adigehaber
  Yeni Dönem Tarihçilere Yeni Sorumluluklar Yüklüyor
 
Yeni Dönem Tarihçilere Yeni Sorumluluklar Yüklüyor
 
Yeni dönem (1) ve onun getirdiği değişim, bize, sorumluluk ve sorunlarımızı objektif bir biçimde yeniden ele alma ve değerlendirme olanağını sağladı. Biz de, tarihçiler olarak, yeni olanaklara kavuştuk. Ancak sağlanmış olan bu yeni olanakları yeterince değerlendirebildiğimizi söyleyebilecek durumda da değiliz. İşin bu noktasında Çehov'un bir öykü kahramanına değinmeden edemeyeceğim. Toprak sahibi soylu efendi, kölesine “Artık özgürsün” diyor. Köle sevinecek yerde ağlamaya başlıyor. Çünkü "efendisiz" yaşamaya alışkın değildi. Her şeyi efendisine sorup yapmaya alışmıştı, peki şimdi onca işin altından tek başına nasıl kalkacaktı?
Biz de şimdi, bu yaşlı köle gibiyiz. Şaşkın ve ürkek adımlar atmaya çalışıyoruz, nasıl davranmamız gerektiğini bilmiyoruz. Çünkü hep emir almaya ve yönetilmeye alışmışız. Bir işi kendi girişimimizle, kendimiz yapacak düzeye gelmemişiz. Bir girişimde bulunmak için bize ne yapacağımızın söylenmesini bekliyoruz. Kendine güven diye bir şeyimiz kalmamış.
Kafkasya'ya ilişkin araştırmalar üzerine
Kuzey Kafkasya halklarının 19'uncu yüzyılın ilk dönem yaşamına ilişkin önemli belgeler Rus askeri arşivlerinde depolanmış duruyor. Çarlık yönetiminin, sömürge savaşını sürdürürken halkımıza ilişkin bazı bilgi ve gereçlerden yararlanmış olduğu kuşkusuzdur. Sözünü ettiğimiz o dönemin tarihçileri tarafından Kuzey Kafkas halklarına ve bu arada Adıgelere ilişkin olarak yazılmış yazılar hiç de az değildir. Dönemin en ünlü yazarlarından S. M. Bronevski, G. V. Novitski, K. F. Stal, L. Y. Lyule, F. F. Tornav, N. İ. Karlgof ve H. L. Kamanev'e ait olan yazılar önemlidir. Halkımız üzerine Gazi Girey (Къаз Джэрый), Han Girey (Хъан Джэрый), Negume Şore (Нэгумэ Шорэ), Sultan Adil Girey, Kalembi ve daha başka Adıge asıllı kişilerin yazdıkları da önemlidir.
Han Girey'in 1836'da yazdığı ve Çar/ İmparator I. Nikolay tarafından yasaklanan "Zapiski o Çerkesii" (Çerkeslere İlişkin Not) başlıklı yazısı, Negume Şore'nin 1843'te yazdığı "Adıge Halkının Tarihi" adlı kitabı ve "Zakavkazskiy vestnik" gazetesinde 1847'de yayımlanan başka bir yazısı da çok önemlidir.
Dış ülkeler yazarlarınca yazılmış olan yazılar da kuşkusuz önemlidir. Bu yazarlar arasında Bell, Longworth, Klaporth, Taitbout de Marigny, Dubois de Montpereux ve K. Koch gibi adlar sayılabilir. Bu kişiler halkımızın yaşamına ilişkin ilginç şeyler yazdılar.
Adıgelerin o dönemlerde var olan toplumsal ilişkileri ve o dönem Adıge feodal toplum yapısı içinde oluşmakta olan bazı ataerkil özellikler Bronevski, Novitski ve Han Girey tarafından açıklanmıştır. Söz konusu yazarlardan, örneğin Karlgrof ile Lyule, Adıge soy ailesi içinde gerçekleşmekte olan demokratik dönüşümlere değinmişlerdir.
Adıge kabile topluluklarındaki geleneksel yapının değiştirilmesi gerektiği konusunda Han Girey ilginç öneriler öne sürmüştür. Önerilerini “Polojeniya ob upravlenii gorskimi narodami” (Dağ halklarının yönetimine ilişkin yönetmelikler) adlı çalışmasında ortaya koymuştur. Buna göre Adıge toplumunun yapısında bir idari (yönetsel) reforma gereksinim vardır. Söz konusu çalışmanın tarihsel anlamda çok değerli bir belge olduğu kuşkusuzdur. Bunun Kafkasoloji çalışmalarının gelişmesinde önemli katkıları olmuştur. Adıge tarih yazımı başlangıcının bu yazılara dayandığını da söyleyebiliriz.
Ancak Han Girey’in yazdıklarının tamamını olumlu ve yerinde olarak da göremeyiz. Çünkü o Rus İmparatorluk Ordusunun bir subayı idi ve Adıgelerin etnik temizlik yoluyla topraklarından çıkartılmaları çalışmalarına olanca gücüyle katılıyordu.
Bu arada İngiliz Bell’in (2) yakalanması için görevlendirilmiş olan kişi de Yaver Albay Han Girey idi. Bell’i yakalama görevi, soydaşlarından kolaylıkla muhbir ve işbirlikçiler bulabileceği düşüncesiyle ona verilmişti. Ayrıca yabancı ajanları yakalayacak kişilere, kişi başına bin ile iki bin arası gümüş Ruble ödeme yetkisi de Han Girey’e verilmişti.
Kafkas Savaşı ve Çerkes yaşamı üzerine
Çerkes tarihinin değişik yönlerinin aydınlatılması gibi konularda Y. D. Felitsin, P. P. Korolenko, İ. N. Klingen, O. V. Markgraf ve A. N. Diyaçkov-Garanov gibi bilim insanlarının katkıları olmuştur.
Kafkas Savaşı sırasında, Adıgelerin toplumsal yaşamına ilişkin olarak yapılmakta olan çalışmalarda bir duraklama durumu gerçekleşmiştir. Çünkü İmparatorluk yönetiminin amacı değişmişti. O dönemdeki Rus burjuva ve soylu kökenli Kafkasologlara verilmiş olan görev, Adıgelerin ekonomik ilişkilerinin geri ve çarpık temeller üzerinde kurulu olduğu propagandasını yapmakla sınırlandırılmıştı. Savaşın şiddetlenmesi oranında, Rus burjuva tarihçileri Çerkeslerin vahşi, kötü ve yağmacı kişilerden oluşma bir topluluk olduğunu yükselen düzeylerde seslendirmek üzere görevlendirilmişlerdi. Bu kişiler halkımızı tarım ve hayvancılık yapma yeteneğinden yoksun, bir sanatsal becerisi bile bulunmayan, geri, durmadan komşularına saldırıp duran, yağma ve çapul peşinde koşan ilkel bir topluluk imiş gibi göstermeye çalışıyorlardı. Bu burjuva tarihçilerin görevi Dağlıların (-Kuzey Kafkasyalıların-) adi ve sıradan kişiler olduklarını, yine de kültürlü Rusların merhamet ve yardımları sayesinde ayakta kalabilen insanlar olduklarını göstermek, İmparatorluk yönetiminin böylelerini ezmesi ve bu işten ötürü mazur görülmesi gerektiğini savunmak ve kamuoyunu buna inandırmaktı. V. G. Garanov’a göre, Çarlık rejiminin egemen sınıfları kendilerine özgü bir konsept (resmi anlayış) oluşturmuşlardı. Bu konsepte göre, Kafkas Savaşı’nı başlatmış olanlar, aslında Dağlıların kendileri idiler. Dağlıların sık sık Rus köylerini basmakta olmaları, Rus hükümetini karşı önlem almaya ve güvenlik kaygısıyla Çerkeslere karşılık vermeye “zorlamıştır”.
F. Şerbina ve N. F. Dubrovin gibi Kuban Kazak Ordusu tarihçileri de Adıgelere ilişkin olumlu olmayan şeyler yazmışlardır. Dubrovin’e göre, “(…) Adıgeler bir yerlere saldırmadan ve bir yerleri yağmalamadan duramazlar”dı. Yine de şanslı sayılırız, çünkü Rus tarihçileri içinde farklı şeyler yazmış, İmparatorluğun sömürgeci ve şovenist “hastalıklarına” yakalanmamış olanlar da vardı. Bu tarihçilerden biri olan S. M. Bronevski, "Noveyşe geografiçeskii istoriçeskie izvestiya” (En son coğrafi tarih haberleri) adlı yazısında Adıgelerin değerli sanatsal yapıtlar üretmekte olduklarını kanıtlarıyla gösterdi. Adıge yaşamı, gerçekçi bir biçimde G. V. Novitski’nin “Geografiçesko-Statiçeskoye obrozrenie zemli, naselennoy narodom Adehe” (Adehe [Adıge] halkının yaşadığı toprağın coğrafi-statik incelemesi) ve K. F. Stal’ın “Etnografiçeskiy oçerk çerkesskogo naroda” (Çerkes halkının etnografik etüdü) adlı çalışmalarında da ortaya kondu.
Adıgelerin sosyal ve ekonomik durumuna ilişkin yazılar İngiliz Urquhart’ın “Portfolio” dergisinde de yayımlanmaktaydı. Çerkes yaşamını yakından incelemiş olan N. Klingen şöyle yazmıştı: “Çerkeslerin kötü kişiler oldukları söylenir, ama kötülük yapanlar ve saldırgan olanlar soylu sınıfından (пщы-оркъ) olanlardır. Halkın çoğunluğu tarım, hayvancılık ve el sanatları yoluyla geçimini sağlayan kişilerden oluşmaktadır”.
Kafkas Savaşı üzerine yazılmış olan yapıtlar içinde en önemli gördüklerimiz A. P. Berje, N. F. Dubrovin, K. A. Borozdin, M. İ. Venyukov, P. P. Korolenko, G. V. Novitski, N. F. Federov, F. Şerbina ve Y. D. Felitsin’in yazdıklarıdır.
Sovyetler döneminde konu, G. A. Dzagurov, M. S. Totoyev, N. A. Smirnov, V. P. Nevskaya, A. H. Kasum, T. H. Kumuk, B. M. Djıme, H. O. Laypanov ve G. A. Dzidzariya tarafından işlenmiş ve geliştirilmiştir.
Adıgelerin göçü ve Kurtuluş Savaşı üzerine değerlendirmeler
Kafkas Savaşı sonunda, Adıgelerin öz anayurtlarından çıkartılarak dış ülkelere sürülmeleri olayı, İmparatorluk mutlakiyeti dönemi tarihçileri tarafından kendi sınıfsal konumlarına uygun düşecek bir biçimde açıklanmak istenmiştir. Kafkas Savaşı ile Adıgelerin ülkelerinden çıkartılmaları (sürülmeleri) olayının yeterince incelendiğini ve bu gibi konularda kuşkuya yer kalmadığını öne sürenler vardır. Ancak bir araştırmacı her türlü olasılığı (olguyu) dikkate almakla yükümlüdür. Bilimsel açıdan her bir olasılığın ve her bir olgunun derinlemesine incelenmesinde önem vardır.
Bilimsel literatürde sık sık başvurulan ve önem taşıyan ana bakış açıları ve kavramlar üzerinde biraz olsun durmak istiyorum. Kişisel kanaatime göre, Kuzey Kafkasya’da yürütülmüş olan ulusal kurtuluş hareketlerini incelerken, anti-kolonyal ve anti-feodal hareketleri birlikte kapsam içine alıyoruz. Bu tutum doğru olabilir mi? Bir düşünelim. Hareketin adını tam ve doğru olarak koyacak olursak, bu kavram içindeki “anti-feodal” eki bir fazlalıktır ve atılması gerekir. Feodal sınıfın iki yönlü bir mücadele verdiği söyleniyor: Soylu (feodal) sınıfı Rus ordularına karşı savaşırken, bir yandan da köle (pşıl/ пщылIы) sınıfını eziyordu, deniyor. Böyle bir şey olamaz.
Adıge topraklarına saldıran Rus ordusuna karşı koyan Adıgelerin başında sömürücü feodal sınıfın bulunduğu doğrudur. Ancak yurdu ve bağımsızlığı korumak için verilen direnişe tüm toplum katmanları katılmaktaydı.
19 uncu yüzyılda Kuzey Kafkasya halklarının Rusya’ya karşı verdikleri mücadele, çok sayıda değişik ve karmaşık olguyu birlikte içermektedir. Mücadele süresince çok sayıda devletin amacı ve çıkarı karşı karşıya gelmiştir. Rusya, Türkiye ve İngiltere, bu üç ülkenin her biri kuşkusuz kendi çıkarı peşindeydi. Direnen taraf olarak savaşa katılan halklar da aynı biçimde kendi çıkarlarını savunmaktaydılar.
Yukarıda sunduğumuz açıklama ve örneklerden de anlaşılacağı gibi, bazı yazarlar derinlemesine bir araştırma yapmadan ve görüşlerini sağlam temeller üzerine oturtmadan kolay yargılara varmakta, İmparatorluk Rusyası’nı sorumsuz bulmakta, “Kuzey Kafkasya’da akıtılan kanın ve Adıgelerin ülkelerinden uzaklaştırılmaları olayının sorumlusunun Rusya değil, Dağlıların kendileri, İngiltere, Türkiye, egemen-feodal sınıflar ile din adamları olduğunu” öne sürmektedirler. Bütün bu öne sürülen görüşlere karşın, biz, savaşın sonucu olarak Adıgelerin ülkelerinden sürülmeleri olayının esas (ana) sorumlusunun İmparatorluk Rusyası olduğunu söylüyoruz. Adıgelerin ülkelerinden çıkartılmaları olayında İngiltere ve Türkiye’nin sorumlu tutulamayacaklarını da söylüyoruz. Zor duruma düşen halkların (ve bu arada Adıgelerin) dış yardım arayışları içine girmeleri doğaldır.
Ülkelerinden çıkartılmış olan Çerkeslere yardım edilmiş olduğu da doğrudur. Örneğin Türkiye’de bulunan bir kuruluş (komisyon), Türkiye’ye yerleşenlere yardım ediyordu. Sultan Abdülaziz Türkiye’ye göç eden Dağlılara 1864’te 5 milyon Kuruş (Rus parasıyla 1 milyon Ruble) para yardımında bulunmuştu.
Göç olayında dinsel etkenler konusu
Adıgelerin (Çerkeslerin) Türkiye’ye göç etmelerinde, dinsel nedenlerin temel etken olduğunu öne sürenler de vardır. Bu görüş, bana kalırsa inandırıcı değildir. Adıgelerin başına gelen feci göç olayını dinsel nedenlere dayandırmak doğru olmaz. Bir dinsel etkilenme olmadığını da söylemiyoruz. Ancak Adıgelerin başına gelmiş olan bu boyutta bir felaketi dinsel nedenlere dayandırmaya kalkışmak, gerçeklerden ayrılmak olur. Bir de şöylesine bir soruyu yanıtlamak gerekir: Peki, Dağıstanlılar niye Türkiye’ye göç etmediler? 9 uncu yüzyılda İslamla tanışan Dağıstan’da üstelik bir şeriat (dinî devlet) düzeni de vardı. Din, Adıge toprağında Dağıstan’daki ölçüde etkili (köklü) değildi. Adıgeler İslamiyeti 17 ve 18 inci yüzyıllarda kabul etmişlerdir. R. Fadayev’in “Şestdesyat let kavkazskoy voynı” (Altmış Yılında Kafkas Savaşı) adlı yazısında Adıgelerin İslam dininin “sevdalısı” (fanatiği) olmadıkları belirtilmektedir. Dubois de Montpereux da ”Müslüman olanlar Adıge derebeyleridir (pşı)… Sıradan, halktan kişiler hâlâ çoktanrılı (politeist) eski dinlerine bağlıdırlar” demektedir. Aynısını Karlgof da yazmıştır. Sıradan Adıgelerin arınmış bir dine bağlı olmadıklarını, Hıristiyan ve politeist inanç izleriyle İslami özelliklerin bir arada (karma) yaşandığını yazmıştı bu sonuncusu.
Folklor ve edebiyat araştırmacıları ile o önem insanlarının tanıklıkları, tarihçi ve etnograflar, Batı Kafkasya’da (-Çerkesya-) sağlam bir Müridizm (3) temelinin bulunmadığını da belirtmektedirler.
Göç olayında soyluların payı
Adıgelerin ülkelerinden ayrılıp Türkiye’ye göç etmeleri olayının politik, ekonomik ve etik (ahlaki) nedenleri konularını işleyen ilk kişi, bir tarihçi ve Kafkasolog olan A. P. Berje’dir (1828-1886). Berje’ye göre, Rusya’da toprak köleliğinin (serflik) kaldırılması üzerine, zengin Dağlılar serflerini (kölelerini) yitirme kaygısıyla Türkiye’ye göç etmeye başladılar. Bu tür kişiler kandırdıkları ve yanılttıkları bilinçsiz kişileri de yanlarına alıp göç ediyorlardı. Berje, bazı bölgelerden yapılmış olan göçleri böylesine nedenlere bağlarken, toplu Dağlı göçlerinden Kont Yevdokimov’un katı politikasını sorumlu tutmaktadır. Kont Yevdokimov’un Kafkas Ordusu Karargah Başkanı General Kartsev’e göndermiş olduğu 25 Temmuz 1862 tarihli bir yazısında şu dizeler yer almaktadır: “…Dağlıların Türk topraklarına gönderilmekte olmaları, her iki tarafın da yararına olan bir olaydır. Dağlıların kendileri zor koşullar altında yaşamaktan kurtulup rahatlarken, biz de Batı Kafkasya’nın kolonizasyonunu (-Rus yerleşimcilere verilmesini-) engelsiz gerçekleştirme olanağını elde etmiş olacağız”.
Dağlıların Türkiye’ye göç etmeleri işinin hızlandırılması amacıyla General M. T. Loris-Melikov 1860’da İstanbul’a gönderilmişti. Görevi de, topraklarını terk edecek olan Dağlıların Türkiye’ye kabul edilmemeleri halinde, Rusya’nın karşılaşacağı sorunun büyüklüğü konusunda İstanbul’daki Rus Büyükelçisi Prens A. B. Lobanov-Rostovski’yi uyarmak ve bilgilendirmekti.
Berje’nin belirttiğinin aksine, köle sahibi Dağlıların Türkiye’ye göç etmeye, daha doğrusu göç ettirilmeye başlanması olayı, Rusya’da serfliğin (-toprak köleliğinin-) kaldırıldığı 1861 yılı öncesinde başlamıştır.
Adıge soylularının (pşı-vork) Adıgelerin Türkiye’ye göç ettirilmeleri olayında kuşkusuz bazı rolleri olmuştur. Kanıtları da vardır bunun. Örneğin Rus yönetimince soylulara ait olan bazı toprakların soylulardan alınıp Kazaklara verilmeleri gibi durumlar üzerine, bazı soyluların da tepki olarak topraklarını toptan terk edip derledikleri kalabalık köylü kitleleri ile birlikte Türkiye’ye göç ettiklerini biliyoruz: Orıl Camırz, İndar Hatohuşoko, Kudeynet Kurğoko ve Astemirko Haç’aş bu tür tepkiler nedeniyle göç etmişlerdir. Bu arada Kabardiya Adıgelerinin Türkiye’ye göç etmelerine yol açacak ölçüde ciddi nedenler bulunmadığını ve Kabardeylerin (-Ruslarla-) savaş içinde olmadıklarını da belirtmemiz gerekmektedir. Oysa Batı Kafkasya’da (-Çerkesya’da-) durum çok farklıydı. Burada savaş vardı. Şapsığ, Natuhay (Нэтыхъуай) ve Abzahların (Абдзах) beyleri (pşı/ пщы) yoktu. Yönetim köy muhtarlarının (starşina) ve vorkların (оркъ) elindeydi. Bu kişiler göçe öncülük etmiş değildirler. Bu nedenle göç ya da “hacret” (-siyasi göç-) olayında varlıklı ve sömürücü kesimi suçlamanın bir dayanağı yoktur. Bilindiği gibi, 1796 yılında yapılan Bzıyko Savaşı (Бзыйкъо зау) ve benzeri daha başka olaylar nedeniyle Batı Kafkasya’da soylu sınıfı (-sömürücü sınıf-) iyice zayıflamıştı.
Adıgelerin düze indirilmeleri ve sürgün olayı...
Adıgelerin başlarına gelmiş olan yıkımı, bulundukları dağlık bölgelerden ayrılıp Rus hükümetince kendilerine gösterilmiş olan yerlere yerleşmeyi kabul etmemiş olmaları gibi nedenlere bağlayan yazarlar da vardır. Bu görüşün de dayanaksız olduğu, General Yermolov’un Karadeniz Kıyı Müstahkem Hattı Komutanı General Vlasov’a gönderdiği bir yazıdan yeterince anlaşılmaktadır. Yazıda şöyle denmektedir: “Bütün bir köy ya da soy bütünü biçiminde, tarafımıza geçip yerleşmek isteyenleri kabul etmeyiniz, onları parçalayınız”. Bu sözler için ayrıca yoruma gerek var mıdır? Adıge Bilimsel Araştırma Enstitüsü araştırmacılarından P. O. Avĺe’nin (П. О. Аулъэ) “Стамбул икIыжьыр анахьэу къызхэкIыгъэр” (Türkiye’ye Göç Edilmesinin Başta Gelen Nedeni) adlı yazısında (bkz. Зэкъошныгъ, no. 4, 1989), Adıgelerin öz anayurtlarını bırakıp yabancı ülkelere göç etmelerine yol açan nedenler üzerinde derinlemesine durulmaktadır. İnceleme yazısında yazar, bilim insanlarının konuya ilişkin farklı yaklaşımlarını ele alıp bir sonuca ulaşmaya çalışmıştır. Bu sonuca göre, Adıgelerin çok sevdikleri topraklarından ayrılmalarının temel nedeni Rus İmparatorluk rejiminin Adıgelere ilişkin olarak yürüttüğü silâhlı sömürge savaşı politikasıdır.
“1864’te Kuban Bölgesinde (-Çerkesya-) silâhlar sustu. Dağlılara (-Adıgelere-) karşı verilen ve yıllar boyunca sürmüş olan savaş sona erdi. İmparator’un kardeşi Grandük Mihail Nikolayeviç’in silâhlı güçleri Batı Kafkasya’yı (-Çerkesya-) ele geçirdi. Buraya farklı uluslardan insanlar (-Ruslar-) yerleştirildi ve bu topraklar ‘Kuban Ordusu Yönetimi Bölgesi’ içine alındı”. Bu sözler de P. P. Korolenko’nun 1896’da yayımladığı ve Kuban bölgesini ele alan bir inceleme yazısında yer almaktadır.
Dağlıların topraklarından sürülmeleri olayını trajik (üzücü) bir olay olarak karşılayan L. S. Liçkov, 1904’te yazdığı bir yazısında “Dağlıların topraklarından kovulmaları ve yok edilmeleri savaş nedenine dayanmaktadır” diyor (Oçerki iz proşloga Kavkaza i nastoyaşego [Geçmişten Günümüze Kafkasya Üzerine Etüdler], M., 1904).
N. S. Başenov’un 1914’te Tiflis’te yayımladığı “Batı Kafkasya’nın Fethinin ve Savaşın Sona Ermesinin 50’nci Yılı” başlıklı kitabında şu sözler yer almaktadır: “Rusya’nın Batı Kafkasya’da Dağlılara karşı sürdürdüğü savaşın belirleyici özelliği, ülkenin silâhla ele geçirilmesi ve boyun eğdirilmiş olan yerli halkın biran önce topraklarından kovulmaları biçiminde gerçekleştirilmiş olmasıdır…”
“(…) Dağlılara boyun eğdirilmekle yetinilemezdi. Batı Kafkasya’da yapıldığı gibi, onları vadilerinden çıkartıp bizim göstereceğimiz yerlere yerleştireceksin ya da yok edeceksin ya da Türkiye’ye göndereceksin. Savaş acımasızlıktır. Birçok halkı tarihe gömen savaştan acıma diye bir şey beklenemezdi”. Böyle diyordu 1915’te Tiflis’te yayınladığı “Putevoditel po Kavkazskoku voyenno-istoriçeskomu muzeyu” (Kafkas Askeri Tarih Müzesi Rehberi) başlıklı yazısında da.
S. Ordjonikidze 12 Ağustos 1921’de “RKP (b) Kafkasya Bürosu’nun Gerçekleştirdiği Politik Çalışmalar” başlıklı konuşmasında şunları da söylemiştir: “50-60 yıl kadar önce İmparatorluk yönetimi Dağlıları kendi öz topraklarından kovdu, Dağlı köylerini ve onların topraklarını çapulcu Kazaklara dağıttı. İmparatorluk yönetimi, Dağlı halkları birbiriyle sürtüştürüyor ve onları birbirleriyle çatıştırıyordu. Dağlıların Rusya’ya karşı duymakta oldukları nefreti sona erdirmek, bizim için ivedi bir görev olmalıdır. Bunu başarmamız için şimdiki Rusya yönetiminin İmparatorluk dönemi yönetiminden ayrı bir şey olduğunu anlatmamız gerekiyor. Onların Sovyet yönetimindeki Rusya’ya karşı kardeşçe duygular (ve güven) duymalarını sağlamak için gerekli çalışmaları yapmalıyız”.
1933’te yayınlanan “Küçük Sovyet Ansiklopedisi”nde de şu sözlere yer verilmektedir: “İmparatorluk rejiminin baskı politikası sonucu, en büyük yıkıma uğramış Kafkas halkları içinde Adıgeler bulunmaktadır. Adıgelerin çok büyük bir çoğunluğu (resmi istatistiklere göre 500 bin kişi), 1860’larda topraklarını terk etti, bu halktan olan Vıbıhların tamamı ise ülkeden ayrılıp gitti”.
Türkiye Adıgeleri içinden yetişmiş olan tarihçi General İsmail Berkok’a göre, Adıgelerin ülkelerinden ayrılıp dış ülkelere göç etmiş olmaları olayının sorumluluğu Rus İmparatorluk yönetimine aittir. Berkok, görüşünü bir halk şarkısının dizeleriyle de desteklemektedir: “Sevgili Kuban’ımızı kanlı gözyaşları içinde, sonsuza değin terk ediyoruz…”
“Kafkas Savaşları” adlı çalışmasında İ. V. Bestujev şöyle yazmaktadır: “Adıge, Abhaz ve diğer halkların Rusya İmparatorluğu politikaları sonucu olarak toplu bir biçimde Türkiye’ye göç etmeleri, bu halkların benzeri görülmemiş bir yıkıma uğramalarına yol açmıştır”.
Kafkas Savaşı’nın niteliği ve Naib Muhammed Emin olayı
Yukarıda belirttiğimiz noktalar ve sunduğumuz örnekler, Dağlıların İmparatorluk Rusyası’na karşı verdikleri mücadelenin yiğitliğe ve adalet arayışına dayalı bir mücadele, bağımsızlığı korumaya yönelik bir savaş olduğunu gösteriyor. İlk başlarda ilerici Rus tarihçileri arasında bizim gibi düşünenler de vardı. Şimdilerde batılı tarihçiler, özellikle İngiliz tarihçiler bizim görüşlerimizi paylaşmaktadırlar. Bu arada birçok burjuva tarihçi ile Sovyet tarihçisinin de daha önceleri yanlış görüşler öne sürmüş olduklarını söylemeliyiz. Bu gibi kişilerin görüşlerine göre, Şamil önderliğinde Dağlı halkların Rusya’ya karşı vermiş oldukları mücadele gerici bir niteliktedir. Mücadelenin amacı, Kafkas halklarına zorla Müslümanlığı (şeriatı) benimsetmek, Dağlıları ekonomik ve dini bir baskı altına almaktı. Adıgelerin İmparatorluk Rusyası’na karşı vermiş oldukları mücadeleye önderlik etmiş olan Muhammed Emin ise, araştırmacılar tarafından farklı biçimlerde değerlendirmektedir. Bazıları onun birtakım gerici faaliyetlerde bulunduğunu söylüyorlardı. Gerçeği söylememiz gerekirse, Muhammed Emin, 1848 yılından başlamak üzere Adıgeleri en üst düzeyde bir araya getirebilmiş olan kişidir. Kanımca Muhammed Emin Adıge Kurtuluş Savaşı’nın güçlü bir örgütleyici önderidir. Rus komutanlığının Muhammed Emin’e gönderdiği elçilerin bazıları onun akıllı ve güçlü biri olduğunu belirtmişlerdir.
Muhammed Emin 1849’da yapılan büyük bir Çerkes toplantısında, Rusya’ya kalıcı bir darbe indirmek için bütün toplum güçlerinin bir araya getirilmesi ve birleştirilmesi gerektiğini dile getirmiştir. Mücadelesinin ilk gününden başlamak üzere din adamları ile Abzah (Абдзах) muhtarları (starşina) Muhammed Emin’i desteklediler. Destekleyenler arasında Cendere Hacı Kasey de vardı. 1849 ilkbaharında Mehoş (Мэхъош), Yecerıkuay (Еджэрыкъуай) ve K’emguylar da Muhammed Emin’in saflarına katıldılar. Ayrıca bağlılık andı da içtiler. Naib Muhammed Emin’i destekleyenlerin sayısı her geçen gün artmaktaydı. Saflarına katılanlar arasında çok sayıda serbest köylü de (fekol/ фэкъолI) vardı. Naib, Rusya’ya karşı verilmekte olan mücadeleye katılmaları durumunda, köylüleri , soylu (пщы-оркъ) zulmünden kurtarma sözünü vermişti. Ubın ırmağı vadisinde yaşayan Şapsığların muhtarları da (starşina) Muhammed Emin’i destekleme kararı almışlardı.
Muhammed Emin’in köylü yanlısı bu politikası onun saygınlığını artırıyor, bu demokrasi önderinin ününü uzak köşelere değin yayıyordu. Muhammed Emin Çerkesya Kurtuluş Savaşı’nın yılmaz bir savaşçısı olarak karşılanmaktaydı. Köylü halk (fekol/фэкъолI), bu nedenle onun özgürlük bayrağı altında toplanıyordu. Muhammed Emin Adıge toprağını, idari anlamda bucak ya da küçük idari birimlere (Rusça: Uçastk) ayırdı. Bir bucak 100 aileyi kapsıyordu. Her bir bucağın başında bir muhtar (starşina) bulunuyordu. Starşina, Türkçedeki muhtar karşılığı bir sözcüktür. Muhtarın başta gelen görevi, Naip’in emirlerini yerine getirmek, istendiğinde, istenen sayıda savaşçıyı (askeri) Naib’in emrine vermekti. Çalışmalarında kendisine yardımcı olması için bir muhtarın yanına 5 hacret (- siyasi göçmen-) veriliyordu (4). Birkaç bucak birleştirilip bir ilçe ya da yöre yönetimi (okrug) oluşturuluyordu. Her ilçenin başında birer müftü ile kadı (şer’i yargıç) bulunuyordu. Muhammed Emin’in başkanlığındaki Meclis ise kendisine en yakın olan kişilerden oluşmuştu. Abzah muhtarı Cendere Hacı Hasan, Muhtar Beresbi, Abdullah İsmail Efendi, Hacı Zade Muhammed Efendi, Kunıko Hanıko ve İbrahim Hanoğlu. Naib, gerekli olduğu durumlarda muhtarlar toplantısı da yapıyordu.
Rus belgelerinde Muhammed Emin’e ilişkin hayli yazı vardır… “Kuban ırmağının güneyinde (ötesinde) Şamil’in ünlü temsilcisi Muhammed Emin topraklarımızı yağmalamak için büyük bir askeri güç oluşturdu. Pşeha ve Şhaguaşe (Belaya) ırmakları yukarı bölümlerinde konuşlandırılmış olan bu silâhlı güçler, müstahkem hatlarımızın değişik noktalarını tehdit etmektedirler…”
Başka bir belgede de, Abzahların Muhammed Emin’e büyük bir saygı duymakta oldukları, onun Abzah bölgesinde kaleler kurduğu, düzenini yerleştirmek için mahkemeler oluşturmakta olduğu, Şapsığların da Naib’i destekledikleri ama kendi bölgelerinde mahkeme kurulmasına izin vermedikleri, Natuhayların da gerektiğinde kendilerine yardım etmesini Muhammed Emin’den istedikleri, Han Kumuk’un İstanbul’dan Naib’in yanına geldiği, bir takdirname ile iki nişan takılı, elmas ve mücevher işlemeli bir kaftanı Naib’e armağan olarak getirdiği yazılıdır.
Adıge muhtarların Rıza Paşa’ya gönderdikleri bir dilekçeye de şaşırmamak elde değil. Dilekçeyi Muhammed Emin de imzalamıştı.
“Haberciniz (ulağınız) bize, biz Çerkeslerin, amansız düşmanımız olan Rusya ile bir barış antlaşması imzalamak istediğimizi haber aldığınızı söyledi. Sizin yönetiminizce de bilinen bir gerçektir. Tüm dünyanın da bildiği gibi, Çerkeslerin tek isteği bağımsızlığımızı korumaktır. Bizim bağımsız yaşamaya hakkımız vardır. Bu isteğimizi Avrupa ülkeleri de bilirler. Bize bir dost eli (garantisi) uzanana değin Rusya ile bir barış antlaşması yapmayı düşünmüyoruz. Yönetiminizle dayanışma içinde ve sizin amaçlarınıza uygun bir biçimde hareket etmek istediğimizi bildirmek isteriz. Amaca ulaşana değin Rusya ile savaşa son vermeyeceğiz ve “barış” sözcüğünü ağzımıza almayacağız…”
Bu dilekçenin gönderilmesinden kısa bir süre sonra Kafkasya’da durum iyice kötüleşti. 1859’da Şamil’in birlikleri dağıldı. Ondan sonra Rusya’ya karşı koymanın da bir anlamı kalmamıştı.
Sovyet tarihçilerinin bazı değerlendirmeleri
Yukarıda sunduğumuz bilgiler Muammed Emin’in Çerkeslerin yetenekli bir örgütleyici önderi olduğunu göstermektedir. Ancak soru üstüne soru soruluyor: “Peki, 1960’da Sovyet tarih bilimi, ne diye Şamil önderliğinde verilmiş olan direnişin gerici bir karakterde olduğu iddiasında bulunmuştur? 1944’te SBKP (b) Merkez Komitesi tarihçilerinin bir toplantısına katılmış olan akademisyenlerden Y. V. Tarle, Prof. S. K. Buşuyev, şair ve politik yazar H. G. Acemyan, İmparatorluğun yürüttüğü politikayı, bu arada Kafkasya’ya yönelik politikasını ortaya sermek ve doğru açıklamalarda bulunmak için çaba harcadılar. Ancak tanınmış tarihçilerden A. M. Pankratova ve destekçileri karşı bir tavır aldılar. Bu anlaşmazlık nedeniyle toplantı belgeleri yayımlanamadı.
Toplantıya katılmış olan tarihçiler Stalin ve yandaşlarının politikasını desteklemek dışında bir şey yapamazlardı. Kuzey Kafkasya halklarına, Çeçen, İnguş, Kalmık, Karaçay, Balkar ve Kırım Tatarlarına yapılanları uygun ve yerinde bulmak durumunda kaldılar. Bilindiği gibi o halklar o sıralar topraklarından sürülmüş durumdaydılar (5).
O sıralar Şamil ve Dağlıları Osmanlı Türkiyesi ile İngiliz sömürgeciliğinin araçları olarak göstermeye, Kafkas-Rus Savaşı’nın Dağlıların Rusya’nın güney topraklarına saldırmakta olmaları yüzünden çıktığına başkalarını inandırmaya ve kendi halk düşmanı politikalarını kitlelere dikte etmeye çalışan bir iktidar (-Stalin iktidarı-) vardı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Sovyet yöneticileri halkı Anglo-Amerikan emperyalizmine karşı bir politik ideoloji doğrultusunda eğitme politikasını benimsediler. Bu politikaya uygun düşecek tarzda, 1950’de Sovyet hükümeti, Kuzey Kafkasya halklarının bağımsızlıklarını korumak için verdikleri mücadelenin gerici ve milliyetçi bir karakterde olduğuna karar verdi. Çok yanlış bir karardı bu.
Açıklık, değişim ve demokratikleşme dönemi ortamında, şimdi, tarihimizi yeniden ve doğru bir biçimde ele alma ve yazma olanağı doğdu. Olayları doğru ve gerçekçi bir biçimde öğrenmediğimiz sürece, bugünü ve yarını doğru olarak öğrenme ve karşılama olanağımız da olmaz. Gerçek tarihi, gerçeğe uygun bir biçimde yazmak, tarihçilerimizin başta gelen görevidir.
ŞIBZIHO Kim (Шыбзыхъу Ким)
Adıge tarihçi, Adıge Bilimsel Araştırma Enstitüsü , Maykop.
Sots. Adıgey gazetesi (şimdi “Adıge mak”), 11-12-13 Temmuz 1990 tarihli sayıları.
Not: Bu yazı ilk önce “Kuzey Kafkasya Kültür Dergisi”nin 87-88’inci sayısında “Dönem bize yeni sorumluluklar yüklüyor” başlığıyla, daha sonra da Circassiancenter internet sitesinde yayımlanmıştı. Şimdi yazıyı yeniden gözden geçirerek, gücelleyerek ve daha anlaşılır bir hale getirerek yeniden yayımlıyoruz. Ara başlıklar, parantez ve tire içleri, tümce ya da sözcük siyahlaştırmaları bize ait olabilir. - hcy.
 
  Bugün 19 ziyaretçi (30 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol