adigehaber
  UlusunAk Yüzü, Güzellikleri Yansıtıyor
 

Ulusun Ak Yüzü, Güzellikleri Yansıtıyor

5 Aralık 2011
 
 Tanrı insana  yaratıcı, sanatsal bir yetenek sunmuşsa, bu yetenek tek yönlü olmaz, yetenek   bir kökten kaynaklanır ve dallanarak, budaklanarak çoğalır. Biliriz Puşkin büyük bir yazardı,şiir, düzyazı,oyun/dram yazısı ve eleştiri gibi konularda  üstün bir yetenekti, çizdiği resim sayısı da  az değildi, yazdığı sayfalara resimler çiziyor, anlatmak istediğini, söz dışında  resimle de anlatır gibi yapıyor ve  yapıtlarını zenginleştiriyordu. Lermontov da öyleydi. Leonardo da Vinci, Mikelanjelo ve  Rafael gibi büyük ressamların çalışmaları içinde  ünlü ve farklı yapıtlar  da bulunuyor.

 

Adıge yazarlarını ele alacak olursak, kendisinin ya da başkalarının  kitaplarını resimlerle süsleyen kişiler vardır. Kuyeko Nalbıy’ın yazdıklarını anımsarsanız, yazılarında  kendi çizdiği resimlerle karşılaşırsınız. Bütün bunları anımsatmama neden, Ğış Nuh’un (*) romanı “Gum yıtırkoher” (Гум итыркъохэр ; Gönül Yaraları) adlı romanı ile karşılaşmış olmamdır. Ğış Nuh, dilbilimi alanında oldukça verimli çalışmalar ortaya koymuş ve ünlenmiş olan bir biliminsanı, yaşı da oldukça ilerlemiş biri. Şiirler yazdığını biliyorumdum, ama onları incelemiş değildim, bakıp geçmiştim sadece. Ama “roman” denince, orada  durdum.

 

Edebiyata eğilimi olup ya da gazete ve radyo çalışanı olup da roman ve şiir yazmayan kişi pek çıkmaz, özellikle şiir yazanı daha çoktur, ama bu yolla şiir türünün  zenginleşeceğini sanmıyorum. Şiirleri daha çok gençler yazıyorlar, içlerinden öyle geliyor, kafalarından çok şey geçer gençlerin, şiir, roman ve şarkı sözü  yazmak isterler, ama gençlik günlerini  bir geride bıraktıklarında, yazı yazma işini de bırakırlar çoğunlukla. Ğış Nuh’un şimdi saçları aklaştı, yaşı da yetmişin üzerine çıktı, yine de üşenmemiş, oturup roman yazmış.

 

İlerlemiş yaşına karşın, onu roman yazmaya iten şey, çok şeyi görmüş geçirmiş, kavramış ve gördüklerine  önem vermiş olması olmalı. Maksim Gorki, bir yazısında “Her bir kişi, yazılmamış bir kitaptır” demişti.  Ğış Nuh kendi özgeçmişini yazmış biri değil, ama yazdıklarında kendi tanık olmadığı ve yaşamadığı bir şeyi de yazmıştır diyemeyiz. Yazmamıştır, ama Adıge (Çerkes)  ulusunun, 1920’li  yıllardan 1970’li  yıllara değin yarım yüzyıllık  geçmiş bir  yaşam kesitini ele alıyor. Bu zaman kesiti, sırf süre olarak uzun olduğu için değil, aslında çok  zorlu geçmiş bir dönem, yani anlatılması, açıklanması ve resmedilmesi kolay olmayan bir dönem olduğu için önemli. Olayları değerlendirmek  ve bunun için gerekli yöntemleri bulmak da kolay değil. Devrim dediğimiz şey henüz yeni (romanda devrimin vahşi sesini duyabiliyoruz), ardından kolhoz dönemi, sonrasında  İkinci Dünya Savaşı, savaşa götürülen Adıge gençleri, savaş sonrasının kıtlık yılları, ardından kolhozların yeniden ayağa kaldırıldığı ve  kurulduğu yıllar, Kruşçev ve Brejnev dönemleri, vs, vs.

 

Açıkça anlaşılabileceği gibi, yazarın,  bu değişik dönemlerin karakteristik  özelliklerini derinlemesine inceleyerek  ortaya sermek gibi bir amacı  yoktur. Çünkü, çok uzatırsan, romanın genişlemesi (büyümesi)  gibi bir sorun (tehlike)  oluşur, böyle bir şeye, yani uzun soluklu romana yönelmek ise,  ayrı bir ustalık ve sanatsal beceriler gerektirir. Çıkış yolu ise, her bir dönemi, romandaki  kişiler aracılığı ile açıklamak ya da  izlenen yolları onlara anlattırmak biçiminde olabilir. Yazar, en çok bir Abzah köyünden söz ediyor, oraya Abdzeh’ehabl (Abzah köyü) diyor, ayrıca bir Adıge-Ermeni köyü ile de karşılaşıyoruz. Bu kurgu boşuna değil,  Adıgelerin yaşam biçimleri ve gelenekleri, mükemmel olduğu için, başka uluslar da Adıge  değerlerini benimseyip aldılar . Eskiden yöremizde yaşamış olan Çerkes- gaylardan, yani Ermenilerden kişiler hâlâ varlar.  Onlar kendilerini Adıge sayıyorlardı, Adıge dilini konuşuyor ve Adıge tarzı  bir geleneksel yaşam sürdürüyorlardı.

 

Kısaca söylersek, Ğış Nuh’un romanı,   Türkiye’ye toplu sürgünü dışarıda bırakırsak, tarihimizin en zorlu ve en merak duyulan bir zaman kesitini ele almış ve işlemiş. Adıge toplumu, ulusu işte budur, böyle bir ulustur, Ğış Nuh,  işte bu anlayışı romanının özü ve son sözü yapmış.

 

Bu düşünce, bu algılama, büyük bir algılama, ama bunun çok yönlü ve değişik içerikli düşünceleri içeriyor olması da gerekir. Bunun için romandaki bireylerin ve kahramanların yaşam dünyasını, bu dünyayı  algılama düzeyleri, kendi yaşadıkları dönemlere ilişkin görüşleri ve bütün bunların  oluşturduğu  bir düşünceler dünyasını oluşturmak gerekiyor. Başka türlü dönemi “yansıtmak”  olanaksızdır, bu yöntemi  itelersen ve sen bir yazar isen, öyküye kattığın kişileri , o kişilerin kendileri değil, onlar adına senin anlatman gerekiyor; oysa düzyazı, anlatmayı hiç sevmez, önemli olanı,  kişileri göstermeyi, canlandırmayı ve  sergilemeyi   başarmaktır. Nuh’un bunu bilmediğini söyleyemeyiz, ancak yaşamı  çok yönlü olarak tanıtabilmek  için, konuyu genişleterek ele alıyor, sergileme yerine anlatmayı öne geçirdiği yerler de oluyor. İnsan karakterlerini sunmada bunun bir yararı olmaz.

 

Yine de romanda çok sayıda kişi var: Tek tek kişiler, aileler, soylar (лIакъо­хэр), köyler, yaşlılar, gençler, erkekler, kadınlar, küçük çocuklar, çok iyi insanlar, iyi ya da kötü olmayanlar, adi, çok kötü ve aşağılık  karakterler (bu sonuncuları çok azlar, Adıgeler arasından hiç kötü insan çıkar mı , diyesi geliyor kişinin). Yazar, bu kurguyu işin gidişi gereği ya da bilmeden, rastgele yapmış değil. Bir kişi üzerinden konuşacak olursak: Sözgelişi, romanın baş kişisi Dehan (Дэхан)’dır. Güzel, her yönüyle, konuşma biçimi, karakteri, töreye bağlılığı, insan sevgisi, aklı ve  zekâsı ile örnek bir kadın, çok konuşmuyor, yaşamı boyunca kimseyi incitmiş de değil, genç kızlığında ve gelin olduğunda, onca acı ve sıkıntı sonrası dul kaldığında bile, bu kadının ağzından bir kötü söz olsun çıktığı, uygunsuz ve huysuz bir  harekette bulunduğu görülmüş, duyulmuş   değil, günah denen şey ondan uzak olan bir şeymiş gibi. Onun eleştirilecek ve kınanacak bir yanı  ve davranışı vardır denemez. Adıgelerin,  “Tanrı öyle bir eşi, öyle bir gelini herkese  nasip etsin”  dedikleri gibi biri Dehan.

 

Dehan’ın vardığı genç (Tembot)  ender rastlanacak tipte  biri: Çalışkan, iyi bir okul eğitimi almamış, ama zeki ve yetenekli biri, boşboğaz, kafa ütülüyen  ve yontulmamış  biri değil, Tembot, Adıgelerin adam (кIэ­лэжъ) gibi   adam dedikleri tipte  biri. Arkadaşlarına, komşularına ve başkalarına duyduğu saygı, ana ve babasına duyduğundan az değil. Kümesinden tavuk çalan komşusunu yakaladığında, “Aldığın o tavuğu koltuğuna koy ve git, ama bir daha kimsenin bir şeyini çalma, ayıp, erkek olacaksın, utanmadan tavuk çalıyorsun”, diyor ona. Bahçesinden patates söküp çalmakta olan başka birini yakaladığında, ona karşı da saygılı davranıyor, ama  o kişi vurup Tembot’u öldürüyor.

 

Tembot’un arkadaşları ve akrabaları öç alma yönüne gitmiyorlar, olan olmuş diyerek, Tembot’un anne ve babasını Adıge sorumluluğu gereği yatıştırıyorlar ve bağışlamasını sağlıyorlar.

 

Tembot’un ana- babası da çocukları gibi: Emekçi insanlar, zavallı görünmemeye çalışıyorlar, gelecek   olan konuklar için kesmeleri gereken hayvanı (чыцIэ)  kesmekten geri kalmayan kimseler. Ayteç (Aytek)  ile karısı Unat (Iунат)  tam bir uyum içinde, birinin dediğini öbürü de benimsiyor, biri öbürüne diklenmiyor, ters yanıt vermiyor,  ancak bundan kadının konuşma ve kendi görüşünü söyleme hakkı yokmuş gibi bir  anlam çıkmıyor. Kadın, gıpta edilecek düzeyde bir aile kadını, eksiği fazlası yok denecek biri.

 

Ayteç’in gelini Dehan’ın çıktğı aile de öyle: “Bu getirilen küçüğün, -diyor Ayteç, - çıktığı aile harika bir aile, Ç’eleşşuko Çelemet (КIэлэшIукъо Чэлэмэт )  emeği ile geçimini sağlayan biri, onun aleyhinde konuşan bir kişi  bile duyulmamıştır, büyük bir şans bu bizim için”.

 

Kalın olan romanda en çok karşılaşılan kişilerden biri olan Ayteç işte böyle biri, ağzından tek bir çirkin ve yakışıksız söz çıkmıyor.

Ayteç yalnız değil. Eşi de öyle biri, kızları ile oğullarının da ağzlarından tek bir incitici söz olsun  çıkmıyor, içlerinde kötülükten eser yok. Ayteç'in çocukluktan gelme arkadaşları da öyle kişiler. Gençler, orta yaş erkek ve kadınlar, hepsi  Adıge törelerine göre hareket eden insanlar.

 

Bu durumda Ğış Nuh’un yazdığı romanın kuralı ve yazı özelliği ne olabilir? Bunu tek sözcükle anlatamayız. Yazar, Adıge insanının özelliğini, Adıgelerin eskiden ne gibi insanlar olduklarını karşımızda sergiliyor: Bakın bizden öncekilere, atalara, bir de  şimdiki durumumuza,ilişkilerimize bir bakın, demeye getiriyor.

 

 

Bu nedenle, Ğış Nuh’un romanında işlediği düşünce yapısını şuna benzetebiliriz: geçmiş dönemlerde, Adıgelerin ak yüzü böyleydi, Adıgeler güzel insan ilişkileri ve özellikleri olan büyük bir ulustur. Bu anlayıadan hareketle Adıgelerin yaratmış olduğu her şeyi güzel yönleriyle vurgulayarak  yazmaya çalışıyor:  Çocuğun nasıl büyütüldüğü, evlenmek için kızla görüşmeye (псэлъыхъо) giden gençlerin nasıl konuştukları, kızın nasıl davranması gerektiği, evliliğe karar verildiğinde, kızın baba evinden alınış biçimi, evlilik işine sıra geldiğinde  erkek (oğlan) tarafının yapması gereken şeyler, düğünün yapılış ve sürdürülüş biçimi, yeni akrabaların ve arkadaşların düğüne nasıl geldikleri, bunlar yaşatılıyor, bütün bu işler gerçekleştirilirken Adıge kültürünün en üst düzeyde uygulama örnekleri  Ğış Nuh’un romanından  sunuluyor.

 

Yazar, Adıge  özelliğinin (karakterinin), Adıge ilişkilerinin ve Adıge kültürünün neye benzediğini, Adıge geleneğinin Adıge yaşamındaki yerini  göstermek istiyor. Söz gelişi, görmüş olduğum bir davranışı  size anlatmak isterim: Annemiz bir tavuk  kestirdiğinde, tavuğun en iyi parçalarını komşu yaşlı kadın ve erkeklere yollamamazlık etmezdi. Ğış Nuh bu ve benzeri güzel davranışları vurgulamak istiyor.

 

Son söz: Söylememiz gerekirse, Ğış Nuh, Adıgelerin büyük ulusal-etnik tablosunu (resmini) çiziyor, yazıyor. O tabloda insan karakterleri ikinci derecede   yer alıyor, a amonlardan da söz ediyor. Adıge ulusunu tanımak isteyen varsa, onu Nuh’un romanında bulabilir sanırım.

 

Ğış Nuh, kendi ulusunun güzel yönlerini anlatmak istiyordu, şimdi bu amacını gerçekleştirmiş bulunuyor. Adıge ulusunun neye benzediği, benimsediği ya da benimsemediği şeyler, yapmak istediği ve  gerçekleştirdiği şeyler  çekici bir biçimde ortaya konuyor. Önümüzdeki bu kitap bir roman mıdır? – bunun pek bir önemi yok.  Ğış Nuh,  Adıge ulusunun neleri başarmış olduğunu biliyor ve elinden geldiğince işte  bunu ortaya seriyor.

 

Romandaki karakterler: Yazar insan karakterlerinin peşinde değil, peşinde koştuğu şey, Adıge özelliğini derli toplu bir biçimde ortaya koymakla sınırlıdır. Tembot’un görünümünü (итеплъэ)  göstermek  için, ressam isen resmedeceğin özellikte   altı sayfa yazmış.Yine de, Tembot’un görünümünü tam göremiyorsun: Adıge gencinin görünümünü değişik yönleriyle,  parça- parça  (пкъыгъо-пкъыгъоу)  bize göstermek istiyordu, bunu başarmış gibi, yine de, söylememiz gerekirse, Tembot’un yüzünü (kişiliğini)  iki sayfa boyunca bulamıyorsun.

 

Evet, Ğış Nuh’un romanı, bir tek kişi üzerinden verilmiş olan, Adıge gelenek ve ilişkileri ile  sınırlı olan bir roman değil, roman  Adıge ulusunun  ak yüzünün aynadaki bir yansımasıdır.

 

Prof. Dr. Şeşşe Kazbek (**),

Dilbilimleri uzmanı, eleştirmen.

Adıge maq, 29 Kasım 2011

Çeviri: Hapi Cevdet Yıldız

(*) – Ğış Nuh , Maykop'taki Sosyal Bilimler Araştırma Enstitüsü Dilbilimi Bölümü Başkanıdır, bir yazısı için Bkz. 'Adıgece'nin Temel Sorunları- 1, 2', internet, ayrıca 'Jıneps' gazetesi. 

(**)-  Şeşşe Kazbek, dilbilimleri uzmanı ve edebiyat eleştirmenidir. Yaptığım bir çevirisi için Bkz. 'Adığe Edebiyatında Eleştiri  Sorunları' , 'Kafkasya Kültürel Dergi', sayı 44, 1974, Ankara. Yazarın o yazısı eleştirinin eleştirisidir . – hcy.

 
  Bugün 44 ziyaretçi (60 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol