adigehaber
  Anadili Eğitimi ve Alfabe Sorunu
 

Anadili Eğitimi ve Alfabe Sorunu

 18 Haziran 2013

 

Türkiyede, 2012- 2013 eğitim- öğretim yılında, 5-8 sınıfların 5.sınıflarında anadili öğretimi başlatıldı. 2013-2014 eğitim- öğretim yılında 6. sınıflarda da haftada seçmeli 2 ders saati biçiminde anadili okutulmaya devam edilecek. Ancak başvuru  için saat sayıyor, 21 Haziran 2013’e değin anadili öğretimi talebi için başvuruda bulunmak gerekiyor.

Anadili öğretimi, kuşkusuz simgesel özellikte. Haftada 2 saat anadili dersi ile bir dilin öğrenilemeyeceği belli. Öncelikle bunu bilmek gerekir.

Adıgeler anadili eğitimi sınavında başarısız kaldılar. Düzce’de 10, Turhal’da da 7 öğrencinin katıldığı iki talep oldu, sadece iki sınıf açılabildi. Türkçüler bıyık altından bize kıs kıs gülüyor olmalılar. Abhazlar ise onu da başaramadılar ve toptan karavana çektiler.

Bu gibi konularda yazdığım hayli makale var. Ancak okunuyor mu? Bilemiyorum. Düşünsel düzeyde pek de parlak bir mevkide olmadığımız muhakkak.

Anadili öğretimi değil, anadilinde eğitim gerekiyor

Bizde ödlek sayısı az olmamalı. Kaffed nabız yoklaması yapmış, yoklamadan “anadili öğretimi talebi” çıkmış (Bkz. “Çerkes Soykırımı, Soçi 2014 ve Yükselen Çerkes Muhalefeti", Adigehaber). Bunu nasıl açıklamalı? Yönlendirme öyle mi olmuş? Sanırım ankete katılanlar  neyin ne olduğunu bilmiyor olmalılar.  Değilse, kendine yabancılaşma gibi bir durum söz konusu  olmaz mı?..

Peki, Türkiye’de 50 yaşın altında Çerkesçe bilenler yüzdesi nedir? Bir bilen var mıdır?..

Anadili öğretimi, anadilinde konuşan çocuklara anadilinde okuma yazma öğretme, ulusal kültür ve edebiyatla bağlantı kurmasını sağlama amaçlı verilebilir. Örneğin, Estonya’da büyük bir Rus nüfusu var, bu insanlar Sovyetlerin Ruslaştırma politikaları gereği Estonca öğrenmiyor, öğrenmeleri Moskova tarafından istenmiyor ve bunun bir sonucu olarak da sadece Rusça konuşmakla yetiniyorlardı. Estonca, Adıgece ve diğer Sovyet azınlık dilleri gibi,  aşağılanan diller arasındaydı. Şimdilerde ise, durum tersine döndü, Estonca özgürleşti ve yeni devletin resmi dil oldu, Rusça ise azınlık dili statüsüne indi. Eston hükümeti, yüzde 24,8'in anadili olan  Rusçayı devlet okullarında, isteğe bağlı olarak,  5-8 sınıflarda   haftada 2 ders saati olmak üzere okutuyor; Estonca ise zorunlu ders dili, bütün okul ve sınıflarda okutuluyor. Estonlar, geçmişte  Rus’tan çok çekmiş, aşağılama ve  asimilasyona tabi tutulmuşlardı. Türk aynı şeyi Çerkes’ten çekmiş olabilir mi? Türkiye'de baskı gören dil Türkçe değil, Çerkesçe ve diğer diller. Türk hükümeti  Eston modelini bize, Çerkes’e ve diğerlerine  uygulamak istiyor. Ama arada fark var: Estonya'daki Rus Estonca bilmiyor, bileni az ve hepsi Rusça konuşuyor.  Türkiye'deki Çerkes çocuğu ise anadilinden kopartılmış, Çerkesçe bilmiyor, dedesi, belki babası Çerkesçe biliyor. Demokratik bir ortamda, baskılar kalktığında ve devlet desteği sağlandığında, kısmen de olsa, Çerkesçe -ve diğer   diller- hayata iade edilebilir.Türkiye koşullarında, Estonya'daki Rus eğitim  modeli, Türkiye için de geçerli olabilir mi? Aslında bu kadarını  bile, Türk,  isteyerek değil, evrensel hukukun ve Kürt tarafının zorlaması sonucu 'kerhen' uyguluyor. Temel  farklılık da bu.

Soralım, Türkiye’de çocukların anadilinde konuştuğu tek bir Çerkes köyü kalmış mıdır? Kalmamıştır. Ulusalcı/ Türkçü/ Kemalist kesim, gelmiş geçmiş iktidarlar,  Çerkes toplumu ve diğer toplumlar üzerinde işte böylesine  bir toplum mühendisliğini, kendine yabancılaştırma ve asimilasyon politikasını uygulamış. Ta 1971'deki  askeri müdahaleden beri. Baskılara  Kürtlerin ve Arapların bir bölümü direnebilmiş. Dağınık ya da küçük toplulukların direnci askeri rejim tarafından kırıldı...Buna karşın İsrail'de iki  köyde yaşayan Çerkesçeye bir bakmalı, bir de bizdeki acınası duruma bir bakmalı. Farkı algılayabilirsiniz. Algılama yeteneğiniz varsa tabii...

Gerçek olanı bu. O, bu, şu, şöyle… gibisine zırvalar sıralamanın beş paralık bir değeri yoktur. Bunu bilmeliyiz.

Sözün kısası, bizdeki en alt düzeyde, en kısıtlı anadili eğitimi biçimi, aslında bir 'yasak savma' , uygulamanın sembolik olma ötesi  bir getirisi olabilir mi?

Şu durumda anaokulundan/ kreşten başlayan, kesintisiz olarak ilk, orta ve yüksek eğitimde de sürecek olan bir  anadilinde eğitime gereksinim var. Bu Türkiye’nin bize olan bir borcudur, demokratik haktır, asla bir lütuf değildir.

 

Anadilinde eğitim verilebilir mi?

Kim ne derse desin toplum kabuk değiştiriyor. Son Taksim Gezi Parkı direnişi de bunu kanıtlıyor. Toplum, özellikle modern gençlik, dayatmaları ve oldu bittileri, ölümleri  göze alarak  artık kabul etmiyor. Yani asıl direniş çoğunluk/ Türk kesiminden geldi. Erdoğan'ın kaprislerine, otoriterliğine  "yeter!" dedi. Rusya’da da öyle olacak. Putin de yola gelecek ya da yola getirilecek. Çünkü özgürlükler çoğunluk için de bir gereksinim. Turuncu devrimler ve Arap baharları bulaşıcı. Dik başlı Erdoğan ve AKP iktidarı zorda, barışçı gösteriler ve demokratik güçler karşısında çok sert davrandı, ama para etmedi, geri adım atmak zorunda kaldı. Bu bir demokratik ilerlemedir. Erdoğan gençliği ve aydın kesimi karşısına alarak  kredisini, birikimlerini hoyratça tüketiyor. Taksim’de rant, Topçu Kışlası,  AVM kavgası, rezidans, vs  - şimdilik de olsa- rafa kalkmış durumda. Raftan inecek mi, belli değil. İnerse, ortalık yine direnişçi ile dolar. Gençlik otoriter ve rant peşinde koşan yönetimlere artık geçit vereceğe benzemiyor.

Direniş, Erdoğan’ın yanlış tutumları sonucu ulusalcı bir görüntüye de büründürülmek istendi.

Ulusalcı/ faşist kimi görüntülere, “Türk oğlu Türküz, Mustafa Kemal’in askerleriyiz” gibi faşizan sloganlara karşın, direniş demokrasiyi vaat ediyor. İnsanlar geçmişin karanlığı/ faşizm için can vermez, gözünü yitirmez. Böyle şeyler özgürlükler uğruna göze alınabilir.

***

Bütün bunların dışında bir demokratik açılım süreci de 'sürüyor'. Ancak Erdoğan’a ilişkin kuşkular sona ermiş değil. Erdoğan seçim öncelerinde bazı haklar tanıyor ya da yumuşak davranıyor, ardından bütün bunları  askıya alabiliyor. Örneğin, 2011 seçimi öncesinde Kürtleri yatıştırma politikası sürdürürken, seçimi kazanınca buna son verdi, şiddet politikasına döndü. Gereksiz yere çok kişinin canı yandı. Yani Erdoğan'ın  milliyetçi ya da fetihçi bir yanı da var, zaman zaman da depreşiyor. Gerçek olanı bu. Üçüncü  köprüye “Yavuz Sultan Selim Köprüsü” adını vermeleri de bunu kanıtlıyor. Yavuz Sultan Selim adının köprüyle ne gibi bir ilgisi olabilir?..

Yavuz, durup durduk yerde Müslüman/ Sünni bir ülke olan Mısır’a saldırdı,  onbinlerce Müslüman insanın kanını akıttı, Mısır’ın son Çerkes sultanı olan Tumanbay’ı astırdı, Müslüman ve Çerkes katliamı yaptı, hazinesini Mısır altını ile doldurdu, Anadolu’da da Alevi katliamı yaptı diye mi bu ad veriliyor köprüye?

Hele, Egemen Bağış’ın “Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı Devleti’ne en fazla toprak katıldı” anlamındaki sözlerine ne demeli. Adam 500 yıl öncesinde mi yaşıyor ya da kendisini Osmanlı sultanı olarak mı görüyor?..Siz hangi toprağı hangi devlete katmayı düşünüyorsunuz Sayın Bakan? Savaşı mı özlüyorsunuz?..

***

Şunu da bilmeliyiz: Haklar verilmez, alınır. Türkiye’de yeni gençler dışında Kürt faktörü de var. İmralı ile görüşmeler sürüyor. Bu ne demek? İktidarın gücü sınırlanıyor, gücün bir bölümünün demokratik kesimlere, yerel yönetimlere, halka aktarılması söz konusu.

Ancak bunun alt yapısı yok, hazırlanıyor mu? Bilemiyoruz. Ak Parti, Meclis’te CHP ve MHP ile yeni bir anayasa hazırlamaya çalışıyor. Olmayacak duaya amin demek gibi bir şey bu. İki yılı aşkın süreden beri oyalama sürüyor.

Anayasa sürüncemede ise, eğer samimi iseler, iktidara düşecek olan görev, yasalar yoluyla demokratik reformları hızlandırmak, dengeleme yoluna gitmek olmalı. Örneğin bir yerel yönetimler yasası, bir seçim yasası, seçim barajını düşürme,  bir siyasal partiler yasası, vb  çıkarılabilir. Taksim’i yağmalama, fetihçi zihniyet  peşinde koşulacağına bunlar yapılabilir. Ak Parti’nin bir başına bunlara gücü yeter. Ama yapabilecekken yapmıyor. Niye?

Bu ortamda anadilinde eğitim yapılabilir mi? Mevcut mevzuata göre yapılamaz.

İki arkadaşla söyleşi ve alfabe sorunu

Geçtiğimiz ay Ankara Abdi İpekçi Parkı’nda Naje Ali İhsan Tarı’nın ekibinden  Hatko Nuri ve Huaj Ahmed ile yararlı bir söyleşi yaptım. Arkadaşlar, önümüzdeki yıl için, iki okulda –Düzce ve Turhal’da- uygulanan  Kiril alfabesini  kaldırtmayı, yerine  Latin esaslı Adıge alfabesini koydurmayı ve okullarda okutmayı istiyorlar. Huaj Ahmed, “Kasım 2012’deki Adıge Dil Derneği toplantısında Latin alfabesi benimsendi. Ona göre çalışmalıyız” dedi. Hatko Nuri de, “Adıgey'de yazı dilinin K’emguy olması bizi bağlamaz, Türkiye’de Şapsığ ve Abzah lehçeleri konuşuluyor, o halde o lehçelerde eğitim verilmeli”, dedi.

Ben de, “Şapsığ’ı ya da Abzah’ı şimdi kaç çocuk konuşuyor, ayrıca elde okutulacak bir Latin alfabesi var mı? Kiril esaslı Adıge alfabesi zor bir alfabe ama yine de bir sisteme dayanıyor. Onu kaldırtmak için yerine koyacak şeyi hazırlamak gerekir. Danef.com’da gördüğüm alfabe seslendirme/ fonetik  esaslı, oturmuş bir sisteme dayalı değil, yanlışları var” dedim.

“Ne gibi?” dediler. Danef’teki alfabe Türkçe algılama ve ses düzenine göre hazırlanmış. Örneğin, Türkçedeki ince “v” sesi Adıgecede yok; ince "v" (w) sesi  ile kalın "v" (ﻭ) sesi birlikte sadece Kabardey biçiminde var: “wı” (вы) (öküz), “wağo” (вагъуэ) (yıldız) gibi. Örnekler verelim: Kabardeydeki "wı" (вы) (öküz) sözcüğünün Adıgey karşılığı "цу" (çu), akademik  ifadeyle  "цуы" (çuı) (öküz) olarak yazılır. Kabardey biçiminde "ı" (ы) belirgin, Adıgey biçiminde ise açık değil. Bu da yanıltıyor. Yanılma  "цу"  (çu) 'nun iki harf (ç+u) değil, Kabardeydeki "w" (в) karşılığı bağımsız tek bir ses olduğunun kavranmamasından ileri geliyor. Kabardey “wağo” (вагъуэ) (yıldız) karşılığı Adıgey "жъуагъо" (juağo) sözcüğü de öyle. Burada da "жъу"  tek bir ses iken üç harfle ve "жъуагъо"  olarak gösteriliyor. Örnekleri çoğaltabiliriz. Gereksiz, çünkü bilen biliyor. Esas olarak, Kabardeydeki ince w (в) sesi, kalın "v" (y) sesine oranla çok daha az kullanılıyor. Adıgecede (Adıgey biçimi), Arapçadaki gibi, yalnızca  kalın “v" (vav; ﻭ) sesi var. Bunları bilmeliyiz. Bunun bir sonucu olarak, Adıgey ve Kabardey biçiminde kalın "v" ile söylenen ve araya yarım "ı" konarak ya da konmayarak yazılan “vıne” (унэ) (ev) sözcüğü, Türkçede olmayan ama Adıgecede olan kalın "v; " sesi nedeniyle, sıradan Türk o sesi söyleyemediği, kalın "v" ile "ı" bir araya geldiği için "vıne"yi, Türkçe olarak  “vune” biçiminde algılanıyor  ve - yanlış da olsa- öyle yazılıyor. Rus ise, "унэ"deki, "y" (u)yu sadece  "u" olarak algıladığı için "une" diye okuyor, Adıge ise baştaki "y"yu Rustan farklı olarak "vı" ve "vıne" diye okuyor.

Bizdeki dil bilmeyenler   ya da ses ve hece inceliklerine vakıf olmayanlar da bu tür yanlışlıkları işliyorlar ya da Rus'u taklit ediyorlar. Örneğin, bilenler konuşmalarında "Vıbıh" deseler bile, sözcüğü "Ubıh" ya da "Vubıh" biçimlerinde yazabiliyorlar. Adıgecede ünlüler yarım/ kırık sesliler biçiminde, bu tür yarım sesliler  Türkçe duyumlarda farklı algılanabiliyor. İşin temelinde bu tür algılamalar birer yanılmadır, esas değildir. Çerkesçeyi bilmeyen ya da az bilen gençler, Türkçe duyumlarına dayanarak - sesleri bir Türk ya da bir yabancı gibi algılayarak ve düşünerek- yanlış şeyler yazıyorlar. Bu da dil kirlenmelerine yol açıyor.

“Adıgeceyi Türkçedeki algılama biçimine göre ele alamayız, bu bizi çıkmaza götürür. Peki başka Adıgece Latin alfabeleri üzerine bir çalışmanız oldu mu?” dedim. “Olmadı, başka Latin alfabeleri de var mıymış?” dediler.

“Var, dedim, 1920’de İstanbul’daki Çerkes Nümûne Mektebi’nde Latin kullanıldı, ‘Diyane’ adlı gazete de yayınlandı. Suriye’de Fransız yönetimi sırasında Fransız harflerinden yararlanılarak hazırlanan bir alfabe okullarda ve toplum içinde kullanıldı, o alfabeyle Adıgece dersler okutuldu, Adıgece olarak ‘Marc’ gazetesi de çıkarıldı. Adıgey’de 1927-37 yılları arasında 10 yıl süreyle Latin alfabesi kullanıldı, Latin alfabesi Kabardey’de 12 yıl (1924-1936) kullanıldı. Ayrıcabir dil ve edebiyat bilgini olan  Kube Şaban’ın Latin harfli özel alfabesi ile diasporada kitaplar yayınlandı, dahası Av. Sefer Berzeg de aynı alfabe - Kube Şaban alfabesi- ile kitapçıklar bastırdı. Üstelik, bu kitapçıklar 12 Mart 1971 askeri müdahalesi öncesinde gençler arasında hayli popüler olmuştu. Adıge dilbilimci K’eraş Zeynab’ın hazırladığı Latin esaslı bir alfabe daha var. 1992’de Maykop'ta kendisinden dinlemiştim. Bütün bunları incelemek ve dikkate almak gerekir” dedim. Huaj Ahmed, alfabe konusunda Sefer Berzeg ile görüşeceğini söyledi.

"Bütün bunları, daha önce yapılanları  bilmeden çalışmak ,Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi olmaz mı?" dedim.

***

Kafkasya’da kullanılmış olan Latin alfabesini inceleyemedim, bulamadım. Üzerinde yasak olmalı. Ancak Kube Şaban’ın alfabesi,   Kirildeki sistemi esas alarak hazırlanmış. O bakımdan zor, ama düzgün bir alfabe. Kuşkusuz Kiril gibi onun da eksiklikleri var.

Adıgeceyi bilmeyen ya da yeterli düzeyde bilmeyen gençlerimiz çok dikkatli olmalılar, yanlış şeyler yazıyorlar. Ayıp. Örneğin “cegu” yazacak yerde “ceug” yazıyorlar. Tarih konusunda olduğu gibi alfabe konusunda da bilgi kirlenmesi var. Türkçe düşünerek Adıgece yazı yazmak olmaz. Neyin ne olduğunu ve incelikleri bilmek gerekir. Örneğin, Türkçe bilmeyen klasik Adıge, “böyle” demez “boyle” der, çünkü Adıgecede “ö” sesi yoktur; devam edersek, Adıge  "ortadan bölelim" diyemez, yarım seslilerle "orteden bolelım" der. Türkleşmenin ilerlemiş olması nedeniyle, şimdiki gençler bu türden temel örnekleri artık göremiyorlar. Öte yandan, Türk de Çerkesçe sözcükleri kendine göre algılar, örneğin “ḉeleĥu” (к1элэхъу; oğlan çocuğu) diyemez “celoh” ya da “çeloh” der. Bu tür incelikleri kavramadan alfabe hazırlanamaz, hazırlanmaya kalkışılırsa sırıtır.

Şimdilik bu kadar.

***

Not: Bu makale, Cherkessia.net ve Adigehaber sitelerinde de yayındadır. - hcy

 
  Bugün 51 ziyaretçi (68 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol