adigehaber
  Zorunlu Bir Yazı
 

Zorunlu Bir Yazı

    17 Kasım 2013
  

 

  

Bundan otuz kırk yıl önce Türkiye’de yeryüzünün en gerici/ baskıcı rejimlerinden biri vardı. Sözgelişi, 1980 darbesi döneminde, Türkçe dışındaki dillerin konuşulması bile yasaklanmıştı. Türkçe bilmeyen bir anne cezaevindeki çocuğuna Türkçe olmayan tek bir sözcük bile söyleyemezdi. Bu bir zulümdü, insanlığa karşı işlenen bir suçtu.

 

Böyle bir ortamda, Sovyetler Birliği’nde Rus olmayan halklar için oluşturulmuş yerel yönetimler, cumhuriyetler, özerk  yöreler/ oblast ve okruglar bulunduğunu biliyor, o duruma özeniyorduk. Sovyet propagandası, bütün bunları ballandırarak anlatıyor, diasporadan yandaş grupları, dernek ve dergi yöneticilerini  davet ediyor, turistik mekânları gezdiriyor, dans gösterileri, temsiller  izletiyor, mükellef sofralar kurduruyor, yediriyor içiriyor, ellerine yerel dillerde yazılmış kitaplar ve propaganda broşürleri tutuşturuluyordu.

 

Sovyet ülkesi sosyalist bir cennettir izlenimi verilmeye çalışılıyordu.

 

Haksızlıklara baş kaldıran ve sol akımlara kapılmış olan gençler için Sovyetler, halklara tanınmış özgürlükler açısından çekici bir ülkeydi. Azınlıklara mensup birçok genç için başka bir umut ışığı ve bir çıkış yolu da yok gibiydi. ‘Anayurda Dönüş’ düşüncesi, bilgilenme yanında işte böylesine bir ortamda filiz vermişti. Bu, madalyonun bir yüzüydü.

 

Başka bir akım da filiz vermişti: Sovyetler ülkesinde matah şeyler olmadığını, Sovyetlerin  sosyal emperyalist ve sosyal faşist bir ülkeye dönüştüğünü, kurtuluşun Mao ve Enver Hoca çizgisinden geçtiğini  söyleyenler de vardı. Bunlara, genel anlamda  Maocular deniyordu. Bunlar böylesine gericileşmiş,  faşistleşmiş bir ülkeye dönüşün sözkonusu olamayacağını, dönüşün de bir çözüm olamayacağını   söylüyorlardı. Onlara göre çözüm devrimde ve halk iktidarında aranmalıydı.

 

Bir de, Türkiye’de demokratik bir  iktidar kurulması halinde, Çerkeslerin de demokratik haklarını elde edeceklerini, bunun da anayurt ile ilişkileri geliştireceğini   savunan sosyalist ya da sosyal demokrat ya da liberal demokrat diyebileceğimiz bir kesim, kişiler  de vardı. Ben bu üçüncü kesimde yer alıyordum ama kimseye karşı dışlayıcı da değildim. Biz dönüşe karşı değildik ama kendisini dönüşçü olarak tanıtanların içtenliğine de  pek güvenemiyorduk, Sovyetlerdeki uygulamaları  da kuşkuyla karşılıyorduk. Çünkü özerk yörelerde anadili eğitiminin kaldırıldığı ya da azaltılmış olduğu, Türkiye’dekine benzer uygulamalara geçildiği gibisine   haberler alıyorduk. Tabii bunlar birer sızıntı haberdi. Bizim Sovyetlere gidecek halimiz yoktu. Sovyetler davetliler listesine bizleri almıyordu. Sovyetler, bizim açımızdan   kapalı bir ülkeydi. Gelen turistler olsa da, bunlar seçme kişilerdi, haber sızdırmıyor ya da   özgürce konuşmaktan çekiniyorlardı.

 

Dönüşçülerin özellikle önde gelen  sözcüleri pek güvenilir kişiler değildiler demiştik; ekonomik ve sosyal görüşleri de  oturuşmuş değildi, kolaylıkla oltaya gelecek tipleri az değildi, sözgelişi, bu kişiler  sol kesimlerle  karşılaştıklarında ‘solcu’, sol olmayan kesimlerle karşılaştıklarında da, 'milliyetçi' olabiliyorlardı. 

 

Manzara özetle böyleydi.

 

Değişen nedir?


Aradan geçen 40 yıllık süre içinde  faşist bir Rus cehennemine dönüşmüş olan Sovyetler Birliği, sonunda çatırdayarak çöktü ve dağıldı (1991). Sovyet Anayasası, sadece  Birlik üyesi 15 cumhuriyete ayrılma hakkını tanıyordu. Aynı Anayasa ya da birlik cumhuriyetleri anayasaları, özerk cumhuriyetlere ayrılma hakkını tanımamıştı, bu nedenle Kuzey Kafkasya'daki özerk cumhuriyetler yeni kurulan  Rusya Federasyonu Devleti içinde kaldılar.

 

Sovyetlerin son altı yılı Gorbaçov dönemi (1985- 1991). Bu dönemde dağılmayı  önlemek için özgürlükler artırıldı. Örneğin, anadili ilk dört yılda bütün dersler için, 1960 yılı öncesinde olduğu gibi yeniden okutulmaya başlandı, ortaokul ve lise sınıflarına da anadili dersi kondu.

 

Bu sınırlı gelişmeye RF Devlet Başkanı Vladimir Putin döneminde darbe indirildi, anadili eğitimi ilkokulda haftada 3, ortaokulda 2, lisede de 1 ders saatine düşürüldü. Rusçazorunlu ders dili, anadili ise seçmeli ders dili yapıldı.  

 

Yetmedi, 1- 3 saatlik seçimlik Adıgece dersi ( diğer tüm diller) de  Rusça üzerinden  işlenmeye başlandı.

 

RF Anayasası’na göre cumhuriyetler dilleri de Rusça ile birlikte, kendi cumhuriyetlerinde  kamu yaşamında kullanılabilir, resmi dil statüsü alabilirler. Sovyetler döneminde görünüşte resmi dil diye bir düzenleme yoktu ama fiili resmi dil yine Rusçaydı. İşin özünde fazla bir değişiklik yok.

 

21 yıllık RF yönetimi süresince, Adıgece bir Çerkes cumhuriyeti sayılan Adıgey’in parlamentosunda tek bir kez olsun  konuşulabilmiş değil. Birer Türk- Çerkes ortak cumhuriyeti olan Karaçay-Çerkes ve Kabardey-Balkar parlamentolarında da anadilleri– Adıgece ve Karaçay Türkçesi- konuşulabilmiş değil. 21 cumhuriyet içinde konuşulabilmiş olanı var mı, bilemiyorum.

 

Demek ki, durum Kruşçev- Brejnev dönemine göre biraz daha iyi, Gorbaçov dönemine göre de kötü.

Bütün bunlar bilinen şeyler olduğuna göre, üzerinde durmamın nedeni ne olabilir?..

 

Bunu yazının devamında bulabileceksiniz

 

Diasporada durum


Aradan  geçen 40 yıl içinde Türkiye’de demokrasi yönlü önemli gelişmeler yaşandı. Asker ve adli vesayetin beli kırıldı, darbeci ve darbe tezgâhlayıcı generaller, hemşehrimiz  Şevcen Çetin Doğan gibi, - bir kısmıyla ve cüz’i ölçekte de olsa-, yargı önüne çıkarıldı. Anadili yasağı sona erdi. İfade özgürlüğü alanında  da gelişmeler oldu.

 

Yanılmıyorsam binlerce öğrenci ortaokullarda haftada 2 saat Kürtçe seçmeli ders alıyor. Adıgece ve Lazca da , minyatür düzeyde ve  aynı biçimde ortaokul sınıflarında okutulmaya başlandı. Düzce Üniversitesi’nde Adıge Dili ve Edebiyatı Kürsüsü kuruldu.

 

Kısmen de olsa özgürlükler gelmişti, ancak, aslında  ortada  anadili diye bir şey de kalmamıştı. Kentleşme ve küreselleşme, ağır askeri ve adli baskı, koruma altına alınmamış tüm küçük diller yanında, milyonun üstünde konuşanı olan, ama her tarafa dağılmış   durumdaki Adıgecenin de sonunu getirmişti. Kürt, Arap, Zaza, Ermeni ve Rum dilleri dışında,Türkiye’de çocukların konuştuğu tek bir dil bile kalmadı. Kürtçe büyük bir coğrafya, köylülük ve köylü nüfusun, 1990'lardaki zulüm ve köy boşaltmaları sonucu  Kürt kentlerine ani  yığılması, Ermeni ve Rum dili de kendi dini vakıflarının mal varlığı desteği ve kilise okulları sayesinde ayakta kaldı. Rumca ve Ermenicenin Lozan Antlaşmasından kaynaklanan hakları da vardır.

 

Sonuç olarak, çok büyük boyutlu bir asimilasyon süreci ve bir ‘ulusal görev’ tamamlanmış, Kürtler ve Araplar dışında asimile edecek bir şey de kalmamış oldu. Hükümetin şimdilerde sırf Kürtler üzerine oynamasının nedenlerinden biri de bu. Bir de Alevi sorunu var tabii. Aleviler toplumun geri kalanından dışlanmış ve aşağılanmış bir dini kesim.

 

Suriye ve Ürdün’de de durum farklı değil. Türkiye’ye çocukları ile sığınan bir çok Çerkes kadınının  çocukları Çerkesçe bilmiyorlar, ama İngilizce ya da Fransızca bilenleri hiç de az değil.

 

Bu çöküş Çerkes olup olmamaktan ileri gelmiyor. Küreselleşmenin ve beraberinde getirdiği asimilasyonun  bir sonucu, bireysel değil toplumsal bir sorun, aslında bir devlet sorunu. Dili, olsa olsa, ancak devlet kurtarabilir, koruyabilir ve yaşatabilir. Dünyadaki gelişim o yönde. Devletler yeni yeni dil sorunlarını  ve küçük ulusal toplulukları koruyucu önlemleri görüşmeye ve ele almaya başladılar. Başka tür değerlendirmeler  doğru ve gerçekçi olmaz. Başka bir örnek daha vereyim: 

 

Bir din ve ibadet dili olan ölü Yahudiceyi  hayata iade etme ve bir devlet  diline dönüştürme süreci   devlet gücü - İsrail Devleti- sayesinde başarılmıştır. 65 yıllık İsrail'in devlet varlığına karşın, Yahudilerin çoğu, disporadakilerin neredeyse tamamı Yahudiceyi hiç bilmez.  Dünyadaki 14 milyon Yahudinin sadece 6 milyonu İsrail’dedir, diğerleri Yahudice dışı dillerde (İngilizce, Almanca, Rusça, vs dillerde) konuşur, ama havralarda  Yahudi din adamları Yahudice (Tevrat diliyle) dua okuyarak cemaate  ibadet yaptırırlar. Yahudileri birbirine bağlayan bağ dilden çok din bağıdır.

 

İrlanda Cumhuriyeti'nde de öyle. Asıl bağ, İrlandalıyı İngiliz'den ayıran bağ, dil değil, Katolik inancıdır. İngiliz Katolik değil. İrlandalı İngilizce konuşur, İrlandaca da resmi dildir, ama pek az kişi İrlandaca konuşur.

 

Bir de canlandırılmakta olan diller var: İspanya'da Bask, Fransa'da Breton, İngiltere'de İskoç, Gal, Cornish ve Manx dilleri bunlardan. 

 

Adıgelere gelince, temel bağ dildir ama gelenek (xabze) ve kültürün de önemi büyüktür.

 

Roller değişti ama aktörler aynı


Rusya Federasyonu yurttaşı  iki dostumuzun ve benim de yer aldığım bir yazı ve konu üzerinde durmak istiyorum. Bu yazıyı yazmamın asıl nedeni de budur:  Bu iki kişiden ilkiFahri Huvaj (Хъуажъ Фахъри), ikincisi de Çetave İbrahim'dir (Чэтао Ибрахъим).  

 

Fahri, söylendiğine göre bir yıldır Nalçik’te, Kabardey- Balkar Enstitüsü’nde Osmanlıca üzerine çalışıyormuş, ilahiyat, ardından da hukuk öğrenimi görmüş, Türkiye'de imamlık, öğretmenlik ve avukatlık yapmış biri, şimdi emekli ve Nalçik'te yaşıyor. İbrahim ise Maykop’ta pastahane işletiyor. İkisinin de aktif politikayla pek ilgilenmedikleri söylenir. Ama, bu iki kişinin  birden bire RF resmi politikalarına/ çizgisine  doğru kaymış oldukları izlenimini edinmiş bulunuyorum. Umarım yanılıyorumdur. Her ikisini de tanırım, Fahri’yi 40 yıldan beri, Antalya’dan  tanırım.

 

Her ikisi de bütün Adıgelerin anayurtta bir araya gelmeleri görüşünün  aktif yanlısı.

Ancak, değinmek istediğim konu o değil, ayrı.

 

 Fahri Huvaj ne diyor?                                                                  

 

12 Kasım 2013 günü, Cherkessia.net sitesinde Fahri Huvaj’ın “Fahri Huvaj: Nerede Ne Bilinci…”  başlıklı bir makalesi yayınlandı. Bu yazıya  ben de bir yorum yazısı yazdım. Bu arada Fahri Huvaj’ın Çetave İbrahim’e ilişkin sözlerine de değindim. Anlaşılan her ikisi de, kızmışlar mı ne, beni eleştirme gereğini duymuşlar.

Bu nedenle, durumu açıklığa kavuşturmak ve okuyucuların bilgilerine sunmak için Sayın Huvaj’ın yazı ve karşı yorumlarından, Sayın Çetave İbrahim’in de yorumundan yanlış ya da sakıncalı bulduğum yanları bazı alıntılarla sunmak ve kısa kısa eğerlendirmelerde bulunarak okuyucuyu aydınlatmak  istedim. Fahri'nin kendisi de bunu istiyor olmalı. Şöyle diyor Fahri Huvaj:

 

“ İsrail de bir Müslüman devlet olsa ve asimilasyon politikası izlese idi acaba oradaki iki Müslüman Çerkes köyü yine şimdiki gibi kalabilir miydi!?”  Biz de soralım, Rusya Ortodoks Hıristiyan bir devlet, peki Karadeniz kıyısındaki Müslüman Şapsığlar, daha fazla sayıda köy, öyleyse  neden ayakta kalamıyorlar, din farklılığı niye  asimilasyonu önleyemiyor?..

 

Başka bir örnek, Türkiye Yahudileri farklı bir dinden, eğitim özgürlükleri de var, Yahudi çocuklar şimdilerde  sırf Türkçe konuşuyorlar? Neden?

 

Alıntılara devam:  “90 yıldır izlenen asimilasyon politikalarının yarattığı tahribat nedeniyle ulusal varoluş direnci kırılmış olan Çerkeslerin Türkiye’de uzun süre Çerkes kalmaları mümkün değildir”. Sorunumuz uzun süre mi yoksa olabildiğince ivedi bir çözüm mü, yani lafta kalmayan akılcı bir politika üretmek mi?

 

Büyük nüfus transferleri ancak olağanüstü durumlarda olur. Kimin öyle bir gücü var?..

 

Fahri, “anayurda dönüş dışında kurtuluş neredeyse imkânsızdır” diyor ve devam ediyor: “Çerkes halkı Türkiye’de asimile olacak (..) Ubıhlar gibi, kaçınılmaz olarak ulusal anlamda Anadolu’da toprağa gömülecektir”.  Bir kere, Vıbıhlar  ölmediler, Adıge adı altında ve Adıgeleşmiş olarak  şimdilerde de yaşıyorlar. Vıbıhlar  anayurtta iken   Adıgece konuşuyorlardı ve Adıgece konuşarak Türkiye’ye geldiler. Türkiye’de Vıbıhların çok küçük bir kesimi tarafından konuşulan  Vıbıhçayı kendileri terk ettiler. Çünkü işlevsiz kalan dil, işe yaramaz oluyor ve maalesef terk ediliyor. Bu bir doğa yasası. Ama Vıbıhlar Vıbıhçayı bıraktılar ama Adıgeceyi kullanmaya devam ettiler. Hayatım Vıbıhlarla iç içe geçti, köyümün yarısı, anne, babaanne ve büyük babaanne  tarafım hep Vıbıh. 

 

Vıbıh süreci, bir politik asimilasyon değil, yakın, akraba bir  dile geçiş olayının tamamlanması olgusu, sürecidir. Vıbıhça konuşmayı nisbeten uzun süre  sürdürenler, esas olarak, Türkiye'de birkaç küçücük köyde   izole bir yaşam sürdüren- dışarıyla teması kısıtlı olan, bir tür getto yaşamı sürdüren-  köleler  olmuştur (bkz. “Wubıhça ve  Wubıhlar  Üzerine Üç  Söyleşi ve  Bazı  Bilgiler”, CC, Jıneps) .

 

Sayın Huvaj, Çerkes kalmak, sırf anayurtta toplanmaya ve yaşamaya kalmıştır demeye getiriyor, sorunu daraltıyor, sınırlandırıyor. Bu da bir umutsuzluk yayma olmuyor mu? Fahri, anayurttaki Şapsığ erimesine, Şapsığe'de  birkaç yıldan beri çocukların Rusça konuşmaya başlamış olmalarına  hiç değinmemişti. Yorumumda konuya değinmem üzerine o da yanıtında değindi, ama başka türlü:

 

“Krasnodar eyalet yönetimi Kıyıboyu Şapsığ bölgesine neredeyse bir özerk bölge muamelesi göstermekte, onlara kök halk statüsü tanımakta, etnik dil ve kültürü koruma amacına yönelik bütçe ve istihdam olanakları vermektedir.

Denilebilir ki, Kıyıboyu Şapsığ bölgesi, benzerleri içinde en şanslı bölgelerden biridir”.  

 

Şapsığe'de  bütün okullardan Adıgece dersler kaldırılmış, Adıge çocuklar, gerekirse taşımalı yollarla Rus okullarına götürülüp Rusça eğitime tabi tutuluyorlar. Fahri bey ise, uzayda mı ne, 'etnik dil ve kültürü korumak' , yani Adıgeceyi desteklemek için Rus'un Şapsığ'a kadro ve para verdiğini söylüyor. Para yetmemiş olmalı,  '2-3 yaşlarındaki Şapsığ bebeler parklarda Rusça şakımaya'  başlamışlar birden bire...

 

RF İktidarı yanlısı Şapsığe Adıge Xase örgütü Başkanı Ćaćıĥu Mecıd bile Şapsığlara ilişkin uygulanan politikadan yakınıyor,  Fahri bey ise güzellemeye, sisteme övgüler düzmeye  devam ediyor (Şapsığ konusunda bkz. Şavko Aslanguaş, “Kıyı boyu Şapsığların sorunları”, Cherkessia.net, 31 Ekim 2013; Hapi Cevdet Yıldız, “Adıge Özerkliğinin 90. Yılında Durum – 1”, Cherkessia.net, 06 Şubat 2012).

 

Yukarıdaki  sözleri aşırı milliyetçi Rus lider  Vladimir Jirinovski yanlısı bir Rus söylemiş olsa anlar, sineye çekebilirdim. Yazık…Daha fazlasını söylemeye dilim varmıyor.

 

Fahri bey şöyle devam ediyor: “Ben hiçbir Adıge yönetiminin anadil ders saat sayısını fiilen arttırıp veya arttırma isteğini ortaya koyup da geri çevrildiğine, kabul edilmediğine dair bir söylem bile duymadım. Duyduğum şeyler; yöneticilerin çekingen davrandıkları, hakları kullanmadıkları, talep etmedikleri, kraldan çok kralcılık yaptıkları vb. şeylerdir”. Yani sorumlu Rus ya da RF merkezi yönetimi değil de, sırf korkak yerel yöneticiler oluyor, öyle mi? Peki, Ŝevmen Hazret adını olsun hiç duymadınız mı? Ŝevmen Hazret, Adıge Cumhuriyeti'nin  seçilmiş son Devlet Başkanı. Şimdikiler gibi atanmış biri değil. Ŝevmen Hazret, AC Parlamentosu'nda görüşülecek olan eğitim yasasına bir madde eklettirerek, Adıgece dersini, Adıge kökenli öğrencilerle sınırlı olmak üzere, zorunlu dersler arasına aldıran bir eğitim yasasının parlamentodan   çıkmasını sağlamıştı (2006). Bunun üzerine  kıyamet kopmuş, 'İnsan haklarını ihlâl' sayılmıştı bu yeni yasa; iptal ettirilmişti. Hani Rus böyle şeyleri geri çevirmiyordu...

 

Sonrasında da  ne mi oldu? İş sadece Ŝevmen Hazret’in tasfiyesiyle kalmadı, seçimli başkanlık sistemi de kaldırıldı, Adıge Cumhuriyeti'nin  defterinin dürülmesine de  ramak kalmıştı…

 

Şimdiki Başkan Thakuşıne Aslan da Moskova’da anadilinde ders saatinin artırılması için  federal eğitim bakanı ile görüşmüş ama bakandan tatmin edici bir yanıt alamamıştı. O haberi de, yanılmıyorsam  Adıge mak’tan  çevirip ben yayınlatmıştım. Federal eğitim bakanı kesin bir yanıt verememişti, çünkü aksine davransaydı yetki gaspı olurdu, onun da defterini dürerlerdi. Yetki bakana değil, daha yukarısına aitti.

 

Fahri bey, anlaşılan hâlâ  “Alis Harikalar Diyarında” yaşıyor olmalı.

 

Şöyle yazıyor Sayın Huvaj: “Rusya Federasyonu içinde Tataristan, Başkurdistan gibi nispeten ileri uygulama örnekleri de vardır. Ama kimse haklarını kullanmaya (anadilini okuyup öğrenmeye) mecbur edilemez”.  Tataristan ve Başkurdistan’daki“ileri uygulama örnekleri” de neymiş? Bir anlatsa da öğrensek?..

 

Ayrıca, “Kimse anadilini okuyup öğrenmeye mecbur edilemez” diyor Fahri bey. Yeryüzünde farklı uygulama örnekleri de var. Ancak, RF mevzuatına göre durum maalesef Fahri beyin dediği gibi, öyle ve eşitliğe aykırı. Demokratik bir federal devlette, öğrenci anadilinde okumaya pekâla zorlanabilir de, örneğin 4 resmi dilli İsviçre'de öğrenci kendi anadili ya da Kanton dili yanında  ikinci bir İsviçre dilini öğrenmek zorunda, bu ikinci dil de zorunlu bir dil. RF'de ise, öğrenci  şayet bir Rus, bir Adıge ya da bir Tatar, vs ise Rusça anadilini öğrenmek zorunda… Ama hiç kimse Rusça dışındaki bir anadilini öğrenmeye zorlanamaz. Bu doğru. Öğrenci isterse, seçmeli ders olarak Rusça dışındaki bir dili okuyabilir, Adıgece öğrenimi de o statüde. İleride, demokrasinin gelişmesiyle, RF'deki bu eşitsizlik belki giderilebilir. Eğer Sovyetler dağılmasaydı o yönde bir eşitliğe doğru gidilebilecekti. Projeler öyleydi.

 

Fahri bey şöyle devam ediyor:  Kabardey’de “her gün parklarda 2-3 yaşlarındaki bebelerin kuşlar gibi şakıyarak anadilleriyle konuşup oynadıklarını” görebilirsinizdiyor. O da doğrudur. 1971 yılında Türkiye’de de öyleydi, ama bir fırtına esti, ertesi yıl, 1972 yılında bütün bu bebeler hep birlikte Türkçe şakımaya başladılar, anadilindeki şakımalarsa buhar olup uçtu gitti. Neden?

 

Fahri bey, özgürlük önemli, o yoksa, hele devletin koruyuculuğu da yoksa iş zorlaşır, sokaktaki örgütsüz kişilere göre ulusal sorunlar ele alınmaz. Sorun politik bir uğraş sorunu. Özgürlük yoksa kölelik vardır. Özgür olmayan kişi köledir, eskiden insan bile sayılmazdı. Köle, efendisine tabi olur, köle olmamak gerekir.

 

Cengiz Aytmatov'un 'Mankurt Efsanesi'ni duymuş olmalısınız...

 

Çetave İbrahim ne diyor?


“Bir halkın dilini kültürünü varlığını koruma talebi ve mücadelesi yoksa ne Anayasa maddesi, ne demokrasi ve ne de ulusal rayon statüsü fayda etmez” diyor  İbrahim bey. Bu söylediklerinizin  bir ölçeği/ bir ölçütü  var mıymış? İsrail’deki Adıge diline sahip çıkıyor da diğerleri, Türkiye, Arap ülkeleri ve Şapsığe Adıgeleri niye sahip çıkmıyor?

 

“Kıyı boyu Adiğelerinin en önemli sorunları nüfuslarının azlığı, son yıllarda bölgede turizmin yoğunlaşması ile yabancılarla yoğun ilişki içinde kalmış olmalarıdır. Ulusal varlığı koruma talep ve mücadelesinin olmayışı da buna eklenince bugünkü durum ortaya çıkmaktadır”  diyor Sayın Çetave İbrahim bey Şapsığlar konusunda. O da tıpkı Huvaj Fahri gibi yerel halkı/ Şapsığları olup bitenden  sorumlu tutuyor. Sayıları 'az' diyor, Rus da Şapsığ için aynısını söylüyor, Şapsığ nüfusu için 2002 yılında 3,231 rakamını vermişti Rus, bense o yıl, 2002 yılı resmi rakamlarıyla Soçi ve Tuapse'deki Adıge/ Şapsığ sayısının 8 bini aştığını (8,367 olduğunu) ve bunun kanıtlarını bir bir  makalemde  göstermiştim (bkz. "Adıge Özerkliğinin 90. Yılında Durum - 1", Cherkessia.net, 06 Şubat 2012).  

 

Şapsığ'dan daha az sayıda olup dili resmi dil olan ve özerklikten yararlandırılan Rusya halkları da var- Tsahur ve Tati gibi. Peki, diyelim,  kusur Şapsığ' da kalsın, 'yavuz hırsız' misali Rus’un hiç mi kusuru yok? Talep yokmuş! Tam tersine talep var:

 

1990 yılında 24 Şapsığ yerleşiminden gitme 500 kadar temsilci ve Şapsığ'ın katılımıylaŞapsığ Halk Kongresi toplandı, sınırları kuzeyde Novomihailovsk beldesi (burası dahil), güneyde de Şehape (Golovinsk) beldesi (burası da dahil) olmak üzere, Karadeniz kıyıları boyunca uzanan topraklarda özerklik ilan etti. Buraları aslında tarihi  Şapsığ topraklarının çok küçücük, minyatür  bir bölümü. Soçi, Gelencik, Novorossiysk, Anapa ve daha başka birçok yerdeki Şapsığ toprağı  dışarıda bırakılmış, Şapsığe için  sadece Tuapse kenti  talep edilmişti. Bu daraltılmış çerçevede Şapsığlar 1945’te ellerinden alınan özerkliğin (Şapsığ Ulusal Rayonu'nun) iade edilmesini istediler. Talep sonraki yıllarda da yinelendi. Şapsığların başvurmadığı, çalmadığı  kapı kalmadı. Tüm kapılar yüzlerine kapandı. Kovuldular, azarlandılar, alaya alındılar, aşağılandılar ve tehdit edildiler...

 

Belgeleri ortada.

 

Nasıl oluyor da 'talep yok' diyebiliyorsunuz Sayın Çetave? Ayıp olmuyor mu? Daha ne olsun ki? Bir halkın talebi, bir ulusun iradesi, sokaktaki sorumsuz kişilerin dediklerine göre değil, o halkın politik örgütleri ve  temsilcileri eliyle ortaya konur. Talepse işte  ortada...

 

“Savaş sonrası Türkiye ve Ürdün'e giden Suriyeli Çerkes sayısı kadar Kabardey Balkar ve Adiğey'e de geldi. Bu durumda Suriyeli Çerkesler anayurduna sokulmuyor demek doğru mudur?” diyor Sayın Çetave.  Bir kere, Türkiye ve Ürdün, Çerkeslerin anayurdu değil, karşılaştırılamaz, anayurt RF sınırları içinde ve  tüm soydaşların koşulsuz anayurda kabul edilmesi gerekir? Ama Rusya'nın  kapılarını Suriyeli Çerkeslere kapattığını  ‘Mısır’daki Sağır Sultan bile duydu’, demek ki bir tek siz duymamışsınız…

 

Halep oradaysa arşın burada, hadi Rusya sınırı açsın da görelim, zararı yok biz yalancı çıkalım, müfteri olalım. Yeter ki kapıları açsın, bunu göstersin.

 

Peki sığınmacı durumu, sayısı nedir; Türkiye ve Ürdün’ün kabul ettiği sayıda Suriyeli sığınmacıyı Rusya da  kabul etmiş midir? Dilerseniz durumu anayurttan yayın yapan  bağımsız Ğozerıpĺ (Гъозэрыплъ) internet sitesinin 10 Kasım 2013 tarihli  taze haberinden birlikte izleyelim, özetle şöyle deniyor haberde: Suriye’yi bu güne kadar 10, 000 üzeri Çerkes terk etti. Türkiye’ye sığınanların sayısı 5,500’ü, Ürdün’e sığınanlar da  2,500’ü aşmış durumda. Buna karşılık Kabardey-Balkar’a 800, Adıgey’e 600, Karaçay-Çerkes’e de 25 Adıge gelmiş durumda. Hepsi 1,500 (Hesaba göre daha da az, hepsi 1,425).


Şunu da soruyorsunuz: “Adiğey’e yerleştirilen Ruslar hakkında çeşitli rakamlar vermektesiniz. Ben bu konuda şunu söyleyebilirim: Adiğey'in nüfusu son 25 yılda artmamıştır. 450 bin civarındadır. Adiğe ve Rus nüfus oranları da kuruluşundan bu yana değişmemiştir”.


Bu sözlerinizden, yanılmıyorsam Adıgey’e yeni  Rus yerleşmeleri yapıldığı biçimindeki iddialar - iddialarım- doğru değildir, oransal anlamda değişen bir şey yok  demek istiyorsunuz. Ancak işin dahası da var. Hemen açıklayayım, dönüş çizgisinde yayın yapan Nart dergisine göre,“1989-2003 yılları arasında 123 bin 900 kişi Adigey’den ayrılırken, 155 bin 400 kişi de Adigey’e yerleşmiştir” (bkz. “Nart dergisi”,  sayı 36, s. 86). Yorumumda ayrılanları yerleşenler biçiminde yazmışım, bu teknik yanılmam, dikkatsizliğim  nedeniyle ayrıca okuyucudan özür dilerim. Yerleşimci sayısını, verdiğim rakamı   başka verilerle de doğrulayabiliyoruz, Kafkas Diasporası sitesinde belgeleri mevcut. Demek ki, 14 yılda, Adıgey'de 280 bin gibi büyük bir nüfus sirkülasyonu yaşanmış. Büyük bir rakam bu, Adıgey bir 'Yol Geçen Hanı' olmuş. Anlamı nedir bunun?..

 

Lazarevski'ye gitmekle bu sirkülasyonu algılamak olanaklı mı? Siz hep oradaydınız, algılayabildiniz mi bunu? Ama algılayanlar  var tabii...

 

Sirkülasyonun nedenini bilmiyorsanız, ben bildiğimi sandığım kadarını  söyleyeyim. Rus, Kuzey Kafkasya Okrugu yörelerini (Okrug cumhuriyetlerini/ Karaçay-Çerkes'ten Dağıstan'a 6 cumhuriyeti) kendi haline terk etmiş  gibi, ama kontrolü altında  tutmak istediği için olmalı, Adıgey konusunda çok daha titiz, durmadan yeni nüfus pompalıyor, Rus nüfusun azalmasını istemiyor, dengeyi korumak istiyor, ancak pompalanan bu  politik Rus nüfus Adıgey'i beğenmiyor, umduğunu da bulamıyor, Adıgey’i bir atlama tahtası olarak kullanıyor, ilk fırsatta da gelişmiş, iş bulma olanağı daha fazla olan  yörelere doğru kaçıyor, göç ediyor. Tıpkı, Türkiye'deki  Bulgaristanlı göçmenlerin yerleştirildikleri köylerden, bir süre sonra  kentlere kaçmaları, göç etmeleri  gibi. Bunun başka türlü bir açıklaması olabilir mi? Bilemiyorum...Sınaî üretimi olmayan bir tarım yöresine, teknoloji çağında, devletçe yerleştirilmediği sürece, Rus nüfus  ne diye gelip kitlesel anlamda yerleşsin ki? St. Petersburg, Moskova ve tonla yerin  suyu mu çıkmış?.. Sorayım Maykop kentindeki  Rus nüfus ne üretiyor?..

 

Adıge nüfus  çoğunluğu tarımcı ve hayvancı, Adıgey'deki Rus nüfus çoğunluğu ne yapar, ne üretir?..

 

İzninizle Rus yerleşimine ilişkin resmi ve çok taze bir başka bilgi daha sunayım:  24 Ocak 2012 tarihli ve resmi yayın organı Adıge mak gazetesinin bir haberi bu. Gazete, “RF Göçmen Dairesi’nin Adıge Cumhuriyeti Şubesinden açıklandığına göre, 2012 yılında dış ülkelerden gelmiş 16,890 kişi Adıge Cumhuriyeti’ne yerleşme izni aldı” diyor, sayı kendini yazdıran ve bildirimde bulunanların sayısı. Kaçaklar buna dahil değil (Türkçesi  için bkz. Şavko Aslanguaş, “Adıge Ülkesi Yol Geçen Hanı, Herkese Açık, Ama Adıge/ Çerkes Olmamak Koşuluyla…”, başlık bize ait, 26 Ocak 2013).

 

Bu resmi bilgi de mi bilginiz dışında?..

 

Gerçekçi düşünelim: Hemen her Kuzey Kafkasya cumhuriyetinde   Rus sayısı ve oranı azaldı, azınlığa düştü, bir tek Adıgey'de azalmadı ya da  çoğunluk olarak kaldı, 1959'da yüzde 23 olan Adıge oranı 2010'da, yani 51 yılda  2 puan artışla ancak yüzde 25 oldu (Karaçay oranıysa aynı dönemde yüzde 24'ten yüzde 41'e çıktı, 17 puan arttı). Şaşırtıcı değil mi?..

 

RF’ye ve anayurda ilişkin yeterli bir bilgi akışının olmadığını söylememi, seyahat işi gibi basite indirgememek gerekir, kolaycı bir açıklama olur bu, doğru da olmaz. Ben eksik bilgiden ya da bilgi alınamadığından, şeffaflık olmadığından  yakınıyor, bilgi sahiplerini göreve, araştırma yapmaya çağırmak istiyorum. Halkımızı ve dünya kamuoyunu aydınlatsınlar istiyorum. Bunu başka anlamlara yormamak gerekir.

 

Anlıyorum, Necdet Hatam ve Fahri Huvaj,  birer RF devlet memuru, bürokratlar, siz de Maykop'ta bir özel işletmecisiniz. RF yasalarına uygun hareket etmek, birer RF yurttaşı olarak, en başta gelen bir   yurttaşlık ödeviniz. Buna saygı duyarım. Sözlerim Rusya Federasyonu'nun kendisine değil, uygulanan antidemokratik politikalara yönelik. Şunu da bilirim, RF’de iktidar çizgisi dışına çıkan bürokratı hemen kapı önüne koyarlar. Bunu da biliyorum ve sizleri anlıyorum. Ama bu, kimseyi Rusya politikalarını eleştirisiz desteklemeye ve bu politikaları  dışa empoze etmeye de zorlamamalı. Özgür olunmalı.

 

Biz Türkiye'de yasalar çerçevesinde Türkiye politikalarını serbestçe eleştiriyor, gerektiğinde  kınayabiliyoruz. Sizler de öyle yapabilmelisiniz. Demokrasinin  gereğidir bu.

 

Rusya demokratlarının da politik çizgileri var. Bunları da öğrenmek ve akılcı  bir sentez  yapmak  gerekmez mi? Sözüm sizlere yönelik değil. Sorgulamasız Rus   politikalarını izlemek doğru olmaz, geriye tepebilir.  

 

Ayrıca dönüş lâfla olmaz. Özgürlük, güven, ekonomik güvence, şeffaflık ve yasal destek  gibi görevler yerine getirilmedikçe, orası için anayurttur diyerek kitleler, zor durumda değilseler, baskıcı  bir ülkeye gidip yerleşmezler. Zaten Rus, yerleşmeye izin de vermiyor. Ateşin ortasında   kalmış barışçı  Suriyeli Çerkeslerin anayurtlarına/ RF'ye sokulmadıklarını görüyoruz. Zor durumunda seni kapı önüne koyan bir anaya ne kadar anne denebilir ki?

 

Bir de şunu sorayım, Baltık ülkelerinden, Estonya, Letonya ve Litvanya gibi eski Sovyet ülkelerinden  dönüş yapan ya da St. Petersburg, Kaliningrad, Vladivostok   gibi gelişmiş yörelerden   Adıgey'e yönelmiş  bir Rus nüfus akışı var mı?.. Ama tarımcı Orta Asya ülkelerinden gelenler var. 1992'de ben oradayken de Kazakistan ve Kırgızistan gibi yerlerden gelip Tahtamukay'a yerleştirilen Ruslar için konutlar inşa ediliyor, Adıgey yönetimi de durumu bizlerden gizlemeye çalışıyordu. Niye? Demokrasi açıklık rejimi değil mi? Gizli işler çevirmenin nedeni ne olabilir? Demokraside gizli iş çevirene ve çevirmeye ne denir?.. Adıgey, anladığım kadarıyla, yerleşme yeri olarak, yoksul, üretici yanı gelişmemiş, teknik uzmanlığı olmayan köylü Ruslara gösteriliyor, ama yoksul Ahıska Türkleri ise kovalanabiliyor. Niye St.Petersburgluya Adıgey'e yerleşmesi söylenmiyor? Yerleşmez de ondan. Adıgey bu muameleye, bu aşağılanmaya   müstahak, lâyık olan bir yer mi?..Rus oblastlarına, yörelerine/ ŝoĺır/ шъолъыр bolluğuna kıran mı girmiş?..

 

Soruna bir de o açılardan bakmak gerekmez mi? 

 

Not: Makale Adıgehaber ve Cherkessia.net sitelerinde de yayındadır.

 
  Bugün 91 ziyaretçi (120 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol