adigehaber
  Güncel Sorunlar ve Değerlendirmeler
 

Güncel Sorunlar ve Değerlendirmeler

Hapi Cevdet Yıldız

Anayurtta, RF'de (Rusya Federasyonu) seçim hazırlığı var, cumhuriyetlerde L’ışha/ Eşhatet (cumhuriyet başı), illerde de vali seçimleri yapılacak, Türkiye ve Suriye’de de önemli gelişmeler gündemde. Anayurttaki pek de uygulanmayan statüler, bazı dönüşçü çevrelerimizce, herhalde romantik bir havanın da etkisiyle  olmalı, en azından yirmi yıldan beri alabildiğine abartılmış, güzelleştirilmiş  ve propaganda edilmişti. Biz de bu kampanyaya, kenarından da olsa katılmıştık: 1992 anayurt ziyaretine değin...

***

Bu ilk dönüşçü arkadaşlar, “İşte cumhuriyet, işte egemenlik (- cılız bir 'iç egemenlik' söz konusu-), işte anayasa, işte parlamento, işte bayrak, işte devlet arması… Bir federasyonda bundan daha çok  ne beklenebilir ki? Fazlasını beklemek, elini taşın altına sokmaktan kaçınmak, yükün tamamını anayurttaki bir avuç insanın sırtına yıkmak hakka reva mıdır?..” diyorlardı. Bir avuç insan...aslında o bir avuç insandan, o bir avuç insanın sorunlarından söz eden yoktu, sadece pembe vaatler, “anayurda dönüş yolu açıldı” gibisine temelsiz sözler havada  uçuşuyordu...Şimdiki Başkan/ L'ışha Thakuşın Aslan da, atandığı ilk yıllarda öyle demiyor, umut dağıtmıyor muydu? Gelirimiz az, gelirimizi binlerce  dolarlara çıkarmalı  ve Adıgey'i  bir çekim merkezi haline getirmeliyiz demiyor muydu?…Bir de şimdi, 20 yılda  gelinen noktaya bir bakmalı...

Sanırım  bu dönüşçü arkadaşların kendileri de inanıyorlardı kendi söylediklerine.

***

L'ışha/ Cumhuriyet Başı Thakuşın Aslan, şimdilerde, sanırım Putin'in ya da Birleşik Rusya partisinin kuvvetli bir desteği olmadığı sürece   seçileceğe pek benzemiyor.

Maykop’ta okuyan bir gence sordum, “Thakuşın Aslan Adıgeler ve Ruslar tarafından pek tutulan biri değil, ama Putin ve Adıgey Başbakanı Kumpıl Murat seviliyor” dedi.

Sözün kısası, nedenini pek bilmiyor olsak da, Putin Adıgelerce sevilen biri.

Bu gibi konulara girmeden, geçmişe bir göz atmanın, neyin ne olduğunu bilmenin yararlı olabileceği düşüncesindeyim.

***

Geçmişin kısa bir muhasebesi

Sovyetler 1970’lerdeki Afganistan müdahalesine değin, dünya çapında bir süper güç ve iki kutuplu dünyada bir tarafın lideri olarak tanınıyorlardı. Sovyetler kötünün yanında, geçmişte kuşkusuz iyi şeyler de yapmışlardı. Örneğin, Milletler Cemiyeti ve BM, sadece sömürge ülkelere ve sömürge halklarına “kendi geleceğini belirleme hakkı" tanır, diğer ezilen  toplumları/ ulusları (devlet içi halkları, örneğin Baskları, Katalanları, İskoçları, Kürtleri, vb) yok sayarken, Lenin döneminin Rusyası (1917- 1924) en küçük Sovyet toplulukları için bile alfabeler düzenletmiş, anadilinde okullar açmış, en küçükler için bile özel yönetimler oluşturmuş (o zamanlar birkaç bin- 50 bin nüfuslu Şapsığ Cumhuriyeti ve ardından daraltılmış Şapsığ rayonu yönetimi örneğinde olduğu gibi), çok sayıda özerk cumhuriyet, özerk oblast (il), okrug ve rayon (ilçe) yönetimi kurmuştu. Tabii, o sıralar Stalin geri plandaydı ve tırpanı henüz eline almamıştı. Hayret, bu yıl bir üniter devlet olan İngiltere, referandumda İskoçların istemesi durumunda, İskoçya'nın bağımsızlığını tanıma konusunda İskoç Özerk Yönetimi ile bir anlaşma yapmış bulunuyor. Referandum 2014'te yapılacak (1). Çok önemli bir gelişmedir bu, üniter devlet bağlamında bir  ilk örnektir. Bu geçtiğimiz yıllarda da, RF'de, Karaçay- Çerkes’te, Adıge kesimi toprakları üzerinde, 1924- 1945 yılları arasında yaşayan Şapsığ Özerk Yönetimini andırır bir biçimde birer Abaza (1 Haziran 2006’da kuruldu, 2010’da 17 bin 69 nüfuslu) ve Nogay rayonu (17 Ekim 2007’de kuruldu, 2010’da 15 bin 659 nüfuslu) oluşturulduğunu görüyoruz, ama aynı Rus, Şapsığ Ulusal Kongresi'nin 1990 yılındaki özerklik ilânını görmezlikten geliyor, üstüne üstlük eski Şapsığ rayonundaki Şapsığ okullarını kapatmaktan ya da eğitimi tamamen Rusçaya dönüştürmekten de geri durmuyor...Soçi yörelerini Ruslaştırma niyetinin bir göstergesi değilse, nasıl açıklamalı  bu durumu?..

***

Konuya dönelim, Sovyetler Afganistan’a girmekle batağa saplanıp kaldılar. Müdahaleci Rus, Afganistan'ı, 1860'ların kimselerden yardım görmeyen kuşatılmış/ tecrit edilmiş, biçare/ zavallı, ama o denli de onurlu Çerkesyası ile karıştırmış olmalıydı... Pakistan’daki mülteci kamplarında toplanmış milyonlarca mülteci, Suudi petro- dolarları ile besleniyor, içlerinden seçilmiş gözü pek direnişçiler ve aileleri Suudi fonlarından maaşa bağlanıyor, ABD silâh, Çin ve Pakistan da eğitim veriyordu. Mülteci sayısı çoğalsın diye Suudiler kesenin ağzını iyice açmışlardı.

Afganlı için ‘kâfirle’ [Rusla] yapılan savaşta ölmek, “Cennetin kapısının anahtarını ele almak” demekti. Öyle eğitiliyorlardı ve öyle inanıyorlardı. Afganlı'yı hafife alan Rus,  başına belâ almış oldu. Afganlı direnişçi, giderek  ABD ve Çin silâhları ile Rus uçak ve helikopterlerini bıldırcın gibi avlamaya başladı...Şimdi, Türkiye de benzeri bir tehlikenin, belânın eşiğinde. Suriye macerası Türkiye için yıkım olabilir.

***

Sovyetlerin çöküşü

Adıgeler Yej zim’eğıjşurem ha eğın yeşte” (Ежь зим1эгъыжьшъурэм хьа 1эгъын ещтэ/ Kendi kendisini geçindirmekten aciz kişi, bir de bakacak köpek alır) derler.

Silâh dışında, teknolojisi ve rekabet gücü kalmamış ya da iyice zayıflamış, üretmeyen, her şeyi propaganda ve yalana kalmış olan Sovyetlerde, hakim Brejnev/ parti diktası, Afganistan müdahalesiyle bardağı taşırmış, kendi altını oymaya başlamıştı. Çerkeslere yapılanı gibi sivil bir nüfusu toptan yok etme ya da   topraklarından denizaşırı sürme dışında Rus'un bir seçeneği yoktu, ancak Afganistan bir kara ülkesiydi, sürdükleri ya da kaçırttıkları sınır ötesi Pakistan'da toplanıyor ve bumerang gibi Rus'u vuruyordu. Rus, sonunda, işbirlikçilerini bir başlarına bırakıp   Afganistan'dan kaçtı, iyi de yapmış oldu. Bu da Rus'un öyle fazla korkulacak  bir güç olmadığını  göstermiş oldu.

Hani, Sovyet siyasetinde “yanılmazlık ilkesi” vardı... Adalet isteyen çok sayıda saf ya da aldanmış kişi de bu tür dogmalara/ uydurmalara inanmıştı. Şaşırmamak elde değil, “Genar” romanı yazarı rahmetli Osman Çelik, 1980’lerde, Afganistan müdahalesiyle Sovyetlerin inişe geçtiği ‘kehanetinde’ bulunmuştu. Çelik’inki antikomünist nefretinden  kaynaklanıyor olabilirdi.

Tabii Sovyet çöküşünün nedeni sırf müdahaleye bağlanamazdı. Müdahale olmasa bile, çöküş kaçınılmazdı.

Çünkü üretmeyen ve rekabet edemeyen, halkını, özellikle Rus olmayanları inleten aşırı Rus milliyetçisi ve totaliter bir sistem söz konusuydu.

***

Brejnev döneminde Sovyetlerin temel geliri, enerji/ petrol ihracatından elde edilen paraya dayanıyordu. Sovyet sanayi üretiminin yeri ise, çoğunlukla çöplüktü. Bunu bilen ABD Başkanı Reagan, Suudi rejimini ikna etmeyi, petrol üretimini aşırı artırtmayı, petrol fiyatını iyice düşürtmeyi sağladı. Parasız ve zorda kalan merkezi planlamacı Sovyet ekonomik sistemi çatırdayarak çökmeye başladı, ama durum gizlenmeye çalışıldı. Çöküş, izleyen Gorbaçov döneminde hızlandı ve gizlenemez hale geldi.

Yumuşamayı Gorbaçov’un demokratlığına yoranlar da çoktu. Oysa arabanın lâstikleri balon yapmış, balonlar da patlamaya yüz tutmuştu.

***

O sıralar bizim darbeci  Evren paşamız ve şürekâsı da, 'Rus ve komünizm tehlikesi' diyerek ABD çıkışlı ‘Yeşil Kuşak’ düzenlemeleri ve insan avı yapıyor, ülkenin geleceği olan eğitimli gençlerimizi, parlak beyinleri  kırıp geçiriyor, 'laik eğitime' darbe indiriyor, gençleri asmak için de peş peşi sıra idam sehpaları kuruyordu...

ABD Başkanı Reagan ise, Sovyetlerin can damarını keşfetmiş, Rus’un gırtlağını sıktıkça sıkıyordu…

Zora düşmüş olmasa, gaddar Sovyet rejimi, ‘etrafa gülücükler dağıtmaya’, yeniden anadilinde eğitime (2), reformlara, glasnost ve peresteroyka’ya hiç izin verir miydi? Şimdi veriyor mu, verdiklerinin çoğunu  geri almadı mı?

22 bin tutsak Polonyalı subayı, savaş hukukunu hiçe sayarak Katin ormanlarında kurşuna dizen, gizlice gömüp suçu Nazilerin üstüne atan, sıra sıra cinayetler işleyen, 10 Sovyet halkını toplu halde Sibirya’ya süren, ek olarak, Şapsığlar da dahil 50 küçük Sovyet halkına zulüm uygulayan, Macaristan ve Çekoslovakya baharlarını tankların paletleri altında ezen Sovyetlere o sıralar ne olmuştu? “Kırk yıllık Yani, yoksa Kâni mi olmuştu?”

Sovyetlerin son dönemi, Gorbaçov dönemi (1985- 1991). Gorbaçov ve ekibi, Sovyetleri dağıtmadan/ un ufak etmeden dönüştürmenin, ülkeyi/ Sovyet bütünlüğünü kurtarmanın yollarını arıyordu. Peki, bu kokuşmuş sistem yaşatılabilir miydi?..

***

Çöküş öncesi

Baltıklardan, galiba Finlandiya’dan havalanan bir çocuk, tek motorlu uçağıyla, şaşkın bakışlar altında Moskova’da bir ana caddeye iniyor, Rus savunma sisteminin haberi bile olmuyordu. Nerede kalmıştı süper devletlik?..Rus savunma sistemi, 1826’da küçücük bir isyancı Yunan birliği karşısında Misolonki’de çil yavrusu gibi dağılan ve tabana kuvvet kaçan koca yeniçeri ordusunun ya da 1912 Balkan Savaşı’nda küçücük Bulgar Ordusu karşısında bozguna uğrayan koca Osmanlı Ordusu’nun düştüğü utandırıcı duruma düşmüş olmalıydı.

Rus'u anladık da, hani ‘Bir Türk Dünyaya bedeldi!’...

***

Sonunda Sovyet lâstiği/ balonu patladı: İlk patlama 1988’de, Ermeni nüfuslu ama Azerbaycan’a bağlı  Dağlık Karabağ Özerk Oblastı’nda oldu: Dağlık Karabağ Parlamentosu cumhuriyet kurma ve Azerbaycan’dan ayrılma kararı aldı. Anayasal anlamda, Sovyet oblast (il) parlamentolarının siyasal karar alma yetkileri yoktu. Stalin ya da Brejnev dönemlerinde böyle şeylere kimse cür’et edemezdi, kimin haddineydi öyle bir şey? İl bir yana, Ukrayna gibi büyük birlik cumhuriyeti bile böyle birşeye yeltenemezdi...Sonuç, Azerbaycan’da  Emenilere, Ermenistan’da da Azerilere yönelik bir insan avı, karşılıklı kaçış  başladı. Bu arada, Sovyet birlikleri Azerilere ölçüsüz bir şiddet uyguladı, ama caydırıcı olamadı.

Başkaldırı Baltıklara, Estonya ve Litvanya’ya da sıçradı.

Sovyet üst yönetimi Dağlık Karabağ’ın cumhuriyet kurma kararını tanıyamadı, buna cesaret edecek gücü kalmamıştı, tanıması Azerileri büsbütün çileden çıkarmaya yeterdi. Sadece D. Karabağ değil, sırada özgürlük bekleyen pek çok sayıda ulus ve cumhuriyet vardı, özerk okruglara (küçük illere) değin, bastırılmış güçler patlamaya hazır birer volkan gibi fırsat bekliyorlardı. Bu arada, zulüm gören  Şapsığlar bile özerklik ilân etme yürekliliğini göstereceklerdi (1990). İşe ABD'nin el atması olasılığı da vardı. Rusya'nın ise ABD'ye kafa tutacak ekonomik ve siyasal gücü kalmamıştı, Berlin Duvarı yıkılmış, Doğu Avrupa ülkeleri kaçan kaçana Sovyet gemisini terk etmekteydi.

***

Ruslar, sorunlara bir çözüm modeli olması için model bir cumhuriyet kurmayı, o yolla, yani her bir topluluğa ayrı ayrı cumhuriyetler kurdurarak sorunları aşmayı ve SSCB'ni ayakta tutmayı kararlaştırdılar. Bunun için, öncelikli olarak, ‘emre muharrer’, yani uysal/ söz dinleyecek bir ulus ve tehlike oluşturamayacak bir bölge arandı ve bulundu: Adıgeler ve Adıge Özerk Oblastı (AÖO, ili). Sovyet projesi, küçüklere özgürlük getirici olmaktan çok, durumu kurtarmayı amaçlıyordu. Bu yolla D. Karabağ sorunu da çözülecekti.

AÖO'na gelince, bu özerk ildeki Adıgelerin sayısı azdı ve dağınıktı, hepsi  100 bin bile değildi, üstelik kendi oblastlarında bile   nüfusun yüzde 22'si (şimdi yüzde 25) gibi küçük bir azınlık idiler, üstüne üstlük kurulacak cumhuriyet, Rus nüfuslu koca Krasnodar Kray’ın tam göbeğindeydi ve dışarısı ile  teması yoktu. Rus, fırsat buldukça Adıge'nin canına okumuş, Adıge'yi kuşa dönüştürmüştü. Yani Adıgey, Rus için, amaca/ projeye tam uygun bir modeldi. Bu gibi nedenlerle, Adıgey/ AÖO bir çözüm modeli olacak ve  denenecekti. Başarılı olursa, diğer oblastlar da cumhuriyet yapılacaktı. O sıralar Sovyetler Birliği'nde, 5'i Rusya'da, birer tanesi de Gürcistan, Azerbaycan ve Tacikistan'da olmak üzere toplam 8 özerk oblast (il) vardı, ayrıca Rusya'da 10 özerk okrug daha bulunuyordu (Hoş, Putin 2000'lerde 10 özerk okrugun 6'sını tasfiye edecekti).

Adıgeler ile Ruslar arasında, 100 yıldan beri bir sürtüşme yaşanmamıştı. Aslında Adıgelerin sürtünecek bir güçleri de kalmamıştı; Adıge, artık 2 milyondan 100 bine düşürülmüş ‘müzelik’ bir halktı. Üstüne üstlük Stalin, içki alışkanlığı olmayan Adıgeler arasında bile, külliyetli miktarda bir ayyaş ve alkolik nesil üretmeyi, ulusal varlığın temeline dinamit koymayı  da başarmıştı.

Yani Rus, Adıge diyerek, kendince  isabetli bir seçim yapmış,  'turnayı gözünden vurmuştu' (3).

***

Proje kurtarmıyor

 

Ancak evdeki hesap çarşıya uymayacaktı.

Rus, zaman ibresinin kendi aleyhine işlediğini, her geçen gün halının altından kaydırılmakta olduğunun farkına varmadı, hâlâ kendini güçlü addediyor olmalıydı, Kremlin Meydanında şatafatlı askeri geçit törenleri yaptırıyordu. Mütereddit davrandı, projeyi dar (Adıge ile sınırlı) tuttu ve süreci üç yıla yaydı, uzattı. Oysa, işe, özellikle Baltıklarda  ABD el atmıştı, durumun beklemeye hiç tahammülü yoktu. Ama bürokrasiyi, kaba ‘komünistleri' aşmak da kolay değildi. Bürokrasi durumun aciliyetinin farkında bile değildi, yiyip içmek, alt kesim insanları azarlamakla  meşguldü, tıpkı bizim İttihat ve Terakkicilerimiz, ulusalcılarımız gibi, üstüne üstlük, 'Eceli gelen it, Cami duvarına işermiş' misali, bir de, 1991’de darbeye  kalkışacaktı.

Bizans misali, ‘bürokrasi ne der, olur mu olmaz mı, yazışma’ derken bir üç yıl harcandı gitti. Olay büyüdü, bunu üzerine  proje biraz genişletildi, Adıge oblastına, 3 yıl sonra, Rusya’daki diğer 3 özerk oblast daha eklenerek, bir paket oylamayla, 3 Temmuz 1991’de cumhuriyet yapıldı, iş biraz daha geniş tutulmuştu, ama çok geç kalınmıştı, 6 ay sonra Sovyetler zaten dağılacaktı.

Yine de proje dar tutulmuştu; proje, Sovyetler Birliği’ndeki özerk oblastların ve okrugların tamamını değil, Rusya’dakileri (5 özerk oblastın 4'nü) kapsamına almıştı ('komünist yöneticiler' bürokrasi engeline takılmış olmalıydılar). Diğer cumhuriyetlerdeki oblastlara, D. Karabağ’a ve diğerlerine gelince, onlara sıra gelmeden  Sovyetler dağılmış, yerini 15 bağımsız cumhuriyete bırakmış, D. Karabağ da Azerbaycan’a bağlı kalmıştı.

Bağımsızlık ilânında bulunan Abhazya Özerk Cumhuriyeti ile Güney Osetya Özerk Oblastı da Gürcistan sınırları içinde   kalmıştı (Aralık sonu, 1991).

***

Geçmişteki vahşi Rus uygulamaları

Şimdiki Krasnodar Kray’ın Kuban Irmağı sol kesimine/ güneyine düşen bölümü, son Bağımsız Çerkesya toprağıdır. Yüz kez yazdık, yine yazalım, 1860’da, Çerkesya’daki 5 Rus generali, Rusya’nın gelecekteki stratejik çıkarları gereği, Çerkesya’nın Karadeniz kıyı kesiminin yerli Çerkes nüfusundan  boşaltılmasını ve bu insanların topluca Türkiye’ye sürülmelerini, Çerkeslerden boşalacak yerlere  Rus mujiklerin (azat edilecek köle Rusların)  yerleştirilmelerini St. Petersburg’a, Rus Savaş Bakanlığına önerdi. O sıralar sayıları 1 milyon üzeri olan Çerkesya'nın Karadeniz kıyı kesimi Çerkesleri, 1829 Edirne Antlaşması hükümlerini tanımamış,  hâlâ Rus yönetimi altına girmemişlerdi, girmemek, yani bağımsızlıklarını korumak için 30 yıldan beri direniyorlardı.

Çerkesler binlerce yıllık  bir bağımsızlık  yaşamının mirasçıları, yüksek bir kültür, gelenek ve köylü/ halk demokrasisinin uygulayıcıları idiler. Gelişmiş bir müzikleri ve Nart destanı gibi nadide örnekleri içeren güçlü bir edebiyatları vardı. İlişkileri uygar, elleri ve evleri temiz, kibar ve dürüst insanlardı. Konuksever ve doğru sözlü idiler. Serbest köy toplulukları halinde kendi kendilerini yönetiyorlar, kendi halk meclisleri (khase ve zefes) yoluyla  karar alıyorlardı. Buralardaki Adıgelerin feodal beyleri (pşı) ve efendileri yoktu. Herkes kendine efendiydi, herkes kendi çifti, kendi çubuğunda, kadın erkek birlikte çalışırdı. Herkes birbirine saygılı davranırdı.

Kıyıda üç ana topluluk yaşıyordu: Natuhay, Şapsığ ve Vıbıhlar. Vıbıhlar Adıgeleşmiş olan, Adıge olduklarını söyleyen ve Adıgece konuşan, eşitlikçi diğer komşularının aksine, köleliği henüz kaldıramamış/ tasfiye edememiş  olan Adıge soydaşı bir topluluktu, içlerinde Osmanlı esir tüccarlarına insan (özellikle güzel esir ve köle kız) satışı yapan bir tüccar zümresi de vardı. Esir ticareti  ve köle sahipliği nedeniyle paralı/ zengin olan  Vıbıh ailleri de vardı. Vıbıh nüfusunun dörtte birinin köle olduğu yazılır.

Zenginlik, Vıbıhlar arasında sahip olunan köle sayısı, komşu Şapsığlar ve diğer Adıgeler  arasında ise koyun sayısı ile ölçülürdü. Bu gibi nedenlerle Adıgelerin yumuşak karnı  Vıbıhlar idiler ve 1864 ilkbaharında, beklenmedik bir biçimde  acele pes ettiler.

Her üç topluluk ve eklentileri/ Hak’uç ve Cigetler aynı dili (Adıgece) ve kültürü paylaşıyordu. Cigetler uysal  ve barışçı bir topluluktu.

St. Petersburg ve Çar, generallerin önerisini olumlu ama yetersiz buldu. Listeye, kıyı yöreleri nüfusu dışında, dağlarda ya da stratejik noktalarda barınan (1859’da ya da öncesinde Rusya vatandaşı olmuş olan) Çerkesleri  (Abzah, Besleney, Mahoş, Başılbey, Barakay, vb) de ekledi. Ana hedef, kuşkusuz ulusu yeniden ayağa kaldıracak sayıda olan  Abzahlar (Абдзахэхэр) idi. Abzahlar 260 bini aşkın nüfuslarıyla Şapsığlardan sonraki en büyük topluluktu, azaltılmadıkları takdirde, sayıları bugün için 3 milyonu aşmış ve  Çerkesya'yı yeniden kurabilecek bir güce erişmiş olurlardı. Rus genelkurmayı bunu kavramış olmalıydı.

Abzahlar, ilkin, 1864'te, kıyıdaki Şapsığlar ve onların komşuları  ölçüsünde bir darbe yemediler, o ölçüde yurt dışına sürülmediler. Abzahlara gösterilen yerler bitişik düzdeki yakın ve bilindik yerlerdi. Ancak savaş sırasında  Ruslar on binlerce Abzah'ı da katletmişlerdi, uçurumların ve dere yataklarının Abzah cesetleriyle dolup taştığı bilinir. Daha sonra, 1880'lerde, Abzahlar da Şapsığların akıbetine uğrayacaklar, koca Çerkesya'da sadece bir Abzah köyü- Hakurınehabl köyü yerinde kalabilecekti.

***

1863 yılı sonbaharına doğru Rus birlikleri tarafından çepeçevre kuşatılan ve sıkıştırılan Abzahlar, silâhlarını bırakmak zorunda kaldılar ve dağlardan inmeye, belirttiğimiz gibi,  düzde kendilerine gösterilen yerlere yerleşmeye başladılar. ‘Zor oyunu bozar’ kuralı geçerli olmuş, Abzah direnişi kırılmıştı. Sonuç olarak, Abzahlar, Maykop’tan/ Şhaguaşe Irmağı sağ yakasından  Laba Irmağına değin uzanan geniş düzlüklere/ taban ovalarına yerleştirildiler (1863- 1864). O zamanlar oraları yer yer orman, çalı, diken  ve çayırlarla  kaplı bataklık alanlar halindeydi. İç sürgün  öncesinde ise, Abzahlar dağ vadilerinde, yaylalarda ve akarsu yamaçlarında yaşıyorlardı. Abzahların eski toprakları, meyve bahçeleri ve bağları ile  terk etmek zorunda kaldıkları  havadar köyleri Ruslarca ateşe ateşe verilmedi ve olduğu gibi  Kazak yerleşimcilere tahsis edildi. Böylece Kazaklar hazır eve, ekime hazır tarlalara, bağ ve bahçeye konmuş oldular.

Bugünkü Adıge Cumhuriyeti’nin Cece (Giaginsk) ilçesi ve çevresindeki geniş topraklarda ise, çok sayıda  Adıge/ Abzah köyü oluştu, savaş nedeniyle boşalmış olan bu yöre ve çevresi  yeniden bir etnik Adıge etnik karakteri kazandı.

Bu arada bu yerlere ya da  Kuban ve Laba ırmaklarının sol kıyılarına, daha az sayıda da olsa, kıyıdan sürülen Şapsığlar ve diğer Adıgeler de yerleştirilmişlerdi.

***

Dış sürgün (deportasyon) faciası

 

Karadeniz kıyıları yerli/ Adıge  nüfusunun tamamı (1 milyon üzeri insan) ise, gemilere doldurularak, dış sürgüne/ deportasyona tabi tutuldu ve toplu halde Türkiye’ye gönderildi. Osmanlıların da bu oyunda/ sürgün ve soykırımda kuşkusuz, dolaylı da olsa  bir payı  vardır. Osmanlılar, Kırım Savaşı (1853- 1856) sırasında Rus'un karşısında kötü yenildikleri, 1856 Paris Antlaşmasıyla ve Müttefiklerin (İngiliz ve Fransızların) yardımıyla, kaybettikleri topraklarını   geri  alabildikleri, güçsüz  ve Çerkeslere yardım edecek bir  durumda   olmadıkları halde, dürüst davranmıyor, yani Çerkeslere Ruslarla barış yapmalarını ve bu yolla  ayakta kalmalarını telkin etmiyor, tam aksine onları Ruslarla savaş  için  kışkırtıyor, bu amaçla Çerkesya'dan gelen heyetleri kabul ediyor, ağırlıyor,  nişan ve madalyalarla onları onurlandırıyor, rekabet içindeki  iki lidere de paşalık ünvanları veriyor, barış yanlılarının katledilmelerini kınamıyor, bütün bunların dışında Çerkeslerin tek bir liderin başkanlığında birleşmelerini teşvik etmiyor, fitneye destek oluyor,  Zaneko Seferbey (Sefer Paşa) ile Şamil’in naibi Muhammed Emin’in (Emin Paşa) birbirleriyle takışmalarına ve savaşmalarına zemin hazırlıyorlardı (4).

Osmanlı’nın bu çelişkilerle dolu ve çirkin tutumunu , Çerkeslerin felâketini, intiharını istemek ve bu felâketten kendine  bir pay koparma dışında neye yormalı?..Nitekim Osmanlı 2 milyon Çerkes ya da Kafkaslı  nüfusla etnik  gücünü takviye etmiş  olacaktı.

Sonuç olarak, kıyıda, kuzeyde Anapa’dan güneyde Gagra'nın güneyine, Bzıb Irmağına değin uzanan egemen Adıge toprağında tek bir Çerkes yerleşimi (köy ve kasaba) bile kalmadı, Ruslar on binlerce Çerkes'i katlettiler; Çerkes köy ve kasabalarının tamamı ateşe verilip yakıldı, ekin tarlaları atlara çiğnetildi, meyve ağaçları bile  bir bir kesildi.

Son Adıge Devleti, ülkesi ve milleti ile birlikte yok edildi (Savaş nedeniyle ölen Adıge sayısının  500 bin dolayında olduğu yazılıyor. Ancak Rus kaynakları, politik nedenlerle  sayıları düşük gösteriyorlar. Dolayısıyla çok daha fazla sayıda bir nüfusun Rus askerleri ve Kazaklar tarafından öldürüldüğü söylenebilir).

***

Maalesef diasporadaki kitleler,  içinde bulunduğumuz bu son dönemde ve ulusal anlamda son derece kültürsüzleştirilmiş, tarihimizden de uzaklaştırılmış durumdalar. Asimilasyonun bir etkeni de bu: Kültürsüzlük. Ama biz bunu yeterince biliyor muyuz? Kültürlü ve geleneklerine bağlı bir İngiliz'i kimse asimile edebiliyor mu?..İngiliz çalışkan ve kişilikli...

Bu arada soralım, insanlık tarihi, Çerkeslerinki boyutunda bir deportasyona/ bir  dış ülkeye toplu olarak   sürülme olayına, bir insan, kültür ve mekân soykırımına tanık olmuş mudur?..

***

1864’te, Rusya'nın Kuban oblastında/ ilinde, 80 bini Laba Irmağı batısında, Laba ve Kuban ırmaklarının sol yakalarında (sağ yakalara geçiş yasaktı, oralarda toprak tahsisi Kazaklara yapılmıştı), daha azı da en doğuda, şimdiki Karaçay- Çerkes yöresinde (Büyük ve Küçük Zelençuk ırmakları vadilerinde) olmak üzere, toplam 100 bin kadar bir Adıge [bu sonuncuların çoğu Kabardey, 2 köy  de Besleney] nüfusunun kaldığı tahmin ediliyor. Bu son yöre, 1838 yılından beri Rus yönetimindeydi, oradaki Kabardey nüfus, Rus istilası üzerine, toprak tahsisi yoluyla Kabardey yöresinden getirilmiş olan barışçı bir nüfustur. 100 bin  sayısı, yukarıda değindiğimiz gibi, o dönem için, yine de önemli bir nüfustu. Batıdaki sayıyı 80 bin yerine 50 bin olarak  bildiren kaynaklar da var. O da, o zamanlar için  büyük bir rakam...

Aynı sıralarda, 40 bin kadar Adıge ve 9 bin kadar Balkar da, 1774’ten beri Rusya’nın yönetimi altında olan Kabardey yöresinde (şimdiki Kabardey- Balkar'da), 15 bin Karaçay da şimdiki Karaçay- Çerkes'in Kuban- Teberda üçgeninde  yaşıyordu (5). 

***

İkinci dalga Adıge/ Abzah sürgünü

Adıgey’in şimdiki Cece (Giaginsk) ilçesi ve çevresi toprağı son derece bitek /verimli tarım toprağı, 4 metre kalınlığında humuslu (siyah) toprakla kaplı, gübreye gerek yok, ne eksen yetişir, cüce cins ağaç diksen, kudurur, devleşir, azmanlaşır.

Küçük aile tarımı ya da geleneksel tarım, günümüz ekonomisinde kurtarmaz, pek bir para da getirmez, ama o zamanlar/ 19. yüzyılda aile boyutlu tarım önemliydi, tarım ürünleri görece daha değerliydi. Şekerpancarı ekiminden iyi para kazanılabiliyordu, buğday, mısır, ayçiçeği, gül, kavun ve sebze üretiliyordu.

Çevrede çarşı ve hayvan pazarları oluşmuş, ticaret gelişmeye yüz tutmuştu.

1860’lardaki iç sürgünler sırasındaysa,  oraları bataklık ve sıtma yatağı   ölüm tarlaları niteliğindeydi, sıtma hastalığı kitlesel ölümlere yol açıyordu, bu nedenle oraları  rağbet edilen yerlerden değil, korkulan ve uzak durulan yerlerdi. O yerler, ‘daha çabuk ölsünler’ diye Adıge sürgünlere  tahsis edilmiş olmalıydı.

***

Ancak teknik ilerleme, Adıge  ve Kazak köylülerin imece çalışmaları sonucu, tahliye/ boşaltma kanalları açılarak bataklıklar kurutulmaya başlandı. Ek olarak, 1881'de sıtma tedavisinde kullanılan kinin bulundu. Sonuç olarak, sıtma kontrol altına alınıp geriletilince, yeni Adıge yerleşim yeri toprakları değer kazandı ve çekici hale geldi; toprak temizlenmiş, sürülmüş, çalı ve dikenlikler yok edilmiş, yoz topraklar ekili  tarlalara dönüştürülmüştü. 'Kurtulduk, artık mal mülk  sahibi olduk, huzura kavuştuk' derken, Adıgeler için beklenmedik yeni bir tehlike daha belirdi: Rus makamları, Adıgelerin elindeki değerlenmiş topraklara göz koymuşlardı, Adıge kalkınmasına ve toparlanmasına göz yumamazlardı, baskı uygulayarak yörenin Çerkes nüfusunu, toplu halde, 1888 yılı ve sonrasında Türkiye’ye göç etmek zorunda bıraktılar. Kafileler  kitleler halinde Karadeniz'in yolunu tuttular ve gemilere doldurularak selâmetle  Türkiye'ye 'yolcu' edildiler.

Rus hükümeti, 1889’da şimdiki Cece (Giaginsk) ilçesi topraklarında ve çevresinde, yani Laba solunda yaşayan 24 bin Çerkes’in Türkiye'ye göç ettirilmesi, son derece verimli olduğu   ve 230 bin desyatin (yaklaşık 2,5 milyon dönüm)  tutarında olduğu belirtilen  tarım topraklarının alınıp (el konulup) emekli Rus askerlerine ve Kazaklara dağıtılması kararını aldı (6).

Günümüz etnik haritalarına bakanlar, bir zamanlar Adıge sesleriyle çınlayan şimdiki  Cece ilçesi (Giaginsk rayonu) ve çevresindeki yerlerde tek bir Çerkes köyünün bile kalmadığını görebilirler. Laba solunda, şimdilerde, Cece'den daha kuzeyde, Krasnogvardeyski ve Şevgen ilçelerinde, konuştuğu lehçeye göre, birkaç K’emguy köyü, bir Besleney (Vılape) ve bir Abzah (Hakurınehabl) köyü ile, Cece'ye komşu ve  daha güneyde, yine Laba solundaki  Koşhabl ilçesinde 2 K'emguy ile 3 Kabardey köyünün yerinde  kalabildiğini görebilirler. Abzah sürgünü dememizin nedeni, 1880'lerde sürülenlerin çoğunun Abzah kabilesi/ topluluğu mensubu olmasındandır. Yoksa, örneğin, Düzce'nin K'emguy köyü Haç'emzi (Хьак1эмзый; Köprübaşı Ömer Efendi köyü) de, o sıralar, o yöreden göç edenler tarafından kurulmuştur.

Rus, Adıgelerin ülkesini çalmakla yetinmemiş, Çerkes varlığının da canına okumuş... Bu düşmanlığı,   bu aç gözlüğü, bu nefreti neye yormalı?..Çerkes ülkesinin, Soçi yöresinin güzelliği, 2014 Soçi Kış Olimpiyadı, kayak pistleri, termal kaynaklar, turizm ve daha birçok zenginlik bize birşeyler anlatıyor olabilir mi?..

***

1880’ler sonunda, Laba solu ile yetinilmedi, Kuban oblastındaki (il) Çerkes nüfusunun da çoğu, bazı yerlerdeyse tamamı, ıslah ettikleri toprakları ve konutları ellerinden alınarak, beş parasız halde Türkiye’ye gönderildi.  Laba ve Kuban'ın  solundaki  Adıge nüfusu, 1880'lerdeki deportasyon/ dış sürgün nedeniyle iyice azaldı. Söz gelişi, 1864'te 80 bin olan bu nüfusun, diğer yörelerdeki artış oranına göre, 1897'de  iki üç katına ulaşması, yani 200 bin dolayında olması     gerekirken   40 bine düştü.

Bu berbat tablodaki tek olumlu gelişme, sanırım, küçük (birkaç yüz kişilik) bir Şapsığ nüfusunun, sürüldükleri Kuban ve Laba boyundan  Karadeniz kıyısına, eski topraklarına geri dönüş yapabilmiş olmasıdır. Böylece Karadeniz kıyı bölümünün tamamen Ruslaşması önlenmiş ve yeni  bir Şapsığ topluluğu da oluşmuş oldu. Bu insanların, Kıyıboyu Şapsığların, 1864 sürgünü sonrası tarihi henüz yeterince incelenebilmiş değil. Ciddi bilimsel çalışmalara gereksinim var.

Bilebildiğimiz kadarıyla, Karadeniz kıyı bölgesinde, her nedense Türkiye'ye göç edememiş ya da saklanırken yakalanmış ve  birkaç kampta toplanmış olan Şapsığlar ile varılan anlaşmalar sonucu silâh bırakıp dağlardan inen ve yine anlaşmalar gereği kendilerine  yerleşme yeri seçme ve köy kurma  hakkı tanınmış olan direnişçiler ve kaçaklar (7)  ve bunlara katılanlar, şimdiki Karadeniz kıyısı Şapsığ toplumunu oluşturmuş  oldu. Kıyıboyu Şapsığların   toplam sayısı ı 1897’de   1,939’a ulaşmıştı (8).

 

Şimdiki Kabardey- Balkar ve Karaçay- Çerkes yörelerinin  yerli Çerkes nüfusu ile Karaçay, Abazin ve Balkar nüfusu üzerindeyse, Karadeniz yöresi bir yana, Kuban/ Laba yöresindeki düzeyinde bile bir baskı uygulanmadı. Oralardaki yerli nüfus, göç ettirilmelerine gerek görülmeyen, yani “uysal ve üretici” kesimlerden insanlar   olarak değerlendirildi.

RF resmi rakamlarıyla Adıge (2010’da 124,835) ve Şapsığ (2010'da 3,882) nüfus, günümüzde 130 bine ulaşmazken (hepsi 127,717), Kabardey- Çerkes bölgeleri toplam Adıge nüfusu 590 bini, Karaçay- Balkar nüfusu da 330 bini aşmış durumda (9).

Böylece asıl  tahribatın/ yıkımın  nerelerde gerçekleşmiş olduğu daha net bir biçimde görülebiliyor... 19. yüzyılda Kabardey nüfusu 40 bin, Karaçay 15 bin, Balkar 9 bin, Bağımsız Çerkesya nüfusu ise 2 milyon üzeri olarak tahmin ediliyordu (10).

***

Gürültü, en çok da komşu Abhazların çevrelerinden geliyor, ancak bu çevre sözcüleri dürüst müdürler? Abhaz beyleri Adıge Kurtuluş Savaşı'nda bize/ Adıgelere değil, Rus'a destek olmuş, Gürcü ve Ermeni milisleri yanında, Abhaz milisleri de Rus safında olarak Adıgelerle savaşmışlardı. Abhazlar, sonunda eski beylerinin oyununa gelmiş olmalılar; feodalizmde entrika bitmez, feodal insana pek güvenilemez, yanar dönerdir, kolaylıkla insanı satabilir. Abhaz feodal beyleri,  1861- 1864 reformları öncesinde feodal statü, mülk ve köle sahibi olarak, bu hakları koruma altında tutan  efendi Rus'un  işbirlikçileri idiler. Ancak, reform programı (burjuva demokratik reformu)   sonucu, beylerin üstün pozisyonu darbe yedi, dost Rus ansızın düşman oldu; mülkleri kendilerinde kalmakla birlikte, bu beylerin   feodal statü ve ayrıcalıkları (özellikle köle sahipliği hakkı) ellerinden alındı. Rus kölelere Çerkesya ve Sibirya toprakları tahsis edilmişti, ama Abhaz kölelere toprak verilmedi. Eski köleler yine beylerinin topraklarında yarıcı ya da kiracı sıfatıyla kalmışlardı, ancak beyler eski kölelerini artık satamayacaklardı. Beyler kölelerinin özgürleştirilmelerine ve hukuksal anlamda kendileriyle  eşit haklara sahip olmalarına bozulmuşlardı: 'Adi köle ile soylu beyler/ marşanlar, hiç eşit olabilir miydi?'... Bu duruma kızan bir bölüm Müslüman bey/ marşan   tepki koydu,  başkaldırıları bastırılınca, bu kişiler, taraftarlarıyla birlikte  Türkiye'ye kaçtılar (1864). Bu gerici, sömürücü  ve çıkarcı bey taifesi,  geleneksel ilişkileri ve yoksulluğun yol açtığı huzursuzluğu kullanarak, silâh (İngiliz filintaları)  dağıttılar ve kurtuluş vaadleriyle, 1877- 1878 Osmanlı- Rus Savaşı'nda  Osmanlılar adına, 1877'de Abhazya’da bir Müslüman Abhaz ayaklanması düzenlediler, ayaklanmaya Hıristiyan Abhaz beyleri/ marşanlar, Hıristiyan olan eski prens ailesi mensupları katılmadılar, sayıları 4 bini bulan   asi Abhazlar  Hıristiyan nüfusun boşalttığı   Sohum'u ve çevresindeki  yerleşimlerde bulunan   Hıristiyanlara ait  dükkânları ve evleri yağmaladılar, ardından Rus askerleriyle çarpışmaya kalkıştılar ama yenilerek dağıldılar, bu arada sivil halkın başına iş açmış oldular, Abhaz  ulusuna büyük bir zarar verdiler. Nüfusun en az yarısı (Müslüman nüfusun çoğu) Türkiye'ye kaçtı, Abhazya'nın Gudavta ve Oçamçıra ilçeleri dışındaki yerler, Sohum yöresi de dahil olmak üzere adeta insansızlaştı, buralardaki Abhazlar,  deniz yoluyla Abhazya'dan çekilen  yenik Türklerle birlikte Türkiye'ye kaçtılar, oluşan boşluk başkaları (Gürcü, Rum, Ermeni, Rus, vb) tarafından dolduruldu. Nitekim, 1989'da özerk Abhazya Cumhuriyeti toplam nüfusunun yüzde 82'si Abhaz olmayan bir nüfustu.

Abhazlar, Sovyetler döneminde, Lenin'den bir birlik cumhuriyeti (bağımsız devlet)  sözünü almış ve 1921'de de bağımsız bir birlik cumhuriyeti  kurmuşlardı. Ancak, bu cumhuriyet, Lenin sonrası, Stalin döneminde, herhalde 'nüfus azlığı' gerekçesiyle olmalı, statü indirimiyle, özerk cumhuriyete dönüştürüldü (bağımsızlık hakkı elinden alındı, yani SSCB'nin hak sahibi kurucu üyesi olma statüsünü yitirdi)  ve Gürcistan'a bağlandı (1931). O sıralar Abhaz nüfusu 56 bin dolayındaydı (yüzde 27,8)  (11).  Abhazlar, Stalin'i izleyen Kruşçev ve Brejnev dönemlerinde, ustaca bir diplomasi yürütmeyi, biraz da konjonktürün ve stratejik konumlarının yardımıyla, kısmen de olsa toparlanmayı, yönetimde yeniden söz sahibi olmayı  başardılar. Rus, 1860'larda, Abhazlar dışında hiçbir Müslüman topluluğuna/ ulusuna  Karadeniz kıyılarında barınma fırsatını tanımamıştı. Abhazya'daki Abhaz çoğunluğu, bugün için  Hıristiyandır, Müslüman oranı ise yüzde 16 olarak verilmektedir. Ancak Müslüman - Hıristiyan sürtüşmesi yoktur, birbirlerine kız alıp kız verirler. Bir ailenin kimi bireyi Müslüman, kimi bireyi de Hıristiyan olabilir, sorun oluşturmaz, hoşgörü gelişmiştir. Gürültü, Türkiye'deki bir grup milliyetçiden kaynaklanıyor olmalı.

Abhazlar  konusuna ileride, bir başka yazıda değinmeyi düşünüyorum.

Kafkasya ve Çerkesya’nın geçmişi ve şimdiki pozisyonu böyle özetlenebilir.

***

Günümüz gerçekleri nelerdir ve ne yapılabilir?

Günümüzde, özellikle internet iletişimi yoluyla bilginin ve demokrasinin yayıldığı ve paylaşıldığı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bu bakımdan genç nüfus bize/ yaşlı kesime göre çok şanslı.

Demokrasi yayılıyor. Latin Amerika’da diktatörlük kalmadı. Sıra Arap ve İslam dünyasına geldi. Bu ülkeler de kaçınılmaz olarak modernleşecekler ve demokrasiye kavuşacaklar. Afrika ülkeleri de öyle. Adaletsiz, otoriter rejimler bir bir çöküyor, çünkü demokrasi yanlıları daha bilgililer ve gün gün  çoğalıyorlar. Dünyadaki genel gelişim bu yönde, kaçınılamaz birşey bu.

Geride, şimdilik  çağa direnen iki katı/ berbat ülke kaldı: Çin ve Rusya.

Bazı İslam toplulukları, özellikle Şii olanlar arasında, etnik, dil ve demokrasi sorunları geri planda. Buna zorlanıyor olmalılar.  Onlar din ve mezhep bağımlılıkları, ümmet anlayışı içindeler. Hz. Ali kültüne bağlılar, ama çağa ters düşüyorlar. Çağdaş bir istisna ise, Türkiye'deki  Alevi Türkler ve Alevi Kürtler, sayıları milyonlarla ifade ediliyor. Bunlar çok hırpalanmış, dışlanmakta  ve ezilmekte olan insanlar, talepleri din eksenli görünüyorsa da, temelinde demokratik. Bu nedenle, Türkiye Alevilerinin, Suriye'deki Alevi/ Nusayrilerden farklı olarak, siyasal anlamda eşitlik ve özgürlük talepleri var. Başka bir grup olan Şafii Kürtlerin Irak’ta bir özerk bölgeleri var, Suriye’de de benzeri bir gelişme söz konusu. Türkiye'de ise, Kürtçe anadilinde eğitim (tabii Çerkesçe vb dillerde eğitim de dahil) anayasal olarak yasaklı durumda, 90 yıllık Kemalist/ Türkçü/ baskıcı gelenek sürüyor, ancak zorlanıyor, sanırım uzatmalar oynanıyor. Başbakan Erdoğan, “Türkçe dışında bir anadilinde eğitime asla izin vermeyeceğiz” diyor, anadilinde 5- 8 sınıflarla sınırlı haftada 2 saatlik  seçmeli dersi yeterli buluyor olmalı (12); demokrasi kurallarını ve bağlayıcılığı olan uluslararası anlaşmaları ise hiçe sayıyor, uzlaşıp parlamentodan  yeni bir anayasa çıkarmıyor. Sorun kızışacağa benziyor, 40 gündür 58 cezaevinde 483 PKK ve KCK tutuklusu açlık grevinde (sayı 680'i aşmış ve 53 günü doldurmuş durumdaydı), üç   talepten  biri  anadilinde eğitim hakkının tanınması, ikincisi anadilinde savunma hakkı, üçüncüsü de, hukukun ve yasaların ihlâli biçiminde  uygulanabilen  tecritin kalkması/ aylardan beri PKK önderi Abdullah  Öcalan'a uygulanan hukuk dışı tecritine son verilmesi...Tecrit ya da hücre cezası, süreli bir disiplin cezasıdır, süre dolduğunda kalkar; uygulamaya göre tecrit, bir disiplin cezası verilmeden de     aylar boyunca, keyfî olarak uygulanabiliyor. Hukuksuzluk işin burasında. Şimdi cezaevlerinde kritik bir noktaya geliniyor, bundan sonrasının  ölüm orucu olacağı anlaşılıyor. Bu bakımdan, bir uzlaşma olmadığında, her an ölümler olabilir, iç ve dış tepki büyüyebilir; sözün kısası, barışçı bir çözüm yolu bulunmadığında, olayların artacağı, ortalığın kızışacağı ve kanlı çatışmaların süreceği anlaşılıyor. Savaştan çıkarı olan birileri işlerin böyle olmasını  istiyor olabilir. Başbakan  Erdoğan ise, barışçı çözüme yanaşmamakta direniyor, silâhı bir çözüm yolu olarak görüyor olmalı, tıpkı ulusalcı/ Türkçü Kemalistler gibi, bir ileri, bir geri adım atıyor. Nedeni ne olabilir bunun? 21. yy'da etnik sorunlar silâhla çözülebiliyor mu? Kuzey İrlanda sorunu silâhla çözülebildi mi? Yukarıda Sovyet ve İskoçya örneklerini gördük. Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olmak istediği biliniyor, bunun için 'milliyetçi oylara oynuyor', ortalığı kızıştırıyor deniyor. Hiç de etik değil. Erdoğan  yaptığı onca hizmeti çöpe atmış olur. Kuşkular da var, kendisinin ve partisinin bir ırkçı/ Türkçü damarının olduğu sık sık yazılıyor,  nitekim geçmişte, Erbakan döneminde, dinci milli görüşçülerle ülkücü/ Türkçü MHP arasında koalisyonlar ve seçim ittifakları yapılmıştı, kol kola, sarmaş dolaş  idiler, git geller çoktu. AKP- MHP işbirliği, kritik anlarda, mecliste yine sürüyor.

Peki, bu adamlar demokratik bir anayasayı kabul ederler mi? Doğrusu, şahsen pek emin değilim, çıkarırlarsa sürpriz olur. Çünkü ikircikli olan bu türden  kişilerin demokrasi anlayışını içselleştirmiş olup olmadıkları konusu tartışılabilir. Demokrasi özürlü  olsalar,  İngiliz demokratları ölçüsünde olsun  demokrat olmasalar bile, yine de bu kişilerin  halka verilmiş  sözleri  var, bu sözlere bakarak halk yeni bir anayasayı bekliyor. Ama her bir parti kendine göre bir anayasa istiyor, bir türlü çağdaş demokratik normlarda birleşme sağlanamıyor. Şimdiki gibi çarpık çurpuk bir anayasa çıkması bir anlam ifade etmez, ortalık daha da kızışır, sözün kısası  demokratik bir anayasa için kuvvetli bir iç ve dış baskı gerekiyor, bu baskı konabilecek mi?..

***

Kürtler kemikli, güçlü insanlar ve yoğun nüfuslular, zorluklara katlanmasını bilirler, biz Adıgelerden çok daha fazla geleneklerine bağlılar. İran’da da büyük bir Şafii Kürt nüfusu var. Kürtler toplam nüfuslarının 40 milyon olduğunu söylüyorlar. Bunun yarısı bile, büyük bir nüfus. Kimse onlarla baş edemez. Planların ona göre yapılması akıllıca olur. Dolayısıyla Kürt taleplerini bastırmak eskisi gibi kolay olamayacak. Üstelik Irak Kürtlerinin petrol gelirleri var. Atatürk, İnönü ve Bayar dönemlerinde, bir sorun belirdiğinde, Kürt aşiretlerinin üzerine asker sevkedilir, isyancılar doğranır, biçilir ve susturulur, kimse de hesap soramazdı. Geçti o günler. 1864'te Ruslarca Çerkeslere soykırım uygulanması örneğinde olduğu gibi, Kürtlere de yer yer, daha dar çaplı da olsa katliamlar uygulandı: 1937- 1938 Dersim Alevi Katliamı gibi.

Şimdi durum farklı. Kürtlerin kendi güçleri ve ek olarak, Dünya demokratik kamuoyu gücü var.

***

Çin, Rusya ve Suriye

Çin ve Rusya iki büyük otoriter devlet. Üniter bir devlet olan Çin’de tek parti (bürokrasi) diktatörlüğü var, acımasız bir rejim. Parti’nin çizdiği yoldan ayrılana, hele etnik anlamda başkaldırana göz açtırılmıyor, kısa yoldan ensesine bir kurşun sıkılarak idam ediliyor. Etnik yörelere yönelik büyük bir kolonizasyon hareketi de var; Budist Çinli (Han) nüfusu, Sovyetlerin, Rusların yaptığı gibi, devlet eliyle taşınıp etnik yörelere yerleştiriliyor, bu taşıma nüfusa konut ve iş olanağı sağlanıyor, bu taşıma nüfus aracılığıyla da oralardaki etnik ve tarihi doku tahrip ediliyor; Çin'de 55 etnik topluluk/ ulus yaşıyor,bu arada  yerli nüfusu azınlığa düşürme, özellikle de İslami toplulukları baskı altında tutma gibi negatif/ olumsuz politikalar uygulanıyor. Ama bu tür politikalar daha ne zamana kadar uygulanabilecek? Şiddet şiddeti doğurur. Büyük olmak çözüm için yeterli değil, Çin bile bunun altından kalkamaz…

Küçücük Çeçenya koca Rus’a ne zorlu anlar yaşatmıştı. Sorun şimdilik yatıştırılmış görünüyor, ama geleceği belirsiz.

***

Rusya, elbette ki bir federasyon. Yarım ya da tam gelişmemiş bir demokrasi diyelim, ülke milliyetçi Rus kadrolar ve yandaşlarının yönetiminde, milliyetçi politikalar uygulanıyor, tıpkı Türkiye gibi. Bizim yerel yöneticiler de yandaş tabii. Çağın özgürlük anlayışına ters düşen, donuk ve yeni özgürlükleri üretmeyen bir 'demokrasi' söz konusu. Sanırım bu politika yürüyemeyecek, çünkü çağdaş özgürlükleri içermiyor ve üretmiyor. Özgürlük içermemesi Rus’u da vuruyor, tıpkı Türkiye’de, Çin’de ve daha birçok yerde olduğu gibi. Türkçü/ milliyetçi Atatürk, İnönü ve C. Bayar, yani  milliyetçi şefler döneminde, sadece Türk olmayanlara değil, Sünni/ Hanefi Türk köylülerine de kan kusturulmuştu. Bunu aklı başında ve tarafsız olan herkes bilir. Azınlığı eşit haklı görmemek, ırkçılık ve faşizmle eşdeğer olan bir anlayıştır, kabul edilemez. Rusya’da azınlıkların dil, din ve kültürleri kontrollü bir baskı altında. Amaç Ruslaştırma isteği değilse, ne olabilir?..Türkiye’ye oranla, yine de Rusya, dil özgürlüğü bağlamında daha 'ehveni şer' sayılabilir. Başka bir sorun da, Rusya’da, özellikle ekonomi ve modern olanaklar bakımından büyük bir ayrışmanın bulunuyor olması. St. Petersburg, Kaliningrad, Moskova ve Vladivostok’a göre, Kuzey Kafkasya ve Müslüman bölgeler, Türkiye’nin Muş’u, Bingöl’ü ve Hakkari’si gibi, en geride kalmış ve en yoksul yöreler, insanların çoğu aç.

***

Her iki ülke, Çin ve Rusya; İran ile birlikte, Suriye’deki baskıcı Baas rejimini, Esad’ı destekliyor, ayakta tutmaya, direnişe destek verilmesini önlemeye çalışıyor, Arap diyarındaki özgürleşmenin kendi topraklarına da sıçramasından korkuyorlar. Rusya ve Çin, Batı’da ve özellikle Şii olmayan İslam dünyasında da büyük bir itibar kaybına uğramış bulunuyor. Bunun olumsuz etkileri, kuşkusuz ileride daha fazla hissedilecek, Ruslar Suriye'den kovalanacaktır.

Suriye rejimi, BM Güvenlik Konseyi'ndeki Rus ve Çin desteği ve hava gücü sayesinde şimdilik ayakta. Ama ne zamana kadar? Ekonomisi bozulmuş, kitleler yerlerinden kaçmaya başlamış. Ülke bir korku cehennemine dönüşmüş. Açlık baş gösterdiğinde diktatör ve tâifesi ne yapacak? Çevresinde, Irak’ın Şii iktidarı ve Lübnan Hizbullah'ı dışında yakın bir destekçisi de kalmamış, deniz yolu dışında kuşatılmış durumda, üstelik Irak’ın ipleri ABD’nin elinde.

Sonuçta Baas rejimi yıkılacak, bu kaçınılmaz, Esad gidici. 30 bin kişiyi katleden bir zalime, bir baskıcı rejime - Rusya, Çin, İran, vb birkaç otoriter devlet dışında- kimse eyvallah diyemez.

***

Suriye Çerkesleri

Suriye farklı gruplardan insanların bir arada yaşadığı renkli bir ülke. Nusayri/ Alevi azınlık (2,5 milyon) ve Hıristiyanlar (2,5 milyon) rejimin destekçileri ya da sempatizanları sayılıyorlar, iktidar Nusayri azınlığa dayanıyor, bunlar Sünni dinci grupların sert saldırılarına hedef  olabilirler. Çok yazık olur. Kürtler (yüzde ve Dürziler (yüzde 3) daha kurnazlar, Esad karşıtı çatışmalara mesafeli/ uzak duruyorlar. Türkmenler (yüzde 6) ve Çerkesler (yüzde 1) ise, genel nüfusun dörtte üçünü oluşturan Sünni kesimden sayılıyorlar. Ancak Çerkeslerin çatışmalardan uzak durmaya çalıştıkları da söyleniyor. Ama bazı Arapların, nisbeten varlıklı olmaları nedeniyle Çerkeslerin mallarında gözü olduğu biliniyor. Olası bir tehlike söz konusu. Çerkeslerin birçoğu Bjeduğ, yani kavgacı değil barışçı ve uysal insanlar.

İç savaşın ivme kazanması durumunda, Çerkesler de yangının içinde kalabileceklerdir. Çerkesler, Suriye’nin yerlisi değiller, Osmanlı yönetiminin Suriye’de bıraktığı bir ‘hediye/ bir artık nüfus’. Suriye’de iç savaş büyüdüğünde ve etnik kümeleşme ve kaçışlar çoğaldığında, 200 bin gibi küçücük ve dağınık bir Çerkes nüfusu, bir başına, kendisini savunabilecek midir? Çok zor. Başkaları ile birlikte bir savunma bloku oluşturabilecekler mi ya da birkaç yerde bir araya gelebilecek, oralarda savunma mevzileri kurabilecekler midir? Yoksa farklı kesimlerde mi yer alacaklar, oralara bir tür angaje ve asimile mi olacaklar? Araplar arasında en dürüst kişiler olarak bilinen Suriyeli Sünni Araplara bile ne kadar güvenilebilinir? Arap, Çerkes mülkünü yağmalamak için eline geçecek olan tarihi bir fırsatı değerlendirmeyecek midir?.

Benzeri daha birçok sorunun yanıtını veremiyoruz, dileriz yangın büyümez ve bir an önce barış sağlanır.

***

ABD ne yapacak?..

6 Kasım’da, yani yirmi günden az bir zaman sonra ABD’de başkanlık seçimi yapılacak. Türkiye, hareket için seçimi bekliyor olmalı. Türkiye bugünlerde, herhalde Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı tutkusu uğruna, reformlardan vazgeçmiş, milliyetçi söylemlere hız vermiş, yani iyice gericileşmiş, PKK ile görüşmeleri askıya almış, verdiği sözlerden caymış, ayrıca Suriye’deki iç savaşa da bulaşmış durumda. 100 bini aşkın Suriyeli mülteci daha şimdiden Türkiye’de. Kış bastırdığında, sayıları git gide artacak olan bu insanlara ne olacak, nerelerde barınacaklar?...

Bundan sonra ortalığın hayli kızışacağı anlaşılıyor.

Ekonomik durgunluk ve gerileme diş gösteriyor ekonomideki dengelerin hassas olduu söyleniyor; PKK ile şiddetli çatışma ve mücadele ve Suriye denilerek, pahalılık ve zamlar topluma benimsetilebilecek, yedirilebilecek  mi? Hamaset yetmez, ‘Lafla peynir gemisi yürümüyor’ ...

Sıkıyönetim ilânları ardından faşist darbeleri getirdi. Bu da bir sorun. Askeri vesayetin bittiği söyleniyor, ama kuşku götürür...

***

Rusya’ya gelince, Rusya, Suriyeli Çerkeslere kendi öz anayurtlarının kapılarını kapatmış durumda. Sadece Suriyelileri değil, aslında Çerkes'i istemiyor . Rus işbirlikçisi kişilere aldanıp hayaller kurmayalım ve kendi kendimizi kandırmayalım (Demokrat Ruslar ve dürüst kişiler, kuşkusuz  kardeş sayılır). Daha gerçekçi alternatifler bulmaya, anayurda dönüşün başka çözüm yollarını araştırmaya çalışalım. Güçlerimizi ortaya koymaya bakalım. Bakın Çerkes asıllı rahmetli sanatçı Meral Okay'ın 2 milyon dolarlık mirası, babası tarafından Bir- Kaf'a (Birleşik Kafkas Konseyi'ne) bağışlanmış (13). Güzel bir jest örneği bu. Hepimiz başka kuruluşlardan önce kendi kuruluşlarımız demeyi öğrenmeliyiz. Devşirmelerden ve mankurtlardan  bize bir hayır gelmez, onlar sahibine çalışır. Ekonomik güç ve para olursa, işte o zaman mesafe alabiliriz...

Konuya dönersek, Esad yanlısı Rusya, Suriyeli Çerkes’i hiç kabul eder mi? Mantığa uygun düşer mi bu? Çerkes kaçışı Esad’ı kızdırmaz mı, Moskova ile de arayı açmaz mı? O halde çözüm bireysel inisiyatiflere kalıyor. Rus’a toz kondurmayan ya da ondan medet uman yandaş bazı dönüşçülerimize ise, gözünüz aydın diyelim. Şimdi ne diyecekler bakalım?..

Sonu hayırlı olur İnşallah….

***

Notlar:

(1)- Sami Kohen, 'İskoçlar da ayrılırsa...,Milliyet, 17.10. 2012; ; İskoçya'nın bağımsızlığı ile ilgili tarihi imza!., Samanyolu haber, 15.10.2012.

(2)- Gorbaçov dönemi (1985- 1991) öncesinde, Adıge gibi küçük ulusal yörelerde  anadilinde eğitim fiilen kaldırılmıştı. Gorbaçov'la birlikte 1- 4 sınıflarda, matematik ve fen bilgisi dersleri de dahil bütün derslerde  anadillerinde eğitime dönülmüştü. 5- 11 sınıflarda da dilbilgisi ve edebiyat dersleri anadillerinde okutulmaya başlanmıştı. Putin ile birlikte bu uygulamaya son verildi. Şimdi Adıge Cumhuriyeti'nin (AC) Adıge köylerinde (diğer cumhuriyetlerde de benzeri uygulamalar vardır) dilbilgisi, edebiyat ve gelenek (Adıge xabz) dersleri, sınıfına göre değişmek üzere, haftada 3 ile 5 ders saati  arasında  okutulabiliyor. Diğer dersler tamamen Rusça okunuyor. Kent okullarında ise, sınıfına göre değişmek üzere haftada 1 ile 2 ders saati arasında Rusça üzerinden Adıge dilbilgisi ya da Adıge edebiyatı dersi okutuluyor. Ek olarak Adıgecenin birkaç kreş ve çocuk yuvasında da öğretildiği yazılıyor.- hcy

(3)-  Bir Adıge Cumhuriyeti kurulacağına ilişkin ilk ciddi enformasyon/ haber için bkz. 'İsrail'den Yahya Nepsev ile Eski Bir Görüşme' , internet; daha sonra, 2000'lerde, Sovyetler dağıldıktan 10 küsur yıl sonra, ‘ Adıgelere artık  ihtiyaç kalmadığı'  gerekçesiyle olmalı, Adıge Cumhuriyeti’nin tasfiyesi süreci başlatılacaktı. Ancak bunun için, RF  (federal)  ve AC (federe)   parlamentolarından ikişer kez nitelikli çoğunlukla referandum kararları çıkartılması, ardından Adıgey’de  referanduma gidilmesi   gerekiyordu.  Bu faşist girişim üzerine, Adıge Halk Kongresi  toplandı, Adıge olmayan çoğunluğun da katılacağı bir referanduma gidilmesi halinde, etnik Adıgelerin böyle bir  referanduma katılmaması  kararını  aldı (21 Mayıs 2006). Bunun için bk. 'Adıge Halk Kongresi'nin Olağanüstü Kararıdıe,CC. Adıgey'in lağvı için  Federal (RF) anayasanın da değiştirilmesi gerekecekti, çünkü federe Adıge Cumhuriyeti egemen bir devlet birimi (subject) olarak, kendi iradesiyle Rusya Federasyonu'na/ RF'ye katılmıştı. Bunun anlamı, federasyona katılma hakkı varsa, koşulları oluştuğunda  ayrılma hakkı da vardır demektir. RF Anayasası'nın değiştirilmesi için   federal düzeyde  bir  referanduma gidilmesi  gerekebilecekti, bu da çok riskli olabilirdi. Memnun olmayan federe  birimler, özellikle de etnik ve ekonomik farklılığı olan birimler/ yöreler aleyhte oy kullanabilir, ayrışmalar doğabilirdi, Rus 'Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olabilirdi'. Sonunda Putin akıllı davrandı, anayasayı değiştirmeyi ve tasfiye sürecini durdurdu.

(4)-  Çuvış Anjel, 'Kırım Savaşı ve Hemen Ertesindeki Çerkeslerin Tarihi', Cherkessia.net, Tarih bölümü.

(5)- Ruslar, 1783’te, 1864 yılı benzeri ve daha beteri bir katliam yapmış, Kuban Irmağı kuzeyinde yaşayan Adıge ve özellikle Nogaylara yönelik bir temizlik kampanyası [soykırım programı]  uygulamış, Kuban’ın kuzeyinde canlı tek bir  Nogay ya da Adıge bırakmamıştı. Kuban'daki yerel direnişler, Osmanlı ve Adıge ittifakı olan Osmanlı_ Rus Savaşı  (1787- 1792) nedeniyle 10 yıl boyunca boş  tutmak durumunda kaldığı  bu yerlere, savaşı  kazanmaları  üzerine, Ruslar, 1792- 1793’te Ukrayna’dan toplu halde getirerek  Slaviyan Kazakları  yerleştirmiş, bölgeyi Ruslaştırmışlardır. Bkz. Prof. Dr. Çırğ Ashad, 'Tehlike Kuzeyden Geliyordu', Cherkessia.net, Tarih Bölümü.

(5)- Bkz.- ‘Adıge Cumhuriyeti’ başlıklı  yazılarımız, CC, Turizm.

(6)- Daha çok bilgi için bkz. Ali Kasumov - Hasan Kasumov, 'Çerkes Soykırımı' , s. 294- 298; ayrıca  T. V. Polovinkina'nın 'Çerkesya, Gönül Yaram' adlı kitabına bakılmalı.  

 (7)- Nıbe Zayır, 'Bir Köyün Tarihi', Cherkessia.net, Tarih Bölümü; Bugünkü Soçi’nin Adler ilçesinde, Psaho Irmağı (Rusça- Псахо) aşağı (kıyıya yakın) kısmında bir köy olan Lesnoye (Лесное) yakınındaki Leşu (Лэшьу) köyünde, 1872'de 59 Adıge (Çerkes) ailesi (200’den fazla kişi) bulunuyordu. Leşu köyünün bu Adıge nüfusu 1876’da, Soçi’nin kuzeyinde, Şahe Irmağı vadisinde yeni kurulan Şeh'ek'eyışho (Bolşoy Kiçmay) köyüne taşındı. Bkz. ‘Лесное’ – Википедия.

(8)-  Bkz. 'Karadeniz ili (guberniya)' Vikipedia. Ayrıca 'Çerkes Soykırımı'  ve 'Çerkesya, Gönül Yaram'  adlı kitapların ilgili bölümleri. Bu iki kitapta verilen bilgilere göre, 1897’de 57.478  toplam nüfusu olan Karadeniz ilinde yaşayan Çerkes (Şapsığ) sayısı, resmi rakamlara göre, 2 bin bile değildi, sadece 1,939  (yüzde 3,3) idi; kendilerine köy kurma hakkı tanınmış olan kişiler (bir örnek olarak bkz. Nıbe Zayır, 'Bir Köyün Tarihi'), Ruslarca kamplarda gözetim altında bulundurulan Çerkesleri , ayrıca Kuban'daki akraba, tanıdık ve taraftarlarını  yeniden kurdukları köylerine aldırmış olmalılar.

 (9)- Şapsığlar için bkz. 'Adıge Özerkliğinin 90. Yılında Durum- 1-2' başlıklı makalelerimiz, Cherkessia.net. Rus  resmi kaynakları Adıgeler, özellikle de Şapsığlar  konusunda doğruları yazmıyorlar. Şapsığlar,  Gorbaçov öncesinde yasaklı, basında da politik anlamda adı yasaklanmış  topluluklar arasındaydılar, Şapsığ rayonu konusu da  yayınlarda  yer almaz, gizli tutulur, sinsi bir sansür uygulanırdı. Korku dağları bekliyor olmalıydı. Buradaki makalemizde Şapsığ sayısının resmi kaynaklara göre, 2002'de 3,231, 2010'da da 3,882 olarak verildiğini, oysa, yine 2002  yılı resmi verilerine göre, Şapsığ yöresinde (Soçi ve Tuapse ilçelerinde), 2002'de 8,367 Şapsığ'ın bulunduğunu göstermiştik. Rus, alay/ mizah ötesine taşmış, Şapsığ'ı ne durumlara düşürmüş...Örneğin, Rus, Soçi ve Tuapse'de kültür evleri açıyor, Ukraynalı, Kazak, Ermeni ve Rum azınlıklar  gibi Şapsığ'a da bir oda ayırma 'lütfunda' bulunuyor. Yani, adı yasada belirtilmiş, resmen ulusal hakları tanınmış, anayasadan kaynaklanma bir özel  statüsü olan ve koruma altına alınması gereken toprağın yerlisi bir 'küçük ulus'  olan Şapsığlar, dışarıdan gelmiş  basit azınlıklardan biri imişler gibi tanıtılmak isteniyor ve böylesine sıradan bir işleme tabi tutulmak isteniyorlar, ama aynı Rus, Kazak bayrağını  Soçi hükümet binasında dalgalandırıyor, oysa asıl dalgalandırılması gereken bayrak Adıge bayrağı olmalıydı. Herşey bir yana, nüfus  durumunu bir soralım, 3,231 mi, 8,367 mi, yoksa daha  başka bir rakam  mı doğru?..

(10)-  'Adıge Özerkliğinin 90. Yılında Durum- 1- 2' başlıklı makalelerimiz, Cherkessia.net.; ayrıca 'Adıge Cumhuriyeti' başlıklı incelemelerimiz, internet.

(11)- 1926'da  Abhazya'da 201 bin 16 olan toplam nüfus içinde 55 bin 918   (yüzde 27,8) Abhaz  bulunuyordu. Stalin'e göre, birlik cumhuriyeti kurmak için, çoğunluğu yerli etnik ulustan olmak koşuluyla, en az 1 milyon  nüfus  gerekiyordu. Abhazya ve Abhaz nüfusu ise bu  kriterin  (1 milyon nüfus, 500 bin üzeri yerli nüfus kriterinin) altında kalıyordu. Bir başka örnek de, 1940'ta kurulan ve 1956'da feshedilen Fin- Karelya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 'dir. Cumhuriyet, nüfus ve ulusal yüzde azlığı gerekçesiyle olmalı, statüsü düşrülerek ve Fin eki de atılarak  Karelya Özerk Sovyet Sosyalist  Cumhuriyeti'ne dönüştürülmüştür. Ruslar Fin adını eklemekle Finlandiya'yı o ad kapsamında SSCB'ne ilhak etmeyi tasarlamışlardı, ama konjonktür ve Fin direnişi buna izin vermemiştir. 2010'da Karelya'da 643 bin 548 toplam nüfus içinde 45 bin 570 Karel  (yüzde 7) ve 8 bin 577 Finli  (yüzde 1,3) bulunuyordu, yani nüfus ve oran yetersizliği durumu vardı.

(12)-  Adıgece, Abhazca  ile birlikte Türk Milli Eğitim  Müfredatı içine  seçmeli ders  dilleri olarak alınmıştır.  Seçmeli Adıgece dersi için bir tek Düzce Uzunmustafa (Tığujhable) İlköğretim Okulu'nda talep olmuştur. Hemşehrimiz Sayın Hikmet Neğuç'un telefonla bildirdiğine göre, 15 kadar öğrenci Adıgece dersini seçmiş, Düzce Valiliği de Adıgece dersi için  öğretmen ataması yapmıştır. Abhazca seçmeli ders için henüz talep olmamıştır. Basında yazıldığına göre, Kırmanci (Kürtçe, 21 bin), Zazaki (başka bir Kürtçe) ve Arapça içinse yeterli talepler olmuştur. Şu durumda 10 öğrenci denkleştirildiğinde, Adıgece ve Abhazca, seçmeli ders dilleri olarak  haftada 2 saat tutarında devlet okullarında, 5- 8 sınıflarda (ortaokul sınıflarında) okutulabilecektir. 

(13)-  Bkz. Meral Okay, Kafkas Diasporası; 'Meral Okay'ın Mirası Bağışlandı' , İmedya Haber.

 Not: Yazı güncellenmiştir. 3 Kasım 2012.

 

 

 
  Bugün 10 ziyaretçi (25 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol