adigehaber
  Tokat Yöresi Erbaa'nın Saklı Kalmış Çerkesleri
 
                            Tokat Yöresi Erbaa’nın Saklı Kalmış Çerkesleri                                                   

 

                                                                                 IV

 Erbaa’da biraz turaladıktan, Kafkas Derneği lokaline bir uğradıktan sonra, Tsey Yılmaz’ın arabasıyla  Kozlu yolunu tuttuk. Yanımızda dilci Hatko Nuri de vardı.

Virajlı ama asfalt yolları izleyerek yamaca doğru tırmanıyorduk. Erbaa – Kozlu arası 16 km, arada Türk köyleri, bir de Koçak adlı bir Kürt beldesi var. Koçak belediye, beldede bir Türk azınlığı var ama Çerkes yok.

Koçak’ı geride bıraktık. Kafkasya’daki Abzahe’yi, Abzah yöresini andıran bir görünüm var etrafta. Her bir Adıge topluluğu anayurttaki yerleşim yeri özelliklerine göre Anadolu’da da yer beğenmiş. Düzce’de Şapsığlar düz, kalın topraklı, verimli, bitek ve su kenarı olan yerleri, Vıbıh ve Besleneyler alçak vadileri, Abzahlar nisbeten yüksek, havadar ve sulak yerleri, K’emguylarsa Şapsığlar gibi verimli toprakları seçmişler.

Kentleşme başladığında, 1950’lerde ilk dağılanlar verimsiz topraklara, dağ eteklerine  yerleşmiş olan Vıbıh, Besleney ve Abzahlar oldu.

İverönü kimliğini büyük ölçüde korumayı başardı. Buna karşılık Düzce’de Besleney köylüsü kalmadı gibi. Vıbıh da öyle. Köyümüzde baba evini  habersiz - ırgat gelmiş bir Türk (Ordulu) ailenin torununa-  satan tek kişi bir maalesef bir Vıbıh. Köylünün nefretini almış durumda. Köyünden kopmuş biri. Amcahasan bey (Amćıhabl),  Akınlar (Bırgehabl) ve daha birçok eski Vıbıh köyü Karadenizli köyüne dönüşmüş durumda.

Abzah olarak Janhoti (Canĥotye/ Çerkes Aynalı), Şaguç (Şaguchabl) ve daha birçok köy silinmenin eşiğine gelmiş. Şapsığ köyleri de çevreden yavaş yavaş kuşatılıyor. Köyümüzün etrafı yabancı yerleşim ve sitelerle doluyor. Köy diyorum ama mahalle. Melen üzerinde yeni bir modern köprü ve dört şeritli yollar yapılmış.

Düzce Çerkes köyleri  üzerinden ‘Mahşerin 4 Atlısı’ geçmiş gibi kimlik değiştiriyor, yavaş yavaş eriyor, ya da Türklük içinde boğulmak üzereydi. Hasta öldükten sonra hekim gelmiş neye yarar. O misal, Düzce Üniversitesi’nde Çerkesçe bölümü açılmış,  bir ortaokulda da haftada iki saat Çerkesçe dersi konulmuştu.

Bununla komadaki hasta canlandırılabilecek miydi?..

                                                                          ***.

Peki şimdi yaklaşmakta olduğumuz Kozlu, Betmethable köyünde durum nedir? Merakım buydu.

Son yamacı tırmandık, önümüze hafif bir düzlük çıktı. Yılmaz bey eliyle işaret ediyor, ‘Kozlu’ya yaya yarım saat mesafede, doğuda Meydandüzü köyü var, benim köyüm, şimdi 27 haneye düştü. Etrafta birkaç Çerkes köyü daha var. İlişkiler aramızda. Daha önce Kozlu nahiye merkezimiz idi, bir jandarma karakolu da vardı. Karakol bina ve tesisleri köy muhtarlığına verildi. Bir sağlık ocağı var, o da satışa çıkarıldı. Alırsa köyden biri alır, yabancı sokmazlar’ dedi. İlk sinyali vermiş oldu. Köy Düzce gibi boş vermiş değil,  kimliğine sahip çıkıyor deniyordu. Biz de bunu görmeye gidiyorduk.

Maalesef biz Adıgelerde düz mantık düşünen çok sayıda duyarsız kişi var. Bir yakınım demişti, “Çerkesçe diyorsun, ne yapacaksın Çerkesçeyi, ne işine yarayacak?’. onun da algılama düzeyi o kadardı.

“İşe yaramayacak” dediği Çerkesçe binlerce yılı geride bırakarak bugüne erişmiş, Nart destanı gibi eşsiz, dev  bir kültürel varlığı bize ulaştırmayı başarmış bir dil”. Dünyada 12 büyük destan var, biri de bizimki, Adıge destanı. Demek ki, Çerkesçenin uzun bir geçmiş yanında, büyük boyutlu bir geçmişi de var. Bu ikisi ve geleneklerimiz sayesinde dilimiz her zorluğun altından kalktı ve bugüne geldi. Büyük bir dil dedik. Örneğin, kabile boyutundaki küçük bir halk büyük kültürel ürünler, örneğin Nart destanı gibi büyük ve kendine özgü bir folklorik ürün ortaya koyamaz ve de  yaşatamaz. Bu da Adıgelerin geçmişte büyük bir halk olduklarını, salgın hastalıklar ve saldırılar nedeniyle azaldıklarını ama omurgalı oldukları için ayakta kaldıklarını gösteriyor.

Az değildik, onca badireden sonra, 1860’larda Adıge ülkesinde/ Çerkesya’da 2 milyon Adıge yaşıyordu, bu nüfus Adıge verkleri önderliğinde koca Rusya İmparatorluğu ile bir başına 30 yıl çarpışmış, onurunu çiğnetmemişti. Sonuç olarak Adıge halkı için küçük bir halktı diyemeyiz. Bugün 40 ya da 50 milyon olan birçok halk o sıralar, 1860’larda 2 milyondan daha fazla nüfuslu değildi, örneğin Cezayir, Fas, vs.

                                                                                      ***

Bir dil bir dünyadır, hele Adıge dili ise bir dünyalar manzumesidir. Kanadalı dilbilimci J. Colarusso Adıge dilinin bir özelliğini keşfetmeyi başardı: Adıgece hızlı dil. Ne demek hızlı dil? Jet ya da ses hızı değil söylenmek istenen. Amacı ve konuyu kısa yoldan, kısa zamanda anlatma gücü olan bir dil.

İyi Adıgece bilen ve konusuna hakim olan bir kişi, bir konuyu hiç bilmeyen kişiye o konuyu rahatça kavratabilir. Bir hitabet dilidir de. Denemesini yaptım. Bir konuyu rahmetli kayınvalideme Türkçe anlattım, “Anlayamıyorum, yaşlandım, kusuruma bakma” dedi. Aradan zaman geçti, aynı konuyu Çerkesçe anlattım, “Anladım” dedi.

Bunları niye anlatıyorum, “Yabancılaştırma” diye bir kavram var. Emperyalizm için yerli diller ve kültürler istenmeyen şeylerdir. Eskiden ‘yazıya gelmez’ deniyordu bu diller için, yalandı tabii. ‘Ne yapacaksın Çerkesçeyi, kaç kişi konuşuyor ki, izole kalmış, kıyıda köşede konuşulan bir dil’. Benzeri sözler İsrail dışında Kafkasya’da ve diasporada sık sık duyulur. Bu gibi sözler kişisel çıkarı dışında amacı olmayan ruhsuz, duyarsız kişilerden sık sık duyulabilir. Peki 300 bin nüfuslu İzlanda dilinden vazgeçiyor mu? BM ölmeye yüz tutmuş dillerin bile canlandırılmalarını istiyor, maddi desteklerde bulunuyor. Okumuştum, Şili hükümeti bir adada 70 yaşın altında konuşanı kalmamış bir dili canlandırmak için büyük bir bütçe ayırmıştı. Bu haberi Türkçeye çevirip yayınlamıştım. İsrail Adıgelerinin bilinçli olmaları Yahudilerin kendi ölü dillerini nasıl dirilttiklerini görmüş olmaları nedeniyle de olmalı. İsrailli Adıge, Adıgece dışında 3 dil daha bilir ama Adıgece konuşur. Niçin bizdeki yoz kişiler gibi dilinden vazgeçmiyor? O nedenle diri kalmış ve bize örnek olacak konumda.

Bilinç yönünden maalesef Kürtlere ve Ermenilere göre çok geri bir düzeydeyiz.

                                                                            ***

Derken köye girdik. Köy girişinde çadırlar gördük. ‘Bu nedir?’ dedim, ‘Arıcı çok, çiçek bol olduğu için arıcılık yapılıyor, çadırlar onlara ait’ dedi Tsey Yılmaz.

Köy, gördüğüm Abzah köylerinde olduğu gibi bir vadi boyunca uzanıyor. Başı ile ucu arasında uzun bir mesafe var. Bilemiyorum, belki 1 km, belki de daha fazla. Köy eskiden daha büyükmüş, kente göçler nedeniyle 100 haneye düşmüş. Okuyanı çok bir köy. Çok sayıda öğretmen dışında, değişik mesleklerden, mühendis, avukat, vs insanı olan bir köy.

Biz köyün ucuna doğru gidiyoruz. İlk camiden sonra ikinci camiyi geride bıraktık, batıya doğru hafif bir kavis çizdik. İleride, biraz yukarıda toplanmış kişiler ve park edilmiş arabalar gördük. Oraya gittik. Yılmaz köyü ve herkesi tanıyordu.

Dört Melgoş kardeşin evleri yan yanaydı. Önde geniş bir meydan, biraz aşağıda sağda cami vardı. Evin hemen karşısında, köy yolunun öbür yanında bir çeşme var, suyunu içtim, güzel, dağ, kaynak suyu. Köyde başka Melgoşlar ve onların  vınekoşları da var, bunlar ayrı aileler oluşturuyorlar.

Melgoşların büyüğü dernek başkanı  Melgoş İlhami’nin de babası olan Melgoş Fevzi idi. Yaşlı ama dinç, soylu karakterli ve hoşgörülü biri. Yanına oturdum. Bir taraftan ‘haluj’ (peynirli kızartma börek) yerken, bir yandan da bana bilgi vermeye başladı:

‘Köyümüzün havası yazın serin olur. Bu nedenle yazın günübirlik piknik yapmaya gelenler olur. Her çeşit meyve ağacı, kiraz, dut, erik, elma, armut, ceviz, asma, vs yetişir, köy Karadeniz havasının etkisinde ama kış mevsimi uzun sürer” dedi.

Kışları soğuk da geçse yakacak odun bol.

İleride montofon cinsi 7- 8 sığır geçiyordu. ‘Bunlar köylünün mü?’ dedim, ‘Değil, köyden birinin’ dedi.

Köylünün büyükbaş hayvan sürüsü ve çobanı varmış. Ayrıca ailelerden birkaçının  koyun sürüleri  var. Sürüler köyün dışında ağıllarda geceliyormuş. Köyün içinde ama evlere uzak iki koyun ağılı daha var, dediler.

‘Dağda kurt yok mu? İnekleri yemiyor mu?’ dedim. ‘Koyun kapmak varken kurt inekle ilgilenmez’ dediler ve ilâve ettiler. ‘Dağda hiç kurt kalmamıştı ama yaban domuzu çoğalmıştı, ekinlere zarar veriyordu,  azalsınlar  diyerek devlet başka yerden getirip ormana kurt, ayı ve geyik saldı’. ‘Peki kurt ve ayı tehlike oluşturmuyor mu?’ dedim. ‘Onlar köye inmez, gündüz görünmez ve insandan kaçarlar’ dediler.

‘Sütçülük yapılıyor mu?’ dedim, ‘Yapılmıyor’ yanıtını aldım. Hayvanlar daha çok kurbanlık olarak satılmak içinmiş.

Köyde birkaç aile toprağını ekiyor, buğday, arpa ve özellikle de tütün ve kuru fasulye yetiştiriyor.  Kuru fasulyesi meşhurmuş. Köylünün çoğu dışarıda, köylülerin hemen hepsi emekli ve emekli maaşı alıyor, ev için sebze ekmekle yetiniyorlar. Köyün dışarıdaki nüfusunun 1,500’ü bulduğu söylendi. Demek ki, Betmethable’nin de büyük bir ‘diasporası’ (dış nüfusu)  var.

Melgoş Fevzi’den müsaade istedik, köyün yukarısına, ormana doğru bir gezinti yaptık. Yol boyunca iri siyah böğürtlenler olgunlaşmıştı. Böğürtlen çokmuş. Ayrıca kuşburnu da çok. Tabii toplayan, bunları değerlendiren varsa da çok az olmalı. Hayvanlar böğürtleni severler.

Biraz ilerledikten sonra köyün ‘Psıĥuray’ına, göletine vardık. İverönü Köyü göleti gibi. Yarım küre gibi bir çukur. Onun da su kaynağı kurumuş. Balıklar ölmesin diye bir miktar su bırakılmış. İverönü’den farklı olarak buradaki ‘Psıĥuray’ın etrafı tel örgü ile çevrilmiş. Bekçisi de olmalı. Daha donanımlı ve daha turistik bir köy. Yaz kampı için uygun bir yer. ‘Psıĥuray’ köye yakın ve oldukça düz bir yerde. ‘Psıĥuray’ın kuzeyi geniş bir düzlük, köyün çocukları futbol oynuyorlardı. Dönerken de piknikçiler ağaç gölgelerine kurulmuş  mangal keyfi yapmaya başlamışlardı. Aile halinde kendi arabalarıyla gelmişlerdi.

Daha ileride yamaçta bir iki lüks villa gördük. Bunlar da köyden birilerine ait imiş, zaman zaman gelip kalıyorlarmış. ‘Peki elektrikleri var mı?’ diye sordum. ‘Jeneratörleri var’ dediler.

Anlaşılan Betmethable varlıklı bir köy. Hemen her evin önünde bir özel araba var, çoğu da yeni ve son model.

Gelen piknikçileri göstererek, ‘Burada içiyorlar mı?’ dedim, ‘Maalesef’ dedi yanımdaki, ‘Kimse bir şey demiyor mu?’ dedim, ‘Ne diyebiliriz ki?’ yanıtını aldım.

Merak ettiğim nokta köyde içilip içilmediğiydi. İverönü gibi burada da içilmediğini öğrendim. ‘Ancak dışarıya giden gençlerden içenler varmış. Köye geldiklerinde buradaki gençleri de içirdikleri oluyor, ne diyeceğimizi bilemiyoruz’ dediler.

Yaşlı ve orta yaşlı nüfus içinde içen yok gibi, içen olsa bile göstermiyor, gizli içiyormuş. İçmek ayıp ve Adıgeliğe yakışmayan bir davranış olarak karşılanıyor.

‘Psıĥuray’da durmadık. İlerledik. Köyde az nüfus kalmıştı, çoğu da yaşlıydı. Öğrenci az olduğundan okul kapanmış, taşımalı eğitime geçilmişti.

‘Peki, geniş yayla otlakları, çayırlar ne yapılıyor?’ dedim. Kozlu Kafkas Derneği Başkanı Melgoş İlhami, ‘Yaylaları ve çayırları yabancı sürü sahiplerine kiralıyoruz’ dedi. Böylece köye gelir sağlanıyor. Bu gelir, başka gelirler ve dışarıdaki hemşehrilerin katkıları birleştiriliyor, köy hizmetleri ve öğrencilere burs  için kullanılıyormuş, geçmiş yıllarda 40 öğrenciye düzenli burs verilmiş. Burs alan öğrenci sayısı geçen yıl 40’tan 52’ye çıkarılmış. Eğitime büyük bir önem verdikleri anlaşılıyor. Sadece Kozlulu öğrencilere değil, diğer köylerden Adıge öğrencilere de burs verilebiliyormuş.  ‘Örnek bir davranış’ dedim Tsey Yılmaz ve Hatko Nuri’ye.

Okuyanlar ve dışarıda çalışanlar köyle ilişkilerini kesmiyorlar. Yaz mevsiminde ya kendileri geliyor ya da çocuklarını gönderiyorlarmış. İverönü de öyle. Ancak Kozlu daha varlıklı ve daha donanımlı. Öyle göründü bana.

                                                                                ***

Ormanda ilerlemeye devam ettik. Köyden bir arkadaş çay ağacından söz etmişti. Merak ettim. Yanımızda bir genç, o arkadaşla üçümüz ormana daldık, bir yamaçta çay ağacını bulduk, dallarından kopardık. Daha içerilerde bol miktarda varmış. Rize çayı öncesinde yapraklarını kurutur çay yerine içerlermiş. Rize çayı piyasaya sürülünce çay ağacı çayının satışı yasaklanmış. O yüzden hapis yatanlar bile olmuş. Şimdi köyden bir akademisyenin yardımıyla numuneler alınmış, ilgili fakülte rabortuvarlarında inceleniyormuş. Olumlu rapor bekleniyor.

Hava sıcaktı, iyice terlemiş halde Melgoşların evinin önüne döndük. Melgoş Fevzi, ‘İyice terlemişsin, burada gece serin olur, rüzgar çarpabilir, geldiğiniz arabada yedek çamaşırın varsa değiştir’ dedi. Ben de öyle yaptım, döndüm. Köyün thamateleri oradaydı. Melgoş Fevzi beni Suriyeli din âlimi Cevdet Hatib’in köydeki kardeşiyle tanıştırdı. Eşi ve kızıyla köyde bir evde oturuyormuş. ‘Suriye’den haber alabiliyor musunuz?’ dedim, ‘BBC, Londra’yı dinliyorum. İngiliz kendine yontar ama yine de doğru haber verir’ dedi.

Ezan okundu, biz Dernek binasına doğru yol aldık. Thamateler ise, namazdan sonra dernek binasına gelmek üzere ayrıldılar.

(Devam edecek)

 
  Bugün 18 ziyaretçi (24 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol