adigehaber
  Çerkes Geleneği (Adıge Khabz) Üzerine Bir Değerlendirme
 
Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Hapi Cevdet Yıldız
Çerkes Geleneği (Adıge Khabz) Üzerine Bir Değerlendirme
17 Şubat 2018 Cumartesi Saat 09:52

çerkesler ile ilgili görsel sonucu


Ön bilgi, kısa içerik ve komşularla ilgili durum

“Adıge xabz” dediğimiz Çerkes geleneği, Çerkes toplumsal yaşamını ve bu yaşam içinde uyulması gerekli olan bireysel ilişki ve kuralları içeren düzenlemedir, yazılı değildir. Çerkes geleneği, örf ve adet, görgü, din ve hukuk kurallarını içerir. Hukuk kuralları, yazılı olmayıp örf ve adet kuralları içinde yer alır ve uygulanırdı. Hukuk kurallarının diğerlerinden farklılığı, maddi/ cezai yaptırımlar içermekte olmasıydı.
 
Çerkes geleneğinin başlangıcı ya da ne zaman ortaya çıktığı belli değildir. Kökünün kadim döneme, yani bilinmeyen bir zamana dayandığı kuşkusuzdur. Bunu, Nart anlatılarından ve yabancı yazarların yazdıklarından da anlıyoruz.
 
***

Çerkes/ Adıge geleneği diğer yeryüzü halklarının gelenekleri ile benzeyen ve ayrılan yanlar taşır. Ancak, günümüz değerlerine göre, farklı yanları ağır basar ve kendine özgü bir Çerkes özelliğini oluşturur.
 
Çerkes dediğimizde anadili Adıgece olan kişi ve toplulukları anlıyoruz, anlamalıyız. Diğerleri bizden ayrıldılar ve ayrı birlikler içinde yer aldılar. Gerçek olanı bu.
 
Ancak, diasporada, “Hepimiz hemşehriyiz” bağlamında Abazin, Karaçay ve Osetler kendilerini hâlâ Çerkes olarak da tanımlayabiliyorlar. Ancak bu topluluklar, anayurtta, tıpkı Abhazlar gibi, bizden ayrılmış, Adıge ya da Çerkes çatısı altına girmekten kaçınmış ve kendi topluluklarının çıkarları ile sınırlı dar çalışmalar içine girmiş bulunuyorlar. Örneğin, Abazinler 19. yüzyılda benimsemiş oldukları ve gölgesinde yaşadıklarrı 12 yıldızlı tarihi Çerkesya bayrağını, ayrılıkçı bir politika izleyerek, bir yana bırakmış, Adıge/ Çerkeslerden kopup ayrı bir Abazin ilçesi (rayon) kurmuş, Çerkesya tarihi ve bağımsızlığı ile hiçbir ilgisi bulunmayan, Abhazya’yı işaret eden ayrı bir Abazin bayrağını benimsemiş bulunuyorlar.
 
Tabii kendi bilecekleri bir şey; o, onların seçimi. Bizim kendi seçimimiz ise tarihsel geçmişimize bağlı kalmak, bağımsızlık dönemini simgeleyen üç oklu ve 12 yıldızlı bayrak altında toplanmak olmalıdır…
 
Kuşkusuz bu gibi oluşumlarda Adıge/ Çerkeslerin de dolaylı sorumluluğu olmalı. Sovyetler döneminde, “komünistler”, 1937 Stalin temizliği sırasında ve sonrasında yerel yönetimlerin başına bilgisiz ve en olmayacak kişileri getirmiş, yurtsever kişileri tutuklatmış, kimilerini sürgüne yollamış, kimilerini de kurşuna dizmişlerdi. Böylece, halkın demokrat ve seçkin önderleri, bilge kişileri tasfiye edilmişti. Ayrıca, köle (pşıł) soylu olma saygınlanma nedeni sayılmış, verk (soylu) kökenli olma da bir aşağılanma ve halk düşmanı sayılma nedeni yapılmıştı.
Bugünkü bozulmanın temelinde, bu gibi, kaliteyi, değerleri düşürücü, tasfiye edici uygulamalar da yatmaktadır. Hemen herşey Moskova’dan dizayn edilir olmuştu.
 
1860’lar ve öncesinde kafasız Osmanlılar da benzeri hatalar işlemiş, çocuk köle olarak Osmanlı esir tüccarlarına satılan Çerkesleri, sonradan paşa yapıp Çerkesya’ya göndermiş ve onların aracılığıyla Çerkesleri itaat altına alma girişimlerinde bulunmuşlardı. Oysa, Çerkeslerde rütbe değil, liyakat (yetenek) ve şecere (l`ako, soy) anlayışı geçerliydi. Katı bir şecere takipçisi olan muhafazakâr Çerkesler de bu gibi kişileri (köle kökenli paşaları) muhatap olarak dahi kabul etmemiş, alay ederek geri göndermişlerdi.
 
Günümüzde durum ve Vıbıhlar

Günümüzde anayurttaki komşu ve kardeş topluluklar olan Karaçay, Balkar ve Abazinler, birer ayrı ulusal/ milliyetçi çizgi benimsemiş, Adıge/ Çerkeslerden kopmuş ve kendi ayrı milliyetçi bayraklarını da kabul etmiş bulunuyorlar. Bizler de bütün bu gerçekleri bilmeli ve ona göre hareket etmeliyiz. Yoksa havanda su dövmüş oluruz.
 
Geride Vıbıhlar (Vıbıx, Убых) kalıyor. Vıbıhlar, aslında idare edilmeleri zor insanlar. Dedemden bu yana anne tarafım hep Vıbıh, çocuklarımın annesi de Vıbıh. Babaannemin ise babası Vıbıh (K'eḉ, Qeḉ, КIьэчI), annesi Abhaz (Aśugbe/ Ацугбэ) idi. Ancak objektif olmam, konuyu tarafsız ele almam gerekiyor.
 
Şimdi rahmetli olan ve bir dönem de (1950-1954) milletvekilliği yapmış bir Vıbıh yakınımdan/ akrabamdan (Ahmet Hatı)dinlemiştim: Rus Çarı, Çerkesler konusunda Osmanlı Padişahı’na şöyle bir haber yollamış, “Sana arı kovanı gibi sokmaya hazır bir kavim gönderiyorum. Dağıtırsan tehlikeli olmaktan çıkarlar. Ancak içlerinde Vıbıkh denen sarıca arı (keśğuan/ къэцгъуан) cinsinden bir grup var, onlar bir başlarına da sokarlar”.
 
Bu bir söylenti tabii, doğru olup olmadığını bilemem. Ama bir gerçeği de yansıtır. Vıbıh'ı idare etmek gerçekten zordur, konuşkan (lakırdıcı) ve abartıcı olanları az değildir.
 
***
 
Vıbıhlar Çerkesya’da kadim dönemlerden beri kendilerini Adıge olarak görmüş ve Adıgece konuşmuş olan bir topluluk idiler. Adıgece konuşan bir topluluk olarak da Osmanlı topraklarına gelmişlerdi. Adıgeceye yakın ve anlaşılan bir dil olan Vıbıhça ise, Çerkesya’da, Vıbıh yöresi olarak bilinen yerin tamamında değil, sadece birkaç Vıbıh köyünde -yine Adıgece ile birlikte- konuşulan ve ölmekte olan bir dildi, diasporada ömrünü tamamlamış ve ölmüş oldu (1990’larda). Vıbıh dilinin uzatmalı olarak yaşaması, sanırım izole (kapalı) bir hayat süren ve diğer Adıgelerle ilişkileri kısıtlanmış olan Vıbıh köleler sayesinde olmuştur.
 
Son dönemde, Rus işbirlikçisi ya da aşırı milliyetçi bazı Abhaz kesimlerin yönlendirmeleri doğrultusunda, Vıbıhları Adıgelerden ayırma, sanki olabilecekmiş gibi, Vıbıhlığı sözde yeniden canlandırma istekleri, ayrılıkçı, daha doğrusu ortalığı karıştırıcı bazı görüşler piyasaya sürülmeye başlanmıştır. Bu gibi kişilerin ne dedikleri de tam belli değildir. Bir kafa karışıklığı yaşanıyor.
 
Ölü Vıbıhçayı yeniden diriltmeyi öne sürenler bile var. Diasporada Adıgece ve Abhazca bile batma sürecine girmişken abesle iştigal ve havanda su dövme olmuyor mu bu? Gündem saptırma değilse, bütün bunlar neye yorumlanabilir?..
 
Peki bu türden görüşlerin bir geçerliliği, bir kitle tabanı olabilir mi? Vıbıhlar dağılmış bir topluluk, artık bir Vıbıh toplumundan da söz edilemez, diğer Adıgelere ya da kent kalabalığına karışıp gitmişler, diğer Adıge topluluklarının da birbirlerine karışmış olmaları gibi. Kim Abzah, kim Vıbıh, kim Şapsığ, şimdilerde böylesine şeyleri ayırmak olanaklı mı...
 
Örneğin, bir Vıbıh, kendisini köyün birinde Şapsığ, diğer bir köyde de Abzah olarak görebiliyor (Ğırbı ailesi). Bu dağınık, perakende insanları bir araya toplayacak bir mıknatıs var mış da, bir tek biz mi bilmiyoruz?..Bunların her biri Adıge/ Çerkes adı altında kendisini tanımlıyor. Gerisi bölücülük olmuyor mu?..
 
Bugün sıradan eski bir Vıbıh köyünde 5 hane Vıbıh bulabilmek bile zor. Ağır işte ve tarlada çalışmayı pek sevmediklerinden midir nedir, Vıbıh aileler, geçmişte, neleri var, neleri yok satıp kente kapağı atmış, köklerinden kopmuşlar. Vıbıhlar arasında güzel kızlara rastlanır ve en güzel kızlarını zenginlerle evlendirip menfaate dayalı akrabalıklar kuran aileleri de az değil. Böyle bir eğilimleri vardı. Ortada, Adıgeler dışı bir Vıbıh varlığı mı kalmış?..
 
Bu türden bozguncu görüşleri ortaya sürüp safları bölmeye, genç kafaları karıştırmaya çalışan kişilere elbette Adıge/ Çerkeslerin safında yer verilemez, verilmemelidir de. O gibiler onurlu Adıge toplumunun bireyleri sayılmaya lâyık değildirler.
 
Belirtmeliyim, bu türden kişiler rakamın küçük bir azınlığı, dahası tek tük, perakende kişiler, söylendiği gibi birer keśğuan, sarıca arı olabilirler, ama ve asla Adıge Vıbıhları temsil edemezler.
 
Adıge- Abhaz oylaması

Bir genç bana mesaj göndermişti: Geçen yıl, K.Maraş Göksun'da bir köyün Vıbıhları bir toplantı yapmışlar, 'Adıge miyiz, Abhaz mıyız?' diye görüşmüşler, sonunda da oylama yapmışlar, oylamadan 'Adıge' çıkmış ... abesle iştigal değil mi bu? Adıge uyurken, keśğuan, Abhaz nerelere varmış, nelere el atmış?..
 
Bu durum, Müslüman mıyız, Hıristiyan mıyız? diye oylama yapmak gibi olmaz mı? Aklımızdan ve aslımızdan kuşkumuz mu var? Hoş ve etik bir şey değil bu yapılanı.
 
Ayrıca, seçim yapar, yasa ya da anayasa oylar gibi, soy, ulus seçimi yapılabilir mi?..
 
Vıbıh'ın, Çerkesya Bağımsızlık Savaşı'nda yer almayan, aksine Çerkesya dışında yaşayan, düşman safında yer alan, sınırın ötesinde, saldırgan ve soykırımcı Rusya'ya bağlı bir ülkede ve Çerkeslerle ilişkileri kopmuş olarak yaşayan Abhazlarla ne gibi bir ilişkisi olabilir?..
 
Vıbıhlar, 19. yüzyılda, Abhazya ile aradaki Çerkes Ciget (Cıkh) arazisini geçip Bzıb Irmağı sınırı boyunca uzanan Rus askeri hatlarını, sıradağları, kale ve karakolları helikopterle aşıp Abhazlarla yakın ilişkiler kurmuşlardı da biz mi duymamıştık…
 
“Aman, şunu darıltmayalım, bunu da” diye susar, çok şeyi sineye çeker, görmezlikten gelirken, işin nerelere vardırıldığını artık görmüş olmalıyız.


Bu türden görüşler bize dışarıdan yapılan, bölücü ve Çerkes direncini zayıflatıcı empozelerdendir. Adıge/ Çerkes olmazsa, aslında Karaçay da, Abazin de…olamaz. Rus, her zaman onların ensesine vurup, barındıkları toprakların, aslında kendilerinin değil Adıgelerin tarihi toprakları olduğunu anımsatır.
 
Abazin, Abhaz ve Karaçay konusu

Adıgelerden ayrılmak ve 17 bin nüfuslu küçük bir ilçe (rayon) kurmakla Abazinlerin ulaşabilecekleri bir yer, bir başarı, bir özel gelecek olabilir mi? Rus nüfus içinde erimek dışında...Küçük topluluklar tükeniyorlar. İsviçre’de Romanşçayı Graubünden Kantonu’nun yarı nüfusu konuşurken, oran iki yüzyıl içinde % 50’den % 15’e düştü (1803’te Romanşça % 50, Almanca % 36, İtalyanca % 14; 2015’te Romanşça % 15,4, Almanca % 73,5, İtalyanca % 12,9). Almanca içinde erime var. Abazinler Rus’un kendilerine ülke bağışlayacağını mı sanıyorlar? Adıgece bile devlet olmasına karşın tehlikede, kritik eşikte. Küçük ve egemen olmayanların yaşama şansı azalıyor.
 
Bu yapılanlar geçmişten kopmayı, Çerkes ulusunu bölmeyi, ufalamayı, Çerkesya birlikteliğini bozmayı ve parçalamayı hedefleyen Rus planlarının ürünleridir. Rus ve Karaçay destekli empozelerdir. Karaçaylar, ne yazık ki, Adıge/ Çerkesya idealinden sapmış bulunuyorlar. Oysa Abazin Adıge ile birlikte olduğu takdirde hem kendi dilini korumuş ve hem de Çerkesya dayanışmasına/ birlikteliğine güç katmış olurdu.
 
Rus, Karaçay’ı, Abazin’i değil, Adıge/ Çerkes’i bastırmanın, baskılamanın peşinde, çünkü onların toprak ve nüfusları çok az ya da önemsiz. Adıge’nin ise gaspedilmiş koca bir ülkesi ve milyonları bulan büyük bir diasporası var. Diaspora dev misali yavaş yavaş uyanıyor.
 
Sonuç olarak, Adıge/ Çerkesler tek bayrak altında toplanırlarsa bu, bir gelecek ifade eder. Gerisi… bunun gerisi yoktur…
 
Bu gibi nedenlerle Karaçay ve Abazin gibi Çerkesya sürecinden kopmuş, savrulmuş parçalarla vakit kaybetmemek gerekir.
 
***
Aynı biçimde Adıge tarihi ve varlığı konusunda da yalan ve tahrifatta (çarpıtmalarda) bulunan bazı Abhaz ve Karaçay yazar ve tarihçiler zuhur etmiş, belirmiştir, bunlar da muhatap alınmamalıdır. Bu gibi kişiler Rusya’nın, 1864’te Batı Çerkesya halkına (Natuhay, Şapsığ, Abzah, vb) uyguladığı soykırım, etnik temizlik ve toplu sürgün politikalarını/ uygulamalarını unutmuşa benziyorlar. Şimdilerde efendilerinin gözüne girmeye, Adıge/ Çerkes gençlerinin kafalarını bulandırmaya çalışıyorlar.
 
Son olarak, Abhazya Devlet Başkanı Ankvab'ın Çerkesler ve Çerkes soykırımı konusundaki sözleri iyi okunmalıdır.
 
O gibi kişilerden uzak durmak gerekir. O gibi kişilerin bize verecekleri zararı istilâcı Rus bile veremez. Saflarda Truva atları barındırılmamalı.
 
Yine de, Abhaz toplumunun kardeş bir toplum olduğunu, Abhaz varlığının bağımsız bir birim olarak yaşaması gerektiğini savunduğumuzu, Abhazlarla karşılıklı saygı ve eşitlik temeline dayalı ilişkiler kurmaktan yana olduğumuzu belirtmek isteriz.
 
Ancak gündemdeki yerleri fazla olmamalı, nihayetinde efendili toplumlardır, Abhazların ve diğer komşu halkların yol açmış oldukları tahribatlar, sorunlar çok, onların özgürlük mücadelesinde Adıgelere hiçbir destekte bulunmadıklarını, dayanışma içine girmediklerini de bilmeliyiz. Suskun ve duyarsız kalmışlardı. Bugün de aynı hatalı politikalarını sürdürdüklerini görüyoruz. İlişkilerde aranacak ölçüt, karşılıklı saygı ve dürüstlük ilkesi olmalıdır.
 
Karşımızdakiler dürüst müdürler? Önce ona bakmalıyız.
 
Türkiye’deki Abhazlar kendi toplum içi demokratik dönüşümlerini günümüzde bile gerçekleştirebilmiş değiller, feodal zihniyet, kaygan olma, bey anlayışı, beye bağlılık, beylerin güdümünde bir Abhaz geleneksel yargısı hâlen geçerli. Her şeyden önce, yineleyelim Abhazlardan güven, açıklık ve dürüstlük beklenmelidir.
 
Çerkes geleneği ve yeryüzündeki benzerleri, İsviçre örneği

Bizler, esas olarak, kendi Adıge/ Çerkes geleneğimizi koruma ve geliştirme doğrultusunda çalışmalıyız. Diğerleri ile de dürüstlük kuralına dayalı ilişkiler kurulabilir. Adıge'nin herşeyi açıktır, gizli gündemi yoktur, olmamıştır da.
 
Biz, yine, yeryüzündeki gelenekler içinde Adıge geleneğinin seçkin bir yeri olduğunu bilmek durumundayız.
 
Komşular bizden etkilenmişlerdir; ancak, az çok bize benzeyen başka yeryüzü toplulukları da vardır. Örneğin, İsviçre, İskoç, Gal, Breton, Bask ve İrlanda toplulukları ile bazı folklorik benzerliklerimiz var.
 
İsviçre Alplerinde yaşayan dağ topluluklarının gelenekleri ile Adıge geleneği arasında şaşırtıcı benzerlikler var. İsviçre demokrasisi ve devlet modeli, İsviçre dağ geleneği temelinde yükselmiştir ve mükemmeldir. Onların da eski Adıgelerinki gibi köylü meclisleri vardı. Şimdiki İsviçre Konfederasyonu köy meclisleri temeli üzerinden yükselmiştir. Ne yazık ki, Çerkesya, savaş nedeniyle, kendi modern toplumsal dönüşümünü gerçekleştirememiş, dağınık köylü demokrasisi ötesine vardıramamış, sonunda da bağımsızlığını yitirmiş, halkı dış ülkelere sürülüp savrulmuştur (1864). Dönüşüm için ulusa önderlik edecek bir burjuva sınıfının oluşması gerekiyordu, savaş ve sürgün sonucu bir burjuva sınıfı oluşamamıştır. Ancak bunun belirtileri vardı, örneğin Şapsığ'da ilk Adıge alfabesi hazırlanmış olduğuna göre (1814 Net’avko Hace’nin alfabesi),ticari yaşamda belli bir gelişme, burjuva anlamında bir uç verme belirtileri olmuş olmalı. Maalesef savaş nedeniyle gelişim sürdürülememiş, kesintiye uğramıştır.
 
Köylü, topluma/ ulusa önderlik edemez, edememiştir de. Feodal Abhaz'ı ise feodal Osmanlı, kendi Abhaz beyleri ile birlikte bir yem olarak, Rus’a atıp ufalattırdı (1877). Adıgelerin uğradığı yıkım onlara ders olmamıştı. Küçük uluslar, en küçük sarsıntıları bile kaldırmakta zorlanır, ezilebilirler. Osmanlı ile işbirliği, hep kötü sonuçlar doğurmuştur. Batan tüccarla ortaklık kurmak gibi bir şey olmuştur bu.
 
Sözgelişi 1914 savaşı olmasaydı durum farklı olabilirdi. Anadolu’da bu denli etnik çöküş gerçekleşebilir miydi?
 
Bu dağılma ve ufalanma sonucu, Çerkes geleneğinin gelişimi durdu. En başta gelenek, kendini modernize etme gücünden yoksun kaldı. Dincilerin empozeleri, dogmatizm güçlendi. İşgal ve sürgün sonucu “khase/ xase” dediğimiz halk (köylü/ fekol`)meclisleri etkisizleşti. Türk köylerinde ise yüksek ölçekte bey (derebeyi) egemenliği vardı. Düzce’de Çerkes (kısmen de Abhaz) erkeklerin atı vardı, Türk köylülerin yoktu. Atlara Türk köy beyleri biner, diğerleri binemezlerdi. Ancak sınırlı sayıda(ticari işlerle sınırlı) semerli hayvanlara binmeleri durumu vardı.
Abaza/Abhaz köylüler çok yoksul idiler.
 
İsviçre’ye ilişkin bir film izlemiştim. Düğünü yapılmakta olan İsviçreli genç/ damat, tıpkı Adıgelerde olduğu gibi, kendi düğününe katılmıyor, düğünün sonuna değin geri dönmemek üzere ava çıkıyor, bu bir gelenek. Ancak ava giden damat adayı bir daha geri dönmüyor. Yıllar sonra, yeni çatlamış bir buz yarığında, metrelerce aşağıda, buzun içinden uzanan bir ayak görülüyor, ip sarkıtılıp o yere iniliyor, kazma ile kazılıp ceset buzdan çıkarılıyor, ilk günkü gibi sağlam kalmış olan ceset kasabaya getiriliyor ve iyice yaşlanmış olan (80 yaşındaki) nişanlısına gösteriliyor. Gelin evlenmemiş, eşinin anısına bağlı kalmış. Onlarda da, Adıgelerde olduğu gibi, sadakat ve dürüstlük kuralları geçerli. Yalan ve iki yüzlülük yok. İsviçre’nin eşsizliği bu güçte saklı olmalı.
 
Çerkes geleneğinin özelliği ve farkı

Şu kadarını söyleyebiliriz: Çerkes geleneği, tam anlamıyla hiçbir yeryüzü geleneğine benzemez. Nasıl doğmuştur? Onu da bilemiyoruz.
 
Şu kadarını söyleyebiliriz: Bu gelenek mükemmel Adıge doğasının, yaşamının, insan zekâsının ve dilinin bir yansıması, bir ürünü olmalı.
 
Geleneğin kuralları sayısız olup bebeklik dönemi ile birlikte başlayan, öğrenilme süreci mezara değin uzanan bir gelenektir bu. Nasıl konuşulacak, nasıl davranılacak, nerede durulacak, her şey ve her konu bu ince geleneğin kapsamı içinde yer alır.
 
Bu geleneği, aynen dil gibi, sonradan ve tam olarak öğrenmek çok zordur. Bu nedenle Çerkesler, eskiden, gelenek benzerliği olan komşu topluluklar (Abazin, Karaçay, Oset, vb) dışında, başka halklardan, örneğin Türklerden ve Araplardan kız almazlardı. Çünkü yabancı kadınlar Adıge yaşamına ve geleneğine ayak uydurmada başarılı olamıyorlardı.
 
Komşu halkların, Abhaz, Abazin, Karaçay, Oset, vb halkların gelenekleri de bize benzer, ama farklılıkları vardır. Örneğin, bir Adıge, Adıge olsun olmasın, bir başkasına karşı da saygılıdır; Adıge’nin kendi haksız olduğunda ve yalan söylediğinde hoş karşılanmaz, Adıge olmayan kişi desteklenir, haksız kişi arkalanmaz, kınanır, saygınlığı zedelenir. O gibi konularda ayırım yapmazlar.
 
Bu bakımdan Adıge, dürüst olmak ve öyle kalmak zorundadır, üzerinde geniş bir toplumsal denetim ve baskı vardır. Diğerleri ve feodal topluluk egemenleri, aynı şeyleri, “Bize değil, başkalarına yapılmış şey” diye ıskalar, ayırım yapabilir, hafife alabilir, en azından görmezlikten gelebilirler. Yani, kabileci, sınıfsal ve ayırımcı olabilirler. Bu da adil olma anlamında bir eksikliği, bir ruhsal hafifliği ifade eder.
 
Adıge’ninki haksızlığa açıkça karşı çıkma, adaletin yanında yer alma biçiminde. Yoksa toplum ve gelecek nesiller için, o kişi kötü örnek, yüz karası olur, adı kötüye çıkar, bir Adıge için bundan daha aşağılayıcı bir cezalandırma türü olamazdı. Adıge zulme karşıdır. Örneğin, Adıge, esir aldığı Rus yaralıyı öldürmez, tedavi ederken, Rus, yerde yatan yaralıyı iki koluna girip ayağa kaldırır, bir üçüncüsü de süngüleyerek karnını deşerdi (1). Bundan zevk alıyor olmalıydılar. Fark budur.
 
İkisi arasındaki fark, bazı durumlarda uçurum, gök ile yer arası gibi bir mesafedir. Adıgeler arasında insana saygı, adalet ve haksızlığa karşı çıkma duygusu çok gelişmişti.
 
Adıge olmak ve Adıge sayılmak kolay şeylerden değildi. Adıge, soyluluğu, üstün özellikli (meziyetli) insanı simgelerdi, bu bir ayrıcalıklı statüydü, bu statü herkese verilmiyordu. Bu da, Adıge nüfusunun çoğalmasına olumsuz anlamda etki etmiştir. Adıge dışarıdan alan değil, dışarıya hep veren, asimilasyona uğrayan taraf olmuştur. Adıge anlayışında soyluluk (iyi insan özelliklerini taşıma) esastır.
 
Gurur ve erdemlilik için, adına, soyuna ve ulusuna leke getirmeme, mert olma anlayışı başta gelir. Kişisel ilişkiler de bu temel üzerinden yürürdü. Yani eşitler arası ilişkiler söz konusuydu. Feodal özellikler temel değil, sonradan ve bir kesimce benimsenmiş, benimsetilmiş olan bir empozedir. Bu özellik, temel, asıl geleneği kıramamış, yok edememiş, Çerkesya'nın tamamına yayılamamıştır.
 
Örneğin, bildiğim kadarıyla, Şapsığlarda boşanma diye bir gelenek yoktu ya da felâket gibi karşılanırdı (2). Bundan Katolik nikâhı gibi bir şey anlaşılmamalı, dinsel yanı yoktur. Şapsığlarda pagan (thabe/ politeist) dönem izleri hâlâ güçlüydü. Ailede ve toplumda karşılıklı saygı, güven ve sadakat esastı.
 
Kadına karşı kaba davranış hoş karşılanmazdı:

Çocukluğumda, askere bile gitmemiş komşu bir delikanlı yeni evlendiği karısını bir süre sonra sessizce baba evine geri göndermişti. Gelin bize iyi davranıyordu, kibar ve güzel, çok genç biriydi, üzülmüş, “Niye?” diye sormuştum. “Kız, pĥuj’ı (dul)çıktı” dedi kulağıma fısıldayarak bir başka ve yakınım da olan bir kadın (3).

Yani Çerkes, dul çıkan kızı, diğer birçok toplumda olduğu gibi öldürmüyor, ortalığı vaveylaya vermiyor, sessizce evine geri gönderiyor, kız tarafı ve toplum da sesini çıkarmıyordu. Erkek tarafı haksızsa, tabii dünyası dar edilirdi:
 
Kendisine bir çocuk veren karısını "ule" (saf) diyerek artık beğenmeyen ve sık sık da döven biri (bir Abzah), bir gece ölçüyü kaçırınca, komşular eve yürümüş, adam da pencereden atlayıp evinin arkasındaki fındık bahçesinden kaçmış, komşu gençlerin hışmından ucu ucuna kurtulup memleketten ayrılmış, korkusundan bir daha da memlekete ayak basamamıştı (Bu kişi 50 yıl kadar sonra bayramlarda köyümüze gelebilmişti).

Burada, sanırım işin burasında, eşitlik ve insana saygı, haksızlığa karşı çıkma, güçsüzü koruma gibi özgür birey karakterinin en gelişmiş örneklerini görüyoruz.
 
Çerkes geleneğinin iç özellikleri, konuk ağırlama

Adıge/ Çerkes geleneği, elbette kabilelere göre farklılıklar gösteriyordu. Tek modelden, bir örnekten söz edemeyiz. Ancak ortak yanları ağır basar.
 
Bütün kabileler konukseverdir, ama algılama ve uygulama farklılıkları vardır. Konukluk ve konuk kabul etme yetkisi birer ayrı statüydü. Örneğin, köle/serf (pşıl`) sınıfı konuk kabul etme yükümlülüğünden muaftı, köle kendi tanıdık köle ve akrabalarını kabul edebilirdi; beye (pşı) bağlı köylü sınıfı (fekol`) ise, angarya olarak, beyin konuklarını ağırlamak ve vergi vermek zorundaydı. Bu da farklı bir statü ve ayrı bir toplumsal biçimlenme, sınıflaşma demekti. Bey, kendi statüsündeki beyi ve refakatçilerini, kendi konukevinde (haḉeş) ağırlar, fazlası verk ve fekol` (köylü) evlerine taksim edilirdi. Ancak, konuk kişi, kendi statüsü altındaki bir eve gönderilmezdi, bu aşağılanma yerine geçerdi ve hoş karşılanmazdı. Yani verk verk evine, fekolda fekol` evine gönderilirdi. Ayrıca bey, gideceği köyün durumuna göre refakatçi alırdı. Soylu olanlar soylu evlerinde (haḉeş) ağırlanırdı. Hemen her evin bir konuk odası (haḉeş) olsun bulunurdu.
 
Konuk, Çerkes sofrası üç kişilik idi, kimin kimle sofraya oturacağını belirleme yetkisi ev sahibine (bısım) aitti, istisna olarak, konuk bey (pşı) kendisiyle sofraya oturacak iki kişiyi kendi seçerdi.
 
Yemeğe karışılmaz, ne getirilirse yenir, içilir ve yeni yemek ya da içecek talebinde bulunulamazdı. “Bir tabak daha” istemek gibi şeyler Adıge geleneğinde yoktur. Herkes ne kadar yiyorsa o kadar yiyeceksin.
 
Bu tür kişiler, Adıgeleri tanımayan yabancılar arasından çıkabilirdi. Öyleleri ve köleler ayrı bir statüde oldukları için hoş karşılanırlardı. Köleye konuk olmak ise olacak şey değildi.
Rahmetli büyük amcamdan bir anlatı: 'Tankçıydım, Alman savaşı nedeniyle - 1940'larda- Trakya’ya sevk edilmiştik. Soğuktan donuyorduk. Komşu köyden/ Bırgehable’den bir çavuşun çadırına gidip ısınıyorduk. Çavuş çadırlarında soba yanıyordu. Bana, “gece yanımda kal” dedi ama kalmadım'. “Niye kalmadın?” diye sordum. “Olur mu, kendime bir köleye sığındı dedirtir miyim?” (Ar ĥuna, yıŝhe zı pşıl`ı rihıl`ejığ yazğeona?/ Ар хъуна, ышъхьэ зы пщыл1ы рихьыл1эжьыгъ язгъэ1она?) demişti .
 
Bu gibi nedenlerle bey egemenliği olan ya da o gelenekten gelen köylerde, konuk olmak için fekol`un kapısını değil, beyin konukevinin (haḉeş) kapısını çalmak gerekiyordu. Sıradan fekol`, gelen konuk bir tanıdığı, bir dostu ya da akrabası değilse, izinsiz olarak onu kabul edemezdi, onun öyle bir yetkisi, hakkı ve statüsü yoktu, konuk kabul etme yetkisi, statüsü (o şeref),köyün egemeni olan beye aitti. Bu da konuk kabul etmenin ne denli önemli bir yetki, bir statü (onur) olduğunu belli ediyor. Bir amaç da, aşağı tabakadan sayılan fekol` sınıfından kişileri tecrit, başka köy ve yöreler fekol`ları ile ilişki kurmalarını ve güçlenmelerini önleme kaygısı olmalıydı.
 
Bey egemenliği olmayan fekol` köylerinde, diyelim Şapsığ’da ise, devrim (1796 yılı) öncesinde de her kapı konuklara açıktı. Fekol`, Şapsığ’da en üst statülü kişiydi, dışarıya gittiğinde, gittiği yerin fekol`unun üstü bir statüde, verk eşiti karşılanırdı, çünkü üstünde bir beyi olmadığı, özgür fekol` olduğu için, bağımlı fekol` statüsü ona uygulanamazdı. Aksi takdirde Şapsığ yöresi sert bir misillemede bulunabilirdi. Oraları, Şapsığ ve Abzahe, diğerlerine, feodal (aslında yarıfeodal) yörelere göre, birer özgürlükler diyarıydı, her biri adeta birer demokratik ve bağımsız cumhuriyet konumundaydı. Bir saldırı ve tehlike anında bütün halk (fekol` ve pşıl`lar) birleşir ve karşı koyardı. Çünkü pşıl`ı bile ad olarak köleydi, ad dışında özgür kişi ya da aile idi. Şapsığ, Natuhay (Netıĥuaye) ve Abzah (Abźaxe) yörelerinde serbest köy toplulukları sistemi vardı. Bu gibi köyler özgür ve bağımsız idiler; kimse kimseye vergi vermez, kimseye de angarya yüklenemezdi. Pşıl` (köle) sınıfı, fiilen fekol`a eşitti, özellikle bir kişi birine bağlı yeni bir köle, bir ırgat/ hizmetkâr (l`ıḉe) değilse, yani ad olarak köle ise, o da kimse için çalışmaz, sadece kendi hesabına çalışırdı. Ayrıca, köleler her kabilede çalışıp bedelini ödeyip özgürlüklerini satın alabilirlerdi, özgürlüğünü satın almış kişiye pşıl`ı ŝheşefıj (пщыл1ы шъхьэщэфыжь) denirdi. Bunlar zamanla toplumla kaynaşır, köle kökenli oldukları unutulabilir, hafızalardan silinirdi. Bunun için uzun ve zorlu bir süreç gerekiyor olmalıydı. Bu sınıf farklılıklarına karşın, toplumda imece (hafı), işbirliği, yardımlaşma ve paylaşım gibi güçlü dayanışma örnekleri geçerliydi.
 
Konuk ağırlama ve pşıl`ı/ köleler

Konuk ve konukseverlik iyi özelliklerin ölçüldüğü birer statü hükmündeydi, özgürlüğü ve eşitliği simgeliyordu. Konuk, yaşamı boyunca ağırlandığı evi unutmaz, her zaman o aileye karşı altta kalmamaya özen gösterirdi.
 
Çocuklar dâhil her kişi karşılaştığı bir yabancıyı ya da yolcuyu konuk olması için evine çağırırdı. Dediğimiz gibi konuk ağırlamak seçkin ailere ait ve onur ifade eden bir kural, bir statü idi. Son derece ince nezaket kuralları geçerliydi. Gelenektendi bu da.
 
Konuk karşılanır, varsa atı alınır, bakılır, konuk haḉeşte ağırlanır, kırbacını duvara asış biçimine göre kalıcı olup olmadığı anlaşılırdı. Yaşlı ise yaşlılar, genç ise delikanlılar ve kızlar ziyaretine gelir, sohbetler yapılır, dahası konuğu memnun etmek için danslar ve oyunlar (cegu, gegu) düzenlenirdi. Konuk ayrılacağında, ayrıca ev sahibesinin (bısım guaşe) yanına gider, teşekkürlerini sunardı.
 
Kurallara uymayan ise, toplum içi saygınlığını yitirir, adam yerine konmazdı (4). Özgür topluluklarda da, yukarıda değindiğimiz gibi, eskiden köle olan aile ve bireyler de vardı, ama bu tür aile ve kişiler hukuken hiçbir kimseye bağlı değildiler, ad olarak köle idiler.
 
Ne yazık ki, eski köleler, kökü soylu bir geçmişten gelmediği gibisine önyargılarla (kalıntı bir algılama sonucu) hoş olmayan ayrımlara uğruyorlardı. Söz gelişi böyle bir eski köle ile evlenmek hoş karşılanmaz, soyu/ aileyi (l`ako) soysuzlaştıracağına inanılırdı.
 
Geleneğin, böylesine katı, sert ve kötü bir yanı da vardı.
 
Diaspora tarihi, 150 yılı bulduğu halde, bu ayrım halen -tam anlamıyla- ortadan kalkmış, dönüştürülebilmiş değil. Oysa, diğer dünya toplumları bu türden çağdışı, eşitliğe aykırı ve ırkçı/ sınıfsal ayırımları hafızalardan silmeyi çoktan başarmış bulunuyorlar.
 
En canlı örnek, ABD'de karısı köle soyundan gelen Siyahî Başkan Barack Obama'dır. Yani Amerikan toplumu çağdaş ve demokratik dönüşümünü gerçekleştirmiş, yüze 13 gibi azınlıktaki Afrikalı nüfustan birini ikinci döneminde de başkan olarak seçmiştir.Ancak Adıgeler bunu başaramadılar. Bu da, Adıge geleneğinin, aynı zamanda ne denli köklü, kadim, din kuralı imiş gibi uygulanan, değişmesi zor, katı ve sert bir gelenek olduğunu belli ediyor. Bu konuda modernleşemedik.
 
Bu yönüyle Çerkes geleneği ilerletici değil, daha çok, tutucu ve engelleyici, değiştirilmesi çok zor ve kendisinden kaçışa yol açan bir geleneğe dönüşmüştür. Nüfus kaybında bunu da etkisi olmuştur.
 
Geleneğin ve toplumsal yapının bozulması

“Kılavuzu karga olanın ağzı pislikten kurtulmaz” demişler. Bağımsızlığın yitirilmesi, Sovyet devriminin getirdiği kazanımların zaman içinde ufalanması, aşırı üst/ Rusçu müdahale ve Rus kolonizasyonu, anayurttaki kişilikli kadroların Stalin yönetimince yok edilmeleri, geleneğe ve dine yönelik sert baskılar sonucu bozulma, dağılma ve asimilasyon süreci başlamıştır. 



Diasporada ise faşist Türk ve Arap rejimlerinin ırkçı/ asimilasyoncu uygulamaları (Türkleştirme, İslamcılık, Arapçılık gibi) ve cehaletle ittifak sonucu yok olma süreci içine girilmiştir. Şu kadarını kabul etmemiz gerekir, diasporada Çerkesler geri, bilinçsiz ve cahil bir toplum olma olgusunu tam yenebilmiş değiller. Tek kazanım, eğitimli kişi sayımızın bu son yıllarda hayli çoğalmış olmasıdır. Geçmiş dönemde bilinçli kadrolar/ önderlikler olsaydı, asimilasyon olgusu şimdiki gibi yıkıcı düzeyde olmayabilirdi. Önderleri ve sözcüleri olan bilinçli bir toplumu asimile etmek olanaksızdır. Hiçbir yerde İngiliz’i, Alman'ı ya da İtalyan'ı kim asimile edebiliyor? İsviçre'ye kim müdahale edebiliyor, oraya Truva atları sokabiliyor?..
 
Bu büyük boyutlu gerilemeye karşın, geleneğimizin temelinde toplumumuzu ayağa kaldıracak özellikte dayanak ve öğeler vardır. Bunu da bilmeliyiz.
 
Bugün için anayurttaki kimi bozulmalar ölçü alınmamalı. Orada 70 yıllık ‘komünist’ rejim sayısız tahribata (yıkıma) yol açmış, toplum bireylerinin birçoğunun yozlaşmasına, toplum ahlakının bozulmasına (yalan, hırsızlık, dolandırıcılık, tembellik, alkolizm, uyuşturucu gibi eğilimlerin yaygınlaşmasına) yol açmıştır. Anayurtta sahtekâr ve güvenilmez 'yeni tip Adıgeler', maalesef çoğalmıştır.
 
Yıllardır Kabardey’de yaşayan bir tanıdığım aynen şunları söylemiştir: "Birinci ve ikinci nesil ölecek, üçüncü nesil gelecek, bu üçüncü nesil çocuklarla toplum düzelebilir. Komünist rejim ekonomik ve ahlaki değerleri yok etti, hırsız, hırsız olduğu, hırsızlık yaptığı için utanmıyor, toplumca da ayıplanmıyor. Rejime hafiyelik yaparsan korunuyorsun. Türkiye’den gitme tanıdıklarımın birçoğu muhbir, hafiye, yanlarında konuşamıyorum, ayrıca politik konulara girdiğimde çekiniyor, konuşmamı istemiyorlar. Birbirini gammazlama ve didişme içindeler. Gerçek olanı bu".
 
Bu bir abartmadır desek bile, toplumdaki yüksek boyutlu bir yozlaşmayı, bir 'Korku İmparatorluğunu' da vurgulamıyor diyebilir miyiz?
 
Ancak anayurtta, Şapsığ dışında, AC (Adıge), KBC (Kabardey- Balkar) ve KÇC’nde (Karaçay- Çerkes) özerk devlet örgütlenmeleri de olduğundan, ulusal kurum ve merkezler de bulunuyor, bu nedenle neyin ne olduğu ve gelenekler biliniyor, medyada, okul ve akademik çevrelerde geleneğimiz, edebiyat, tarih ve kültürümüz inceleniyor, göstermelik düzeyde de olsa öğretilebilebiliyor ve yaşatılmaya çalışılıyor. Rus bir ölçüde buna izin veriyor. Bütün bunlar olumlu yanlar. Ancak aynı şeyi anadili konusunda söyleyebilir miyiz?..Rusça alıp başını gitmiş, ortalığı kaplamış durumda. Sakallı ve ulusal giysili Kabardey ihtiyarı elini kaldırmış nutuk atıyor, Rusça tabii. 50-55 yıl önce Türkiye’de olduğu gibi.
 
Şapsığ'da ise, geleneğin, eski özgün biçimiyle, Adıgey'e ve Kabardey'e göre daha fazla korunduğu, eski samimiyetin/ içtenliğin bir ölçüde de olsa sürdüğü görülüyor. Ziyaretim sırasında buna tanık oldum, başkaları da benzeri şeyleri söylüyorlar. Ama kentlerde bir zenginleşme ve Ruslaşma sürecinin Şapsığ'da da başladığı söyleniyor. Şapsığ (Soçi ve Tuapse) , ayrıca küçük (14 bin) nüfuslu bir yöre, Rus, Şapsığ'ı bitme noktasına getirmiş.
 
Rus, Şapsığ’a eski özerklik statüsünü geri vermiyor. Bu da bir sorun…
 
Karaçay- Çerkes yöresi Adıgelerinin ise, geleneğe en fazla bağlı kalmış Çerkesler olduğu söylenir.
 
Evlilik ve evlilik kurumu

Evlilikler, eskiden, bey toplulukları dışında, genellikle kız ve erkeğin görüşmesi, birbirini tanıması ve anlaşması yoluyla yapılıyordu. Bey topluluklarında ise, aynısı olmakla birlikte, baba ya da büyük sözü de geçerliydi ve karar verici olabiliyordu; baba, kızını, kızı istemese bile, sormadan kendi istediği biri ile evlendirebilirdi. Feodal olmayan topluluklarda (Şapsığ, Abzah, Natuhay, vb), baba ya da büyük müdahalesi istisnai durumlarda, kızın bir köle ya da sakıncalı bir erkeğe varmak istemesi gibi durumlarda söz konusu olurdu.
 
En katı, en sert uygulama Vıbıhlarda görülürdü. Babanın uygun bulmadığı aile ve erkeğe kaçan kız, ailece dışlanır, çoğunca ve ömür boyu baba evine alınmazdı. Bu geleneğin hâlen devam ettiği aileler görülebiliyor.
 
Feodal köylerde, sözgelişi K’emguylarda büyük otoritesi ailenin (l`ako) üzerinde dolaşırdı.
 
Bir feodal köyde, bir tanıdığımın 16 yaşında çok güzel bir kızı vardı, köyden çocuklu ve kızdan on, on iki yaş daha büyük dul, karısı ölmüş bir erkek kızı babasından istetti. Baba boş bulundu, sırf adamı kırmamış olmak için, yani nezaket gereği, nasıl olsa denkleştiremez düşüncesiyle, olmaz demiş olmamak için olmalı, ağa başlığı (çok yüksek bir başlık parası) istedi. Ancak adam tedbirliymiş, ertesi akşam istenen para masaya kondu.

 
Kızın annesi “Kızımın başını yaktın” diye feryadı bastı, ama baba “Ben köle (hatıwel/ хьатыол/ aşağılık köle) değilim, ağzımdan çıkan sözü çiğneyemem” diye kestirdi attı.


Kız adama verildi.
***
 
Şapsığ ve Abzah’ta ve daha demokratik geleneklere bağlı olan yerlerde akrabalık ilişkileri çok güçlüydü. Akrabalık evlilik yoluyla genişletilirdi. Akrabadan bir kişiye yapılacak bir saldırı, bütün akrabaları ve o akrabaların bağlantılarını da karşısına alırdı. Bu nedenle ülkede büyük bir barışçı ortam ve denge durumu vardı. Suç işleme oranı son derece düşüktü. Diasporada da hâlen öyle, emniyet ve yargı ile en az sorunu olan toplum Adıge/ Çerkeslerdir. Adıge çıkışlı mafya, uyuşturucu kaçakçılığı, fuhuş, yolsuzluk gibi toplumsal hastalıklar görülmüyor. Adıge karakteri öyle şeylere açık değil. Abhazlar da var mı? Bilemiyorum.
 
Öç / intikam alma vardı, ama kan davası gütme yoktu. Öç alma caydırıcı olma niteliğindeydi.
 
Feodal toplumlarda (Kabardey, Bjeduğ, Besleney, K’emguy, vb) kan davası vardı ve suç işleme oranı daha fazlaydı, özellikle cinayet olayları çoktu.
 
***

Gelin (nıse) geleneksel törenle bulunduğu evden alınır, gireceği eve götürülürdü. Damadın ailesi, akrabalarının yardımlarıyla düğünü (nısaşe) tamamlar. Düğün, bazen bir hafta boyunca dans (kaşo/къашъо), güreş, at yarışı, spor gösterileri ve değişik eğlentiler (gegu/ cegu) biçiminde sürerdi. Damat düğün sonuna değin ortalıkta görünmez, düğün sonrası, gece geç saatte görünmeden gerdeğe girer, ev halkı ve komşuların görmeyeceği biçimde gün ağarmadan, yani sabah erkenden, alaca karanlıkta evden ayrılır, düğün öncesi kaldığı eve ya da arkadaşlarının toplandığı bir yere döner, toplumdan saklanırdı. Tabii kabile ve yörelere göre farklılıklar olabilirdi. Saklanma süresi birkaç gün, 10- 15 gün sürebilirdi. Ondan sonra ortaya çıkardı.
Gelenek öyleydi.
 
Delikanlı, kendi karar verip kızı istetir veya kaçırırdı. Bazı Kabardey köylerinde ise, delikanlı, akşam üzerleri çatılara çıkıp bağırmaya, haykırmaya başlar, böylece evlenmek istediğini ailesine duyurmuş olurdu. Aile de çocukları için kız arama çalışmalarını başlatırdı. Bu çatılara, damlara çıkıp bağırma geleneğinin, hâlen bazı köylerde görüldüğü, özellikle K.Maraş Göksun taraflarında sürdüğü yazılıyor.
***
 
Gelin, bir süre, bazen çocuğu oluncaya değin, kocası (l`ı), kayın pederi (pşı), kayın validesi (guaşe) ve yaşça kendinden ya da kocasından büyük olan erkeklerle konuşmaz, ev halkından olmayan erkeklere görünmezdi. Buradaki 'pşı/ bey' ve 'guaşe/ bey karısı' terimleri politik bir statüyü, 'pşı' ve 'pşı karısı' olmayı değil, saygıyı ifade eder.
 
Abzahlarda gelin kayınpederi ile ömür boyu konuşmayabilir, görünmeyebilirdi. Besleneylerin katılığına karşın, Kabardeylerde daha esnek/ daha hoşgörülü ilişkiler olduğu söyleniyor.
Gelin bir süre sonra hediyelerle baba evine ziyarete gider, buna “ vıḉıtapḉe k’on” (ayıbı kaldırma ziyareti) ya da “tışase k’on” (baba evine ziyaret) denir. Kız baba evinden ayrılmakla ayıp etmiştir, kendisini affettirmesi gerekir, hediyeler ve ziyaret de bu ad altında yapılır.
 
Kız, tışase'ye geldiğinde, beni de beraberinde götürecek, çalacak diye evdeki taşın bile saklandığı söylenir (pŝaŝer tışase kızıqorem vıne şavım deĺ mıjom seri sızdirhışt , sitığuşt yeui zéğebıĺı/ пшъашъэр тыщасэ къызык1орэм унэ щаум дэлъ мыжъом сэри сыздырихьыщт, ситыгъущт е1уи зегъэбылъы).

Kız, baba evinden hediyelerle geri döner. Kız babası, oğlan babası, ayrı ayrı ve karşılıklı yemeğe çağrılır. Damat da davet edilir. Buna ‘melĥo ğaşxe’ (damat yemeği) denir. Damat ve refakatindeki kişi köye girerken atlarından inerler, atları ellerinde yürüyerek kayınpederin bahçesine girerler, karşılanır, atları alınır, damat ve arkadaşı eve çağrılır. Damat ve arkadaşı kayın peder ve kayın validenin elini bir bir öperler, ama oturmazlar, damat konuşmaz, onun yerine refakatçi arkadaşı konuşur. Daha sonra, ayrı bir yerde kendi yaşıtları ile birlikte veya ikisi birlikte yemeğe alınırlar. Yemekten sonra evin küçükleri sıraya dizilirler, damat hepsinin elini bir bir öper. Damada el öptürmek için komşu çocuklar da sıraya dizilebilirler. Bu bir şaka ve tanışma seremonisi biçiminde sürer gider. Damat ve arkadaşı gelen kızlar ve delikanlılarla şakalaşır, eğlenirler...
 
Çerkesya’da devrim
Çerkesya’da 1796 yılında, feodal yörelerde (Bjeduğ, K’emguy, Besleney, vb), Şapsığ ve Abzahların da desteklemesiyle genel bir köylü (fekol`) ayaklanması oldu ve bey saltanatı/ feodal düzen yıkıldı, bey ve soylu (pşı ve verk) ünvanları politik birer statü olmaktan çıktı, sadece saygı ifade eden birer ad/ sembolik ad olarak kaldı. Soyluların topraklarına ve kölelerine el konmadı. Eksik bir devrim olarak kalmıştı bu. Yine de bey köylerinde köylü meclisleri kurulmuştu. Devrimin bir nedeni de bey sınıfının Rus yanlısı politikalar izlemesi, bazı fekol`ları pşıl` yapmaya kalkışmaları ve köle sayısını çoğaltmaya, egemenliklerini güçlendirmeye ve genişletmeye kalkışmış, zulmü yoğunlaştırmış olmalarıydı.
 
Feodal sistem, bir tek, Rus işgali altındaki Kabardey’de, o da Rus devlet desteğiyle 70 yıl kadar daha ayakta kaldı (1867- 1869 yıllarına değin). Kabardey'deki düzen ile Rusya'daki feodal düzen örtüşüyordu, beyler bundan yararlandılar. Kabardey 1739- 1774 arası dönemde bağımsızdı. Bu dönemde Dameley ve daha başka özgürlükçüler önderliğinde fekol` ve pşıl`ayaklanmaları olmuş ve Şapsığ'da olduğu gibi özgür köy toplulukları kurulmuştu. Ancak, 1768- 1774 Osmanlı- Rus Savaşı içinde Kabardey ve Osetya Rus yönetimine alınmış, feodal statü sağlam bir temele kavuşmuştur. Rusya'nın tamamında olduğu gibi, Rus yönetimiyle birlikte Kabardey'de de insan/ esir ticareti yasaklanmış, kölelik, toprak köleliği (serflik) biçimine dönüşmüştür.
 
Devrim sonu Çerkesya’da insan ticareti Vıbıh yöresi ve daha dar kapsamlı olarak da Abzah yöresi (Abźaxe/ Абдзахэ) ile sınırlı olarak varlığını korudu.
 
Adıge Cumhuriyeti'ne gittiğimde, Belaya/ Ŝhaguaşe Irmağı solundaki eski Abzah köle/ esir pazarı yeri, bizzat Adıge Bilimsel Araştırma Enstitüsü Müdürü Mekule Cebrail tarafından uzaktan işaretle bana gösterilmişti. Artık, orası orman, ağaçlarla kaplı bir yer olmuştu.
 
Vıbıh'ta devrim olmaması, orada bey ve soylu (pşı, verk- soylu) sınıfının bulunmaması nedeniyledir. Devrim, bey sınıfına (feodal soylulara) karşı yapılmıştı. Vıbıh'ta ise, sadece köle sahipliği ve kölelik (pşıl`, serf) kurumu vardı.
 
1799 devriminin hedefi beyleri ve bey egemenliğini sona erdirmekle sınırlı kaldı ve bu bakımdan köle sorununu temelden çözemedi. Ancak Vıbıhlar kendi kölelerini, kölenin kendisi de istemediğinde satmıyor, Abzah (Abźax/ Абдзах) köle tüccarlarına aracılık etmekle yetiniyor, onlardan satın aldıkları esirleri, özellikle güzel köle/ esir kızları Osmanlı esir/ köle tüccarlarına satıyorlardı (5).

Ancak, Vıbıh insan kaçakçılarının, Adıgelerden/ Şapsığlardan çekinmekle/ korkmakla birlikte, Ciget ve Abhazlardan insan çaldıkları ve sattıkları da bilinen bir şey (6).

Daha yukarılarda belirttiğimiz gibi, geleneğimizin kötü yanlarının izleri günümüzde bile tam silinebilmiş değil.
 
Sonuç

Çerkes/ Adıge geleneği, kültürümüzün temelidir ve ulusal kültürümüzün yeniden inşa edilmesinde önemli bir işlevi olacaktır. Burada önemli olanı, Adıge geleneğinin demokratik ruhunu ve evrensel değerleri kavramak ve günümüz değerleri açısından yeniden yorumlamak, geleneğin toplum yaşamına, kültür ve sanata aktarılmasının koşullarını/ yollarını oluşturmaktır (7).

Bizi toplum olarak ayakta tutan değerler arasında, dil yanında, gelenek de vardır. Bu iki değeri yitirmemek gerekir. Ulusal değerler uluslar arası değerlerle çatışmamalı, bütün bunlar tutucu değil, ileriye götürücü bir anlayışla, demokratik ve özgürlükçü bir anlayışla ele alınmalı. Bu ikisi, ulusal ve uluslar üstü değerler birbiriyle harmanlanmalı ve yeni bir değerler bütünü, bir sentez oluşturulmalıdır.
 
Bu arada insanlığın evrensel ilkeleri ve değerleri hepimizin uyması gerekli olan değerlerdir. Dinsel değerler de bu anlayışı ters düşecek şeyler biçimine düşünülmemeli. Bunu da asla aklımızdan çıkarmamalıyız.
 
1- Şhalaho Abu, "Kuban Kahramanları".

2- "Ulusun Tarihinden Bir Yaprak: Hathı Oğlu Mıhamet", CC; aynı yazı için yine bk. "Adigehaber", Kültür.

3- “Kadınlar Günü'nde Çerkes Kadını Üzerine Mevlithan Guser Fahrettin Abatay’dan Bir Anlatı”, Cherkessia.net, Edebiyat; ayrıca bk. “Ulusun Tarihinden Bir Yaprak: Hathı Oğlu Mıhamet”.

4- Korkakların nasıl alaya alındığını görmek için bk. Şhalaho Abu, “ Yıldız Kahramanları- 4, Tarihin Derinliklerinde Işıltıları Bize Ulaşan Kahramanlarımız”, CC, Tarih.

5- “Kafkasya Gerçeği” dergisi, No 8, 1992, L.İ. Lavrov’un makalesi, s. 51- 52; Balıkesir Manyas'ta Vıbıh köle kurumunun nasıl kaldırıldığı konusunda bk. "Wubıhça ve Wubıhlar Üzerine Üç Söyleşi ve Bazı Bilgiler", 3. Bölüm, CC, Edebiyat.

6- “Prof. Batırbıy Bırsır ile Söyleşi”, CC Yazarları, 3.08.2009; aynı söyleşi için bk."Adigehaber", 8.07.2011.

7- Adıge geleneği için bk. Doç. Dr. Vınereko Mir, "Adige Xabze- 1- 19", CC, Xabze.

 
 
 
  Bugün 7 ziyaretçi (36 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol