27 Mayıs'a Doğru: Çerkeslerin Trajedisi- 2 (Birinci bölümden devam)
Savaş ve karşılıklı durum
Zayıflamış olan Osmanlı Devleti’nin Çerkeslere karşı tutumu da olumlu değildi, faydacı, tamamen çıkara dayalıydı, Çerkeslerin insan gücünden yararlanmayı, koparabileceği şeyi koparmayı amaçlıyordu.
Her iki güç de -Rus ve Türk- batacak geminin mallarını yağmalamanın peşindeydi. Batılı ülkeler ise, tanıdıkları/ meşru olarak gördükleri 1829 Edirne Antlaşması’ndan beri Çerkesya’yı Rusya’ya ait bir bölge, Çerkes sorununu da Rusya’nın bir 'iç sorunu' olarak görüyorlardı. İngiliz diplomatik çevreleri(İstanbul'dakiler) dışında Çerkeslerle ilgilenen yoktu, Rus'un karşısında Osmanlı'nın ödü kopuyordu.
- 1840. Ruslar 1837- 1839 yılları boyunca Çerkeslerle savaşarak Karadeniz kıyılarını ele geçirdiler.
Daha önce, 1830’lu yıllarda Rusların kuzeyde (Natuhay yöresinde) Anapa, Novorossiysk veGelencik’te kale ve deniz üsleri, güneyde Gagra’da da (Ciget yöresinde; istiladan sonra ve şimdi Abhazya'da) bir kaleleri vardı. Daha sonra, Adıgelerle çarpışarak Svyatuh Duh (1836; şimdi- Adler),Navaginsk (1838; şimdi- Soçi) ve daha başka kaleleri de kurdular (Novomihailovsk, Tenginsk, vd) .
1839'da bütün bu kaleleri ve karakolları birbirine bağlayan müstahkem Karadeniz kıyı hattı, sahil yolu tamamlandı. Hat üzerinde yüksek gözetleme kuleleri (çeşane) de bulunuyordu. 1839 yılında bir Rus posta arabası ya da mühimmat taşıyan bir vasıta Anapa’dan Gagra’ya kadar gidebiliyor, kale ve karakollardaki askerler koruma görevi görüyorlardı. Çerkesya’nın deniz yoluyla olan dış bağlantıları da tamamen kopmuştu.
Ruslar ayrıca doğudan, Kuban Irmağından/ Kabardey tarafından batıya doğru ilerleyerek Laba Irmağına ulaştılar, aradaki geniş toprakları ve Bağımsız Çerkesya’nın doğu yarısını (Base Gubğo/ Base Ovasını) ele geçirdiler. Bu son yerlerde Besleney, Mahoş, Abzahlar, vd yaşıyorlardı. Buralarda tam bir etnik temizlik uygulandı. Ayrıca bu yerlerin güneyindeki akarsuların kaynak bölümlerinde yaşayan barışçı Abazinler de Ruslara boyun eğdiler- 1838.
Bütün bunlara ek olarak Karadeniz kıyısındaki Gelencik Deniz üssünü şimdiki Krasnodar kenti batısındaki Olginsk Kalesine bağlayan bir iç hattın/ Abın Hattı'nın yapımı da tamamlandı. Böylece Natuhayları Şapsığlardan ayırmayı hedeflediler. Çerkeslerin Aslanı olarak ünlenen Çerkes direniş komutanı Tığujıko Kızbeç komutasında ve daha başka komutanlar önderliğinde istilâcılara karşı kahramanca direnişler sergileniyordu (Örnekler için bkz. Prof. Dr. Ç'ırğ Ashad, " Kafkas Savaşı Tarihinden Bir Sayfa ", Cherkessia.net, tarih; Ç'are Fatim, "Tığujıko Kızbeç", aynı yer).
***
Sonunda, Adıgeler Kuban’ın kolu Laba Irmağı ile Karadeniz arasında bulunan dar bir alana sıkışmış oldular. Çerkesya'nın çoğu yeri elden çıkmıştı. Bu zor durumda bile (Adıgeler çok zor ve aç bir kış geçirmişlerdi, hayvan sürüleri Ruslarca yağmalanmıştı), yine de, 1840 yılı başlarında, birleşerek Rus kalelerine karşı genel bir saldırı başlattılar. Saldırı öncesinde Adıgeler arasında İngiltere ve Türkiye’den yardım geleceğine ilişkin yalan haberler (dezenformasyon) yayılmıştı.
Adıgeler Şapsığ kıyılarındaki kalelerden (Novomihailovsk, Tenginsk, vd) Rusları atmayı başardılar, ama çok kayıp verdiler. Vıbıh/ Ciget yöresindeki Navaginsk (şimdi- Soçi), Svyatoy Duh (Kutsal Ruh; şimdi- Adler) ve Gagra kaleleri ile Natuhay sahilindeki kaleler (Anapa, Novorossiysk, Gelencik ve diğerleri) Rusların elinde kaldı.
Daha sonra, Vıbıh yöresinde, şimdiki Soçi yerinde bulunan Navaginsk Kalesi Ruslar tarafından tahliye edilmiş, Mart 1864’e değin Çerkeslerin elinde kalmıştır.
Kırım Savaşı
1853- 1856 Kırım Savaşı, birçok kişi tarafından yanlış değerlendiriliyor, örneğin Osmanlı'nın Paris'te Çerkesleri savunmadığından söz ediliyor. Bu türden söylenen şeyler doğru ve gerçekçi değil. Osmanlı'nın Çerkes'i savunacak pozisyonu yoktu. Ayrıca savaşın Çerkesleri kurtarma gibi bir amacı da yoktu. Bunu bilmeliyiz. Korunacak olanı, temel olarak, İngiliz- Fransız çıkarları ve tampon devlet olan Osmanlı Devleti idi. Amaç, Karadeniz'de bulunan Rus donanmasını, deniz üs ve tersaneleri yok etmekti. Savaşın Adıge/ Çerkesleri bağımsız bir birim olarak tanıma ya da onlara yardım etme gibi ek bir bir amacı da yoktu. Müttefikler Çerkesya'yı 'Rus toprağı' olarak görüyorlardı. Yani, geçerli olan uluslararası hukuk ve diplomasi böyleydi ve buna saygılı idiler. Çerkesya'yı bağımsız bir birim (ülke) olarak tanımak, ayrıca kendi sömürge politikaları açısından da çelişki olurdu. İngiltere bir sömürgeler imparatorluğu idi.
Savaşın hedefi, yukarıda da söylediğimiz gibi, Osmanlılara ve Akdeniz’deki İngiliz- Fransız çıkarlarına yönelmiş bir tehdit olan Karadeniz’deki Rus deniz gücünü (Rus üslerini ve donanmasını) yok etmekti. Müttefikler açısından savaş bu amaçla sınırlıydı. Amaca ulaşıldı, Karadeniz’deki Rus donanması ve deniz üsleri yok edildi, Karadeniz (Osmanlılar da dahil) her türlü ağır silâhtan arındırıldı, yani Karadeniz bir 'barış denizi' oldu. Rusya bunu, yani yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldı (1855).
Müttefikler Sivastopol’da Rus’u yenmişlerdi, ama Balkanlarda ve Kafkasya’da Rus Türk’ü yenmişti. Çerkes işi ise, işin başında Türk'e bırakılmıştı. Şu durumda Türk'ün, bırakın Çerkesleri kurtarmayı, kendini bile kurtaracak özgül bir gücü kalmamıştı. Şayet Osmanlılar Ruslar karşısında başarı kazanmış olsalardı, durum değişebilir ve Ruslar Kafkasya’dan, en azından Çerkesya'dan atılabilirlerdi. Ancak Ruslar karşısında Türkler başarısız kalmışlardı. Türk genelkurmayı son derece beceriksiz davranmış, çıkartmayı Çerkesya'ya yapacak yerde, bataklık ve Hıristiyan (düşman) nüfuslu Batı Gürcistan kıyılarına yapmıştı, yağmurların bastırması üzerine, Osmanlı Ordusu düşmanlarla çevrili bir alanda bataklıklara saplanıp kalmıştı. Kafkasyalıların çoğu(Gürcü, Ermeni, Azeri, Abhaz, Kabardey, Karaçay, Oset, İnguş ve Dağıstan hanlıkları) Rus yanlısı idiler.
Başlarda Müttefik Komutanlığı, Çerkesya’yı Rusya’dan işgal edilerek Osmanlı İmparatorluğu’na bağlanabilecek topraklar kapsamında ele almışlardı. Ancak, Kafkasya'yı elde tutmanın, işgal etmekten daha zor olacağını düşünerek vazgeçmişlerdi (Bkz. W.D.E.Allen- ölü Paul Muratoff, "Kafkas Harekâtı, 1828-1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi"). Bu bağlamda Osmanlılar da Şeyh Şamil’i Kafkasya Genel Valisi, eski bir Rus subayı olan Zaneko Seferbey’i de Sefer Paşa adıyla Çerkesya Valisi yaptılar(Lesley Blanch, "Cennetin Kılıçları").
En büyük Çerkes topluluğu olan Şapsığlar Osmanlı egemenliğini ve Sefer Paşa’yı vali olarak tanımadılar. Şapsığlar ödünsüz bir bağımsızlığı savunuyorlardı. Bunun üzerine Zaneko Seferbey/ Sefer Paşa da, kuzeye, eski memleketi olan Natuhay’a gitmek zorunda kaldı.
Doğuda Abzahlar arasında da Şamil’in naibi Muhammed Emin vardı, ama güçsüzdü, Rus'a yenilmişti ve savunma pozisyonundaydı.
Çerkesler üçe bölünmüşlerdi. Bu bir zaaftı.
Abhazya'ya da hükümran prens yapılacağı ve Mingreli'nin de kendisine verileceği vaadiyle hanedandan bir Müslüman prens atanmıştı, ama kayda değer bir destek sağlayamamış, aksine kendisi problem olmuştu(W.D.E.Allen- ölü Paul Muratoff, "Kafkas Harekâtı, 1828-1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi").
Doğuda Şamil de beklenen etkinliği gösterememişti.
***
Müttefikler, bu durumda, Çerkesleri önemsemiyor ve taleplerini ciddiye almıyor, Osmanlı tertibinde Ruslarla savaşa katılmalarını söylemekle yetiniyorlardı. Silâh, cephane ve lojistik destek sağlamaktan da kaçınıyorlardı.
Bu yaklaşım tarzı Çerkesleri küstürdü ve Çerkesler bekle gör politikası izlemeye başladılar. Bu durumda Çerkeslerin saldırmayacaklarından emin olan Ruslar da, Çerkesya sınırındaki kalabalık askeri birliklerini çekip Müttefiklerle savaşmak üzere cepheye sürdüler (Bkz. Çuvıḉ Anjel, "Kırım Savaşı Ertesindeki Çerkeslerin Tarihi (1853-1856)", Cherkessia.net, tarih). Bu da savaşı uzatmaya yaradı. Bunda Müttefik komutanlığının bir taktik hatası var.
1856'da Paris Barış Antlaşması imzalandı, antlaşmaya göre savaştan önceki sınırlara dönüldü. Çerkesya zaten Rusya sınırı 'içindeydi', öyle kabul ediliyordu. Ruslar savaşta Türklerden ele geçirdikleri yerleri Türklere geri verdiler. Türk memnun, Müttefikler memnun, ama Rus ve Çerkes memnun değildi. Çerkesya’nın statüsünde değişen birşey yoktu; orası Rusya’nın bir bölgesi ve bir iç sorunu olarak görüldü ve kendi kaderine terk edildi. Paris görüşmelerinde Çerkesler söz konusu edildiğinde, Müttefik delegeler“Çerkesler bize yardım etmediler ki” demekle yetindiler (Çuvıḉ Anjel, “Kırım Savaşı ve Ertesindeki Çerkeslerin Tarihi (1853- 1856)”, Cherkessia.net, Tarih)
Savaş sonunda, Çerkesler karşısında, hazırda büyük bir Rus askeri gücü birikmiş oldu.
Rus generalleri arasında Kırım Sivastopol yenilgisinin acısını Çerkeslerden çıkarma düşüncesi yaygınlaşmıştı. Çerkesler “Günah Keçisi” sayılmış olmalılar. 'Eşeğini dövemeyen semerini döver'demişler, semer de 'Çerkesler' olmalıydı. General Milyutin tarafından Çerkeslerin bir kısmının topraklarından sürülmeleri görüşü ortaya atıldı (1857).
Bir de, savaşın son anlarına doğru, bir İngiliz çıkartmasıyla, Osmanlıların Çerkesya Askeri Valisi Sefer Paşa (Zaneko Seferbey) adına, jest anlamında Natutuhay toprağının ve Taman Yarımadasının bir bölümü Ruslardan geri alınmış, İngiliz birlikleri Rusları Yekaterinodar’a doğru sürmüşlerdi. Ancak geç gelen bu 'bahar' çok kısa sürmüştü. Bu son durum, başarısız Rus generallerinin canını iyice sıkmış olmalıydı (1855).Rus’un borusu İngiliz'in değil, Türk’ün ve Çerkes’in karşısında ötüyordu.
İngiliz'in o sıralardaki asıl amacı, Çerkeslere, Seferbey'e yardım etmek değil, yardım eder görünerek, yani aba altından sopa göstererek Rus'u bir an önce barışa zorlamaktı. Öyle de oldu.
Rus yenilgiyi kabul etti ve ateşkes imzalandı (1855). Barış (1856) üzerine de Müttefik askerleri, gemilerine binip geldikleri gibi Kırım ve Çerkesya'dan/ Natuhay’dan ayrıldılar.
İngiliz alacağını almış, Türk de şimdilik paçayı kurtarmış, olan da zavallı Adıge'ye olmuş oldu: Terk edildi, kendi kaderiyle başbaşa bırakıldı.
Soykırım, Etnik Temizlik ve sürgün
1859’da Şamil ve Abzahlar nezdindeki naibi (temsilcisi) Muhammed Emin, ikisi de Ruslara teslim oldular ve bağlılık yeminleri verdiler, Lesley Blanch, "Cennetin Kılıçları" adlı kitabında Muhammed Emin'in Çerkeslerin savaş planlarını da beraberinde götürerek Rusların safına geçtiğini yazıyor; her ikisi de Rus hükümetince ömürboyu maaşa bağlandı. Daha önce, genel vali olarak Şamil, Emin Paşa ünvanıyla da Muhammed Emin, Osmanlılarca da ömürboyu maaşa bağlanmıştı. Her ikisi de ölünceye değin maaşlarını aldılar.
Yine, 1859’da, Kuban ve Laba Irmakları solunda yaşayan topluluklar, önce Bjeduğlar, ardından K’emguy, Besleney, Yegerukay, Mahoş, Kuban Kabardey, Şahgirey ve Abzahlar, 1860 yılı ocak ayında da Karadeniz kıyısındaki Natuhaylar Ruslara boyun eğdiler.
En kalabalık Adıge topluluğu olan Şapsığlar ve beraberlerindeki Vıbıhlar ise boyun eğmeyi kabul etmediler. Boyun eğmemedeki ana etken, sürülecek olmalarıydı; Rus hükümetince 1860'da Şapsığ ve Vıbıh nüfusu, daha geniş bir ifadeyle Karadeniz kıyılarında yaşayan Çerkeslerin hepsini (Natuhayları ve Cigetleri de) toplu halde Türkiye’ye gönderme (dış sürgün/ deportasyon) kararı alınmıştı, ancak henüz uygulamaya konmamıştı, beklemedeydi. Sadece Rus yönetimindeki yerlerden, Kabardey, Oset, vd yerlerden Türkiye'ye yapılması planlanan 'gönüllü' göçler teşvik ediliyor, o perde, yani gönüllülük görüntüsü altında toplu Çerkes sürgünün de alt yapısı hazırlanıyordu.
Rus tarafının asıl amacı, 1783 yılında Kuban'ın kuzeyinde yaptıkları gibi, Çerkesya’nın kalanını da yok etmek ve insansızlaştırmak, ardından da Rus nüfusu getirip Çerkesya'ya yerleştirmek ve Ruslaştırmaktı. Ruslar bunu yapacaklardı: Çerkesya’daki Rus generalleri (5 general), 1860'da Karadeniz kıyısındaki Çerkes varlığının (Natuhay, Şapsığ, Vıbıh, vb) Rusya’nın geleceği için bir tehlike oluşturduğunu, bu nüfusun Karadeniz yoluyla her zaman dış ülkelerden destek alabileceğini, bu nüfusun Rusya'nın gelecekteki stratejik çıkarları gereği, kesin olarak Karadeniz bölgesinden çıkarılarak Türkiye’ye gönderilmesi/ sürülmesi gerektiğini St. Petersburg’daki Savaş Bakanlığı’na önerdiler. Rus hükümeti ve Çar da, öneriyi uygun bulmuştu. Savaş Bakanı da, Çerkeslerin bir bölümünün 1857'de kuzeye, Don Havzası'na sürülmesini önermiş olan General Milyutin idi. 5 general içinde, azılı Çerkes karşıtı olarak bilinen General Yevdokimov ve Kafkas orduları Başkomutanı Kont Baryatinski de vardı. 5'li içindeki General Filipson, Karadeniz kıyısındaki Çerkeslerin Türkiye ile olan ticaretlerine izin verilmesi halinde Çerkes sorununun barışçı yöntemlerle çözülebileceğini söyledi ama kabul ettiremedi.
Dr. Walter Richmond'a göre, sürgünün asıl sorumluları General Yevdokimov, General Milyutin veVeliaht Prens Mikhail Nikolayeviç Romanov'dur.
Veliaht Prens Mikhail (Grandük Mişel), 1862'de Kont Baryatinski'nin yerine Kafkas Orduları Başkomutanı yapılmıştı.
General Yevdokimov, 1860'larda Abzahların Rusya için herhangi bir tehlike oluşturmadığını biliyordu.Mikhail Venyukov'un anılarında, General Yevdokimov'un Çerkesler lehine gelişen fırsatları ve barış girişimlerini sürekli sabote ettiği yazılıdır (Walter Richmond, "Russia's Forgotten Genocide" | History News Network). General Çar'ı ve Çerkesleri takıştırmış (Biraz da komplo teorisi gibi). Yevdokimov, Türkiye'ye 50 bin Çerkes gönderileceğini Osmanlı makamlarına bildirirken, tüm Çerkes nüfusunu yok etme ya da topraklarından sürme niyeti taşıyordu, yani iki yüzlü biriydi .
İş uygulamaya kalmıştı. Ertesi yıl, Eylül 1861'de, Çar II. Aleksandr ve Rus hükümeti, kıyıdan daha içeride olan Abzah yöresi için de boşaltma kararı aldı. Anlaşılan, sahtekâr Çar da Çerkes nüfusundan kurtulmak istiyordu. Önerdiği (olmayacak) alternatifler bunu belli ediyor. Çar, Kuban Irmağı boylarını gösteriyordu. O zamanlar oraları bataklık ve sıtma yatağı ölüm tarlaları durumundaydı, henüz sıtma ilâcı kinin de bulunmamıştı (Kinin 1880'lerde piyasaya çıkacaktı).
Toprağı Rus'a terk etmemek ve direnme kararı almak için, 13 Haziran 1861’de Abzah, Şapsığ ve Vıbıh yöreleri tek bir yönetim altında birleştiler. Soçi’de Çerkes Ulusal Parlamentosu kuruldu (Bkz. "Çerkes Ulusal Meclisi"- Vikipedi).
Parlamento Çerkes toprağını savunma adına direnişi sürdürme kararını aldı. Ayrıca ve öncelikli olarak onurlu bir barışın yollarını arama görevini de üstlendi.
Bu arada modern bir demokratik devlet için gerekli alt yapılar da oluşturulmaya başlandı: İdari örgütlenme/ il-vilâyet örgütlenmesi, vergi sistemi, zorunlu askerlik ve yargı sistemi kuruldu. 5,000 kişilik bir Adıge Süvari Ordusu oluşturulması da hedeflendi. Oluşturulabilirse bu beş bin kişilik ordu yurdu savunacaktı. Ancak bu 5 bin kişilik ilkel donanımlı ve modern eğitimden yoksun Adıge Ordusu'nun karşısında 400 bin mevcutlu ve modern silâhlarla donanmış Rusya'nın Koca İmparatorluk Ordusu vardı (Ünlü yazar Meşbaş İshak’ın Soçi Adıge Meclisi ve Son Savaş üzerine tarihi bir roman yazmakta olduğu söyleniyor. Tanrı, uzun soluklu romanlar üreten Meşbaş İshak’a çok uzun bir ömür bağışlasın).
Yani ‘Davut Golyat’a karşıydı’.
Eylül 1861’de Çar II. Aleksandr Kafkasya’ya geldi ve Çerkeslerle görüştü. Ancak görüşmelerden olumlu bir sonuç çıkmadı. Çar, Çerkesleri sürme konusunda kararlıydı, olmayacak yerler gösteriyor, kabul etmeyenlere Türkiye'ye göç yolunu gösteriyordu. Irkçı ve din ayırımcı bir politikaydı Rus'unki...
Zalim ve sahtekâr Çar, sürgün alanını ve kapsamını genişletme ötesi birşey yapmadı, kıyı bölgesi dışında, içteki dağlarda yaşayan tüm nüfusu/ Abzahları da sürgün kapsamına aldı (Başka tür bir değerlendirme örneği olarak da Bkz. Yemıj Ruslan, “Soçi Meclisi ve Rus Çar'ı II. Aleksandr ile Buluşma ”,Cherkessia. net, tarih bölümü).
Bu arada 1860’larda, uzun bir süreden beri Rusya yurttaşı olmuş olan Kubanlı Nogay ve Abazintoplulukları da Türkiye’ye göçe zorlanacaklardı. Nitekim 30 bin üzeri Nogay ve 30 bin Abazin'in Türkiye'ye göç ettiği/ ettirildiği Rus belgelerinde yazılıdır. Ayrıca, Türkiye’ye yönelik Kabardey, vd 'serbest' göçler de yaptırılacaktı ve yaptırıldı.
Dağlardan indirilen Abazinlerin bir bölümü şimdiki Karaçay- Çerkes Cumhuriyeti topraklarına tercihli olarak yerleştirilmiş, yerleşmek istemeyenler de Türkiye'ye göç etmişlerdir. Bu insanlar, anlaşmalı olarak göçe tabi tutulduklarından köylerini ve evlerini Ruslara/ Kazaklara devretmişlerdir: Hamketinskaya ve Bagovskya gibi şimdiki Kazak yerleşimleri/ köy adları o dönemden kalmadır.
Çerkes Kurtuluş Savaşı
Adıgeler köy köy, karış karış anayurt topraklarını savunmaya başladılar ve ölçüsüz bir güce karşı, özgürlük uğruna kahramanca direndiler. Bütün bir dünya tarihinde böylesine/ dış yardımsız bir halk direnişi örneği (Kızılderili ve benzeri topluluklar dışında) yaşanmış mıdır?..Kuşkulu.
Çerkes direnişi konusunda, ünlü yazar Halit Kakınç'ın “Çerkes Aşkı (Adıge Şuleğu)” adlı yeni bir romanı yayınlanmıştır (2013). Roman, Çerkes direnişini, Çerkesya diplomatik heyetinin İstanbul, Paris ve Londra serüvenlerini/ Çerkeslerin ve Çerkesya delegasyonunun terk edilmişliğini, soykırım, etnik temizlik ve sürgün felâketini, ölüm yolculuğunu belgelere dayalı olarak, yani gerçekçi ve usta bir kalemle anlatıyor. Bu bağlamda roman son derece başarılı.
Ezber bozan bir roman. Ancak emperyal Rus tarafı ve besleme kesim çok bozulmuş olmalı...
Rus, Adıge toplumu içinden işbirlikçi/ taraftar bir kesim yaratamıyordu (Korkarım şimdi yaratmış bulunuyor). Bu durum, yüksek bir ahlakın, düzgün insan modellerinin ve sorumluluk duygusunun bir Adıge karakterine dönüşmüş olduğunun da bir kanıtı.
Buna karşılık boyun eğmiş topluluklar, kendi beyleri/ thamateleri tarafından yönetilen ve feodal bağlılık ilişkileri henüz tam çözülmemiş olan topluluklardı. Bu gibi topluluklarda karar verici olan halk değil, kendi halklarının yöneticileri/ egemenleri olan beylerdi. Ayrıca toprakları da düzlük alanlarda/ ovada olup savunmaya elverişli değildi. Abzahlar boyun eğdikten sonra Şapsığların onlara yardım etme yolları da kapanmıştı.
O gibi yerlerde demokratik toplum yapısı da yeterince kurulamamıştı. Bütün bunların payı olmalı.
Kafkasya’nın diğer/ Çerkesya dışındaki yerlerinde Ruslar yandaş kitleler bulabilmişlerdir, örneğin kitleler Şamil'in peşinden ayrılıp kolaylıkla Rusların safına geçebilmişlerdir, kaypak ve kaygan (ziğodeğaz) ilişkiler/ toplum yapıları vardı, bundan ötürü Adıgelerde olduğu gibi, oralarda sonuna değin, ölesiye bir direnme durumu yaşanmamış, güçlü taraf kim ise ondan yana tavır alınmıştı. Şamil'in hakimiyeti, temelde, çok sert baskılara/ affetmemeye (teröre) dayanıyordu. Ruslar Adıgeler arasında böylesine gayrimemnun taraftarlar ve kaypak insanlar bulamamışlardır. Adıgelik duygusu/ ruhu buna izin vermiyordu. Özgürlük ve onur anlayışı herşeyin üzerindeydi.
Adıge direnişi dayatmaya değil, gönüllülük esasına dayanıyordu. Bir Adıge atasözü ‘Pser ti ner şefı" (Canını ver, karşılığında onurunu satın al) diyordu. Ruslar sadece hain bireyler (tekil kişiler) bulabilmişlerdir. Bu da direnişi bölmeye ve zaafa uğratmaya yetmemiş, aksine azmi kamçılamıştır. Adıgeler tarihsel anlamda temiz kalmış bir insan topluluğu örneği olmuşlardır.
İnsanlık giderek bunu anlayacaktır. Bunun için, Sayın Halit Kakınç gibi objektif yazan yetenekli yazarlara, “Çerkes Aşkı (Adıge Şuleğu)” romanı gibi gerçekçi sanat yapıtlarına ve yazılara gereksinim var. Rus'a karşı bilinçli bir birikim yaratılmalı. İş bir birikim ve çaba işi.
Adıgeler toplu halde ve bir hiyerarşiye uygun olarak hareket eder ve asla iki yüzlülüğe tenezzül etmezlerdi, tenezzül edenin işi biterdi. Adıge karakteri böyle şeyleri kaldıramazdı. Tenezzül eden ölmüşten beter olurdu(Bir korkaklık ve bir son pişmanlık örneği için- bkz. M. Lermontov, “Harp Kaçağı: Harun”, Cherkessia.net, tarih bölümü). Bu bir Adıge ve üstün insan özelliğiydi.
Son Savaş (1862-1864)
Son savaş, son Rus harekâtı, geniş hazırlıklardan sonra, Mayıs 1862’de başlamıştır: Rus askerleri kılavuzlar eşliğinde, gece yürüyüşleri yaparak hedeflenmiş yerleri, köyleri basıyor, sivil insanları katlediyor, her türlü kötülüğü ve yağmayı yapıyorlardı. Her taraftan Rus, mahşerin dört atlısı, felâket habercisi Kötü Yemınejmisali, dolu dizgin Adıgelerin, Şapsığ ve Abzahların üzerine geliyordu. Adıge toprağı bir vadiden öbür vadiye adım adım işgal ediliyordu.
Bunun için köyler topa tutuluyor, yakalanıp da öldürülmeyenler Kazak stanitsalarında toplanıyor, ardından Karadeniz kıyılarına götürülerek Türkiye’ye gönderiliyorlardı.
Ele geçirilen yerler hemen kolonize ediliyor, o gibi yerlerde Kazak stanitsaları (müstahkem köyler)kuruluyor, silâhlı Rus/ Kazak nüfus, kalabalık köleleri ile birlikte getirilip o gibi yerlere yerleştiriliyor, yeni yerleşikler koruma altına alınıyor, gereksinimleri komutanlıkça karşılanıyor, böylece ormanlara sığınmayı başarmış olan sivil nüfusun köylerine geri dönmelerinin önü kesilmiş oluyordu. Kazak erkeklerinin işi savaştı, toprakta çalışmak kalabalık kölelerinin işiydi.
Daha önce verimli topraklar elden çıkmış, Adıge ekonomisi çökmüş ya da Ruslarca yok edilmişti.
Savaşın son yılında (1863’te) strateji değişmiş, ateşkes sonrasında Şapsığ toprağında stanitsa kurma politikası durdurulmuştu; çünkü Kasım 1863’te ateşkes isteyerek savaşa son veren Şapsığlara, kış koşulları ve Karadeniz’in deniz/ gemi ulaşımına elverişli olmaması nedeniyle 1864 yılı 6 Mart günü (günümüz takvimiyle 18 mart günü) akşamına değin köylerinde kalmaları izni verilmişti. Bu nedenle Abzah’ta olduğu gibi Adıge evlerinin ve köylerin Rus yerleşimcilere devri yapılamamış, stanitsa kurma faaliyeti de durmuştu.
Anlaşma gereği Şapsığlara 5 ay kadar köylerinde kalma süresi verilmişti. Bu durum ve Hak’uç direnişi nedeniyle, kolonizasyon girişimi kesintiye uğramış, süre sonunda Şapsığ, Vıbıh ve Ciget köyleri ateşe verilip yakılmak zorunda kalmış, sonuç olarak, tehlikeli Karadeniz kıyısı bölgeleri sivil yerleşime/ kolonizasyona açılamamış ve bir askeri bölge (yasak bölge) olarak uzun bir süre insansız kalmıştır. Bu da çok yağışlı olan bu bölgenin ormanlaşmasına/ yolların ve tarlaların çalı ve dikenlerle kaplanmasına/ vahşi hayvanların uluduğu bir cangıla dönüşmesine yol açmıştır.
Mayıs 1862'de başlayan son savaş iki yıl sürdü. Ağustos 1863’te Abzahlar boyun eğerek savaştan çekildiler.
Abzahların önemli bir bölümü yakınlarındaki Laba Irmağı solunda kendilerine önerilen bataklıklı ve sivrisinek/ sıtma yatağı düzlüklere yerleşmeye başladılar, herhalde maddi durumu yerinde olan bir bölüm Abzah da Türkiye'ye göç etti. Tabii Abzahların çoğu açlık, soğuk, sıtma ve benzeri salgın hastalıklar nedeniyle yok oldu.
Kafkasya'da kalmak isteyen Çerkeslere, Rus komutanlar şöyle emir veriyorlardı: "Belaya/Şhaguaşe Irmağının doğusuna geç ama Laba Irmağının doğusuna geçme, ara yerde kendine bir yerleşim yeri seç ve oraya yerleş"...
Etnik temizlik ve sürgünün uygulandığı Belaya Irmağı batısındaki bölgede ve Karadeniz bölgesinde tek bir Çerkles bile bırakılmamıştı. Sadece direnen Çerkesler/ Hak'uçlar kalmıştı...
Vıbıhların durumu
Şapsığların Kasım 1863’te savaştan çekilmesiyle sonun başlangıcı görünmüş, savaş fiilen bitmişti. 1829'dan beri kesintisiz direnen Şapsığların savaşmaktan vazgeçmeleri savaşın bittiği anlamına geliyordu. GerideVıbıh yöresi kalmıştı. Vıbıh, temel güç değil, artçı/ destekçi bir güçtü. Küçücük Vıbıh’tan ciddi bir direniş zaten beklenemezdi.
Ruslar, 1856 Paris Antlaşması gereği denizden çıkartma yapamadıkları, yasak olduğu, ayrıca Vıbıh, Şapsığ yöresinin ardında/ güneyinde/ siperinde kaldığı için Vıbıh cepheden uzakta olan bir yerdeydi, Ruslar oraya henüz ayak basamamışlardı. Basmaları için Şapsığ arazisini geçmeleri gerekiyordu.
Vıbıhlar bu stratejik avantajın 'rahatlığı' içindeydiler, karar vermeleri için 5 - 6 aylık bir bekleme süreleri vardı. Ruslar kış koşulları ve Şapsığlarla varılan anlaşma gereği, geçici olarak askeri harekâtı durdurmuş, harekâtı 1864 ilkbaharına, Mart ayına, karların erimesine değin ertelemişlerdi. Vıbıh'ta değişik söylentiler yayılıyordu. Vıbıhlar, Trabzon 'Lazları' ya da İtalyanlar gibi konuşkan olan ve laf üreten insanlardı. Söylentiler çoktu. Örneğin, Vıbıhlar arasında, Kırım Savaşı’nda olduğu gibi bir Avrupa- Rusya Savaşı’nın ‘patlak vereceği’ ve yeni bir 'fırsatın doğacağı' gibi şeyler anlatılıyor, boş bir umut yaratılmaya çalışılıyordu. Vıbıhlar Godot’yu (gelmeyecek bir kurtarıcıyı) bekler bir havadaydılar. Bu arada, hakim çevre, kölelerini elden kaçırmamanın peşindeydi, Rusya 1861'de köleliği kaldırmıştı, köle sahipleri bunu biliyorlardı. Vıbıh'ın zayıf karnı köleleriydi, Rusya dışında, Osmanlı 1855’te (Müttefik talebi sonucu olmalı) Çerkes ve Zenci köle ticaretini yasaklamıştı (Osmanlı 1847'de köleliği sözde kaldırmıştı), herhalde Vıbıhları ve diğer köle sahiplerini (Kabardey, Besleney, Abazin, Abhaz, vd) Türkiye'ye göçe/ kaçışa özendirmek için olmalı,1857’de sadece Çerkes köle/ esir ticaretini, 'Çerkes kölelerin durumları kötü değil' gerekçesiyle serbest bırakmış, 1860'da İstanbul ve Trabzon’da Çerkes esir pazarları kurdurmuştu (Bkz. Prof. Dr. İsmail Parlatır, “Tanzimat Edebiyatında Kölelik”). '"Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öper" misali bu ani değişkliği neye yormalı?..
1857 yılı Çerkeslerin sürülmelerinin gündeme alındığı, Rusya'da da köleliğin kaldırılması hazırlıklarının sürdüğü bir tarih. Rus, Çerkes'i yurdundan kovacak, Osmanlı'nın bunu bilmemesi olanaksız. Bu da, sürgünde bir Osmanlı parmağının, suç ortaklığının bulunduğunu belli ediyor, Osmanlı fırsat peşindeydi. Köle sahibi için, bir sermaye/ para kaynağı olan kölesi önemliydi. Vıbıh köle sahibinin zenginliği sahip olduğu köle sayısı ile ölçülür, Kazak erkeği gibi o da çalışmayı sevmez, yerine kölesi çalışırdı.
1864 ilkbaharı geldiğinde dış yardım konulu Vıbıh beklentilerinin hepsi boş çıktı, çıplak gerçek kendisini gösterdi, Mart ayı sonlarında (yeni takvime göre Nisan ayı başlarında) Rus birlikleri bir heyülâ gibi Vıbıh sınırına dayandılar. Vıbıhlar çaresiz boyun eğdiler. Başkomutan Veliaht Prens Mikhail Nikolayeviç, Vıbıhlara ve komşularına Türkiye’ye göçe hazırlanmaları ve göç etmeleri için bir ay süre tanındı. Mayıs ayı başında, yani süre dolduğunda üç dağ köyünün (Ahçıpsı, Aibga ve Pshu) köylerini terk etmedikleri görüldü. Bu üç köye yönelik askeri harekât için hazırlıklar başlatıldı. Bunu gören iki köy (Ahçıpsı ve Pshu) direnmekten vazgeçti; sarp bir yamacın üstünde bulunan Aibga köyü 11 mayıs günü boyunca direndi, ancak aynı gün, akşam üzeri Ruslar boşaltılmış köyü ele geçirdiler, ormana sığınmış olan Aibgalılar ertesi gün elçiler göndererek boyun eğdiklerini bildirdiler (12 Mayıs 1864) ve kıyıya inip Türkiye’ye göç ettiler (Bkz . Semen Esadze, "Çerkesya'nın Ruslar Tarafından İşgali").
Geride dağlarda direnen küçücük, ama yürekli Hak’uç topluluğu ile onlara katılan perakende direnişçiler kalmıştı (Bkz. “Tamara V. Polovinkina, "Çerkesya Gönül Yaram”; “Hak’uç” - Vikipedi; Nıbe Zayır, “Bir Köyün Tarihi”, Cherkessia. net, tarih).
1862- 1864 yılları ve sonrasında, Rus belgelerine göre 540 bin kadar sivil Çerkes, Rus askerleri tarafından öldürülmüş ya da ölmüştür.
Gerçek sayı çok daha fazla olmalıdır.
Ruslar bu vahşeti hem kendi kamu oylarından, hem de dünya kamu oyundan sakladılar, hâlâ da saklamaya devam ediyorlar. Bu da, Rus'un emperyalist ruhunun hâlâ ölmemiş olduğunu belli ediyor. Rus, "Çerkeslerin kendi istekleriyle topraklarını terk edip Türkiye’ye göç ettikleri" yalanını tekrarlayıp duruyor...
Sürgün ve Soçi Kış Olimpiyatları
1859- 1860’da Türkiye ile Rusya arasında bir ‘Çerkes göçü’ anlaşması yapılmıştır. Bu amaçla Rus generaliLoris- Melikov İstanbul'a gönderilmişti. Generalin görevi, İstanbul'daki Rus sefirine bu göçün önemini anlatmaktı. Sefir de o doğrultuda Osmanlı hükümeti nezdinde harekete geçecekti. Anlaşma yapıldı, anlaşma gereği, Osmanlı, kapılarını ardına değin Adıge/Çerkeslere açtı. Oysa Türkiye, Çerkes olmayan toplulukları kabulde çok daha çekingen davranıyordu.
Bu nedenle Osmanlı Türkiyesi de, dolaylı da olsa, olup bitenden sorumludur, fırsatçıdır, Rus ile işbirliği yapmış, Rus'u cesaretlendirmiştir. Göçü, sürgünü teşvik etmiş, desteklemiştir, göçü teşvik etmeseydi Adıge/Çerkes ulusu bu denli bir yıkımla karşılaşmazdı (Nitekim 1989'da Bulgaristan'dan gelen Müslüman sığınmacı sayısı 300 bini bulunca, Türkiye sınırı kapattı, böylece Bulgaristan Müslüman nüfusu çökmekten kurtulmuş oldu. Benzeri bir durum 1890'da da yaşandı- Rus, Laba solundaki Çerkeslerden 24 binini Türkiye'ye gönderme kararı almıştı, sayı 9,1 bini bulunca Türkiye sınırı kapattı. Kapatmasaydı bugünküAdıge Cumhuriyeti olabilir miydi?).
Göç olmasaydı ya da o denli yüksek sayıda olmasaydı ne olabilirdi? Rus yine Çerkesleri topraklarından sürecekti.
Bu kesin.
Belki de, Karadeniz kıyılarından iç kesimlere ya da Don Irmağı boylarına, Ukrayna’ya sürme olayı yaşanır, ancak dünyada benzeri görülmemiş, daha beteri olmayan Türk eritme kazanı (asimilasyonu), ulusalcı/ Kemalist rejimle karşılaşılmazdı.
Göçler 1864 sonrasında da devam etti, örneğin, 1880 tahminlerine göre, Kuban ilindeki (oblast) Abzah sayısı 15 binin, Şapsığ sayısı da 5 binin altına düşmüştü. Bu nüfusun, özellikle Abzahların çoğu 1888 yılı ve sonrasında Türkiye'ye sığınacaktı. 1877- 1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Kuban ili Adıgelerinin Rus yönetimine karşı ayaklandıkları biliniyor. Bu son göçler savaş ve ayaklanma nedeni ile olmuş olmalı.
***
Savaşın tarafı Rus hükümetine gelince, zamanaşımı olmayan bir insanlık suçunu, yani soykırım, etnik temizlik ve toplu sürgün/ deportasyon suçlarını birlikte işlemiştir. Bu, kesindir.
Şimdilerde uluslararası ciddi bir destek sağlanamadığı, Çerkesler ve destekçi sivil örgütler zayıf kaldıkları,DÇB, Kaffed ve Adıge Xase gibi örgütler de, edilgen ya da Rus/ Rusya iktidarı yanlısı oldukları ve bu nedenle demokratik bir politika geliştiremedikleri, yani ciddi bir muhalefet koyamadıkları için, Rusya işlemiş olduğu insanlık suçlarını rahatlıkla yadsıyabiliyor, yok farzettirmeye çalışıyor, pervasız ve özür dilemiyor, Adıge anayurdunu gerçek sahiplerine/ Çerkeslere açmıyor, kapalı/ yasaklı tutuyor ve tarihi gerçekleri tahrif etmeye ve gizlemeye devam ediyor. Yerli işbirlikçiler de bulmuş bulunuyor.
Ancak, zor durumdaki Suriye Çerkeslerine yönelik Rus ırkçı ve ayırımcı politikaları herşeyi bir turnusol kâğıdı gibi açığa çıkarmış durumda. İşbirlikçiler 40 yıldır "Anayurt kollarını açmış evlâtlarını bekliyor" diyorlardı (Bkz."Marje", Tanıtım sayısı). Ancak, tam aksine Rus, Suriyeli Çerkes’i Adıge/ Çerkes cumhuriyetlerine sokmuyor. Ama, 2012 yılında, dış ülkelerden aldığı 16,890 Rus'u Adıge Cumhuriyeti'ne yerleştirmeyi biliyor (Bkz. "Adıgey Yol Geçen Hanı, Herkese Açık, Ama Adıge/ Çerkes Olmamak Koşuluyla", Cherkessia.net, haberler).
Örneğin Soçi Olimpiyatları ve Soçi yöresi yerlileri olan Adıge Şapsığlar konularında da dürüst değiller.
2014 Soçi Kış Olimpiyatları ve Çerkesler
Şapsığlara gaspedilmiş tarihi/ ulusal toprakları ve 1945 yılı öncesinin özerklik statüleri geri verilmiyor.Olimpiyat Meşalesi'ni olsun, sözgelişi o yerin gerçek sahipleri/ yerlileri olan Adıgelere/ Çerkeslere/ Şapsığlara taşıtacak yerde, istilâcı ve Çerkes katliamcısı olarak bilinen Kazaklara taşıtmak istiyorlar.Uluslararası Olimpiyat Komitesi bunu, haklı tarafı görmüyor ve suça ortaklık yapıyor, parayı ve maddi gücü onura ve haklılığa yeğliyor. Olimpiyatlar/ spor politikaya/ emperyalist anlayışa kurban ediliyor, insan onuru ayaklar altına alınıyor.
RF Başkanı Vladimir Putin de, Soçi tarihi üzerine Olimpiyat Komitesi'ne bilgi verirken, yanlış ya da eksik bilgilendirme yapıyor, Soçi'de Greklerin, Romalıların, Pontus Rumlarının ve Osmanlıların yaşamış olduklarını söylüyor ama o yerin asıl yerlisi olan Çerkeslerden hiç söz etmiyor, niye? Sadece Soçi'yi Osmanlılardan aldıklarını söylemekle yetiniyor. Doğru değil. Bu arada Putin, 1838'de Rus Karadeniz Donanmasının bütün Çerkes limanları kapsamında, Soçi'ye de çıkarma yaptığını ve Çerkeslerle savaştıklarını, binlerce suçsuz Çerkes'i katlettiklerini, bu yerde Navaginsk adlı bir kale kurduklarını, 1864'te de bu yerler ve Belaya Irmağı batısı Çerkes nüfusunu son bireyine, %100'e değin Türkiye'ye sürdükleri gerçeğini; yine bu yerde, 1870'lerde Kuban'dan dönüş yapmış Çerkesler tarafından Eylül 1922'de bir Şapsığ (Çerkes) Sovyet Cumhuriyeti kurulduğunu, Soçi'nin bu cumhuriyet sınırları içinde yer aldığını, daha sonra, şimdiki Soçi sınırları içinde 1924- 1945 yılları arasında yaşayan bir Şapsığ Ulusal Rayonu/ Bir Çerkes ulusal toprağı ve devleti bulunduğunu, her nedense unutuyor. Eğer isterse bunları öğrenmesi hiç de zor olan şeyler değil...
Buna karşılık uluslar arası bir örgüt olan UNPO ile Gürcistan, Çerkes Soykırımı ve sürgününü tanıyarak, Rus oyununa, moral değerler anlamında da ağır bir darbe indirmiş bulunuyor. Önemli olgulardır bunlar.Uluslararası Olimpiyat Komitesi bundan ders almalı ve yanlışta ısrar etmemeli, Çerkeslerin olimpiyatlara ilişkin taleplerini de dikkate almalı. İnsanlık, günün birinde bunun hesabını mutlaka soracaktır.
Rusya, ergeç insanlığa karşı işlediği suçları, Çerkes Soykırımı ve Sürgünü'nü kabul edecek ve tarihi ile yüzleşecektir. Bundan kaçınamaz ve buna eminim. Bu konuda demokratik dünya kamuoyuna yönelik çağrılar yoğunlaştırılmalı, Rus ırkçı/ emperyalist politikaları kınanmalı ve teşhir edilmeli. 21. yüzyılda Rusya, geçmişin emperyal politikalarını hâlâ sürdürmenin peşinde, kararlılığında. Boşuna. Dünya Rus emperyal politikalarına geçit vermeyecektir. Gelecek, Rusya'yı suçlarını kabule zorlayacaktır. Günümüz demokratik güçleri, ergeç Çerkeslerin haklı davasından yana tavır takınacaklardır.
Bunun için silkinmemiz gerekir.
Atkuac'da (1эткуадж/ Kbaada) Soykırım ve Sürgün kutlaması
21 Mayıs 1864’te 4 Rus müfrezesi, Çar'ın kardeşi, Kafkasya Genel Valisi ve Kafkasya’daki Rus orduları Başkomutanı Veliahd Prens Mihail Nikolayeviç'in komutasında Atkuac köyünün (şimdi- Krasnaya Polyana) Kbaada Çayırı'nda toplandı.
Toplantıda bir konuşma, bir dini ayin ve bir askeri geçit töreni yapıldı. Papazlar kutsal haçı dolaştırdılar, kutsanmış su serperek askerleri kutsadılar. Çerkeslere karşı kazanılan ‘zafer’ kutlandı, askerlere madalya ve nişanlar dağıtıldı (Bkz. “Krasnaya Polyana”- Vikipedi). Bu gerçeğe rağmen, adamın gözüne sokar gibi, ne yazık ki, Çerkes soykırım ve sürgününün tezgâhlayıcılarından Veliahd Prens Mihail Nikolayeviç Romanov 'un büstü Adıge Cumhuriyeti'nin Maykop ilçesi Pobeda'da bir kilise bahçesine dikilmiş bulunuyor. Anlaşılan Rus Ortodoks Kilisesi soykırım ve sürgün politikalarına desteğini sürdürüyor. Adıge Cumhuriyeti yönetimi, ne denli bir çaresizlik içine düşürülmüş? Ses çıkaramıyor, ibretlik...
Ruslar 21 Mayıs’ta Atkuac köyü çayırında (Kbaada'da) dini tören ve askeri geçit resmi yapma gereğini niçin duymuş olabilirler? Şapsığ aydını Nıbe Anzor'un yazdığına göre, Mayıs ayında Çerkes Ulusal Parlamentosu'nun (Adıge Zefes) son toplantısı Atkuac köyünde yapılmıştı, Ruslar buna bir yanıt vermek istemiş olabilirler (Daha çok bilgi için Bkz. Nıbe Anzor, "Çerkes Meclisi’nin 150’nci Kuruluş Yılı…", Cherkessia. net; ayrıca “Jıneps” gazetesi, Ek-1, 2006).
***
Çerkeslerin topraklarından sürülmeleri için generallere yetki veren ve 10 Mayıs 1862'de yürürlüğe sokulan Rus hükümet kararı, Aralık 1864’te uygulamadan kaldırıldı, 1867’de de iptal edildi (Bkz. "Ali Kasumov-Hasan Kasumov, "Çerkes Soykırımı" , Ankara, 1995). Daha sonra, yasak askeri bölge durumundaki sürgüne konu eski Adıge topraklarındaki yerleşme yasağı kaldırıldı ve Karadeniz kıyıları sivil yerleşime (Rus yerleşimine) açıldı.
Bunun üzerine kıyı kesiminden sürülerek doğudaki Kuban düzlüklerine yerleştirilmiş olan Adıgelerden/ Şapsığlardan bazıları, 1867 yılı sonrasında, yerleşme yasağı kalktığında, Karadeniz kıyısına geri döndüler ve kıyıdan biraz içeride olmaları koşuluyla küçük küçük dağ köyleri kurma izni aldılar. Bu insanların toplam sayısı birkaç yüzü geçmiyordu.
Deniz kıyılarından biraz daha içerilerde yerleşme izni alan bu Çerkeslerin (Şapsığların) sayısı 1897 yılı sayımına göre, 1,9 bine (1,939 kişiye) ulaşmıştı (Bkz. "Karadeniz Guberniyası"- Vikipedi; şimdilerde sayı, resmen 3,882 . Gerçek Şapsığ sayısı ise 15 bin olarak tahmin ediliyor. Sonuç olarak bugünkü Karadeniz kıyısı Şapsığ toplumu oluşmuş oldu). Bu nüfusun içine, dağlarda direnen Hak’uç/ Şapsığ kalıntıları, görüşmeler ve özel aflar sonucu köy kurmalarına izin verilen direnişçiler de katılmışlardır (Bkz. Tamara V. Polovinkina, "Çerkesya Gönül Yaram"; Ali Kasumov-Hasan Kasumov, "Çerkes Soykırımı"; Walter Richmond'un internetten de verilen sözkonusu araştırma yazıları; Sürgün sonrası, 1870'lerde Karadeniz yöresinde birAdıge/ Şapsığ köyünün yeniden doğuşu olayı/ öyküsü için bkz. Nıbe Zayır, "Bir Köyün Tarihi", Cherkessia.net,tarih).
Şimdiki durum
Şimdilerde Ruslar, Adıgey Adıgelerini ve Kıyıboyu Şapsığları, mümkün olduğunca etkisizleştirmenin/ eritmenin hâlâ peşindeler. Her iki topluluğun da sayısı çok az (130 ya da 140 bin).
Yine de Rus aman vermiyor. Kabardey- Balkar'sa batık, yoksul. Üstüne üstlük radikal şeriatçı akımlar güç kazanıyor. Bunda bir Rus parmağı/ provokasyon olmalı... Teröre bulaşmadıkları sürece dindarlaşma, anayurt Adıgelerinin artı hanesine yazılabilir.
Maalesef alkol ve uyuşturucu bağımlılığı yayılmış durumda. Başka kötü alışkanlıklar da kapılmış. Bu da erken yaşta ölümlere, gençlerin evlenememelerine yol açıyor. Boşanma olayı neymiş bilmeyen Adıgeler arasında boşanma furyası başlamış.
Kabardey- Balkar ve Karaçay- Çerkes’te 600 bine yakın bir Adıge nüfusu var, belki daha fazla, ama Kabardeyler büyük bir pasifizmin içindeler, perişanlar. Yazık!
Alkolizm yayılmış durumda. Rus, kendi gibi, Çerkesleri de alkole alıştırmış. 2012 yazında Aguy-Şapsığ köyüne uğrayan yazarlarımızdan Semih Akgün, gündüz vakti karşılaştığı Adıge yaşlılarının şarhoş olduklarını yazdı. Demek ki, alkolizm de başını almış gitmiş.
Örneğin, Kabardey'de içmek ve hırsızlık olağan şeylerden sayılır olmuş imiş. Tabii diğerleri için farklılar diyebilir miyiz?
Bir hemşehrim Kıyıboyu Şapsığ yöresi (Soçi ve Tuapse) Şapsığlarının bazılarının gelişen turizm ve turizm yatırımları sayesinde zenginleşmekte olduklarını, ancak genç nüfusun ana dilini yitirmekte ve Ruslaşmakta olduğunu söyledi. Özlemimiz Ruslaşmış bir 'Şapsığ' olabilir mi?..
Kentler ile üç köy (Şeh’ek’eyışho, Haceko ve Aguy- Şapsığ) dışındaki 21 Şapsığ yerleşiminde, anadili fiilen yasak, haftada bir ders saati tutarındaki Adıgece kurs eğitiminin bile Ruslarca kaldırılmış olduğu/ yasaklanmış olduğu biliniyor. Bu köylerdeki Şapsığlar şimdilerde Allah’a emanet. Kabardey ve Adıgey kentlerinde de Ruslaşmanın yaygınlaşmış olduğu söyleniyor. Cumhuriyet terimleri/ statüleri anlaşılan artık birer süs olmuş...
Çocuk Çerkesçe bilse bile sokağa çıktığında Rusça konuşuyor, korkunç bir Rusçu atmosferin baskısı altında. Rusça her tarafta bastırıyor. Rusça destekleniyor, üstün tutuluyor ve korunuyor. Rus ağabey ulus ya. Adıgece kenara itilmiş durumda.
Birkaç yıl önce kocaman adamlar, Maykop'ta, Adıge minikler arasında Rusça şarkı ve şiir yarışmaları düzenliyor, çocukların sırtlarını savazlıyorlardı. Olacağı buydu. Şimdi bu kişiler, zil takıp oynayabilirler, başarılarına diyecek yok.
En iyi durumda olan Çerkeslerse, söylendiğine göre, azınlıktaki Çerkes nüfuslarıyla Karaçay- Çerkes yöresi ve Krasnodar Kray'ın Uspensk ilçesi Adıgeleri imiş. Ancak Rus polisi oradaki köyleri de terör bahanesiyle basmaya başlamış…
Tabii bütün bunlar ulaşabildiğimiz en son bilgiler. Görüş açıları farklı ve çeşitli. Dezenformasyon da çok… Sağlıklı bilgi getirebilen kişi sayısı ise çok az, yok gibi.
Ancak şu kadarını belirtelim, Rusya'nın hızla üniter bir devlete doğru evrildiği biçimindeki görüşlere katılmıyorum. Sorun federasyondan değil, aşırı milliyetçi Rus iktidarının Rusçu politikalarından kaynaklanıyor. Rusya üniter olamayacak denli büyük ve tarihsel bölgeleri olan bir ülke. Aksi olsaydı, Vladimir Putin, RF Anayasası'nı değiştirmeyi göze alır, Başkanlık'ta kalır, bir beş yıl başbakan olmayı kabul etmezdi. Aslında Rusya'da büyük bir denge, ağır aksak da olsa bir hukukilik vardır. Rusya Federasyonu Anayasası ile oynanmasına, Adıgelerden önce Ruslar, Tatarlar, Başkırlar, Çeçenler ve bunlar gibi daha büyük uluslar/ cumhuriyetler de onay vermeyeceklerdir düşüncesindeyim.
Bu gibi nedenlerle fazla umutsuz ve aşırı karamsar olmaya gerek yoktur.
Durumu bildirmesi bizden, kafa yorması da sizlerden olsun diyelim.
Not: Güncellemeler nedeniyle facebook'taki metinlerimin esas alınması uygun olur. Mayıs 2013- hcy