adigehaber
  15 Temmuz Darbe Girişimi ve Durum...
 

15 Temmuz Darbe Girişimi ve Durum...
11 Ağustos 2016
 
 


15 Temmuz'da önemli sayıda bir asker kitlesinin katıldığı bir darbe girişimi oldu ve bereket bastırıldı. Ordu üst kademesi ve siyasi partiler sivil yönetimin yanında yer aldılar, hep birlikte darbeye karşı çıktılar. Kitleler de demokrasi yanlısı tavır aldılar, meydanları doldurdular.
Darbe girişiminin içinde maalesef bazı generaller ve üst rütbeli subaylar da yer aldılar ama dediğimiz gibi azınlıkta kaldılar.
Ülke büyük bir tehlike atlattı.
***
Darbe başarılı olsaydı, İran benzeri dinci - faşist bir rejim gelecek, sonrası belirsiz karanlık bir dönem açılacaktı, belki de iç savaş çıkacaktı. Örnekleri çok, özellikle Müslüman ülkelerde. Başka dinlerden ülkeler darbe dönemlerini geride bıraktılar. Müslüman ülkelerden Suriye ve Irak, Türkiye’deki tek parti dönemi gibi farklı karakterde bir ideolojik yapıda idi. Bu son üç örnek laik ve milliyetçi (sağcı, ırkçı) karakterdeydi. Soykırım ve katliamdan kaçınılmamıştı. Diğerleri dinci ve milliyetçi (sağ) karakterdedir.
Sonuç, faşizm bir geldi mi kendiliğinden gitmek bilmez. Yakın örnekleri İran ve Arap ülkeleri. Tanrı esirgemiş, büyük bir bela atlatılmış diyelim.
Baştaki AKP iktidarı da dinci, pek de güven verici değil, fırsat bulmasın tek, ama yine de sivil bir iktidar. Günahı çok AKP’nin, daha düne kadar Fetullah Gülen ve kadrosu ile iç içe, el eleydi. Fetullahçılık onun, AKP’nin kucağında büyüdü, gürbüzleşti. Sinsi bir yılan gibi ilk fırsatta da sokmaya kalkıştı.
Beğenmesek de AKP iktidarı seçimle gelmiş, seçimle gitmeli. Haziran 2015’te oyu yüzde 41’in altına düşmüştü. Aslında azınlık ama saldırgan ve sindirme yöntemleri uygulayarak, HDP’yi miting yapamaz hale getirmiş, MHP oylarından da alarak, 1 Kasım’da oyunu yüzde 49,5’e çıkarmıştı. Bunu bilmeli, demokratik ama kararlı bir muhalefet konmalı.
Darbe girişimi başarısızlığa uğradı. Erdoğan’ın çağrısıyla da halk meydanlara koştu, belediyeler iş makineleri ile kışlaların önünü kapattılar, askeri araçların ve tankların çıkışını engellediler.
Bu da bize askerler arasında tehlikeli bir darbeci damarın bulunduğunu belli ediyor. Çoğu olmasa bile askerlerin bazıları masum kişiler değiller.
Demokratik ülkelerde subay bir memurdur, yasalara ve sivil iktidara bağlıdır. Disiplinsiz ve başıboş değildir. Dizginlenir, gerektiğinde kulağı çekilir. Ama geri ülkelerde fırsatını bulan ve silâhını kapan iktidara el koyabiliyor. Tehlikeli bir şey bu, çağa yakışmıyor, geri kalmışlığı yansıtıyor. 1913’te küçük bir askeri grup, Enver ve arkadaşları imparatorluk yönetimine el koymuş, koca imparatorluğu batırmıştı.
***
Demokrasi mitingleri dinci AKP iktidarını destek için değil de demokrasi adına yapılmışsa güzel şey. 7 Haziran 2015 sonrasında AKP destekçileri terör estirmiş, HDP binalarını ve sol yayınevlerini ateşe vermişti. Demem o ki AKP iktidarı masum değil, politik sabıkalı, bütün sağcı partiler gibi muhalefete tahammülsüz… Bunu da bilmek gerekir.
Yukarıda değindiğimiz gibi CHP, MHP ve HDP de darbeye karşı tavır aldı. Güzel şey ama Cumhurbaşkanının Meclis'teki üçüncü büyük parti olan HDP'yi ve liderlerini dışlamış olması da büyük bir sorun.
Erdoğan’ın buna hakkı olabilir mi?
***
Sayın Habracu Murat Özden geçenlerde Türk darbeler tarihine ilişkin ilginç bir özet yazı yayınladı:
Habracu, Osmanlı ve cumhuriyet dönemi askerleri arasında bir darbe geleneği/ darbeci bir damar bulunduğunu söylüyor, örnekler sunuyor.
Doğrudur.
Demokrasisi oturmuş ve kültürlü ülkelerde asker politikaya karışmaz, daha doğrusu karıştırılmaz, buna fırsat verilmez. Subay da bir memurdur, sivil denetime tabidir, gerektiğinde dediğimiz gibi kulağı çekilir.
Churchill, “Savaş generallere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir” demişti.
Asker herşeyi bilemez, birçok şeyi yüzüne gözüne bulaştırabilir. 12 Eylül’ün verdiği zararlar ortada.
Bir belgeselde izlemiştim. O sıralar bir İngiliz sömürgesi olan Aden’de bir mahallede Araplar bağımsızlık diye gösteri yapmışlar. Bir İngiliz albay gidip durumu bastırmış. Muhabir, o albaya ne yaptınız diye soruyor. General de, “Onu derhal görevden aldım. Bizim ayaklanmaları bastıracak gücümüz vardı. Ama amacımız o değildi, o insanları demokrasiye alıştırmak, onlara bağımsızlık verme kararı alınmıştı”.
Demek ki işgüzarlara geçit yoktu.
***
Subayların ayrıcalığı olamaz. Ama demokrasisi gelişmemiş ülkelerde durum tam tersine dönmüştür, sivil yönetim askerin denetimine tabidir. Erdoğan iktidarı öncesinde durum öyleydi ve buna askeri vesayet deniyordu.
Laik Hindistan’da darbe geleneği yokken komşusu dinci - Müslüman Pakistan’ı generaller yöneterek gelmiştir. Bir avuç İsrailli, sayısı daha 1 – 1,5 milyon iken ve en kritik savaş günlerinde bile sivil idareyi korumuş, askere ayrıcalık tanımamış, yüz vermemiştir.
Geri ülkelerde ise asker pohpohlanır, adeta kutsallaştırılır, asker ve onun güdümündeki yargı eleştiri dışı tutulur. Eleştirenler cezalandırılır. Gürsel’i ve Evren’i gününde kim eleştirebilirdi ki?..
Kutsal sayılacak birşey varsa, o da demokrasi ve sivil yönetim olmalı. Kimseye ayrıcalık tanınmamalı.
Türkiye’de Osmanlı ve cumhuriyet dönemleri yönetimleri ya askerlerden oluşmuştur ya da askerlerin vesayeti (denetimi) altında kısıtlı bir ‘sivil iktidar’ olmuştur. Örneğin, Pakistan ve Bangladeş’te şimdiki durum öyle. Müslüman Malezya ve Endonezya belki bunu aşmış olabilir.
***
1960’lar sonlarında olacak, bir Alman aydını bana “Türkiye’de asker ve Amerika var. Gerisi palavra, Demirel palavra” demişti. Nitekim iri cüsseli, haşmetli Demirel, her bir darbe girişimi üzerine şapkasını alıp kaçmıştı. Askerin yağlı urganı Menderes’in, daha sonra öğrenci gençlerin canını almıştı. Korku dağları bekliyordu.
Ecevit de yağ çeker, askerden çok korkardı. Bolu Gerede’de buna tanık olmuştum.
Güç askerdeydi, askersiz iktidar olunamıyordu. Generaller haşmetliydiler.
Yeni bir döneme mi girdik?..
Gelişmeler eski denklemin bozulduğunu gösteriyor. 1971’de Demirel’e muhtıra veren General Memduh Tağmaç, “Ordu laikliğin güvencesidir, dinci akımların alternatifi ordudur, bertaraf ederiz ama komünizm bir geldi mi bir daha gitmez” gibi sözler ederek sivil demokratik güçleri hedef gösteriyor, faşizmin bilindik ideolojisini savunuyordu.
Bu arada solcu TİP kapatılırken sağcı MHP ve MSP’ye kol kanat geriliyor, Erbakan kaçtığı İsviçre’den güvence verilerek geri getiriliyordu. Bunu yapanlar da aslında 12 Mart 1971 muhtırasını veren sağcı askerlerdi. Solcular ise tasfiye edilmişlerdi.
12 Mart darbesine ‘karşı çıktığı için’ Ecevit güçlenmiş, işbirlikçi Demirel de gerilemişti. Ecevit aslında bir tatlısu kahramanı idi, askeri darbe destekçisi İnönü ve darbe başbakanı Nihat Erim’in hoşgörüsünden yararlanmıştı, eski moda bir siyasetçiydi. Tağmaç’a kalsa ne olurdu, bilemem. Ecevit, 1974’te Erbakan’la koalisyon hükümeti kurdu ama “devleti koruma” dogması ve Kıbrıs fatihi şişinmesi yüzünden Erbakan’la ipleri kopardı, koruduğu devleti üç sağcı partiye terketti.
İdamlar ve baskılar nedeniyle gözden düşmüş olan askerin itibarını Kıbrıs çıkarması yaptırarak iade etti, milliyetçiliği, hamaseti coşturdu, ama yanlış hesap yapmıştı, idare edemedi. Oyu gerilemiş Demirel’i yeniden canlandırdı. Milliyetçi Cephe hükümetleri kurulmasının yolunu açtı. Herşeyi berbat etti.
***
Ecevit 1977 şansını da kötü kullandı, Demirel gibi milletvekili transferi yoluna gitti. 1978’de ikinci kez iktidar oldu ama herşeyi yüzüne gözüne bulaştırarak iktidardan kaçtı. Yeniden Demirel’e gün doğdu.
Ecevit hükümeti döneminde Yunanistan ile Türkiye’ye Ortak Pazar ya da şimdiki adıyla AB üyeliği daveti yapıldı. Ecevit’in milliyetçi/ Türkçü damarı nüksetti, daveti reddetti, güya “bağımsızlık” elden gidecek, “Onlar Ortak, biz Pazar olacaktık”. İzleyen Demirel’in azınlık hükümetinin Ortak Pazar girişimi de gerici/ sekter Erbakan tarafından kesildi, o da Ecevit’le aynı görüşteydi. Erbakan, “İslam Ortak Pazarı ve İslam Dinarı” avuntusu içindeydi.
Tarih tekerrür mü ediyor ne?
Osmanlı, Eflak ve Boğdan (Romanya) için özerklik isterler diye 1815 Viyana Kongresi’ne katılmamış, fırsatı kaçırmış, ardından 1829’da Eflak, Boğdan dahil koca koca ülkeleri yitirmiş, bu arada Çerkesleri de Rusya’nın insafına terk etmiş, mahvolmalarına yol açmıştı.
***
Demirel’in azınlık hükümeti sonrası ise 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve faşizmi. 12 Eylül, 12 Mart 1971 gibi solu ve demokratik akımları kırıp geçirdi, dinci sağa dokunmadı, aksine işbirliği etti, ülke geriye gitti, okullardan başlanarak laikliğe öldürücü darbeler indirildi. Okullardaki seçmeli din dersi eğitimini zorunlu ders statüsüne yükseltti ve anayasal güvenceye bağlandı. Darbeci Evren bir yandan Atatürk heykelleri diktirirken Atatürk’ün laik eğitim anlayışına öldürücü darbe indirdi. Dincilere ve din eğitimine alan açıldı, din, yüzbinlerce memurun geçim kaynağı haline getirildi ve maaşa bağlanmış geniş bir dinci taban oluşturuldu. Şimdi bunun altından kalkılamıyor. Ama yarılma var gibi.
Örneğin, dinciler birbirini yiyor mu, ne?..
Buna karşın 1969 öğretmen boykotuna ve sonrasındaki memur eylemlerine katılanları cezalandırmak, daha doğrusu onları yönetimden tasfiye etmek için, 13-14 yıl sonra dosyalar yeniden açıldı, maaş kesim cezaları uygulandı. Oysa bu kişilerin talebi haklıydı ve demokratikti. Aylardır ders ücretleri ödenmiyordu.
Sonunda yüzbinlerce laik öğretmen ve memur cezalandırıldı, idari makamlardan uzaklaştırıldı, boşalan yerlere dinci ve aşırı sağcı elemanlar yerleştirildi. Laik elemanlar devlet yönetiminden tasfiye edildi.
1974 ve 1978’de art arda iki kez iktidara gelen öngörüsüz CHP ve Ecevit, basit bir disiplin affı ile bu yıkımın, idareci tasfiyelerinin önünü alabilirdi. Ama ‘büyük politikadan’ buna sıra gelmemiş olmalıydı. Ecevit ve iktidarı yine karşı tarafın eline tasfiye fırsatı vermişti.
***
Bu arada güya İmam-Hatip Lisesi çıkışlılar askeri okullara alınmıyordu. Ama Fettullahçılar askerleri atlatmayı, oyuna, kumpasa getirmeyi başardılar. Çünkü kilit noktaları sessizce ele geçirmişlerdi. 15 Temmuz Fetullahçı darbe girişimi bunu kanıtladı. Generallerin üçte birinin tutuklu ve Fetullahçı olduğu söyleniyor. Korkunç bir sayı bu. “Atatürk Türkiyesi’nde” dinci generaller, olacak şey miydi?.. Düşündürücü ve ürkütücü bir rakam. Bu da aysbergin görünen kısmı. Ya görünmeyen kısmı?..
Hasan Sabbah vakası diyelim.
Erdoğan iktidarı ilkin Fetullahçılarla kolkolaydı, işine geliyordu, geç ayıldı. Ülke şimdi bu işbirliğinin ceremesini ödüyor.
Bundan sonrası için ne olur? Dinci sağın içindeki yarılma nereye varacak? Bölüşüm artık yetmiyor olabilir mi? Bölüşüm yetmiyorsa yeni yarılmalar olması kaçınılmaz demektir.
Erdoğan demokratik parlamenter sisteme dönüş yapacak ve işi toparlayabilecek mi? CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu yanına almış görünüyor ama Kürt oyunu temsil eden Demirtaş’ı ve partisini dışlamış ve hedefe koymuş bulunuyor. Kürtlerin güvenini kazanmadan barış tesis edilebilir mi? Hiç sanmam. PKK ile savaşın sonu nereye varacak? Erdoğan bütün bunların üstesinden gelip başkanlık iddiasını sürdürecek ve başkan olabilecek mi, tam bir tuzak olan idamı geri getirebilecek mi?..
Bekleyip göreceğiz.
Dileriz hayırlısı olur, ülke huzur bulur.
 
  Bugün 8 ziyaretçi (11 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol