adigehaber
  Tokat Yöresi Erbaa'nın Saklı Kalmış Çerkesleri - V
 

 

Tokat Yöresi Erbaa’nın Saklı Kalmış Çerkesleri – V

 

 

                                                

 

 

                                                                            V

 

 

 Kozlu’dan Av. Hapışt Zafer ile tanıştım, Ankara’da avukatlık yapıyor. Melgoşların evinin önünde oturuyorduk, Hatko Nuri, benim için, ‘Hukuk öğrencisi ve  meslekdaşın’ dedi.  Zafer bey de “Ankara hukuk mu?” diye sordu. “Evet son sınıftayım, aftan yararlananlardanım, sınavlara giriyorum,   alttan derslerim   var, bu nedenle  fakülteyi bu yıl bitirmeyi beklemiyorum” dedim. 

Diğer bir tanıştığım  kişi   Moskova’da bir Türk inşaat firmasında çalışan Yüksek İnşaat Mühendisi Branj Cihangir idi. Cihangir beni  oğlu ile de  tanıştırdı, 15 yaşlarında yakışıklı bir Adıge delikanlısı. Moskova’da  okuyor olmalı, Türkçe biliyor ama anadilini, Çerkesçeyi bilmiyor. Cihangir ayda bir görev gereği uçakla Krasnodar’a gittiğini, Maykop’a da uğrayıp oradaki Adıgelerle görüştüğünü söyledi. Oğlu ise henüz Maykop’u görmemiş.

                                                                              ***

Seminerin verileceği eski karakol binası tesislerine ulaştık. Geçen akşam televizyonda 1938 Dersim Katliamı sırasında katliamı yapacak askerlerin barınması için Dersim’de (şimdi Tunceli) inşa edilen  kışla binası gösterildi. Her tarafı dökülüyordu. Kürt aileler o dökük binada çaresiz barınıyorlardı.

Çerkes köyündeki  karakol binası ise, Dersim’dekine göre  saray sayılabilir. Ana bina, eklentileri, bina  içleri ve geniş bahçesi  tertemizdi. Duvarlar boyalıydı, kırık dökük bir şey, bir çöp kırıntısı bile  göremedim. Köylü gözü gibi bakıyor olmalıydı. Bahçede semineri izlemek üzere gençler, kadınlar ve  çocuklar toplanmıştı. Çocukların bir bölümü kursiyer olmalıydı. Thamateler namazdan sonra geleceklerdi,  topluluk onları bekliyordu

Kursa 30 günlük bir kurs süresi için 30 çocuk alınmıştı. Bu çocuklara Adıgece öğretiliyor, Adıge kültürü, Adıge gelenekleri, eski Adıge yaşamı ve Adıge tarihi üzerine bilgiler  veriliyordu. Zaman yetersizliği nedeniyle çocuklarla ilgilenemedim. Sadece, Tsey Yılmaz, seminer sonrası  8-9 yaşlarında bir kız çocuğuyla beni ayaküstü konuşturdu. Bu çocuk, öncesinden Çerkesçe bilmeyenlerdendi. Soramadım ama Erbaa’da oturuyor olmalıydı. Belki, annesi ya da babası bir Türk olabilirdi.  

Kıza, “Tevşıt?” (Nasılsın?) dedim, “Se sıdeğu, ve tevşıt?” (Ben iyiyim, sen nasılsın?) dedi. Kursta  işin derinine kaçmadan  basit cümlelerle çocukların Çerkesçeyle tanışmaları sağlanıyordu. Pratik ve akılcı bir yöntem. Çocuk da fazla zorluk çekmiyor olmalıydı. Çünkü ana baba, çocukların yanında, aralarında olsun Çerkesçe konuşuyorlardı. Yani çocukların çoğunun Çerkesçe ile bir aşinalığı, bir kulak dolgunluğu vardı. Çocuklarda ve ana babalarda Çerkesçeye karşı bir istek, bir öğrenme hevesi bulunduğunu gözlemledim. Bunu başka yerlerde de – beyinsiz, yoz ve bayağı kişiler dışında -  görmek olanaklı.

Adıge şair ve yazarlarından Semih Akgün’ün dediği gibi, Çerkes çocuğu, Çerkes bireyi gerçekten zeki olmalı. Öze, köke dönüş özlemi ete kemiğe bürünüyor. Eğitim ve zenginleşme geliştikçe bu eğilim daha da güçlenecek . Bunu da konuşmamda vurguladım.

Zorluk ana ya da babadan biri  Türk olduğunda görülüyordu. Bu takdirde ana baba sadece Türkçe konuşuyor, çocuk da Çerkesçeye uzak düşmüş oluyordu. Yine de o tür çocuklar Çerkesçe öğrenmek istiyorlardı.

***

Bir odaya geçtik. Burada Hacko Nurettin Ağın ve Baj Metin Baş ile tanıştım. Hacko Nurettin köyün thamatelerinden, tam bir Kafkasyalı Abzah tipi, efendi biri, bana Kafkasya’da gördüğüm birini çağrıştırdı, tanıştığımıza memnun oldum, biraz söyleştik.

Baj Metin ise ziraat teknisyeni, ilçe tarımda çalıştığını söyledi. Hafta sonlarını, fırsat buldukça köyde geçiriyor olmalı. ‘Köyde 60 adet arı kovanım var’ dedi, benim de yazlık bahçemde 8  kovanım var dedim. “Arılarım içinde bir cins var, kafanı kovanın içine soksan bile bir şey yapmaz, sokmaz. Son derece uysal bir cins. Ancak balı biraz sıvı olduğu için çoğaltmıyorum” dedi Metin bey.

Ankara’da tanıştığım bir Besleney  anlatmıştı. Karadeniz kıyısında bir Adıge/ Şapsığ köyünde ballı süt getirmişler. Bardakların üzerlerine arılar üşüşmüş imiş.  “Önce korktum. Ancak herkes arıları üfürüp sütünü içiyordu, ben de cesaret bularak öyle yaptım. Arıları sokmuyor” demiş, ilginç gelmişti bana. Metin’in Betmıthable’deki arıları da o cinsten olmalı.

Biz söyleşi yapıp otururken seminer salonu dolmuştu. Haber verildi, salona geçtik. Salonda thamateler, kadınlar, gençler ve çocuklar toplanmıştı. Yeni yeni  gelmekte olanlar da vardı. Salon doldu.

Masaya geçtik. Kozlu Kafkas Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Melgoş İlhami Demir açış konuşmasını yaptı. Derneğin çalışmaları hakkında bilgi verdi ve biz konuşmacıları topluluğa tanıttı.

Daha önce de belirttiğim gibi, Melgoş İlhami bir öğretmen ve  meslektaşım.  

                                                                                 ***

 

İlk konuşma bana verildi. Adıgece bir giriş konuşması yaptım ama Adıgece konuşmayı fazla uzatmadım. Çünkü, asıl hitap etmem gereken çocukların çoğu  Çerkesçeyi iyi  bilmiyordu, ayrıca şive, Abzah Şapsığ  farklılığı  vardı.  

Konuşmamda Adıge ulusunun çok eski bir ulus olduğunu ve bozulmadan bugüne değin ayakta kalmayı başardığını vurgulayarak konuya girdim. Adıgelerde korkakların, tembellerin ve yalancıların sevilmediklerini, saygı görmediğini, savaştan kaçanların, kötü ve ahlaksızca  işler çevirenlerin damgalandıklarını,  toplum dışına atıldıklarını, öylelerini hiçbir topluluğun kabul etmediğini, toplum dışına atılmanın ölümden beter bir ceza olduğunu, bu nedenle herkesin kurallara uymak zorunda kaldığını, bir Adıge’nin komutanı tarafından geri çekilme emri verilmeden asla cepheden kaçmadığını, korkup kaçan bir Çerkes’in öldürülmekten beter duruma düşebileceğini, korkup kaçan bir Çerkes’in başına gelenin, ünlü Rus şair ve yazarı, Çerkes dostu Lermontov’un “Savaş Kaçkını – Harun” öyküsünde anlatıldığını, casusların ve düşmanla işbirliği yapanların öldürüldüklerini söyledim.

Bir başka açıdan Adıgeler barışa değer verir, örneğin düşman ulustan olsa bile silâhsız ve korunmasız kişilere, zarar vermedikleri sürece ilişmezlerdi. Örneğin, 1838’de istilâcı Ruslar Karadeniz kıyılarına, topçu desteğinde  çıkarma yapmış, Çerkeslerle çarpışıyorlardı. Silâhsız ünlü Rus ressamı Ayvazovski  bir köşede durmuş, çarpışmayı resmediyordu. Çerkes savaşçılar Ayvazovski’yi gördüler ama rahatsızlık vermediler.

                                                                               ***

Binlerce yıllık bir geçmişimiz var. En eski, binlerce yıllık Adıge geçmişimizi öğrenmemiz için, tamamen bize ait olan iki temel kaynağımız, tapu senedimiz  var. İlki, Nart destanında anlatılanlar, Adıge söylentisi/ orıuate. Destanda Adıge atalarının su, su altı ve yer tanrıları, perileri ile de bir arada yaşadıkları, onlarla  evlilikler yaparak çoğaldıkları anlatılıyor. Sözgelişi “Nartların Altın Elma Ağacı” (Nartme ya dıŝe  mıerıse çıǵ) öyküsü buna bir örnektir.

İlk çalışma aletlerinin, orak, kazma, maşa, saban, kılıç ve bunlar gibi sayısız aletin  Nart Ĺepŝ, Ĥudımıĵ, Debeç ve Set kardeşler gibi usta demircilerin elinden çıktığı,  ilk kez üretildiği, Ekinler tanrısı Thağelıc’ın tarımı insanlara, destandaki adıyla Nartlara öğrettiği, toprağın sürüldüğü, hayvan beslendiği, hayvanların koruyucu tanrıları olarak da Mezıtha, Ahın (Axın) ve Amış’ın kutsandığı çarpıcı bir dille anlatılır.

Mezıtha orman, av hayvanları ve avcılar tanrısıydı, av hayvanlarının çiftleşme ve gebelik dönemlerinde avlanmaları halinde kızıyor, hayvanları o yıl boyunca avcılardan kaçırıyor ve  av mevsimi bereketsiz geçiyordu. Burada  doğayı, çevreyi ve hayvanları koruma anlayışı yansıyor.

Ahın büyükbaş hayvanlar tanrısıydı. Hayvanların üremeleri ve hastalıklardan korunmaları konusunda yardımı için her ilkbahar sürüdeki beyaz  bir düve kurbanlık olarak seçilirdi. Düvenin, böğürme sesinden Axın tarafından beğenildiği kabul edilir, sütle yıkanır, ardından kutsal orman Thaçeğ mez’e gidişine değin izlenir, orada hangi  yerde oturursa  duası yapılarak o yerde Ahın için kurban edilirdi.

Adıge söylentisinin, mitolojisinin anlattığı bütün bu şeyler, arkeolojik kazılar yoluyla, topraktan çıkarılan eşyalarla bir bir doğrulanıyor. Yani Adıge anlatıları gerçekçi, doğa, çalışma hayatı ve toplumla iç içe. Fransız yazar F. Dubois, “En eski, antik geleneğini Adıgeler kadar koruyabilmiş  bir başka halk yeryüzünde yoktur” diyor. Binlerce yıldan beri Adıgeler kişiler tarafından değil, kendi özgür iradeleriyle kendilerinin seçimle oluşturdukları “khase”ler (xaseler)/ meclisler tarafından yönetildiler. Bunun böyle olduğu Nart destanında ve söylentilerde de anlatılır.

Arkeolojik kalıntılar yönünden Adıge toprağı/ Çerkesya  çok bereketli bir toprak. Belirlenmiş 50 bin kazılacak yer, “uaşhe”/ kurgan/ yığma mezar yeri var, bilinmeyen yerler bu sayının dışında, Adıge arkeologları bu gibi konularda titizler, dedim. Bu vesileyle ünlü Adıge bilgini ve arkeologu Tev Aslan’ın adını anayım ve buradan ona ve diğer Adıge arkeologlarına bir selâm olsun yollayalım.

Bu arada bir izleyici, “Birkaç yıl öncesine değin Kafkasya’dan  Adıge grupları, biliminsanları, araştırmacılar geliyorlardı, köyümüze de gelmişlerdi. Artık gelmiyorlar. Niye?” diye sordu.

Gelen kişiler oradaki zengin kişilerin, son seçilmiş Adıgey Başkan Ŝevmen Hazret ve yurtsever  Ćermıt Muhdin gibi varlıklı kişilerin maddi desteğiyle buralara geliyorlardı.  Rus devletinin kasasından  kapik çıkmaz, çıksa bile bu para işbirlikçilere, DÇB gibi yandaş örgütlere verilir. Gelenler burada  Adıgeler tarafından ağırlanıyor, gezdiriliyor, anayurttaki Adıgelerin maddi yükü hafifletilmiş oluyordu, dedim.

Şimdi, bir profesör, kendi parasıyla zor gelir,  ayda 300 – 400 dolar  maaş alır. Bu  parayla, yani 600 – 800 liraaylık  ile Kozlu’dan İstanbul’a gider gelirsin ama Kafkasya’dan Kozlu’ya, Düzce’ye, Aydın’a gidemezsin. Adıge profesörü hangi parayla  buralara gelsin ki? Rus, Adıgeleri iliklerine değin sömürüyor. Bu arada Orhan Veli’nin meşhur “Delikli Şiir”i aklımdan geçti:

Cep delik, cepken delik,

Kol delik, mintan delik,

Yen delik, kaftan delik,

Kevgir misin be kardeşlik !

 

Moskova’da çalışan Branj Cihangir el kaldırdı, “Rus profesör de Adıge profesörle aynı parayı alıyor” dedi. “Doğru, almasına alıyor ama iş orada kalmıyor. Rusya bütçeden arkeolojik kazılar  için Moskova,  St. Petersburg  ve diğer  Rus üniversitelerine milyarlarca ruble değerinde tahsisat ayırıyor, bu parayla Rus arkeologlar Adıgey’e de gelip kazı yapıyorlar, yolluk ve ücret alıyorlar, buldukları eski eserleri Yunanlılara mal etmeye, “bilim adına” ülkemizi, kültürümüzü ve tarihimizi bizden çalmaya, yok etmeye çalışıyorlar. Adıge üniversitelerine ise zırnık  bile koklatmazlar, cumhuriyetlerin hiçbirinin AB’deki gibi bir mali özerkliği de yok” dedim.

                                                                               ***

 

Konuşmaya devam ettim. Eskiden Adıgelerin yeryüzünün en büyük ve en kalabalık uluslarından biri olduğunu, veba gibi salgın hastalıklar yüzünden sayılarının azaldığını söyledim. Vebanın düşmanlar tarafından çeşitli yollarla Adıgelere bulaştırıldığını, nedeninin de verimli Adıge topraklarını ele geçirme, Adıge varlığını ve insanını yağmalama amacı olduğunu söyledim. Adıgeler vebaya “Yemıne vız”, veba hastalığını yayan ve Nartlara düşman olan yaratığa  da “Yemıneĵ” diyorlardı, algılamaları öyleydi.

“Yemıne şıv” (Veba yayan atlı) deyimi de Adıgelerde yaygındır, dedim. Veba nedeniyle sayıları azalan Adıgelere Hunlar ve Avarlar gibi doğudan gelen  göçebe halkların saldırdığını, bu vahşi kavimlerin Adıgelerin çoğunu öldürdüklerini, para edecek Adıgeleri  esir pazarlarında sattıklarını, Mısır’daki Çerkes Memlûk Sultanlığı’nın o yolla kurulduğunu, güvenilir, kişiyi satmayan, yemin verdiği kişiye ihanet etmeyen kişiler oldukları için kralların ve devlet başkanlarının korumalarını Çerkeslerden seçtiğini, söz gelişi Napolyon Bonapart’ın yakın korumalarının Çerkes  olduğunu, Mustafa Kemal’i Samsun’a çıkışında Çerkes ler tarafından korunduğunu  anlattım. “Çerkes desteği olmasaydı Mustafa Kemal asla başarıya  ulaşamazdı” dedim.

                                                                                  ***

Çerkesler önceleri Ukrayna ve Rusya içlerine doğru yayılmışlardı. Saldırılar sonucu Karadeniz kıyısındaki sanayi ve ticaret kentleri  vahşi/ göçebe kavimler tarafından yıkıldı ve yağmalandı. Verimli Çerkes toprakları istilâcıların eline geçti. Dış ve iç ticaret sona erdi. Beraberinde ekonomik çöküş ve yoksullaşma geldi, Adıge yazısı da yok oldu.

Ancak dağlar, dağlarımız halkımızı korudu. Dağlarımız halkımızın aşılmaz kaleleriydiler. 1864 yılına değin Adıgeler bu dağları kimsenin aşmasına izin vermediler. Düşman dağlara sokulmaya, içerilere dalmaya cesaret edemiyordu. Dalmaya kalkışanın tepesine kocaman kayalar yuvarlanıyor, ok ve mızraklar yağıyordu.

Çerkesya dağları düşman için bir korkulu rüyaydı.

Adıgeler yüzyıllar süresince dağılmış halde sığındıkları Kafkas Dağlarında barındılar ve oralarda yeniden çoğaldılar. Bunun sonucu olarak farklı yörelerde, birbirinden kopuk  yaşam sonucu farklı lehçeler de oluştu: Abzah, Kabardey, Şapsığ, Besleney, Bjeduğ, K’emguy gibi. Ama bunların hepsi Adıge’dir ve kardeştir, birlikte ulusu oluşturur.

Düşman Adıge toprağının çoğunu, verimli yerleri, düzlükleri ele geçirmeyi başarmıştı ama dağları, Adıge karakterini, kalbini ele geçiremedi, Adıge geleneğini yozlaştırmayı, yok etmeyi başaramadı. Türk tarihleri Çinli casusların Türk beylerini evlilikler yoluyla nasıl kendilerine bağladıklarını, onları içki, zevk ve eğlenceye alıştırdıklarını, Türk törelerini bozduklarını yazarlar. Bu gibi taktikler Adıgelere sökmedi.  Adıge, düşmanın karşısına birey (bey) olarak çıkmaz, bir ulus, bir bütün halinde çıkardı. Ulusu da Xase (Meclis) temsil ederdi, ulus yetkiyi, kim olursa olsun tek kişiye vermez, işi şansa bırakmazdı. Sonuç olarak, Adıge, Adıge olarak kaldı. Yeryüzünün en temiz ve en güzel toplumu olmayı sürdürdü. Adıgeler İlkçağ ve Ortaçağ boyunca istilâ altındaki topraklarını geri aldılar. Ancak bu kez de yeni düşmanlar belirdi. Adıge toprağı bereketliydi, Adıgelerin buğdayı, hayvanı vardı. Düşmanların gözü Adıge toprağında, toprağın bereketindeydi. Düşmanların sonuncusu da Ruslar oldu. Rus’un gözü de Adıge toprağındaydı.

                                                                                   ***

 

Ruslar planlı bir biçimde Kafkaslara doğru ilerlediler. Rusların iyi yetiştirilmiş, ileri görüşlü devlet adamları, diplomatları ve generalleri vardı. Hepsinin kalbi Çar/ İmparator, Rusluk ve Kilise için atıyordu. O uğurda, yağma ve talan için herşeyi yapıyor, katliam ve soykırım gibi suçlar işlemekten kaçınmıyorlardı. Generallerle papazlar el eleydi, yedeklerinde yağmacı Kazaklar vardı. Rus ilerleyişi  Osmanlı Devleti ile İran’a da yönelmişti. Bu iki  ülke İngiliz çıkar alanı önünde Rusya’ya karşı birer siper, birer  set, tampon devletler konumunda idiler. İngiliz bu iki devleti gözetiyordu. Kırım Savaşı bunun için yapılmıştı. Adıgelerin ve siperin ötesindeki  devletlerin Rus  ilerleyişini durduracak,  Rus’u geriye püskürtecek  güçleri yoktu. Ortodoks Kafkasyalılar (Ermeni, Gürcü, Oset ve Abhazlar), Dağıstan hanlıkları, yerel köy derebeyleri  (pşı, özden tabakası)  Rus işbirlikçileri idiler.

Adıgeler ve  Kırım Tatarları, İngiliz çıkar alanının, siperlerin dışındaydılar ve İngiliz koruma kalkanından yoksundular. Bu sayede Ruslar, Kırım’ı yutmayı, Osmanlıları ve İranlıları Kafkasya’dan atmayı başardılar. 1829 Edirne ve 1856 Paris antlaşmalarından sonra Adıgeler tam bir Rus çemberi, kuşatması içine alındılar. 1856 Paris Antlaşması gereği, Karadeniz savaş gemilerine ve cephane yüklü gemilere kapatılmıştı. Bu yasak  Adıgeleri vurdu, kaçak yolla da olsa silâh ve cephane temin edilemez oldu.

Emperyalizm büyük sermaye çevrelerinin, firmaların kârına bakar, 1 milyon Adıge öldürülmüş, 1 milyonu Ruanda’da satırlarla doğranmış, umurunda olmaz, sadece paraya, kazancına bakar. Böyle bir bir dünya dün de, Adıgeler zamanında da vardı. Önemli olan bu kötü politikayı dengelemek, etkisizleştirmeye çalışmaktır. O zaman için Adıgelerin buna gücü yetmiyordu.

Mücadele Adıge verkleri (vorkları), soyluları önderliğinde yıllarca, en son 36 yıl boyunca  sürdü. Adıge önderler tarihin tanıdığı en yetenekli ve dahi komutanlarındandır. Tığuĵıko Kızbeç ve Brakıy Ĺepŝhać sadece iki örnek. Kızbeç , Şerełıko  ailesindendi, onca Rus ordusunu dağıtmıştı; Satruk Kalesi’nden Rusları atan Adıgelere de o komuta ediyordu. Adıge şehit ve yaralıların kafalarını kestirip kazıklara geçiren, Almanya’daki  müzelere gönderen sapık Rus generali Zass’ın işbirliği önerisine Brakıy Ĺepŝhać  “Senin önerini kabul etmektense cenazemin kalkmasını yeğlerim” yanıtını vermişti.

Tarih böylesine yiğit ve dahi komutanları, özgürlük savaşçısı Adıgeleri asla unutmayacaktır. Özellikle gençlere ve çocuklarımıza söylüyorum. Sizler işte bu eşsiz Adıge kahramanlarının torunlarısınız!  Asla bunu unutmayın!

                                                                  ***

Sonunda, silâh tekniği ve sayı üstünlüğü sayesinde Rus, dağları aştı, Maykop’tan Karadeniz’e kadar uzanan geniş bir alanı ele geçirdi ve Adıgelerden temizledi.  500 binden çok Adıge Ruslarca öldürüldü. Adıgeler tamamen yok olmamak için ateşkes imzalamak ve savaşa son vermek zorunda kaldılar. Rus bütün Adıgelerin gemilere binip Osmanlı topraklarına göç etmeleri koşuluyla  ateşkese ve katliamı durdurmaya yanaştı. Bu bir soykırım olayıdır.

Adıge toprağı insansızlaştı, ıssızlaştı, yok edildi, ardından Rus hükümeti dalga dalga getirdiği Rus yerleşimcileri  Adıge toprağına yerleştirdi. Tarihi Adıge ülkesini bir Rus ülkesine dönüştürmeye çalıştı. 1864 yılının Rusyası ile bugünkü Rusya arasında, öz olarak, hiçbir fark yok. Dünkü Rusya Adıgeleri üçüncü bir ülkeye sürmüştü, bugünkü Rusya bir avuç Suriyeli Çerkes’in Rusya’ya girişine izin vermiyor.

Bugün eski Çerkesya toprağında, Rus nüfuslu bir alan içine dağılmış  4 ayrı adada 700 bin gibi küçük bir Adıge nüfusu kalmış bulunuyor, çoğunluk Türkiye, Suriye, Ürdün ve 50’den çok ülkeye dağılmış durumda.

Rus 1864’te Çerkeslere karşı soykırım, etnik temizlik ve toplu sürgün suçlarını işledi. Ama Rus bunu kabul etmiyor, inkâr ediyor,  tarihi değiştirmeye kalkışıyor. Güya Çerkesler Rus yönetimi altında yaşamak istemedikleri için kendiliklerinden kalkıp Türkiye’ye göç etmişler, diyor; Rus’un özrü kabahatinden büyük.

Bugün Gürcistan Parlamentosu 20 Mayıs 2011’de Çerkes soykırımını tanımış bulunuyor, 16 Mayıs 2014’te de Ukrayna Parlamentosu’na Çerkes soykırımını  tanıması için başvuru yapıldı. Sırada Polonya, Litvanya, Letonya, Estonya, Finlandiya ve Moldova  gibi dost ülkeler var.

                                                                                 ***

Dilimize gelince, dilimiz çok güçlü bir dil, bir konuyu hızlı kavramaya ve anlatmaya yatkın bir dil, onu öğrenmekle işlek bir zekâya kavuşacağınızı, biliminsanı olabileceğinizi  bilmelisiniz. Biz bu fırsatı kaçırdık, çünkü bilinçsizdik, siz bizim gibi fırsatları kaçırmayın!

Ulusumuz Қeraş Tembot, Śey (Tsey) İbrahim, Hadeğałe Asker, Şhalaho Abu, Şogentsuk Ali, Қışoko Alim, Meşbaše İshak gibi dev yazarlar ve şairler yetiştirmiş bir ulus.

Özgün bir müziğimiz, danslarımız ve ulusal kıyafetlerimiz var. Dipdiri ayaktayız.

Ben konuşmamı burada bitiriyorum. Yılmaz bey Adıge Dil Derneği ikinci başkanı, dil konusunda sanırım size gerekli bilgileri verecektir.

Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim.

(Not: Konuşmamı, zaman darlığı nedeniyle  yer yer özetleyerek verdim)

                                                                 ***

 

Yılmaz bey Çerkesçe konuştu, öncelikle Kafkas Dilleri şemasını sundu. Güney Kafkas ve Kuzey Kafkas Dilleri diye iki büyük küme olduğunu, Kuzey Kafkas Dillerinin de Batı ve Doğu diye iki kümeye ayrıldığını söyledi. Abhaz, Adıge ve Vıbıh dilleri Kuzeybatı Kafkas Dilleri grubunda yer alıyor, dedi. Son dönem Adıge yazısının anayurtta ve diasporada ortaya çıktığını, ilk alfabenin Arap harflerine dayandığını söyledi. Arap harfli Adıge alfabelerinin Kabardey’de 1923, Adıgey’de 1927 yılı sonuna değin kullanıldığını, bunu Latin esaslı alfabelerin izlediğini açıkladı. Kabardey’de 1936, Adıgey’de de 1938 yılından beri Rus Kiril alfabesinin kullanıldığını bildirdi.

Şu an Türkiye’de dil kaybı biçiminde büyük bir asimilasyon süreci içindeyiz, süreci durdurmak, kesmek için çalışmamız gerekiyor, bunun için herkesin rahatça okuyabileceği Latin esaslı bir Adıge alfabesine gerek var, bunu hazırladık, ancak biraz geç kaldık, Kaffed Türkiye’de kimsenin bilmediği Kiril alfabesini Bakanlığa sundu ve kabul ettirdi. Böylece sorun  baltalandı ve güdükleştirilmiş oldu, dedii.

“Kaffed’in Kiril alfabesi için gerekçesi, anayurtta o alfabenin kullanılmakta, çok sayıda kitabın o alfabeyle yazılmış olması. Bunlar yanlış bilgiler değil, ama  gerekçe olamazlar. Çünkü internet  çağında yaşıyoruz. Kiril/ Rus  alfabesiyle yazılmış  500 sayfalık bir kitabı çevirmatik aygıtı aracılığıyla  birkaç dakika içinde Latin alfabesiyle Adıgeceye aktarmak artık çok kolay.

Bu bakımdan Kaffed yönetimi, Moskova ve DÇB doğrultusunda hareket ederek halkımıza, Adıge geleceğine  büyük bir zarar vermiş oldu.

Bugünkü dil durumumuzu, berbat durumu yaptığımız bir anket sonucuna göre açıklayayım. Dil bilme konusu maalesef ters bir piramide dönüşmüş. Buna göre, Adıgece bilme oranı 70 yaş ve üzeri kesimde  yüzde 96;  5 yaş ve altı nüfus içinde de yüzde 3,5. Bu projeksiyon Adıge dili için bir ölüm fermanı anlamına geliyor. Maalesef doğru, gerçekler böyle. Bu korkunç gidişi Moskova önerileriyle, Kiril alfabesiyle Türkiye’de durdurmak olanaksızdır.

Bu anlayışla, merkezi Konya’da olmak üzere Adıge Dil Derneği’ni kurduk, geniş bir katılımla genel kurul toplantısı da yaptık, alfabe ve okuma kitapları hazırladık. Önceliği şimdilik Kaffed aldı, bize engel oldu, ancak yılmayacağız, Latin esaslı alfabeyi kabul ettirmek ve o alfabeyle eğitim için çalışmalarımızı sürdüreceğiz,  dedi özetle.

Tsey Yılmaz konuşmasını Çerkesçe yaptı, daha sonra Türkçe bir özet tekrarını da yaptı.

 
  Bugün 54 ziyaretçi (67 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol