adigehaber
  İki Rus: Aleksey Yerhov ve Lev Tihomirov
 
İki Rus: Aleksey Yerhov ve Lev Tihomirov
13 Şubat 2020 tarihli “Sputnik” haber ajansı, RF’nin Ankara Büyükelçisi Aleksey Yerhov ile bir söyleşi gerçekleştirmiştir. Sayın Yerhov’a 14 Şubat gününde facebook sayfamdan yanıt vermiştim. Bu yanıtı –biraz genişleterek ve rötüşleyerek- aşağıya alıyor, bu kez de bir Rus yazarının dedikleri ile Yerhov’un dediklerini okuyucularımızın karşılaştırmalarını ve ona göre bir hüküm vermelerini diliyorum. Yerhov, Çerkeslerin uslanmaz kişiler olarak, Rusların sabır taşını çatlattığını/ sabrını taşırdığını, bu nedenle iflah olmazların ayıklanarak Türkiye’ye gönderildiğini, isteyenlere de yer gösterilerek Kafkasya’da kalmalarına izin verildiğini iddia ediyor.
Yerhov’un söyledikleri Rusya’nın resmi görüşünü yansıtıyorsa, durum çok vahim demektir. Her şeyi yeni baştan düşünmek ve ona göre bir yön belirlemek gerekecektir sanırım.
Sözü uzatmadan yorumumu facebook’tan aktarıyorum.
***
1
Sayın Aleksey Yerhov'a Yanıt:
Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçisi Sayın Aleksey Yerhov'un Çerkes örneğinden de giderek verdiği bir söyleşiye genişçe yanıt verme hakkımı kullanıyorum, Sayın Büyük elçinin Çerkeslere ilişkin verdiği bilgilerin gerçeklerle örtüşmediğini öncelikle belirtmek isterim.
Bu arada Saygıdeğer Rus halkına ve RF halklarına ilişkin hiçbir nefret duygusu taşımadığımı, Çerkeslerin de taşımadıklarına olan inancımı belirtmek isterim. Ancak, doğruları söylemek de insani bir görevimiz.
Barışı, kardeşliği ve adaleti savunma, Çerkeslerden isteyenlerin Kafkasya'ya dönmesine –Atalar Yurduna dönüşe – RF hükümetince izin verilmesini isteme dışında bir dileğimiz de yoktur. Ancak Rusya Federasyonu’nun Çerkeslere yönelik tutumu, 21. yüzyılda, İsrail’in Filistinlilere yönelik tutumu ile örtüşmemelidir, diyoruz.
Anlayamadığımız şey de şu: Rusya, uygar, barışçı ve demokratik Çerkesleri, küçük bir sağ milliyetçi grupun tasvip etmediğimiz bazı taşkınlıklarını gerekçe gösterip Kafkas Savaşı’nın sona erişinden 156 yıl sonra, hala, tehlikeli insanlar olarak mı değerlendirmek istiyor? Öyle bir değerlendirme varsa, haklılık ya da adalet savunulmuyor anlamına gelir. Bu durum RF halklarını da incitecektir kanısındayım. Sayın Yerhov, Kafkas Savaşı döneminde Adıge-Çerkeslerin Rus köylerini bastığını, erkekleri öldürüp kadınları ve çocukları esir aldığını söylüyor. Doğru değil. Adıge geleneği savunmasız insanları öldürmeyi ve kadınlara zulmetmeyi kabul etmez. Savaşta yaralı Çerkes savaşçıları Rus askerlerince süngülenerek öldürülürken, Rus yaralılar Çerkesler tarafından tedavi ediliyorlardı. Bunun yazılı belgeleri vardır. Çerkeslere yönelik iddialar birer karalama ve dezenformasyon ötesine gidemez. Örneğin, Yerhov, demokratik bir Adıge toplumu, kabilesi olan, kölelik kurumu bulunmayan, aksine kölelik karşıtı olan, köle ve esirlerin koruyucusu ve sığınağı olan özgür Şapsığlardan da söz ediyor. İnandırıcı değil.
Osmanlılar 1557 yılına değin kendi himayelerinde olan ve Müslüman saymadıkları Kabardey (Kabardin) yöresinden insan (köle) tedarik ediyorlardı. 1557’de Rus himayesi geldi ve köle/ esir satışı sona erdi. Ancak kaçak olarak Abadzeh köle avcıları ve Ubıhlar (Vubıh) aracılığıyla Osmanlı’ya küçük ölçekli kaçak esir (özellikle köle kadın) satışı devam etti. Bunların sayıları çok olamaz, yılın yaz mevsiminde geçitlerdeki karların erimesi ile sınırlı, Ubıh limanlarından gizli bir köle satışı yapılabiliyordu. Esirler, Ubıhlar tarafından çalınan Abhaz ve Gürcü çocuklardan oluşuyordu. Alıcılar Osmanlı esir tüccarları idi ve Osmanlı’da esir pazarları vardı. 1810’lardan önce Abhaz ve Gürcü köleler kendi köle tacirleri tarafından Türklere satılabiliyorlardı. Bu satılanların Çerkeslerle bir ilgisi yoktur. Ancak Ubıh limanlarından Türkiye’ye ihraç edilen esirler genellikle güzel Çerkes kadınlarıydı, Rus ve diğer Kafkaslı kadınlara (Gürcüler dışında) alıcı çıkmıyordu. Rusları değil, Adıgeleri vuran bir durum söz konusuydu. Bu durumda Sayın Yerhov’un Çerkeslerin Rus köylü kadın ve çocuklarını esir aldıkları iddiasının kendisi bir efsanedir.
Demokratik Çerkes sisteminde zulme yer yoktur.
Son dönemde, 1860’larda bazı köy basmaları elbette olmuştur, bunlar Çerkes topraklarına el konulmasına ve kolonizasyona karşı olan sınırlı tepkilerdi. Ayrıca Rus denen bu köyler sivil Rus köyleri değil, silahlı, müstahkem Kazak köyleri/ stanitsalar, askeri köyler idiler. Silahlı Kazaklar ve Rus birlikleri tarafından korunuyorlardı.
***
Şapsığlara gelince, diğerleri 1859-60’da silah bıraktıktan sonra, Şapsığların sonuna (1863 yılı ateşkesine) değin Ruslarla savaşmış oldukları doğrudur. Ama bu bir öz savunma, toprağını ve özgürlüğünü savunma savaşıydı.
Savaşta ölen Rus askerleri için de üzülüyoruz. Savaşlara karşıyız, barıştan, halkların kardeşliğinden, adaletten yanayız. Ama bu, savaşı başlatan Rus tarafını, İmparatorluk Rusya’sı yayılma politikalarını aklama anlamına gelmez, gelip gelmeyeceği kararını da tarih versin, vermiştir de. Sayın Yerhov, Çerkes soykırımı, etnik temizlik ve ülkesinden üçüncü bir ülkeye topluca sürülme, kadim bir ulusun yok edilmesi olayı için de "EFSANE" diyor, talihsiz bir açıklama.
Adıgelere ve özellikle Şapsığlara değinelim: Şapsığların Rusya ile sınırı Kuban Nehriydi, düz bir araziydi, gerilla savaşına uygun değildi, nehrin kuzeyi Rusya egemenliğindeydi ve Rus müstahkem hatlarıyla 1780’lerde boydan boya tahkim edilmişti, Rus topçu birlikleri ve silahlı Kazaklarla (stanitsalarla) korunuyordu. Zaman zaman Rus birlikleri Kuban'ı geçip güneye iniyor, Çerkeslere saldırıyor, köyleri yakıyor, sivil nüfusu katlediyor, Çerkesleri yıldırmak için her şeyi yapıyorlardı.
Zayıf bir güç olan Şapsığlar, böylesine donanımlı olan bir bölgedeki müstahkem, askeri Rus/ Kazak köylerini nasıl basabilirdi? Akla uygun mu? Bazı öç alma çıkışları ya da karşılıklı olumsuz olaylar, baskınlar yaşanmış olabilir, bunlar bahane olma dışında, kanlı bir savaşı başlatmanın gerekçeleri olabilir mi? Savaşı başlatan Rus tarafıdır. Saldırgan taraf Rus tarafıdır. Büyük Rus yazarları, örneğin Puşkin, Lermontov, Tolstoy ve daha birçokları Çerkeslere karşı çok daha saygılı, Rus saldırganlığına karşı ve Çerkesleri haklı gören bir tutum içindeydiler. Bu nedenle Puşkin ve Lermontov, Çarlığın kiralık katilleri aracılığıyla düello tuzaklarına çekilerek katledilmişlerdir. Uygarlık bunun neresinde? Bu son iki örnek, Rusya’nın ak yüzlü insanları ile karanlık yüzlü insanları arasındaki farkı bize gösteriyor.
Şapsığların ve diğer Çerkeslerin 1853-1856 Kırım Savaşı boyunca tarafsız kalmış oldukları, sonuçta Ruslara avantaj sağladıkları, bunu değerlendiren Rus komutanlığının Çerkes sınırındaki Rus birliklerinin bir kısmını çekerek Müttefiklerle çarpışmak üzere cephelere yolladığı bilinmektedir (bk. “Kırım Savaşı ve Ertesindeki Çerkeslerin Tarihi, internet).
***
Savaş sonrasında, 1857’de Rus generali Milyutin (sonradan savaş bakanı oldu) Adıgelere boyun eğdirmek için Çerkeslerin bir kısmının kuzeye, Don Nehri havzasına sürülmesi gerektiğini Savaş Bakanlığına rapor etti. Üç yıl sonra, 1860 yılında Vladikavkaz’da bir araya gelen üç Rus generali direnen Çerkeslerin Türkiye’ye gönderilmesi kararını aldı. O sıralar direnen kabile Şapsığlardı, 1861’de Şapsığlara doğu komşuları Abadzehler de katılacaklardı. Bunu, 1852 Gelencik doğumlu olup olayları çocuk (on oniki) yaşta izlemiş ve daha sonra araştırmış, canlı tanıkları dinlemiş, arşivlere girmiş ünlü Rus yazarı ve monarşist Lev Aleksandroviç Tihomirov ’dan (1852-1923) aktaracağız. Tihomirov, Yerhov’u doğrulamıyor. Bunu da göreceğiz.
Eylül 1861’de Çar II. Aleksandr Kuban Oblastına geldi ve bir Çerkes heyetiyle görüştü. Çar, boşaltacakları topraklara karşılık Çerkeslere Kuban Nehri solundaki - yer yer bataklık ve sivrisinek yatağı - düzlükleri gösterdi. Çar “Size bir ay süre veriyorum, ya gösterdiğimiz yerlere taşınırsınız ya da Türkiye’ye gidersiniz” dedi. Dayatma elbette reddedildi. Bu arada Türkiye ile Rusya arasında Çerkeslerin Türkiye’ye “göç etmeleri” doğrultulu bir anlaşmanın bulunduğunu da anlıyoruz. Örneğin, 1860 yılında, Şapsığlar direnirken, 10 bin Kabardey ile 4 bin Kubanlı Çerkes ailesinin gemilere binerek Türkiye’ye göç ettiklerini görüyoruz. Süreç ve olayların gelişimi söylediklerimizi doğrulamaktadır.
Sürgünün asıl nedeni
1864’te Çerkesler, Rusya için herhangi bir tehdit ve tehlike oluşturmuyorlardı, bağımsız çevreler bu konuda ortak görüşteler. Yerhov’un dediği kurtla kuzu hikâyesi. Asıl amaç, İmparatorluk Rusya'sının Çerkeslerden kurtulma ve yayılma amacı ve 1861 reformuyla serflikten (toprak köleliğinden) kurtulup ‘özgürleşmiş’ Rus köylülerine, Rus soylularının çiftliklerinden toprak verme yerine, onlara Çerkesya'da, fethedilen Orta Asya ülkelerinde ve Sibirya’da yer gösterme (toprak verme) ve bunun bir gereği olarak Şapsığların ve diğerlerinin sürülmüş olmaları olayıdır. Bağımsız kaynakların bu konuda Çerkeslerden ve diğer ezilenlerden yana ortak bir görüşü vardır.
Tabii ki, döneminin resmi tarihçileri sahibinin sesi olarak ne söylenmişse onu yazmışlardır.
1860’larda Kuban'ın solunda ve Şapsığların doğusunda Ruslarla barış içinde olan Adıge-Bjeduğlar yaşıyorlardı. Şapsığlar onlara dokunmuyorlardı. Ne diye Ruslara dokunsunlar ki?..
Yekaterinodar kentinin (Krasnodar) kurulduğu 1792-1793 yıllarında Rus-Çerkes ilişkileri dostaneydi, karşılıklı alış veriş vardı. Niye bozuldu?..
***
Adıge-Çerkesler için tarihçi W.E.D. Allen şöyle yazıyor: “Rus Hükümeti, Çerkezleri kütle halinde, imparatorluğun başka bölgelerine veya isterlerse, Türkiye’ye göç etmeye zorlama kararını verdi. Bu zecri (zorlayıcı) politikanın tatbiki görevi (..) General Evdokimov’a verildi (W.E.D. Allen ve ölü Paul Muratoff, Kafkas Harekâtı 1828-1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi, s. 103). Allen şunları da yazıyor: “Ekonomik olduğu kadar askerî ve siyasî mülahazalar, Asya’nın belki de en ‘medeni’ kabile kültürüne sahip olan bir halkının, sadece yok edilmesini değil, memleketlerinden sürülmesini gerektiriyordu” (s.103).
Ardından Kuban Oblastı toprakları (eski Adıge-Çerkes toprakları) Rus nüfusla dolduruldu, diyor Allen. Öyle olmadı mı? Peki, EFSANE ile şimdiki fiili durum örtüşüyor mu?
Şimdiki acıklı durum
Dönelim günümüze: Kuban'da ya da şimdiki Krasnodar Kray'da ve 1862-1864 etnik temizlik ve sürgünü dışı tutulmuş Adıgey'de bile, bugün, 156 yıl sonra durum nedir ve ne kadar bir Adıge nüfusu kalmıştır?.. Krasnodar Kray’da 13,8 bin, Adıgey’de 109,7 bin. Diyelim, 1830'da bir Rus askeri kaynağına göre 300 bin, başka bir kaynağa göre de, 1860'da 600 bin ve daha fazla olarak tahmin edilen demokratik Şapsığ toplumundan şimdilerde geride kalanı ne kadardır? 2010 yılı RF nüfus sayımına göre, 3882, bir köy nüfusu.
Peki, Karadeniz kıyısındaki Şapsığ ulusal rayonu (1924-1945) ne oldu?..
***
Rus politik çevreleri üç maymunu oynuyor ve Çarlık Rusya’sının emperyalist politikalarını savunuyor olmalılar. Niye? Açıklık politikasına ne oldu? Tarihsel gerçekler değiştirilebilir mi?
Sayın Büyükelçi, özetle Çerkeslere "etnik temizlik uygulanmamıştır, tercihli bir göç olayı vardır" diyor, ancak fiili durum onun dedikleri ile örtüşmüyor. Yerhov bir diplomattır, verilen talimatlara göre hareket eder. ABD’deki bir Rus diplomat da “Çerkeslere soykırım uygulamadık” demişti. Bunları anlıyoruz. Bizim aradığımız şey içtenlik, doğruluk, dürüstlük, adalet, karşılıklı saygı ve sevgidir. Nefret duyguları değil. Geçmişi günümüze getiremeyiz, ama geçmişe de saygılı olmalı, doğruları söylemeli, yalandan kaçınmalı ve doğrularla yüzleşmeliyiz. Ancak daha da tehlikeli olan bir eğilim var, bu da Yerhov’un dediklerinin RF üst yönetimince de paylaşılıyor olması olasılığı. Böyle bir olasılık varsa, durum vahimdir, bundan ne Ruslar, ne de Çerkesler bir yarar sağlayamayacaklardır. Şahsen bundan eminim.
***
Ayrıca belirteyim, Adıgelere yapılanlara ilişkin olarak Rus tarafını haklı, Çerkes tarafını haksız gören, bağımsız bir kaynak yoktur. Elbette Çerkeslerin de kusuru vardır, ancak inisiyatif Rus tarafındaydı. Bunu, söz gelişi Rus yazar Tihomirov’un (1852-1923) tanıklığıyla da göreceğiz. Sürgün konusunda bugün, Rusya'nın egemen çevreleri ve belki de Abhazya dışında, Çerkesleri haksız ve Rusları haklı bulacak tek bir dünya ülkesinin veya tarafsız bir tarihçinin bulunacağını da sanmıyorum. Sayın Yerhov, anlaşılan Çerkesleri anlamamakta bir sakınca görmüyor olmalı. Sosyalist eğitimi almamış biri olabilir mi? Putin bile eski bir komünist, KGB subayı idi.
Çerkesler dünyanın her ülkesinde sevilen ve sözüne güvenilen insanlar olarak tanınır. Hiçbir ülkede, örneğin, Rusya’ya ilhak olayları sonrası, Adıgey’de ya da Kabardey’de sorun yaratmamışlardır. Ruslarla yan yana ve dostça yaşamışlardır. 1917 Ekim devriminin önde kişileri, söz gelişi Ordjonikidze Çerkeslere zulmedildiğini ve haksız yere ülkelerinden kovulduklarını açıklamıştır. Ancak Rus imparatorluk rejimi tarafından bu insanlara en derin acılar yaşatılmış, ülkeleri yok edilmiş ve tarihi toprakları yerinde bir “Nova Rossiya” (Yeni Rusya) yaratılmak istenmiştir. Rus halkının büyük çoğunluğu da Adıge-Çerkeslere çektirilen bu acıları onaylamayacaktır düşüncesindeyiz.
2
Lev Aleksandroviç Tihomirov’un (Тихомиров, Лев Александрович) anılarından:
“Şu an Temruk’tayız (Taman yarımadasında bir yer), Çerkeslerin Batı Kafkasya’dan kovulması harekâtına başlandı… Batı Kafkasya’da, gözlerimin önünde cereyan eden bu tarihsel yıkım, IV – VII yüzyıllardaki Kavimler Göçü sırasında Avrupa’da yaşanan acılarla kıyaslanabilecek gibi değil. Bu konuda yazılmış olan yazıları yeterince okumuş bulunuyorum. Arşiv belgeleriyle de bir tanışıklığım var. Rusların bu yöreleri ele geçirme biçimine ilişkin tarihi yazılarımı 1887 yılında yazmaya hazırlandığımda Yekaterinodar’daki (Krasnodar) ünlü tarihçi Felitsin ile ilişki kurmuş, Novorossiysk okrugu arşiv belgelerine de ulaşmıştım.
Topladığım materyaller, istatistiki bilgiler, planlar, haritalar ve diğer belgeler, çok sayıda notlarım ile birlikte devrim sırasında yok oldular. Ancak bu belgelerde yazılı olan şeyleri anımsıyorum, ayrıca Batı Kafkasya’daki Dağlıların (Çerkesler) topraklarından kovulmaları olayının canlı tanığıyım. Bu harekâta katılmış olanların anlattıklarını da yeterince dinlemiş bulunuyorum, ayrıca Dağlıların nasıl kovulduklarını gözleriyle görmüş olan biriyim.
O sıralar on oniki yaşlarındaydım, çok şeyi algılayabiliyordum, harekâtı, olaylara katılanların değişik yıllarda anlattıklarını, 1887 yılına değin dinleyerek geldim. Bazı olayları unutmuş ya da karıştırmış olabilirim, ancak gözlerimin önünde cereyan eden olayların, tanık olduğum şeylerin belge değeri taşıyacaklarına inanıyorum.
Böylesine bir ön giriş yapmamın nedeni, söylediklerimin diğer yazılanlarla pek uyuşmamakta olmasıdır, bunu biliyorum, ancak sözlerimin doğruluğunu uzman araştırmacıların önünde her zaman için kanıtlamaya hazırım.
… Doğu Kafkasya’nın işgal edilmesinden sonra, Batı Kafkasya’nın nasıl işgal edilmesi gerektiğine karar vermek üzere, Kont Baryatinski (başkomutandı) başkanlığında 1860 yılında Vladikavkaz’da bir toplantı yapıldı.
Toplantıda iki ayrı plan sunulmuştu. General Grigori İvanoviç Filipson Adıgelere karşı yumuşak bir politika izlenmesini, Rusların güçlü bir ordularının bulunduğunu onlara anlatmak gerektiğini, böyle yapılması durumunda Adıgelerin barışçı yollarla Rusya’ya bağlanmalarının sağlanabileceğini söyledi. Ama bu önerinin kabul edilmeyeceği başından belliydi.
General Evdokimov’un farklı bir yaklaşımı vardı. Evdokimov’a göre, “Adıgelerle birlikte yaşamak, onları kendimize yakınlaştırmak olanaksızdır, Rusya’nın güvenliği açısından onları yerlerinde bırakmak da tehlikelidir. Olası bir savaşta Batılı ülkelerle Türkiye Dağlıları (Çerkesleri) yanlarına alıp bize karşı kullanabilirler”. Rusya’nın çıkarı için Adıgelerin hepsinin yok edilmeleri gerektiği görüşündeydi Evdokimov. En akılcı çıkış yolu da Adıgeleri Türkiye’ye sürmek ve Adıgelerden boşaltılacak topraklara silâhlı Kazakları yerleştirmek olacaktır, dedi. Kont Baryatinski, Yevdokimov’un planına/ görüşüne katıldı ve karar o yönde çıktı.
General Evdokimov, öncelikle, Kazak birlikleri için evler, ahır ve ağıllar yaptırıyor, devlet de onlara büyük paralar dağıtıyor, ayrıca üç ya da beş yıl yetecek kadar erzak yardımı yapıyordu.
Adıgelere gelince, onlar barındıkları dağları terk edip Maykop’a yakın düzlüklere yerleşmek ya da Türkiye’ye göç etmek seçeneklerinden birini seçmek zorundaydılar. Gerçekten yurtlarında kalmak isteseler bile o yerler Adıgelere yetecek miydi? O yerler ancak 100 bin kişi için yeterli olabilirdi. Durum böyleydi. Ancak Dağlıların nüfusuna ilişkin yalan söyleniyor, gerçek sayı 5 ya da 10 kat daha azmış gibi gösteriliyordu. Daha sonra, 2 – 3 yıl sonra, kovulmakta olanların sayıları toplanırken söylenen düşük rakamların doğru olmadığı anlaşılmıştı. Ancak amaca ulaşılmış, St. Petersburgluların ve İmparatorun yanıltılması başarılmıştı.
Dağlıların nüfusunun bilinerek düşük gösterilmesinin yol açtığı sonuçlar vardır. Yerlerinde kalsalar, sayıca o denli az olan Dağlıların büyük bir tehlike oluşturmaları düşünülemezdi, ancak tehlike algısını kafalara yerleştirmenin yolu bulunabilirdi. Bunun için İmparator’a, Dağlılar ile uzlaşmanın olanaksız olduğu telkininde bulunmak gerekiyordu. 1861 yılında Evdokimov bu fırsatı yakaladı, İmparator II. Aleksandr’ın Çerkes sorununa bir çözüm yolu bulmak için Kuzey Kafkasya’ya gelmeye karar verdiğini öğrenen Evdokimov birtakım entrikalar/ oyunlar çevirmeye başladı. Adıgelerden tanıdıklarını davet etmeye, kendilerini sevdiğini söylemeye, topraklarından sürülmelerini kendisinin değil, Kont Baryatinski’nin istediğini anlatmaya başladı. İmparator’un geleceğini ve Adıgelerin temsilcileri ile görüşeceğini, Dağlıların bütün istek ve kaygılarını ona anlatmaları gerektiğini, isteklerinin kabul edileceğine inanmalarını, bu fırsatı kaçırmamalarını telkin etmişti”.
Evdokimov’un telkinleri doğrultusunda hareket eden Çerkes temsilciler aşırı istekler, Rus askerlerinin Çerkesya’dan çıkmaları, kalelerini yıkmaları gibi kabul edilmesi olanaksız isteklerde bulundular diyor Tihomirov.
“İmparator, Adıgelerle uzlaşmanın olanaksız olduğu kanaatine vardı ve hemen o yerde Evdokimov’un planını onay verdi. Bu tarihten başlanarak planın uygulanması işi hızlandırıldı.
Etnik temizlik ve sürgün
Adıgeler zorla topraklarından kovuluyorlardı. Başlarda kendilerini savunuyor, grup grup bir araya gelip ölümüne savaşıyorlardı. Ancak dört bir yandan öldürülmeye ve darmadağın edilmeye başlanınca, yavaş yavaş moralleri bozuldu ve kendilerini artık savunmamaya başladılar. Rus askerleri ise planlı bir biçimde ilerliyor, Dağlıları ilerilere (- Karadeniz’e -) doğru sürüyor ve onlardan temizlenen yerlerde geciktirilmeden stanitsalar kuruluyordu. Ordunun gerisinden getirilen Kazaklar, kendileri için oluşturulan bu yeni stanitsalara yerleştiriliyorlardı.
Adıgelerin çoğunun morali bozulmuş, olup biteni izlemekle yetinmeye başlamışlardı, karşı koymuyorlardı, ancak topraklarını da terk etmiyorlardı. Artık toparlanma, ne yapacaklarını, nereye gideceklerini düşünme/ kararlaştırma gibi bir güçleri kalmış mıydı ki? Bu arada onlara düşünmeleri ve bir karara varmaları için gerekli bir süre de tanınmıyordu. Dört bir yana gönderilen ve pek de kalabalık olmayan askeri birlikler her yeri yakıp yıkıyorlardı. Birliklerin hepsi eş güdüm halinde köyleri ve evleri ya da dağıtılan Adıgelerin gizlendiği derme çatma barakaları arayıp buluyorlardı. Buldukları köyleri, evleri ve barakaları ateşe veriyor, gıda stoku ve malları, hayvanları yağmalıyor, erkekleri, kadınları ve çocukları kaçıştırıyorlardı. Bu kişiler nereye kaçacaklarını bilmeden korku içinde oraya buraya koşuşturuyorlardı. Bu gibi kişiler askerlerin ulaşmadığı, henüz yağmalanmamış olan köylere kaçıyorlardı. Ancak çok geçmeden o gibi köylere de askerler varıyor ve acımasız soykırım savaşı oralarda da sürdürülüyordu. Sayıları giderek artan ve büyük gruplar oluşturan zavallı Adıgeler dağ sırtlarını aşarak batıya, Karadeniz’e doğru akıyor, peşlerinden Rus askerleri onları izliyorlardı.
Sağ kalmayı başaran Dağlılar gemiler ve sıradan teknelerle Türkiye’ye götürülüyorlardı. Kovulanların sayısı yarım milyonu bulmuştu. Bu kadar sayıdaki insanı karşı kıyıya taşıyacak gemi ve tekne bulmak da bir sorundu. İnsanların bir ay boyunca tekne bekleyip durdukları görülebiliyordu. Karşı kıyıya nasıl götürülecekleri/ transfer edilecekleri öncesinden düşünülmemişti.
Adıgeler dört yıl kadar askerî harekâta dayandılar, en zor yılı 1863’te yaşadılar. Dağlılara çektirilen eziyeti dile getirmek kolay değil. Isının eksi 20 dereceye düştüğü durumlarda bile kalacak yerleri ve yiyecekleri olmadan göç yoluna düşüyor ve ilerliyorlardı. O sıralar (-1863 yılı-) kış mevsimi çok sert geçmişti. Adıgeler salgın hastalıklar, en çok da tifo nedeniyle ölüyorlardı. Aileler kayba uğruyor, parçalanıyor, ana babalar çocuklarını yitiriyorlardı. Bir örtüden bile yoksun, hayvan inlerinde, mağaralarda ölüyorlardı.
Adıgelerin topraklarından çıkartılma biçimini, çektikleri sıkıntıları gözlerimle gördüm. Kovulma sırası Novorossiysk’e geldiğinde, Novorossiysk vadisi ile körfezi çevreleyen dağlardaki köyler ateşe verilmeye başlandı. Her bir vadiden yoğun dumanlar ve alevler yükseliyordu. Dağlarımızda o kadar çok insanın barındığını bilmiyorduk. Bir ay kadar bu sahneleri içimiz parçalanarak izledik.
Köylerin ateşe verilmesiyle iş bitmedi, ateş köylerden ormanlara da sıçradı. Uzun yıllar boyunca Novorossiysk çevresindeki güzel ormanlarda yanmış ağaçlar ve ateşin kavurduğu kararmış ağaç kütükleriyle karşılaşıyorduk. Moralleri, öz güvenleri tükenmiş olan Adıgelerden artık kimse korkmuyordu, Novorossiysk’e uzak olmayan bir yerdeki yanan bir ormana beni de bir kez götürmüşlerdi. Bir iki yıl önce ateşe verilmiş olan köylerin enkazlarını görmüştüm. Küçük çiftliğimizi (köy) kurduğumuz yer, yakılmış o köylerden birinin yakınındaydı.
Dağlılardan tek tük kişilerin kuytu dağ köşelerinde saklanma fırsatını bulduklarını belirtmem gerekiyor. Gerçeği söylemek gerekirse bunların sayıları fazla değildi. Bazen yöremizde Adıge erkeklerinin görüldüğü oluyordu, bir koruluktan başka bir koruluğa, dağ çayırlarından geçip ormana dalanların görüldüğü söyleniyordu. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, Kazakların bazı Adıge grupları ile karşılaştıkları, Adıgelere saldırdıkları, bu arada bir Kazak’ın da yitirildiği, ardından Adıgelerin dağılarak farklı yönlere kaçtıkları gibisine haberler duyuyorduk. 1880’li yıllarda, 20 yıl boyunca saklanmış olan birkaç yüz Dağlı dağdan inip Karadeniz kıyısına yakın bir yerde iki köy kurdular. Onlara dağdan inme ve köy kurma izni verilmişti.
Karadeniz kıyısından başlayıp Laba Irmağına kadar uzanan bir alanda yaşamış olan Dağlıların sayısı neydi bilemiyorum, ancak sayının milyona ulaştığını sanıyorum. İçlerinden düz yerlere göç edip sağ kalanların sayısı da 100 bin kişiyi geçmiyor. 500 binden çok Adıge zorla Türkiye’ye yollandı, ancak bunların içinden birçoğu gemilerde ve Türkiye’de öldü. Yurtlarından kovulurken, henüz kıyıya ulaşmadan ya da ulaştıktan sonra, savaş, çile, salgın hastalıklar ve çeşitli sıkıntılar nedeniyle birkaç yüz bin Adıge daha can vermiştir diye düşünüyorum…
İşte bu biçimde büyük ve zengin bir ülke, o ülkede yüzlerce asırdan beri yaşamakta olan insanlar soykırım yoluyla “temizlenmiş” oldular…
Dağlılar bizleri en azılı düşmanları olarak görüyor ve bizden nefret ediyorlardı, gemilere binerlerken şarkılar söylüyor, Ruslara lânet ve beddua yağdırıyorlardı, sevgili topraklarının gâvurlara ürün vermemesi için dua ediyorlardı” (bk. Tihomirov Lev Aleksandroviç’in Anılarından Bir Bölüm”...
İşte iki Rus, biri bir diplomat, devlet görevlisi, diğeri dünyaca ünlü bir yazar. Biri insanlığa karşı işlenmiş suçları görmezlikten geliyor, gerçekleri değiştiriyor ya da yadsıyor, diğerinin içi sızlıyor, haksızlığa karşı isyan ediyor, gerçekleri tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor, sergiliyor. İkisi de Rus. Takdir siz okuyucularımın...
 
  Bugün 32 ziyaretçi (38 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol