırvat asıllı Sırp yazar İvo Andriç'in (1892- 1975) "Bosna Hikâyeleri" çevirisinden özet bir aktarma. 1878 yılı ya da o yıllar. Osmanlı birlikleri Bosna- Hersek'i boşaltıyorlar. Öte yandan, Sırp saldırılarından korunmak için Müslümanlar/ Boşnaklar da bir ordu oluşturmaya çalışıyorlar. Osmanlıların birlikte götüremeyecekleri fazladan silâh ve mühimmatı da var, bunları imha etmeleri gerekiyor. Bir albay Bosna Paşa'sına, "Hurdaya çıkacak bir sürü malzeme var, bunları, özellikle topları, kendilerini savunmaları için Boşnaklara bırakalım" diyor. Bosna paşası da "Elimden gelse bütün bir Bosna'yı topa tutarım " diyor...
Zihniyet maalesef bu zihniyet. 'Bana yaramayan kimseye yaramasın...' zihniyeti.
Çerkesya’daki 50 yıllık kısa Osmanlı döneminde (1781- 1829), Çerkeslerden tek yanlı olarak yararlanma (Çerkesleri kullanma niyeti), onları geri bir topluluk olarak görme yerine, Çerkesleri güçlendirme, onları gerçek bir müttefik haline getirme amacı taşınmış olsaydı, durum farklı olabilirdi. Enerjiyi Hıristiyan Balkanlarda tüketme yerine, birazcık olsun, Çerkeslere önem verilseydi, Rus Çerkes'i de, Türk'ü de zor yenerdi. Yardım için, örneğin, Çerkes çocukları İstanbul’a götürülüp okutulur, askeri eğitimden geçirilir, ekonomiyi geliştirmek için yol yapılır, eğitilmiş gençlerin öncülüğünde bir Çerkes kalkınması/ bir idari reform yaratılabilir, bir Çerkes hükümeti ve ordusu bile kurulabilirdi. Bu da diyalogla olurdu. Ama Mısır'daki Kavalalı Mehmet Ali Paşa örneği de korkutmuş olmalıydı. Yine de, sağlam temellere dayalı bir kardeşlik dayanışması yaratılabilir, Çerkeslerin modern dünya ile ekonomik ve politik teması sağlanmış olurdu. Bu gibi bir anlayış Osmanlı'da yoktu. Osmanlı'da Batı'ya/ Büyük Devletlere yaltaklanma, içeriye ve Doğulu topluluklara karşı da tahakküm ve kendini üstte görme anlayışı vardı. Çerkeslerin kendilerinde de, maalesef ileri bir görüş ve modern bir dünya algılayışı yoktu. Köylü kalmış olmaktan kaynaklanıyordu bütün bunlar. Çerkes köylü/ kabile geleneği katıydı ve değişmeme üzerine kuruluydu. Oysa dünya değişiyordu ve değişime ayak uyduramayanın, değişmeyenin, sanayi çağında yaşama şansı hiç yoktu.
Osmanlı söylenen türden yardımlarda bulunmadı ama, yine de, Çerkeslere silâh ve cephane yardımı yapılabilirdi. Bu da bir canlanma yaratabilirdi. Osmanlı, ya durumun bilincinde değildi ya da Ruslarla vardığı barışı - 1812 antlaşmasını- bozmak istemiyordu. Ancak 'Korkunun ecele faydası' olmayacak, Rus'u kızdırmama politikası sonuç vermeyecek, Rus ilk fırsatta yine ısıracaktı.
Öte yandan, nasıl olsa, Osmanlı paşası yine maaşını alacak, köşkünde sefa sürecekti...Onların derdi miydi bir yerlerin yitirilecek olması...
Osmanlı, doğusunu ihmal etmişti, var mı yok mu, Balkanlar deniyordu. Doğu/ sınır kalelerindeki topların çoğu asırlar öncesinden, IV. Murat (1612- 1640) döneminden kalmaydı.
Osmanlı aymazlığının bir örneği de buydu.
1828- 1829 Osmanlı- Rus Savaşı

Sultan II. Mahmud (1785- 1839)
1821 Mora Rum/ Yunan ayaklanması, akılcı uyarıları dikkate almayan Padişah II. Mahmud yönetimince çok sert bir biçimde bastırıldı. 90 yaşındaki Fener Rum Ortodoks Patriği başta olmak üzere çok sayıda Ortodoks din adamı da, casus ya da ayaklanma yanlısı denerek asılmıştı. Ancak durum yatışmadı, ortalık kızıştı, Rum çeteler de önlerine çıkan Müslümanları kitlesel halde katletmeye başladılar. Sert yöntemlerle Rum taleplerinin bastırılabileceği sanılmıştı (Osmanlı'nın daha sonraki dönemlerinde ve cumhuriyet döneminde de benzeri sertlik damarlı/ politikaları sürecekti).
Bu hatalı tutum ve baskı politikası, geri tepti, Avrupa’da Osmanlılar aleyhine büyük bir tepki, infial oluştu. Sonunda olmayacak sanılan bir iş başarıldı: Düşman kardeşler sayılan İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı Devleti'ne karşı birleşti; Müttefik donanması 20 Ekim 1827’de, Akdeniz'de Mora açıklarında, Navarin’de Osmanlı- Mısır donanmasını yok etti. İngiliz ve Fransız askeri desteğiyle denge Yunanlı ayaklanmacıların lehine değişti. Yunan birlikleri ilerlemeye başladılar (Koca Yeniçeri birlikleri ise, küçücük Yunanlı müfrezeler karşısında tabana kuvvet kaçıyorlardı).
Osmanlı aleyhindeki bu politik havadan yararlanan Rusya da, Osmanlı Devleti ile bir başına kozunu paylaşma fırsatını yakaladı ve 1828’de Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. Böylece inatçı/ kısır görüşlü Osmanlı, "keskin sirke küpüne zarar" misali başına belâyı sarmış oldu. Avrupa’daki infial ve Rumlara yönelik aşırı şiddet politikaları nedeniyle Osmanlı Devleti, Rusya İmparatorluğu karşısında yalnız/ korunmasız kaldı. Avrupa kamuoyu Osmanlı'ya bir ders verilmesini istiyordu. Sözün kısası, Osmanlı yönetimi, büyük bir taktik hata işlemiş, 'Pire için yorgan yakmıştı'.
Böylece eşitsiz güçler arası bir savaş başladı: Güçlü Rusya ile güçsüz Osmanlı Devleti karşı karşıya geldi. Üstüne üstlük Osmanlı, Mora'da başarısızlığı görülen işe yaramaz Yeniçeri Ocağı'nı iki yıl önce kanlı bir biçimde tasfiye etmiş, yeni ordu kuruluşunu henüz tamamlayamamıştı.
Padişah ise, aklı başında devlet adamlarının uyarılarına kulak asmıyor, öylelerini ihanetle suçluyor, cezalandırıyor, sertlik yanlılarının yönlendirmesinde bildiğini okuyordu.
Çerkesya’daki Osmanlı kalesi Anapa, savaşın daha başında, 12 Haziran 1828’de Ruslara teslim oldu. Çerkesler 1787- 1792 Osmanlı- Rus Savaşı'nda olduğu gibi Türklerle birlikte hareket etmediler (1787-92 savaşında, Çerkes desteği sayesinde Ruslar Anapa önlerinden iki kez püskürtülmüşlerdi) ve Rusların en korktuğu şey gerçekleşmedi. Bu şey de, Çerkeslerin Türklerle birlikte savaşa katılmaları olasılığı idi. Osmanlı'nın çıkarcı politikaları, en zor anlarında Çerkeslere yardımdan kaçınmış olmaları, Çerkesler arasında büyük bir güvensizliğe yol açmıştı. Bu nedenle Anapa'nın Ruslarca alınması zor olmadı (Daha geniş bilgi için bkz. “Allen ve Muratoff'un Gözüyle: “Kafkasya ve Kafkasyalılar” – 3, Cherkessia.net, Tarih).
Savaş Osmanlı Devleti’nin son derece güçsüz, kof ve çağdışı bir oluşuma dönüştüğünü açığa çıkardı: Ruslar doğuda Anapa dışında, Poti, Ahıska, Kars, Ardahan, Erzurum veGümüşhane’yi aldılar, Şebinkarahisar’a değin ilerlediler. Dahası, Paskeviç'in hedefinde Batum, Trabzon ve Sivas'ı almak da vardı. Ruslar Balkanlar’da da Edirne’yi alıp İstanbul önlerine (İstanbul’un 68 km yakınına) değin geldiler. Kofluğu gizlemede bir silâh olarak kullanılan sertlik politikaları da işe yaramamış, “Zor oyunu bozar” misali, mağrur Padişah II. Mahmud, ateşkes istemek, koşulları çok ağır olan Edirne Barış Antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı (14 Eylül 1829). Küçük ödünlerle, özerklik vermekle yatıştırılabilecek olan bir olayı, Mora'daki talepleri çok (hıyanet ) olarak gören II. Mahmud, Mora ve Atina'yı da içine alan bağımsız bir Yunan Devleti'nin kuruluşunu, ayrıca koca Çerkesya'daki varlığını ve daha birçok yerin Rusya'ya terk edilmesini onaylamak zorunda kaldı.
Osmanlı'nın bu akıl almaz tutumlarına karşılık Rusya planlı hareket ediyordu. Toprak talebinde fazla ileri gitmedi, işgal ettiği yerlerin çoğunu Osmanlılara geri verdi. Aksine hareket etmesi, sonunda, işgal ettiği geniş bölgelerde, değişik kökenli ve yarı bağımsız yaşamaya alışkın dindar Müslüman toplulukların (Laz, Gürcü, Hemşinli, Türk, Kürt, vb)gerilla tipi saldırılarına hedef olabilecek, dağınık Rus birlikleri Çerkesya'dakini andıran bir batağın içine saplanmış olabileceklerdi. Ayrıca Rus, Adıgeler gibi kültürlü ve esirleri öldürmeyen değil, gözü kararmış/ fanatik topluluklarla karşı karşıya kalacaktı. Rus akılcı hareket etmiş, yutabileceği kadarıyla yetinmiş, fazlasını zamana ertelemişti. Rus üst yönetimi,Paskeviç'i ve diğer hızlı İmparatorluk generallerini gemlemesini bilmişti. Demek ki, Rus'un dünyayı tanıyan ve mükemmel çalışan servisleri varmış.
General Paskeviç'in zekice taktikleri ve Hımışoğlu örneği

General İvan Paskeviç (1782-1856)
General Paskeçiv, emrindeki Müslüman subayları kullanarak yerel beylerle/ aşiret reisleriyle görüşüyor, onları yanına çekmeye ya da Türklerden ayırmaya çalışıyordu. Bu yolla Kürt aşiret reislerinin çoğunu pasifize etmişti, bu yüzden Türkler de Kürtlerden asker toplamada güçlüklerle karşılaşmışlardı. Ayrıca II. Mahmud'un reformları (bazı feodal ayrıcalıkların kaldırılmış olması) birçok Kürt beyini kızdırmıştı. Birçok yerde istilâcı Rus askerleri Kürtler ve yerel ahali tarafından memnuniyetle karşılanıyor ve destekleniyordu.
Savaşta 'Kabardeylerden, Çerkeslerden, Tatarlardan, dahası Çeçenya ve Dağıstan’dan toplanmış Müslüman milislerden oluşturulan dört süvari alayı, işgal edilen yerlerde güvenliğin sağlanmasında büyük bir hizmet görüyordu. Bu nedenle Paskeviç, Çerkes/ Kabartay asıllı bir bey ailesinden olan Müslüman General Bekoviç-Çerkasskiy’i Erzurum’a vali olarak atadı, yanına da kısmen Türk memur ve ileri gelenlerinden oluşan bir danışma kurulu (istişare heyeti) verdi'. 'Paskeviç’in zaferleri ve - işgal edilen yerlerdeki- Müslüman halka karşı iyi davrandığına ilişkin haberler Çeçenya ve Dağıstan dağlarında yaşayan Müslümanlar arasında olumlu karşılanmıştı'. Öte yandan 'Paskeviç, değerli hediyeler göndererek, tehditler de savurarak Abbas Mirza’nın, İran’ın tarafsız kalmasını sağlamıştı' (“Allen ve Muratoff'un Gözüyle: “Kafkasya ve Kafkasyalılar” – 3, Cherkessia.net, Tarih).
21 Şubat 1828'de Rusya ile İran arasında imzalanan Türkmençay Antlaşmasıyla Aras Nehri Rus- İran sınırı olarak(şimdiki Azerbaycan- İran sınırı) kabul edilmiş, İran'a bağlı Revan, Nahçıvan ve Talış hanlıkları toprakları Rusya'ya ilhak edilmişti. İran veliahtı Prens Abbas Mirza'nın tarafsız kalmasının geçerli nedeni de, Paskeviç karşısında almış olduğu ağır yenilgiler olmalıydı.
Bir de Gürcü beyi Hımışoğlu olayı var. 'Türkler, özellikle Lazistan ve Acara’nın güçlü derebeylerinin çıkaracakları kuvvetlere güveniyorlardı. En güçlü derebeyi de Acara yaylasına egemen olan Hulolu Ahmet Bey Himişoğlu idi. Paskeviç, Himişoğlu ile görüşme yapıyordu, ancak Türk tarafı Ahıska Paşalığı’nı vaat ederek Himişoğlu’nu kendi yanına çekmeyi başardı' (“Allen ve Muratoff'un Gözüyle: “Kafkasya ve Kafkasyalılar” – 3, Cherkessia.net, Tarih).
Bu da o zamanki çıkar anlayışını, zihniyet düzeyini, feodal bey/ savaş baronu takımının, dindaşlık vesair demediğini, para ve ikbal neredeyse oraya koştuğunu gösteriyor.
Edirne Antlaşması ve Osmanlıların çıkarcı/ oportünist politikaları
1829 Edirne Antlaşması ile Osmanlı Devleti Çerkesya kıyılarının denetimini ve Çerkesya’ya ilişkin tüm ‘yetkilerini’ Rusya’ya devretti. Antlaşma, o sıralar, savaşın başında Rus taraftarı iken, Rus ilerleyişi karşısında kaygılanıp Osmanlılar yararına duruma müdahale eden, barış koşullarının Osmanlılar lehine yumuşatılmasını sağlayan İngiltere ve Fransa’nın da bilgisi dahilinde imzalandı. Bu nedenle antlaşma, uluslararası hukuk ve Batılı devletler açısından genel bir geçerlilik kazanmış, Çerkeslerin ise kullanacakları diplomatik bir kozları kalmamış oldu. Uluslararası hukuka göre, Çerkes sorunu artık Rusya'nın bir iç sorunu olmuştu ve hiçbir devlet açıktan Çerkeslere yardım edemeyecekti. Aksine bir davranış Rusya’nın içişlerine müdahale (savaş nedeni) anlamına gelecekti. Ancak, Karadeniz Osmanlı ve Rus savaş gemilerine henüz kapatılmamıştı (1856'da Karadeniz silâh ve mühimmat yüklü gemilere kapatılacaktı). Bu nedenle Çerkesya’ya kaçak silâh ve mühimmat taşınabilecekti. Tabii bedeli ödenebildiği sürece…
Osmanlılar Çerkeslere faydacı [Çerkesleri kullanma amaçlı] yaklaşmışlardı [Çerkeslerden 80 bin asker devşirmeyi , o yolla Kırım’ı kurtarmayı düşlüyorlardı]. Peki bu işbirliği Çerkeslere ne gibi bir yarar sağlamıştı, Osmanlı Çerkeslere destek anlamında kesenin ağzını açmış mıydı? Tam aksine, Osmanlı savaş yorgunu, ekonomileri tahrip edilmiş, hayvanları ve gıda stokları yağmalanmış Çerkeslerden, bir de vergi toplamaya kalkışmış, bu da infiale yol açmış, bu yüzden Çerkesler Osmanlı'dan yüz çevirmişlerdi.
Bir karşılaştırma: Rus saldırıları sonucu Adıgeler, "1801- 1825 yıllarını kapsayan 25 yılda 25,255 ölü ya da tutsak verdiler. Bin at, 60 bin sığır ve 100 bin koyun yitirdiler. Rus Ordusu’nun ölü kaybı ise 2,100". 25 yılda Adıgelerden yağmalanan bu malların bugünkü parayla değeri en azından 100 milyon üzeri Amerikan Dolarıdır. Bu meblağa yağmalanan gıda stokları değeri, ateşe verilen köyler ve ekinler dahil değildir (Bkz. "Eski Belgelerde Adigeler", Cherkessia.net, Tarih, 24 Eylül 2013). Adıgeler, böylesine durumlar için şöyle derler: "Arğoyım yıḱopk zıxaxım, xepxıremi zıxepxıremi yepĺ yıuağ/ Аргъоим ыкопкъ зыхахым, хэпхырэми зыхэпхырэми еплъ ы1уагъ/ Sivrisineğin budu alındığında, sivrisenek, aldığın şeye bir bak, kimden aldığına da bir bak demiş".
Türklerden sağlanan tek yarar, belki de, İslam dininin ve bol miktarda din adamının/ imamın Çerkesya'ya ihracı, Çerkeslerin samimi ve dindar Müslümanlar yapılmaları olmuştur. Türk işin en kolay/ masrafsız yanını seçmişti. Maddi yardımdan kaçınan, zor anlarda Çerkesleri yalnız bırakan Türk yaklaşımı nedeniyle köklü/ kalıcı bir işbirliği kurulamadı. Sonunda, Çerkesler kendi kaderlerine terk edilmiş, Türkler de Batum’a değin gerilemek, Kafkasya'daki Karadeniz kıyılarına, Anapa, Poti, Ahıska ve daha birçok yere 'elvedâ' demek zorunda kalmışlardır.
"Denize düşen yılana sarılır" misali Çerkesler Osmanlı'ya sarılmışlardı. Osmanlılar, bütün bir Kafkasya'da sadece Çerkesleri/ Adıgeleri kendi yanlarında bulabilmişler, Adıgeler dışında tek bir destekçi topluluk bile bulamamışlardı ama bunun değerini bilememişlerdi.
Rusların Çerkesya’yı işgal planları
Çerkesler, Çerkesya’nın bir Osmanlı toprağı, kendilerinin de Osmanlı tebaası(uyruğu) olmadıklarını, aksine bağımsız olduklarını, Osmanlıların kendilerine ait olmayan bir ülkeyi/ Çerkesya’yı bir başka devlete veremeyeceğini, buna yetkisi olmadığını ileri sürerekEdirne Antlaşması’nı tanımadılar. Ancak, "Atı alan Üsküdar'ı geçmişti".
Kesintisiz bir Rus-Çerkes Savaşı başladı (1829).
1829 yılı sonlarında, uluslararası hukuk bağlamında bütün bir Kafkasya, diplomatik anlamda Rus egemenliği altına girmiş görünüyordu. İstisna olarak, Ruslar, Çerkesya dışında, Çeçenya ve Dağıstan’ın tamamında tam bir otorite kuramamışlardı, ama bu son iki yöre, şeklen de olsa Rus yönetimine bağlıydı ve Rus makamlarının yönetimindeydi. Çerkesya'da ise, değindiğimiz gibi, siyasi ve idari anlamda bir Rus otoritesi kurulamamıştı.
Şu durumda Çerkesya bağımsızlığını koruma, Çeçenya ve Dağıstan ise bağımsızlık kazanma uğruna savaşacaklardı. Doğu (Şamil) ile batının [Çerkesya'nın] birleştirilmesi yönlü girişimler, feodal beylerin (özellikle Kabardey beylerinin) engellemeleri sonucu gerçekleştirilemeyecekti.

1830'da Çerkesya'da bir Rus Gözetleme Kulesi (Çeşane)
Savaşın Kafkasya ve doğuda yetenekli ve başarılı komutanı olan General Paskeviç, Çerkeslere boyun eğdirmek için bir plan hazırladı. Buna göre, kıyıda Anapa’dan en güneydeki Gagra’ya, daha sonra Gagra'dan Abhazya kıyılarını izleyip Sohum’a kadar uzanacak olan bir sahil yolu (müstahkem hat) inşa edilecekti. Bu askeri yol üzerinde kale, karakol ve gözetleme kuleleri (çeşane), öncelikle Novorossiysk (Tsemez)' de bir liman, Gelencik’te de bir deniz üssü kurulacaktı. Bu arada Gelencik’ten başlayacak, ülke içinden geçirilerek şimdiki Krasnodar’ın hemen batısında bulunan Olginsk Kalesi’ne uzanacak olan bir müstahkem yol daha yapılacaktı, böylece Natuhayların ve bir kısım Şapsığ’ın diğer Çerkeslerden ayırılmaları sağlanacaktı. Kıyı hattı tamamlandığında da Çerkeslerin deniz yoluyla olan dış bağlantıları son bulmuş olacaktı.
Sözün kısası Çerkesya tam bir Rus kuşatması ve ablukası içine alınacaktı.
Anlaşılan Rus, kendi çıkarı için kesenin ağzını açıyor, yollar, kale, karakol, liman tesisleri yapıyor, bir ülkeyi/ Çerkesya'yı yutmaya çalışıyor, eli titrek/ cimri Osmanlı ise vermekten kaçınıyor, "Bir koyundan çift post çıkarma" misali aç Çerkes'ten vergi toplamaya kalkışıyordu.
Ruslar çalışmaları başlattılar, ancak, o sırada Polonya’da büyük bir ayaklanma patlak verdi,General Paskeviç de ayaklanmayı bastırması için Polonya’ya gönderildi. Aynı yıl, 1830’da Dağıstan’da da İmam Gazi Muhammed (Gazi Molla) önderliğinde büyük bir İslami kıyam/ ayaklanma (Müridizm Hareketi) baş gösterdi. Rus zulmü, ağır vergi ve angaryalar Müslüman halkı canından bezdirmiş, patlama noktasına getirmişti. Ruslar zor durumlara düştüler, inşaat çalışmalarını ertelemek, güçlerini Polonya ve Dağıstan’a yöneltmek zorunda kaldılar.
Ruslar Polonya ayaklanmasını kanlı bir biçimde bastırdılar [İstanbul'daki Polenez köyü 1830 ayaklanmasına katılıp kurtulmuş olan Polonyalı sığınmacılar tarafından kurulmuştur].Ruslar iki yıllık bir uğraştan sonra İmam Gazi Muhammed’i şehit ettiler (1832). Ancak ayaklanma sürdü, İmam Gazi Muhammed'i izleyen İmam Hamzat Bek’in de öldürülmesi üzerine hareketin başına İmam Şamil geçti (1834). Şamil, daha sonra, Çeçenya ve Dağıstan'ın bir kesiminde, 1840'larda şer'i esaslara dayalı bir İslam Devleti kuracaktı (Bkz. 'Harita').
Bir devlet ya da ülke olmak için birileri tarafından tanınmak mutlaka şart değildir. Günümüzde de Somaliland ve Azavad (her ikisi de Afrika’da) gibi hiçbir ülke tarafından tanınmayan devletler bulunmaktadır. Ayrıca BM üyesi olmayan bağımsız ülkeler/ devletler de vardır (Tayvan, Abhazya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Transdinyester, Dağlık Karabağ, vb).
Şu durumda Çerkesya 1864, Şamil yönetimindeki İslâm Devleti de (Çeçenya ve Dağıstan’da) 1859 yılına değin, hiçbir ülke tarafından tanınmamış olsalar da, birerbağımsız devlet ya da bağımsız ülke idiler (Bkz. yukarıdaki "1850 yılı Avrupa Siyasi Haritası").
(Devamı var)
Not: Makale Adigehaber ve Cherkessia.net sitelerinde de yayındadır. Makalelerin güncellenmişleri facebook'tan izlenebilir. -hcy