Adıge yazarlarını ele alacak olursak, kendisinin ya da başkalarının kitaplarını resimlerle süsleyen kişiler vardır. Kuyeko Nalbıy’ın yazdıklarını anımsarsanız, yazılarında kendi çizdiği resimlerle karşılaşırsınız. Bütün bunları anımsatmama neden, Ğış Nuh’un (*) romanı “Gum yıtırkoher” (Гум итыркъохэр ; Gönül Yaraları) adlı romanı ile karşılaşmış olmamdır. Ğış Nuh, dilbilimi alanında oldukça verimli çalışmalar ortaya koymuş ve ünlenmiş olan bir biliminsanı, yaşı da oldukça ilerlemiş biri. Şiirler yazdığını biliyorumdum, ama onları incelemiş değildim, bakıp geçmiştim sadece. Ama “roman” denince, orada durdum.
Edebiyata eğilimi olup ya da gazete ve radyo çalışanı olup da roman ve şiir yazmayan kişi pek çıkmaz, özellikle şiir yazanı daha çoktur, ama bu yolla şiir türünün zenginleşeceğini sanmıyorum. Şiirleri daha çok gençler yazıyorlar, içlerinden öyle geliyor, kafalarından çok şey geçer gençlerin, şiir, roman ve şarkı sözü yazmak isterler, ama gençlik günlerini bir geride bıraktıklarında, yazı yazma işini de bırakırlar çoğunlukla. Ğış Nuh’un şimdi saçları aklaştı, yaşı da yetmişin üzerine çıktı, yine de üşenmemiş, oturup roman yazmış.
İlerlemiş yaşına karşın, onu roman yazmaya iten şey, çok şeyi görmüş geçirmiş, kavramış ve gördüklerine önem vermiş olması olmalı. Maksim Gorki, bir yazısında “Her bir kişi, yazılmamış bir kitaptır” demişti. Ğış Nuh kendi özgeçmişini yazmış biri değil, ama yazdıklarında kendi tanık olmadığı ve yaşamadığı bir şeyi de yazmıştır diyemeyiz. Yazmamıştır, ama Adıge (Çerkes) ulusunun, 1920’li yıllardan 1970’li yıllara değin yarım yüzyıllık geçmiş bir yaşam kesitini ele alıyor. Bu zaman kesiti, sırf süre olarak uzun olduğu için değil, aslında çok zorlu geçmiş bir dönem, yani anlatılması, açıklanması ve resmedilmesi kolay olmayan bir dönem olduğu için önemli. Olayları değerlendirmek ve bunun için gerekli yöntemleri bulmak da kolay değil. Devrim dediğimiz şey henüz yeni (romanda devrimin vahşi sesini duyabiliyoruz), ardından kolhoz dönemi, sonrasında İkinci Dünya Savaşı, savaşa götürülen Adıge gençleri, savaş sonrasının kıtlık yılları, ardından kolhozların yeniden ayağa kaldırıldığı ve kurulduğu yıllar, Kruşçev ve Brejnev dönemleri, vs, vs.
Açıkça anlaşılabileceği gibi, yazarın, bu değişik dönemlerin karakteristik özelliklerini derinlemesine inceleyerek ortaya sermek gibi bir amacı yoktur. Çünkü, çok uzatırsan, romanın genişlemesi (büyümesi) gibi bir sorun (tehlike) oluşur, böyle bir şeye, yani uzun soluklu romana yönelmek ise, ayrı bir ustalık ve sanatsal beceriler gerektirir. Çıkış yolu ise, her bir dönemi, romandaki kişiler aracılığı ile açıklamak ya da izlenen yolları onlara anlattırmak biçiminde olabilir. Yazar, en çok bir Abzah köyünden söz ediyor, oraya Abdzeh’ehabl (Abzah köyü) diyor, ayrıca bir Adıge-Ermeni köyü ile de karşılaşıyoruz. Bu kurgu boşuna değil, Adıgelerin yaşam biçimleri ve gelenekleri, mükemmel olduğu için, başka uluslar da Adıge değerlerini benimseyip aldılar . Eskiden yöremizde yaşamış olan Çerkes- gaylardan, yani Ermenilerden kişiler hâlâ varlar. Onlar kendilerini Adıge sayıyorlardı, Adıge dilini konuşuyor ve Adıge tarzı bir geleneksel yaşam sürdürüyorlardı.
Kısaca söylersek, Ğış Nuh’un romanı, Türkiye’ye toplu sürgünü dışarıda bırakırsak, tarihimizin en zorlu ve en merak duyulan bir zaman kesitini ele almış ve işlemiş. Adıge toplumu, ulusu işte budur, böyle bir ulustur, Ğış Nuh, işte bu anlayışı romanının özü ve son sözü yapmış.
Bu düşünce, bu algılama, büyük bir algılama, ama bunun çok yönlü ve değişik içerikli düşünceleri içeriyor olması da gerekir. Bunun için romandaki bireylerin ve kahramanların yaşam dünyasını, bu dünyayı algılama düzeyleri, kendi yaşadıkları dönemlere ilişkin görüşleri ve bütün bunların oluşturduğu bir düşünceler dünyasını oluşturmak gerekiyor. Başka türlü dönemi “yansıtmak” olanaksızdır, bu yöntemi itelersen ve sen bir yazar isen, öyküye kattığın kişileri , o kişilerin kendileri değil, onlar adına senin anlatman gerekiyor; oysa düzyazı, anlatmayı hiç sevmez, önemli olanı, kişileri göstermeyi, canlandırmayı ve sergilemeyi başarmaktır. Nuh’un bunu bilmediğini söyleyemeyiz, ancak yaşamı çok yönlü olarak tanıtabilmek için, konuyu genişleterek ele alıyor, sergileme yerine anlatmayı öne geçirdiği yerler de oluyor. İnsan karakterlerini sunmada bunun bir yararı olmaz.
Yine de romanda çok sayıda kişi var: Tek tek kişiler, aileler, soylar (лIакъохэр), köyler, yaşlılar, gençler, erkekler, kadınlar, küçük çocuklar, çok iyi insanlar, iyi ya da kötü olmayanlar, adi, çok kötü ve aşağılık karakterler (bu sonuncuları çok azlar, Adıgeler arasından hiç kötü insan çıkar mı , diyesi geliyor kişinin). Yazar, bu kurguyu işin gidişi gereği ya da bilmeden, rastgele yapmış değil. Bir kişi üzerinden konuşacak olursak: Sözgelişi, romanın baş kişisi Dehan (Дэхан)’dır. Güzel, her yönüyle, konuşma biçimi, karakteri, töreye bağlılığı, insan sevgisi, aklı ve zekâsı ile örnek bir kadın, çok konuşmuyor, yaşamı boyunca kimseyi incitmiş de değil, genç kızlığında ve gelin olduğunda, onca acı ve sıkıntı sonrası dul kaldığında bile, bu kadının ağzından bir kötü söz olsun çıktığı, uygunsuz ve huysuz bir harekette bulunduğu görülmüş, duyulmuş değil, günah denen şey ondan uzak olan bir şeymiş gibi. Onun eleştirilecek ve kınanacak bir yanı ve davranışı vardır denemez. Adıgelerin, “Tanrı öyle bir eşi, öyle bir gelini herkese nasip etsin” dedikleri gibi biri Dehan.
Dehan’ın vardığı genç (Tembot) ender rastlanacak tipte biri: Çalışkan, iyi bir okul eğitimi almamış, ama zeki ve yetenekli biri, boşboğaz, kafa ütülüyen ve yontulmamış biri değil, Tembot, Adıgelerin adam (кIэлэжъ) gibi adam dedikleri tipte biri. Arkadaşlarına, komşularına ve başkalarına duyduğu saygı, ana ve babasına duyduğundan az değil. Kümesinden tavuk çalan komşusunu yakaladığında, “Aldığın o tavuğu koltuğuna koy ve git, ama bir daha kimsenin bir şeyini çalma, ayıp, erkek olacaksın, utanmadan tavuk çalıyorsun”, diyor ona. Bahçesinden patates söküp çalmakta olan başka birini yakaladığında, ona karşı da saygılı davranıyor, ama o kişi vurup Tembot’u öldürüyor.
Tembot’un arkadaşları ve akrabaları öç alma yönüne gitmiyorlar, olan olmuş diyerek, Tembot’un anne ve babasını Adıge sorumluluğu gereği yatıştırıyorlar ve bağışlamasını sağlıyorlar.
Tembot’un ana- babası da çocukları gibi: Emekçi insanlar, zavallı görünmemeye çalışıyorlar, gelecek olan konuklar için kesmeleri gereken hayvanı (чыцIэ) kesmekten geri kalmayan kimseler. Ayteç (Aytek) ile karısı Unat (Iунат) tam bir uyum içinde, birinin dediğini öbürü de benimsiyor, biri öbürüne diklenmiyor, ters yanıt vermiyor, ancak bundan kadının konuşma ve kendi görüşünü söyleme hakkı yokmuş gibi bir anlam çıkmıyor. Kadın, gıpta edilecek düzeyde bir aile kadını, eksiği fazlası yok denecek biri.
Ayteç’in gelini Dehan’ın çıktğı aile de öyle: “Bu getirilen küçüğün, -diyor Ayteç, - çıktığı aile harika bir aile, Ç’eleşşuko Çelemet (КIэлэшIукъо Чэлэмэт ) emeği ile geçimini sağlayan biri, onun aleyhinde konuşan bir kişi bile duyulmamıştır, büyük bir şans bu bizim için”.
Kalın olan romanda en çok karşılaşılan kişilerden biri olan Ayteç işte böyle biri, ağzından tek bir çirkin ve yakışıksız söz çıkmıyor.
Ayteç yalnız değil. Eşi de öyle biri, kızları ile oğullarının da ağzlarından tek bir incitici söz olsun çıkmıyor, içlerinde kötülükten eser yok. Ayteç'in çocukluktan gelme arkadaşları da öyle kişiler. Gençler, orta yaş erkek ve kadınlar, hepsi Adıge törelerine göre hareket eden insanlar.
Bu durumda Ğış Nuh’un yazdığı romanın kuralı ve yazı özelliği ne olabilir? Bunu tek sözcükle anlatamayız. Yazar, Adıge insanının özelliğini, Adıgelerin eskiden ne gibi insanlar olduklarını karşımızda sergiliyor: Bakın bizden öncekilere, atalara, bir de şimdiki durumumuza,ilişkilerimize bir bakın, demeye getiriyor.
Bu nedenle, Ğış Nuh’un romanında işlediği düşünce yapısını şuna benzetebiliriz: geçmiş dönemlerde, Adıgelerin ak yüzü böyleydi, Adıgeler güzel insan ilişkileri ve özellikleri olan büyük bir ulustur. Bu anlayıadan hareketle Adıgelerin yaratmış olduğu her şeyi güzel yönleriyle vurgulayarak yazmaya çalışıyor: Çocuğun nasıl büyütüldüğü, evlenmek için kızla görüşmeye (псэлъыхъо) giden gençlerin nasıl konuştukları, kızın nasıl davranması gerektiği, evliliğe karar verildiğinde, kızın baba evinden alınış biçimi, evlilik işine sıra geldiğinde erkek (oğlan) tarafının yapması gereken şeyler, düğünün yapılış ve sürdürülüş biçimi, yeni akrabaların ve arkadaşların düğüne nasıl geldikleri, bunlar yaşatılıyor, bütün bu işler gerçekleştirilirken Adıge kültürünün en üst düzeyde uygulama örnekleri Ğış Nuh’un romanından sunuluyor.
Yazar, Adıge özelliğinin (karakterinin), Adıge ilişkilerinin ve Adıge kültürünün neye benzediğini, Adıge geleneğinin Adıge yaşamındaki yerini göstermek istiyor. Söz gelişi, görmüş olduğum bir davranışı size anlatmak isterim: Annemiz bir tavuk kestirdiğinde, tavuğun en iyi parçalarını komşu yaşlı kadın ve erkeklere yollamamazlık etmezdi. Ğış Nuh bu ve benzeri güzel davranışları vurgulamak istiyor.
Son söz: Söylememiz gerekirse, Ğış Nuh, Adıgelerin büyük ulusal-etnik tablosunu (resmini) çiziyor, yazıyor. O tabloda insan karakterleri ikinci derecede yer alıyor, a amonlardan da söz ediyor. Adıge ulusunu tanımak isteyen varsa, onu Nuh’un romanında bulabilir sanırım.
Ğış Nuh, kendi ulusunun güzel yönlerini anlatmak istiyordu, şimdi bu amacını gerçekleştirmiş bulunuyor. Adıge ulusunun neye benzediği, benimsediği ya da benimsemediği şeyler, yapmak istediği ve gerçekleştirdiği şeyler çekici bir biçimde ortaya konuyor. Önümüzdeki bu kitap bir roman mıdır? – bunun pek bir önemi yok. Ğış Nuh, Adıge ulusunun neleri başarmış olduğunu biliyor ve elinden geldiğince işte bunu ortaya seriyor.
Romandaki karakterler: Yazar insan karakterlerinin peşinde değil, peşinde koştuğu şey, Adıge özelliğini derli toplu bir biçimde ortaya koymakla sınırlıdır. Tembot’un görünümünü (итеплъэ) göstermek için, ressam isen resmedeceğin özellikte altı sayfa yazmış.Yine de, Tembot’un görünümünü tam göremiyorsun: Adıge gencinin görünümünü değişik yönleriyle, parça- parça (пкъыгъо-пкъыгъоу) bize göstermek istiyordu, bunu başarmış gibi, yine de, söylememiz gerekirse, Tembot’un yüzünü (kişiliğini) iki sayfa boyunca bulamıyorsun.
Evet, Ğış Nuh’un romanı, bir tek kişi üzerinden verilmiş olan, Adıge gelenek ve ilişkileri ile sınırlı olan bir roman değil, roman Adıge ulusunun ak yüzünün aynadaki bir yansımasıdır.
Prof. Dr. Şeşşe Kazbek (**),
Dilbilimleri uzmanı, eleştirmen.
Adıge maq, 29 Kasım 2011
Çeviri: Hapi Cevdet Yıldız
(*) – Ğış Nuh , Maykop'taki Sosyal Bilimler Araştırma Enstitüsü Dilbilimi Bölümü Başkanıdır, bir yazısı için Bkz. 'Adıgece'nin Temel Sorunları- 1, 2', internet, ayrıca 'Jıneps' gazetesi.
(**)- Şeşşe Kazbek, dilbilimleri uzmanı ve edebiyat eleştirmenidir. Yaptığım bir çevirisi için Bkz. 'Adığe Edebiyatında Eleştiri Sorunları' , 'Kafkasya Kültürel Dergi', sayı 44, 1974, Ankara. Yazarın o yazısı eleştirinin eleştirisidir . – hcy.