adigehaber
  Tihomirov Lev Aleksandroviç'in Anılarından Bir Bölüm
 

 

 

 

 Tihomirov Lev Aleksandroviç'in Anıları Üzerine Bir Ön Değerlendirme

28 Eylül 2014

Tihomirov Lev Aleksandroviç'in Anıları Üzerine Bir Ön Değerlendirme30 Eylül 2014 Salı Saat 10:31Adıgeler bağımsız iken sınırlar-  renkler  1783 - 1878 yılları arası ülkeleri, kesik çizgiler ise günümüz devlet sınırlarını gösteriyor.

 

 

Tihomirov Lev Aleksandroviç (1852 – 1923) ünlü bir yazar. Çevirisini sunduğumuz veCherkessia.net sitesinde yayınlanan söz konusu  Anılar, bazı yorum ve açıklamaları gerektiriyor. O kanıdayım. Yazı/ Anılar, Çerkes felâketi, soykırımı ve sürgünü konusunda etkileyici bir tablo sunuyor. Olumlu bir yazı. Başka bir açıdan yazıda, genel resmin    flu kalmış bazı yönleri var. Yazar 1852 Ĥuĺıĵıy (Hulıjıy/ Gelencik) doğumlu. Demek ki, 1860’lardaki felâkete – bir köşesiyle de olsa – tanık olmuş biri. Ayrıca 1887 yılına değin anlatılanları birinci elden dinlemiş, dönemin tarihçisi Felitsin ile tanışmış, arşivlere,  Ṡemez(Novorossiysk/ Rusça anlamı ‘Yeni Rusya kenti') arşivine girmiş, belgeler toplamış. Belgeler devrim – 1917 devrimi olmalı - sırasında yok olmuş.

 

Bu yüzden yazar anımsadıklarını sunuyor. 'Olayların bir bölümü, gözlerimin önünde yaşandı' diyor.

 

Biraz tarih bilgisi

1828 – 1829 Osmanlı – Rus Savaşı sonrası Anapa,  Ṡemez ve Ĥuĺıĵıy (Gelencik) Rusların eline geçti. Ruslar Ṡemez’de Novorossiysk (Yeni Rusya kenti) adlı büyük bir liman, Hulıjıy’da (Ĥuĺıĵıy/ Gelencik) da bir deniz üssü inşa ettiler. Bununla da yetinmeyen Ruslar, istilâ amaçlı, güneye doğru, kıyı boyunca uzanacak bir askerî yol (Karadeniz kıyı hattı) ve karakollar inşaatına başladılar. Doğuda Çeçenya ve Dağıstan’da İmam Gazi Muhammed önderliğinde Müridlerin ayaklanmaları ve Polonya’da da Rusya karşıtı bir başkaldırı olması üzerine Ruslar Çerkesya’daki kuşatma ve yol yapımı faaliyetlerini 1837 yılına, yeni Dağıstan imamı Şamil’in yenilip Ahulgo’dan kaçmasına değin ertelediler. 1837 – 1839 yılları boyunca denizden çıkartma yapan Rus deniz birlikleri savaşarak  Çerkesleri kıyıdan attılar ve  hattı güneydeki Sviyatov Duh’a (Kutsal Ruh/ Adler) değin uzattılar. Ertesi yıl Çerkesler Şapsığ kıyısındaki kalelerden Rusları attılar. Ancak  Navaginsk (Soçi yerinde), Svyatov Duh  ve Gagra kaleleri Rusların elinde kaldı.

Daha eski kaleler, Anapa, Ṡemez ve Gelencik (Ĥuĺıĵıy) zaten Rusların elindeydi. 1853 – 1856 Kırım Savaşı sırasında Ruslar Navaginsk’i ve daha kuzeydeki kıyı kalelerini terk ettiler ve bu yerler yeniden Çerkeslerin eline geçti.

 

Kuzeydeki kaleler 1860 yılına doğru geri dönen Rusların yeniden eline geçtiler. O yıl Çerkesya’nın Rus yönetimi altına girmemiş yöreleri halkının Türkiye’ye gönderilmesi, isteyenlerin şimdiki Maykop kentinin kuzeyindeki düzlüklere yerleştirilmesi kararı Rus komutanlığınca alındı, İmparator tarafından da benimsendi, ancak uygulaması zamana bırakıldı.

 

1859’da Orta Kuban solunda yaşayan Bjeduğlar, ardından Orta Laba solundaki Kemguy ve Kabardeyler boyun eğip Rusya yurttaşı olmuşlardı. Laba Irmağından doğuya doğru uzanan yerler ise, Kabardey yöreleri de dahil daha önce Rus istilâsına uğramıştı.

 

Şu durumda Maykop’tan ya da Belaya/ Şhaguaşe Irmağından Karadeniz kıyılarına değin yayılmış olan geniş Adıge toprakları Çerkes nüfusundan temizlenecekti. Bu alanda Natuhaylar, Şapsığlar, Vıbıhlar, Abzahlar ve daha küçük Çerkes toplulukları yaşıyorlardı.

 

Abzahlar 1859’da Laba solundaki Çerkesler (Kemguy ve Kabardeyler) gibi Rus yönetimine alınmış, Çar’a bağlılık(sadakat)  yemini vermişlerdi. Ancak Rus komutan Kont  Yevdokimov   Abzahları bağlılık  yeminini bozmak ve ihanetle suçlamış ve onlara saldırmıştı. Sözün kısası Abzahların da Şapsığlar gibi göç kervanına eklenecekleri belli olmuştu.

 

Bu durumda Abzah, Şapsığ ve Vıbıhlar birleşti, 13 Haziran (günümüz takvimiyle- 25 Haziran) 1861’de Soçi’de Çerkes Ulusal Meclisi (Parlamento) toplandı. Bu üç yöre halkı, Çerkes Meclisi eliyle  Adıge/ Çerkes üst kimliği altında bir ulus olduklarını ve bağımsız bir devlet kurduklarını dünyaya deklare/ ilân ettiler. Meclis savaşa hazırlık, devlet yapılanması ve  onurlu bir barış  arayışı çalışmalarını başlattı.

 

İşte böylesine bir ortamda İmparator II. Aleksandr Eylül 1861’de Kuban’a (Rusların ‘Kuban oblastı’) geldi. Geliş programında buradaki Rus birliklerine moral verme, teftiş ve Çerkeslerle de görüşme vardı.

 

Bu ön bilgiden sonra Aleksandroviç’in anılarına dönebiliriz.

 

Aleksandroviç ne diyor?

1) “Adıgeler … barındıkları dağları terk edip Maykop’a yakın düzlüklere yerleşmek ya da Türkiye’ye göç etmek seçeneklerinden birini seçmek zorundaydılar. ..O yerler 100 bin kişi için yeterli olabilirdi… Dağlıların nüfusuna ilişkin yalan söyleniyor, gerçek sayı küçültülüyor, olduğundan 5 ya da 10 kat daha azmış gibi gösteriliyordu. Daha sonra, 2 – 3 yıl sonra, kovulmakta olanların sayıları toplanırken söylenen düşük rakamların doğru olmadığı anlaşılmıştı. Ancak amaca ulaşılmış, St. Petersburgluların ve İmparatorun yanıltılması başarılmıştı” diyor.

 

Aleksandoviç özetle böyle diyor.

 

İmparator II. Aleksandr’ın yanıltılmış olduğu görüşü tartışılabilir. Tihomirov Lev Aleksandroviç bir monarşist, İmparatorluk yanlısı biriydi, belki monarşiyi aklamak istiyor olabilir. Daha önce, 1830’da Kuban Ordusu adına istihbarat (casusluk) yapan Rus subayı Novitski tarafından yapılan nüfus araştırmasına göre bağımsızlığına koruyan küçülmüş Çerkesya toprakları üzerinde 1 milyon üzeri bir Adıge nüfus bulunduğu saptanmıştı, bu nüfus içinde Şapsığlar 300 bin (*), Abzahlar 260 bin, Natuhaylar da 240 bin ediyor, bu üç topluluğun toplam nüfusu  800 bine ulaşıyordu. Sayıya Vıbıh, Haқuç, Ciget gibi diğer kıyıboyu topluluklarının  nüfusu katılmamıştı. Doğum oranı yüksekti, 30 küsur yılda 1 milyon  sayısının en az iki katına,  2 milyona çıkması doğaldır. Çar’ın ve St. Petersburg’daki titiz kurmay heyetinin bu gerçeği bilmemesi düşünülebilir mi? Şayet Çar, iyi niyetli biri idiyse, 1864 sürgününden sonra Rusya’nın İstanbul Sefareti’ne verilen, Rusya’ya geri dönme talepli, 1872 tarihli ve 8,500 imzalı Çerkes dilekçesini “Sözü bile edilemez” diye bizzat  yazarak ve imzalayarak geri çevirmezdi! Aleksandroviç bu son durumu, olayların tamamını bilmiyor, öğrenememiş olabilir.

 

Elbette, yazarın dediği gibi, 1 milyonu bulan (-aslında daha da fazla-) bir nüfusun  100 bin kişiye yetecek kapasitede bir yer olan Maykop düzlüklerine ya da Orta Laba soluna  sığamayacağı, burada bir aldatmaca, bir zevahiri kurtarma oyunu oynandığı kuşkusuzdur. Ayrıca Vıbıh ve Şapsığlar kıyıdan yola çıkıp  sıradağları aşıp, yüzlerce kilometre uzaklıktaki  o yerlere nasıl yerleşebilirlerdi ki? Buna olanak var mıydı? Türk yönetiminin gösterdiği hoşgörü ve yardımı, Rus yönetimi gösterecek miydi? O sıralar Rus üst yönetiminin Ortodoks Hıristiyanlığı savununan fanatikler, İslâma nefretle yaklaşan kişlerden oluştuğu da unutulmamalı.

 

Aleksandroviç bu noktada doğruyu söylüyor.

 

2) Bilindiği, yukarıda değinildiği gibi  Çar, Eylül 1861'de Kuban’daki Rus birliklerini teftiş edecek, bu bağlamda  Maykop yakınlarında bir Adıge temsilciler heyetiyle de görüşecekti.

 

Aleksandroviç, General Yevdokimov’un, politik incelikleri bilmeyen (saf olan) Adıgelere tuzak kurduğunu, kendisinin Adıgeleri sevdiğini, Adıgelerin topraklarından sürülmelerini kendisinin değil, Baryatinski'nin istediğini, ancak şimdi fırsatın yeniden ayağa geldiğini söyleyerek Adıgeleri kandırdığını, onları İmparator’un karşısına olmayacak  taleplerle çıkarttığını söylüyor. Adıgeler o kadar saf ve dünyadan habersiz olabilirler miydi? Kurtuluş Savaşı veren komutanlar, literatürde dünyanın en yetenekli, dahi generalleri  olarak kabul edilirler. Çünkü savaş içinde pişip yoğrulmuşlar, savaş tekniğini öğrenmişlerdir. Adıge komutanlar ise, daha da yetenekliydiler, sayıca 40 kat üstün olan Rus imparatorluk ordusuna kök söktürüyorlardı(Bkz. 'Çerkesya Kurtuluş Savaşı'nın Önderleri ve Komutanları (1763 - 1864)'.

 

Aleksandroviç, Yevdokimov'un bu fırsatı elde etmesini (Adıgeleri oyuna getirmeyi), kendinden önceki Başkomutan Kont Baryatinski'nin tedavi için Rusya dışına gitmiş olmasına bağlıyor. Baryatinski Rusya dışına çıkmamış olsaydı Çerkeslerin bu ölçülerde sürülmelerine engel olurdu demeye getiriyor. Peki Çerkeslerin sürülmelerini karara bağlayan Vladikavkaz'dakigeneraller toplantısının başkanı olan, sürgün kararını onaylayıp başkent St. Petersburg'a öneren ve baş sorumlu olan kişi Başkomutan Baryatinski değil miydi?..

 

Burada Yevdokimov'un soykırım suçundan kişisel anlamda aklanmak gibi bir çaba içinde olduğu anlaşılıyor, hileli yollar deniyor, barış olasılığını sabote ediyor ve bilerek soykırım politikalarını uyguluyor, tam anlamda döneminin Hitler'i ve daha da beteri. Sivil nüfusun imhasını da kapsayan iki yüzlü ve acımasız bir politikayı uyguluyor. Tabii Baryatinski de farklı bir kefeye konamaz. Şeyh Şamil, Çerkes soykırım ve sürgünü tamamlandıktan sonra, 1864 yılında, bu başarısı nedeniyle bir telgrafla dostu Kont Baryatinski’yi kutlamıştı. Soykırım olayı ile ilgisiz idiyse ne diye Yevdokimov'u değil de Baryatinski'yi kutluyor? Şamil, Yevdokimov'u da tanıyordu...('Geçmişten Günümüze Kafkasların Trajedisi', Almir Abreg'in konuşma metni).

 

Demek istediğim, İmparator ve şürekâsı, generaller, diplomatlar ve Ortodoks Hıristiyan  papazlar, hepsi  Çerkes soykırımının aslî failleri, Çerkesya’nın kendi halkından çalınması olayının birlikte  sorumlularıdır. Biri diğerinden daha az sorumlu tutulamaz. Hepsi de tarihin 'Lânetliler Bahçesine' yaraşır kişiler. Elbette General Filipson gibi daha insaflı Rus askerleri de vardı ama etkisiz kaldıkları görülüyor.

 

3) Çar ile buluşmaya ilişkin görüşlerde de  farklılıklar var:

 

Rus tarihçi Semen Esadze, konuya ilişkin olarak özetle şöyle yazıyor: Çar, Eylül 1861’de deniz yoluyla Kafkasya’ya geldi ve Taman’da karaya ayak bastı. Karşılayıcılar arasında bir köşede toplanmış 500 kadar Çerkes de vardı. Topluluk içinden öne çıkan bir yaşlı Çerkes, Rusya yurttaşlığına alınmalarını, sürülmemelerini, topraklarında kalmalarına izin verilmesini, bundan böyle Rusya yasalarına uyacaklarını, Rusya için yollar ve kaleler inşa edeceklerini, her emre uyacaklarını, vs söyledi. Çar memnun kaldığını, durumu Çerkeslerin lehine olacak biçimde düşüneceğini vaad etti.

 

4-5 gün sonra aynı Çar, Maykop yakınında Soçi Çerkes Ulusal Meclisi (Parlamento) temsilcilerinin de dahil olduğu bir heyetle buluştu. Çerkes temsilciler Rusya yurttaşlığına alınmalarını istediler. Çar "Bunu kabul edebilirim ama bazı şartlarım var" dedi, şartlarının kabul edilmesi halinde Çerkesleri Rusya vatandaşlığına kabul edebileceğini söyledi. Çar'ın talepleri şöyleydi: Çerkeslere sığınmış firari Rus askerlerinin  ve Rus esirlerin kendilerine teslim edilmeleri, Rus karakollarına yapılan saldırılara son verilmesi ve komutanlığın (Yevdokimov’un) emirlerine uyulması, vs.

 

Bir anlaşma olmadan ve sığınmacılar için af çıkarılmadan böyle bir antlaşma olacak şey değildi, onursuzluk olurdu.

 

Böylece Çar ile bir anlaşmaya varmanın olanaksız, Çar'ın kötü niyetli biri olduğu anlaşıldı.

 

Bunun üzerine, ikinci etap olarak  Gerandıko Berzeg Hace (ki Çerkes Parlamentosu Başkanı idi), başka yolu kalmadığı, son çare olduğu için olmalı, Parlamento'nun yazılı talebini Çar’a sundu (Metin Adıge Ulusal Müzesi'nde, ayrıca Rus tarihçi Tamara Polovinkina'nın'Çerkesya Gönül Yaram' kitabında da var). Yazılı talepte, özetle  Rusya’nın Çerkesya’dan tamamen çekilmesi isteniyordu. Tabii bir anlaşma olmadı, olması da beklenmiyor olmalıydı. Son olarak, Çar, Abzahlara döndü, “Abzahlar, size karar vermeniz için bir ay süre veriyorum, ya Türkiye’ye göç edin ya da gösterdiğimiz yerlere yerleşin”dedi (Çerkesya’nın Ruslar Tarafından İşgali).

 

İngiliz savaş tarihi yazarı Allen de özetle şöyle diyor: İmparator II. Aleksandr, Eylül 1861’de Kuban’ı ziyaret etti, Çerkes beylerinden oluşan bir heyeti kabul etti. İmparator, arazilerine karşılık olarak -yerleşmeleri için- Çerkeslere Kuban’ın ötesindeki (güneyindeki) düzlükleri önerdi. Abzahlar arazi değiş tokuşunu kabul eder göründüler, ama diğerleri değiş tokuşu  kabul etmediler (W. E. D. Allen ve ölü Paul Muratoff, ‘1828-1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi’, Gnkur.Basımevi, Ankara,1966, s.104).

 

Adıge tarihçi Yemıj Ruslan, sorunu bambaşka bir biçimde sunuyor. Yemıj’e göre Çar, Çerkeslerin arasına geliyor, Çerkeslere, Karadeniz kıyısı boyunca Tuapseye değin uzanacak bir demiryolu hattı döşemek istediğini, sadece o hat üzerindeki köylerin yerlerinden kaldırılacağını, zarar vermeyi düşünmediğini, uğranılacak zararın karşılanacağını söylüyor. Topluluktaki bir Bjeduğ  beyi, Çar güçlüdür, İmparatordur, sözünde durur, istediğini biz kendimiz verelim, vermezsek zorla alır, ayakta kalmak için istediğini verelim diyor; ama başka biri, Şıvıĵıyeko Śıyeko (Шы­ужъы­екъо Цыекъо) kışkırtıcı ve hamaset dolu bir konuşma yapıyor, Çar'ın isteğini yerine getirmektense bu topraklar mezarımız olsun diyor, topluluğu gaza getiriyor ve sonunda Çar’a red yanıtı veriliyor (Soçi Meclisi ve Rus Çar'ı II. Aleksandr ile Buluşma).

 

Yangına körükle gidilmiş, Adıge ulusunun mahvına yol açılmış oluyor.

 

Yemıj Ruslan'ın söyledikleri, sanırım olayı basitleştirmek, sorumluluğun birazını olsun Adıgelere yüklemek ve İmparator'u kısmen de olsa aklamak anlamına gelmez mi?..

 

Anlaşılan, “Rivayet muhtelif, ancak hakikat tek” dedikleri gibi birşey söz konusu. Yemıj'ın söyledikleri bana inandırıcı gelmiyor. En gerçekçi yorum, sanırım Esadze ile Allen’inki.

 

Aleksandroviç’in sözleriyle özellikle  İngiliz Allen’in söyledikleri birbirine yakın. Çar’a sunulan yazılı belgede Çerkes toprağındaki kalelerin yıkılması, Rus askerlerinin Kuban Irmağı ötesine (kuzeyine) çekilmesi isteniyor. Ama bu bir ikinci etap girişimiBirinci etap atlanmış. Birinci etap Çerkeslerin Rusya vatandaşlığına alınmaları talebi, Çar, bu talebi kabul etmemek  için olmayacak, kabul edilmesi olanaksız şartlar öne sürüyor. Olmayacak şartlardan biri, Çerkeslerin yanında savaşa katılan firari Rus askerlerinin teslim edilmesi idi. Bu, Rus için ihmal edilebilir, ama Çerkes için kabul edilmesi olanaksız, onursuzca bir davranış olurdu. Bu da bu kişilerin, Çerkes safına geçmiş  askerlerin bile bile ölüme gönderilmeleri demekti, Çerkes geleneği gereği asla kabul edilemezdi.

 

Böylece Çar’ın barış ve anlaşma niyetinde olmadığı, hilebaz/ kötü niyetli biri olduğu, asıl sorumlunun o olduğu, Çerkes safına anlaşmazlık sokmaya, başarabilirse Abzahları Şapsığlardan ayırmaya, safları bölmeye  geldiği açığa çıkmış oldu diyebiliriz.

 

Gerandıko Berzeg Hace’nin Meclis adına sunduğu yazılı talep ise, ikinci etap, bir B planı, Adıge onurunu kurtarma içerikli bir son girişim, onurlu bir duruş, ölümü yiğitçe karşılama olarak değerlendirilebilir.

 

4)  “… Adıgeler topraklarından kovuluyorlardı. Başlarda kendilerini savunuyor, grup grup bir araya gelip ölümüne savaşıyorlardı. Ancak dört bir yandan öldürülmeye ve darmadağın edilmeye başlanınca, yavaş yavaş moralleri bozuldu ve kendilerini artık savunmamaya başladılar. Rus askerleri ise planlı bir biçimde ilerliyor, Dağlıları ilerilere (- Karadeniz’e-) doğru sürüyor ve onlardan temizlenen yerlerde geciktirilmeden stanitsalar (-silâhlı/ müstahkem Kazak yerleşmeleri, köyleri-) kuruluyordu. Ordunun gerisinden getirilen Kazaklar, kendileri için oluşturulan bu yeni stanitsalara yerleştiriliyorlardı”.

 

Böyle söylüyor Aleksandroviç.

 

Bir ek not: Belirtelim, 1856 Paris Antlaşması’na göre, Karadeniz silâhsızlandırılmış, Karadeniz’de Ruslar da dahil herhangi bir devletin  savaş gemisi bulundurması yasaklanmıştı. İngiliz ve Fransızlar sıkı bir denetleme yapıyorlardı. Bu nedenle Çerkesler dışarıdan hiçbir yardım alamıyor olsalar da, daha güvenli ve Karadeniz yönünden gelen bir saldırı durumu yaşanmadığı için kıyıya doğru geri çekiliyorlardı.

 

 

Çerkeslerin topraklarından çıkarılması görevini Kuban Ordusu’na veren Rus hükümet kararnamesi 10 Mayıs 1862’de yürürlüğe kondu. Rus birlikleri bu tarihten başlayarak Abzah ve Şapsığlara karşı  harekâtı başlattılar, sınırın, cephenin  gerisinde yaşayan Vıbıhlar ise gönüllüler göndererek Şapsığ ve Abzahlara yardım ediyorlardı. Cigetler ise tarafsız idiler ve savaşa katılmıyorlardı.

 

Kış mevsimi kara harekâtına uygun değil. Savaş 1862 yılında başladı, kış mevsiminde durdu, 1863 yılında karların erimesiyle yeniden başladı, bu süre boyunca ele geçirilen Adıge köyleri Ruslarca ateşe verildi, mallar ve gıda stokları yağmalandı, Çerkeslerden boşaltılan bu gibi yerlerde ordu eliyle stanitsalar kuruldu ve bu stanitsalara Kazaklar yerleştirildi.

 

Ruslar durmadan ilerlediler.

 

Ağustos 1863’te Abzahlar ateşkes isteyerek savaştan çekildiler. Abzahların bir kısmı Maykop yöresindeki düzlüklere yerleşmek, bir kısmı da Türkiye’ye göç etmek üzere dağlardaki köylerinden ayrıldı, Rusların kontrolundaki limanlara (Ṡemez'e/ Novorossiysk'e/ Yeni Rusya’ya) doğru hareket etti.

Aleksandroviç’in gördükleri bunlar, ilk ateşkes sonrasının insanları olmalı. Şapsığ, Vıbıh ve Ciget göçü farklı bir tarihte, 1863’te değil, 1864’te gerçekleşti.

Abzahlardan bir iki ay sonra Ekim ya da Kasım ayında (- eski yeni takvim farklılığına göre konuşuyoruz-) Şapsığlar da savaşmaktan vazgeçtiler ve Rus komutanlığı ile bir anlaşmaya vardılar. Buna göre Şapsığlar, kış koşulları nedeniyle 6 Mart 1864 günü (günümüz  takvimiyle 18 Mart günü) akşamına değin köylerinde kalabileceklerdi. Bu nedenle Şapsığ toprağında stanitsa yapımı ve kolonizasyon ertelenmiş, daha doğrusu geçici olarak durdurulmuş oldu.

 

Abzah yöresinde ise, anlaşma gereği terk edilen köyler yakılmadı, Kazak yerleşimine tahsis edildi. Bu nedenle birçok Kazak köyü hâlâ Adıgece adlar taşıyor: Abadzehskaya, Bagovskaya, Dahovskaya, Hamışki (Şapsığ- 'Hamışқey', Abzah - 'Ĥımışćey'), Hamketinskaya, vs.

 

Bu bakımdan Aleksandroviç’in Adıgeler için “yavaş yavaş moralleri bozuldu ve kendilerini artık savunmamaya başladılar” değerlendirmesi doğru değil, sanırım bir yanılma, yanlış bir algılama durumu, o günkü koşullarda  ayrıntıları  öğrenememe durumu olmalı. Adıgelerin morallerinin bozulmuş olması ise anlaşılır bir şey, çünkü ortada orantısız güçler, kırka karşı bir gibi orantısız bir savaş, silâhsız bir sivil halka karşı bir soykırım savaşı söz konusu. Savaş Adıgeler açısından umutsuz, ölümüne bir savaştı. Ama Adıgeler ateşkesler imzalanana değin kendilerini kahramanca savundular. Ateşkesten sonra savaş zaten  sona ermiş, kendini savunmaya  gerek kalmamıştı. Aleksandroviç bu durumu bilmiyor olmalı. Savaşın ayrıntıları çok sonraları ortaya çıkar.

 

Semen Esadze, 1864’te Rus birlikleri kıyı boyunca Tuapse’den Navaginsk’e (Soçi), Vıbıhlara doğru ilerlerken  Şapsığların   ateşkese uyduklarını, Rus birliklerine karşı koymadıklarını ve verdikleri sözde durduklarını belirtiyor (Çerkesya’nın Ruslar Tarafından İşgali). 

 

Buradan da, daha önce  bir anlaşmaya varıldığı, ateşkes koşullarının yaşandığı anlaşılabilir

 

1864’te Natuhay, Şapsığ, Vıbıh ve Ciget köyleri, tek köy bırakılmaksızın askerler tarafından bir bir ateşe verilerek yakıldı. Natuhayların boyun eğmiş, Cigetlerin de tarafsız kalmış ya da  savaşa katılmamış olmaları onları kurtarmaya yetmemişti. Rus askerleri verilen emir gereği ayırım gözetmeksizin kıyıboyundaki bütün yerli köylerini ateşe veriyor, ceviz ağacı gibi dağlara çekilmiş Adıgelerin yararlanabileceği, beslenme kaynağı olabilecek  meyve ağaçlarını da kesiyorlardı. Amaç, aç bırakarak ve dönülebilecek bir yer  bırakmayarak Çerkeslerin kökünü kurutmak, Çerkesya’dan tamamen kazımak ve Çerkesya toprağında bir Yeni  Rusya (Novorossiya/ Новороссия) yaratmaktı.

 

Makalede kıyıboyundaki dağlarda Çerkes direnişçilerin kaldığı, bir ormandan başka bir ormana geçmek isterlerken, zaman zaman  açık arazide görüldükleri, direnişçilerin anlaşma sonucu 1880 yılında iki köy kurdukları da belirtiliyor.

 

Bu da gerçeklerden biri.

 

5) Aleksandroviç’in şu son sözlerine katılmamak elde mi?:

 

“Karadeniz kıyısından başlayıp Laba Irmağına değin uzanan bir alanda yaşamış olan Dağlıların sayısı neydi bilemiyorum, ancak sayının milyona ulaştığını sanıyorum. İçlerinden düz yerlere göç edip sağ kalanların sayısı 100 bin kişiyi geçmiyor. 500 binden çok Adıge zorla Türkiye’ye yollandı, ancak bunların içinden birçoğu gemilerde ve Türkiye’de öldü. Yurtlarından kovulurken, henüz kıyıya ulaşmadan ya da ulaştıktan sonra, savaş, çile, salgın hastalıklar ve çeşitli sıkıntılar nedeniyle birkaç yüz bin Adıge daha can vermiştir diye düşünüyorum…”

 

"Adıgelerin topraklarından çıkartılma biçimini, çektikleri sıkıntıları gözlerimle gördüm. Kovulma sırası Ṡemez’e geldiğinde, Ṡemez vadisi ile körfezi çevreleyen dağlardaki köyler ateşe verilmeye başlandı. Her bir vadiden yoğun dumanlar ve alevler yükseliyordu. Dağlarımızda (-kimin dağı imiş-) o kadar çok insanın barındığını bilmiyorduk. Bir ay kadar bu sahneleri içimiz parçalanarak izledik".

 

Yukarıdaki değerlendirmeleri açar, resmi büyütürsek sayının haydi haydi 1 milyonun çok üzerine çıktığı kolayca anlaşılabilir. Rus,  koca bir ulusu ve ülkeyi acımasızca yok etti ve utanmadan ‘Çerkesler Rus idaresi altında yaşamak istemedikleri için kendiliklerinden (-yani gönüllü olarak-) Türkiye’ye göç ettiler’ diyor. Yalan üstüne yalan uyduruyor. Biz de ilâve edelim: Çerkes, binlerce yıl boyunca barındığı Karadeniz kıyılarından bıkmış da Türkiye'ye göç etmiş olmalı. Rus, Çerkesleri ve dünyayı aptal mı sanıyor yoksa?..

 

 

Eski Çerkesya'da, 1859 yılında Rus yönetimine alınmış Çerkesler için ayrılan yerler, 1881 yılındaki durum. Daha sonra göçe zorlamalarla bu alanlarda da, özellikle Laba solunda  daraltılma yapıldı, arazinin çoğu Çerkeslerden gaspedildi, örneğin Adıgey'in Cece (Giaginski) ilçesi Adıge nüfusu toptan Türkiye'ye göç ettirildi, toprak Kazaklara ve Ruslara verildi.

 

Şu ifadeler de hüzün verici ve ders almamız gereken sözler:

 

“İşte bu biçimde büyük ve zengin bir ülke, o ülkede yüzlerce asırdan beri yaşamakta olan insanlar soykırım yoluyla “temizlenmiş” oldular…

Dağlılar bizleri en azılı düşmanları olarak (пый шъыхьахьым фэдэу) görüyor ve bizden nefret ediyorlardı, gemilere binerlerken şarkılar söylüyor, Ruslara lânet ve beddua yağdırıyorlardı, sevgili topraklarının  gâvurlara ürün vermemesi için dua ediyorlardı.

 

Ancak insanların başına gelen bu büyük yıkıma aldırmadan, daha önceleri Adıgeler için parıldayan, bereketli ürünler sağlayan doğa, toprak, şimdi de Ruslar için parıldıyor ve bereket yağdırmaya devam ediyordu”.

 

(*) - 300 bin sayısı dışında, Şapsığların 19. yüzyıldaki nüfusuna ilişkin başka veriler de vardır: 420 bin, 650 bin gibi. 1830 yılında 300 bin olarak tahmin edilen Şapsığ nüfusunun 1860'larda, düşük bir artış oranıyla bile, en az iki katına yükselmiş olması gerekirdi. Sayıyı 1 milyon olarak zikredenler de var. Nitekim, 4 Ekim 2014 günü, Kurban Bayramı'nın birinci günü Ankara'da karşılaştığım Şapsığeli, Psıbe köyünden bir hemşehri, 1864 yılı öncesinde Şapsığ nüfusunun 1 milyonu bulduğunu, bunu bir kaynaktan da okuduğunu söyledi. Ayrıca bana Adıge soykırımı ve sürgünü ile ilgili Rusça kupürler/ fotokopiler verdi - hcy


 
 
  Bugün 14 ziyaretçi (53 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol