adigehaber
  1 Kasım Seçimlerine Doğru
 
 
1 Kasım Seçimlerine Doğru


1 Kasım Seçimlerine Doğru 

25 Ekim 2015

Bir hafta sonra, 1 Kasım Pazar günü, 7 Haziran 2015’te yapılan milletvekili seçimi yenilenecek.    
Bilindiği gibi 7 Haziran’daki seçimden 13 yıllık iktidar partisi AKP yenik çıkmıştı (% 40,9). AKP sağcı, milliyetçi ve dinci bir parti. Nihaî amacı gerici ve teokratik bir yönetim kurmak olmalı.
AKP, hedefine ulaşmak için, uzun bir süre örtülü bir politika izledi. Örneğin, önceleri sol görüşlü milletvekillerine, dahası bakanlara yer verdi, Kürtlere yandaş göründü. AB yanlısı bir politika izledi. Bu sayede sol çevrelerden ve Batılı politikacılardan destek aldı. Yurt dışı gezilerinde Erdoğan, Katolik kilise, üniversite ve Yahudi kuruluşlarını bile ziyaret ediyor, giysilerini kuşanıyor, teokratik görüşlü olmakla birlikte, laikliği savunduğunu, değişik dinî ve etnik gruplarla barış içinde bir gelecek için çalıştığını söylüyordu.
Bu doğrultuda adımlar atıyor, sol ve liberal aydınlara önem veriyor gibi görünüyordu. Bu yolla 2007 anayasa değişikliği referandumunda amacına ulaşmış, AKP’nin Anayasa Mahkemesi’nce kapatılma tehlikesinin önünü almıştı. Darbeci iddiasıyla da çok sayıda generalin tutuklanmasından sonra iyice güçlenmiş, askerî vesayeti dizginlemişti. Bunlar başarı hanesine yazılıyordu.
Ordu, 1971 ve 1980’de yaptığı sağcı darbelerle solu ve etnik kültürleri acımasızca ezmiş, faşizmin en azgın örneğini sunmuştu. Böylesine bir geçmişten hareketle, bu gibi doneleri de kullanan Erdoğan 2014’te yüzde 52 gibi bir çoğunlukla halk tarafından cumhurbaşkanı seçilmişti.
Bundan sonra Erdoğan adamakıllı çark etmiş, zorbalığa yönelmiş, yargı da büyük çapta AKP iktidarının kontrolü altına alınmıştı. Şimdilerde yargı bağımsızlığı çok tartışmalı. Sonuç olarak, AKP kendi için gerekeni almış, artık sola ve liberal demokratlara, Batı tipi demokrasiye gereksinimi kalmamış, eli rahatlamış, dincilerin hemen her geri ülkede yaptığı gibi solu ve liberalleri toptan tasfiye etmişti.
Bu da, süreç içinde kendi altını oyma anlamına geliyordu aslında. Ancak İran ya da Mısır koşulları burada yok. Bu da bilinmeli.
 
Ekonomi Hasta          
Akılcı ve düşünce üreten kesimi, solu ve liberalleri tasfiye, ekonomide durgunluğa yol açtı, halkın haber alma kaynakları daraltıldı, orta sınıfın satınalma gücü azaldı. Erdoğan solu küçümsiyor olmalı. Dış sermayenin lüks AVM, lüks konut, lüks araba ve şatafata yatırılması sonucu, sulama projeleri kenara atılmış, tarıma destek esirgenmiş, sıradan köylü ve çiftçinin durumu kötüleşmiştir. Sonuç olarak tarımsal üretim ve ihracat düştü, giderek de içeride tarım ürünleri fiyatları yükseldi. Bundan bir kısım varlıklı çiftçi kazançlı çıkmış olabilir. Örneğin bu yıl, yer yer, dekar (dönüm) başına 2000 TL üzeri bir fındık geliri elde edilebildi. Kuşkusuz güzel bir şey, iyi bir para sayılabilir bu. Ancak bunun kalıcı ve derde deva olduğu, dünya fındık pazarının Karadenizli çiftçinin kontrolüne geçtiği söylenemez.
Bir kısım köylü bu konjonktürel durumdan yararlansa bile, çoğu köylü, memur, işçi, küçük esnaf ve emekli kayba uğradı, gıda fiyatları yükseldi, satınalma gücü düştü.
Sanayi yatırımı daraldı, mevcut sanayi üretimi ve ihracat geriledi, baskı politikaları, özgürlükleri daraltıcı ve bastırıcı yasal düzenlemeler sonucu, dış sermaye ülkeden kaçmaya başladı.
Durum, sadaka ekonomisiyle, yani yoksula bedava kömür ve gıda maddeleri dağıtmakla idare edilmeye çalışıldı.
Ecevit’in bakanı Kemal Derviş’in İMF ile yaptığı anlaşmalara göre hareket etme zorunluluğu, AKP hükümetlerini bir süreliğine mali disipline bağlı kalmaya zorlamıştı, İMF ile anlaşma süresi bitince sağ kesim ve AKP iktidarı eski geleneksel alışkanlığına geri dönüş yaptı, yolsuzluk ve vurgun dönemi yeniden başladı. Dolar 112 kuruştan 300 kuruşa doğru fırladı. Yolsuzlukların parlamento tarafından araştırılması, 4 bakanın Yüce Divan’a gönderilmesi AKP çoğunluğu tarafından önlendi, yolsuzlukların üzerini örtmek için de baskı yasaları çıkarıldı.
Çünkü birçoğunun eline çamur bulaşmıştı.
Muhalif televizyonlar, gazete ve patronlar baskı altına alındı, gazetelere saldırılar yapıldı. Hukuk denen şey, kitaplarda yazılı bir ad olarak kaldı.
Dini eğitime destek verildi        
İktidar, arka bahçesi olarak gördüğü için dinci kesime desteğini iyice artırdı. İmam-Hatip Okulu ve öğrencisi sayısı artırıldı, öğrenci sayısı 60 binden 600 bine çıkarıldı. Erdoğan bununla övünür oldu. 110 bin imam maaşa bağlandı, yetmedi bir o kadar müezzine de maaş bağlanacağı açıklandı. Ama Alevi din görevlilerine zırnık koklatılmadı. Eskiden imamları köylünün kendi buluyor, maaşını kendi ödüyordu. Laik bir devlette olması gereken de budur, ama imamların tümü devlet memuru yapıldı. Ayrıca din dersleri öğretmeni sayısı haddinden fazla artırıldı, 1980 askerî darbe rejimi din derslerini anayasal bir zorunlu ders haline getirmişti. ‘Al gülüm, ver gülüm’ havası. Şimdilerde eğitimin , berbat bir hale getirildiği yakınmaları yükseliyor. 1980 askerî darbesiyle okul idarecilerinin ve eğitimcilerin çoğu boykot suçlamalarıyla tasfiye edilmiş yerlerine dinciler konmuştu. Bu nedenle günümüzde çoğu okulun müdür ve yöneticileri İmam-Hatip çıkışlı, çoğu kafalar hâlâ orta çağlarda geziniyor olmalı. Bu kişiler, milyonları bulan çevreleriyle birlikte, neredeyse tulum halinde AKP’ye oy veriyor.
Mükemmel bir arka bahçe...
Bu üstün konumuna, bol paralı seçim kampanyasına, cumhurbaşkanının açık desteğine rağmen AKP 7 Haziran seçimlerinden yenik çıktı. Beklemedikleri bir yenilgi. Ancak demokrasi adına önemli bir başarıdır bu. Demek ki, dinci politikalara yatırım da iktidarda kalmak için yetmiyor. Halk gerçekleri, ekonominin önemini ve ekonominin kime çalıştığını, laik eğitimin tek çıkar yol olduğunu algılamış olmalı...
Felsefe ve sosyoloji dersleri gibi aydınlanmacı ve ufuk açıcı dersler yerine, giderayak, okullara dinî içerikli ve üretici yanı olmayan dersler, ilkokuldan başlatılarak, özellikle seçmeli Arapça ve Kur’an dersleri, vs kondu, ama Çerkesçe gibi toplumun konuştuğu yerel dillere benzeri olanaklar sağlanmadı. Oysa Kur’an öğreten binlerce kurs zaten var.
Çerkesçe gibi diller birer ‘Zenci’ dili olmalı. Arapça da öğretilebilir, ama aşırı yoğunluklu değil, dengeli bir düzeyde kalmalı. Asıl teknik diller öğretilmeli. İngilizce ve Fransızca gibi gelişmiş teknik ve evrensel diller -ciddî anlamda- öğretilmez, öğrencilerden başarılı olanları dış ülkelere dil öğrenimine yollanmazken, üretsel özelliği olmayan dinî derslerden ne umuluyor olabilir, oy devşirme dışında? Toplum devlet eliyle terbiye edilmek mi isteniyor, ne? Fransa, Japonya, AB ve ABD gibi ülkelerde, hele devlet okullarında var mı böyle bir uygulama?..Suudi Arabistan’da var. Örnek orası mı olmalı? Bu gibi nedenlerle uluslararası bilgi yarışmalarında nal topluyoruz. Oysa ülkenin geleceği ve kalkınma, pozitif bilimlere, teknolojik gelişime, bilgi toplumu yaratmaya, matematik, fen, mühendislik gibi branşlara, pozitif bilime ağırlık vermeye, teokratik değil, üretici fonksiyonlu eğitime bağlı. Güney Kore, Tayvan, Singapur ve Malezya gibi dünün geri kalmış ülkeleri o yolla ilerleme kaydettiler ve refah toplumları oldular.
İktidar destekli etnik şiddet
7 Haziran seçimine doğru Kürt seçmenlerin AKP’den koptuğunun anlaşılması ve bunun seçimde de doğrulanması üzerine iktidardan düşen geçici AKP iktidarı durduk yerde sertleşti. Hedefe HDP ve onunla ilişkili oldukları iddialarıyla PKK ve Kürt nüfus kondu. Barış süreci sona erdirildi, PKK mevzileri ve Kandil bombalandı, bombalanmaya devam edildi. Görülmemiş ölçüde bir şiddet süreci başlatıldı. Dinci IŞİD terörü görmezden gelinirken, asker ve polis tarafından Kürt yerleşimleri kuşatma altına alındı, zırhlı araçlar ve keskin nişancılar mevzilendirildi, günlerce süren sokağa çıkma yasakları kondu, PKK yanlısı bilinenler etkisizleştirildi, PKK ile savaş adı altında sivil nüfusu da hedef alındı.
Diyarbakır, Sürûç ve Ankara’da canlı bombalar patladı, yüzlerce insanın ölmesine ve yaralanmasına yol açıldı. Sadece 10 ekim Ankara katliamında 102 kişi öldürüldü. Saldırılar, ilginçtir sadece HDP’ye, Kürtlere ve sol çevrelere yönelikti. İktidar politik cinayetlerin sorumlularını bulmuş, cinayetlerin arka perdesini aydınlatmış değil.
Muhalefet partilerine göre, saldırıların sorumlusu zaten AKP iktidarı.
Bu arada 400’ü aşkın HDP parti merkezine ve bürosuna eş zamanlı saldırılar düzenlendi, binalar ateşe verildi, Kürt tarım işçilerine, sivil insanlara, sol kitapçılara, gazetelere, Kürt otobüs yolcularına yönelik toplu saldırı ve linç kampanyaları yaşandı. Böylece ülkenin Doğu yöreleri dışında büyük bir faşist örgütlenmenin bulunduğu ve bir merkezden yönlendirildiği anlaşıldı. Osmanlı Ocakları’nın boy gösterdiği bu ırkçı şiddet ve nefret dalgasının AKP kaynaklı olduğu muhalefet tarafından dile getirildi ve şiddetle kınandı, sorumluların bulunması ve adalete teslim edilmeleri istendi.
AKP’nin topluma vereceği ciddi bir şey kalmış mı?..
AKP, gericileşmesiyle birlikte, geleceğe yönelik umutları bitirmiş, kendi de bitmiş olan bir parti. Son çırpınışlarını yaşıyor, uzatmaları oynuyor. Geleceği olabilir mi?.. Sonu ANAP, DSP ve AP-DYP gibi görünüyor, inişe geçmiş. Bundan sonrası için toparlanması sürpriz olur... Ancak Erdoğan’ın usta bir oyun kurucu olduğu da unutulmamalı; seçim sonucu partisinden habersiz hareket eden CHP’li Deniz Baykal’ı oltaya getirmeyi başarmış, onu Antalya’dan Ankara’ya çağırmış, böylece CHP ile MHP arasında bir güvensizlik tohumu ekmeyi başarmıştır. Yani bir taşla iki kuş vurmuştur.
CHP yönetimi Erdoğan’ın bu taktik oyununu okuyamadı, Bahçeli gibi yapıp, ‘Truva atı’ rolü üstlenen Baykal’ı partiden ihraç edecek yerde, ‘bize de iktidardan bir şeyler düşer mi, koalisyona alınır mıyız acaba?’ düşlerine kapıldı, Meclis Başkanlığını azınlıktaki, halkın iktidardan düşürdüğü AKP’ye kaptırdı. Oysa MHP’li Ekmeleddin İhsanoğlu’nun karşısına Baykal’ı çıkarmayarak Erdoğan’ın oyununu başından bozabilir, HDP’nin de desteğiyle İhsanoğlu’nu seçtirebilirdi. Ancak Erdoğan’ın ‘Baykal’a destek verebileceği’ (!) hayali ve aymazlık içinde, Deniz Baykal’ın adaylığında ısrar edildi, başkanlık AKP’ye altın tepsi üzerinde sunuldu. Böylece Meclis işlevsiz hale getirildi, Erdoğan’a seçimi yenileme fırsatı verildi.
Demirel, 1970’lerde böyle bir fırsatı Ecevit’e vermemişti.
Kılıçdaroğlu ve ekibi gelişmeleri okuma becerisini gösteremedi. Bundan sonrası için gösterebilecek mi?..Gitmeleri isabetli olur.
Bu süreçte MHP Başkanı Devlet Bahçeli’nin günahı az değil, asıl sorumlu o, dışlamacı. Oysa birlikte hareket etme zamanıydı, hesaplaşma daha sonraya bırakılmalıydı. MHP, günümüz gerçeklerinden çok, geçmişin, Atatürk-İnönü döneminin Türkçü/ tek dilci politikalarını yeniden diriltme peşinde. Oysa o günler çok gerilerde kaldı. 1930’larda değil, 21.yüzyıl dünyasında yaşıyoruz.
Türkiye çok etnili bir ülke. Bastırma ve tek dil politikaları çözüm olamaz.
Şimdi seçim yenilenecek. Peki, AKP şiddet dışında yeni bir şeyler vaad edebilir mi? Sanmıyorum. Sabıkalı hale geldi. Halk şiddetten hoşlanmıyor, şiddet yanlılarına değil barıştan yana olanlara oy verir.
AKP, “Bana oy vermezseniz, 1990’larda olduğu gibi Beyaz Toroslar cadde ve sokaklarda yeniden gezmeye, insan avına çıkmaya başlarlar’ diyerek korku salıyor. Korku iklimi yaratıyor. Bilindiği gibi 1990’larda 17 bin faili meçhul yaşandığı, asker ve polis (Jitem) tarafından Beyaz Torosların infazlarda kullanıldığı sık sık dile getirilmiş, resmî makamlar da bu tür iddiaları reddetmişlerdi.
Şimdi Başbakan bunu, Beyaz Torosları ve infazlar gerçeğini doğrulamış bulunuyor.
Acılı anneler
Sokakaları dolduran acılı anneler, yıllardan beri her cumartesi günü toplanan yaslı anneler gözyaşları dökerek infaz edilen evlatlarının gömüldüğü yerlerin olsun gösterilmesini bekliyorlar. Bu gibi mezarlar 50 yılı aşkın bir süreden beri gizli tutuluyor. Niye? Kimin buna hakkı olabilir? Demokratik bir ülkede böyle bir şey olabilir mi?..
AKP, önceleri bu acılı annelerden yana göründü, timsah gözyaşları döktü, Erdoğan 100’lük Berfo Ana’yı (Kırbayır) bile ‘konu mankeni’ gibi kullanmaktan çekinmemişti, ama infaz edilen oğlunun mezar yerini göremeden bu dünyadan ayrıldı zavallı Berfo Ana.
AKP şimdi, o türden demokratik ölçeklerden çoktan beri geri düşmüş bulunuyor. Dış itibar, inandırıcılık desen, kalmamış. Kapılar Erdoğan’ın yüzüne kapatılıyor.
Bu bakımdan iktidar değişikliğinde ya da muhalefetin AKP’yi dizginlemesinde, son çare olarak, AKP’nin de içinde yer alacağı bir koolisyon hükümetinin olsun kurulmasında ülke, demokrasi ve barış adına yarar var, bu bir gereksinimdir diye düşünüyorum. Bunun gerçekleşeceği umudunu da taşıyorum.
Bu bakımdan 1 Kasım’da yeni bir beyaz sayfa açılabileceği inancıyla hepinize saygılar.


 
 
  Bugün 2 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol