adigehaber
  Mutluluk Yolu - IV- Gençler Toplanıyorlar
 
K’eraş Tembot- Mutluluk Yolu - IV- Gençler Toplanıyorlar (Набджэгъухэр къэзэрэугъоижьых) (s.350)
 
 
Akşam Bibolet Köy Sovyeti’ne geldiğinde, Değotluk’u Köy Sovyeti koridorunda buldu. Sevinçle birbirlerini kucakladılar. Birbirlerine soru üzerine soru yağdırırken Nafset de Köy Sovyeti’nden çıktı.
- Nafset de döndü!..
- Bizi saldılar, 1 Mayıs kutlaması için yardımcı olmam amacıyla beni geri gönderdiler, - diyerek yanlarına gelip erkek gibi elini sıktı.
Hiçbir tanışıklığı yokmuş gibi Nafset’in kendisini karşılaması Bibolet’in içindeki sevinci söndürmüştü.
Ne diyeceğini bilemeden bir süre Nafset’e bakıp durdu. Yüzünde belirmiş olan sevinç görüntüsü donup kalmıştı. Niçin güldüğünü bilmeden, alışık olmadığı biçimde yüzünde donuk bir sevinç kalmıştı. Nafset’i iki üç yıldır görmemişti. Bunun neden böyle olduğuna bakmak da aklına gelmiyordu. Bakıyordu ama yeterince göremiyordu. Gözü ve kalbi ayrıydı. Başındaki beyaz beresi, sırtındaki modaya uyumlu kısa ceketi ile onu görüyordu: Bunlar ona güzellik katıyor, daha boylu ve daha endamlı olduğunu gösteriyordu. Ancak yüzüne bakamıyordu, kalbindeki yara izlerinin gözlerine yansıdığını görmekten çekiniyordu. Sevdiği ve ruhunun içi olmuş o yüzdeki insancıllığı, tatlılığı ve derin sezgiyi görmek istiyordu, ama Nafset’in yabancının biriymiş gibi kendisini soğuk karşılaması Bibolet’i ondan uzaklaştırmıştı. Gözlerine inen üzüntü perdesi onu görmesini engelliyordu…
İçine düştüğü durumu oradakilerin anlamasından korkarak hızla toparlandı Bibolet. Sırf arkadaşlık adına Nafset’i kutlar havasına bürünerek, neşeli halde her ikisine dönerek konuştu:
- Öyleyse dönmekle çok iyi yaptınız: Köyün bundan çok size gereksinim duyacağı an olamazdı! Gidelim, konuşuruz.
- 1 Mayıs hangi gün? Günleri karıştırmışım, - diye sordu Nafset’e köy Sovyeti’ne geçip oturduktan sonra. İş dışında bir şeyi düşünmüyormuş gibi bir tavır takınmıştı, sözcükleri de soğuktu. Gözleri küskün, azarlar gibiydi, gözleriyle karşılaşmaktan kaçınarak Nafset’e bakıyordu. “Bunca süre görüşmedikten sonra bu denli soğuk karşılanmayı beklemiyordu! İçten bir sevgiyle kendisine yaklaşacağını ummakla hata mı etmişti? Değilse hâlâ kendisine olan kırgınlığını içinden atamadığı için mi soğuk davranıyordu?..”
Nafset’i anlayamıyordu. Arkadaşlık, dostluk diye bir şey de görmüyordu onda. Öne değil, direkt kendine bakıyordu. Bu da Bibolet’in içini serinletmiş, kendine gelmesini sağlamıştı. Nafset’in gözlerinde saklamaya çalıştığı üzücü, yakışıksız durumun farkına varmıştı. Zorla kaçırıldığı gecenin ertesi günü, Kulats’ın evindeyken kendisine baktığı gibi bakıyordu Nafset. O bakışı şimdiye değin unutmamıştı, bu son iki yılını bu görüntüyü kalbinde taşıyarak geçirmişti. Düşüncelere dalıp gittiği olmuştu. Şimdi söyledikleri ile bağlantısız olarak, elinden gelmeyerek onu dolanıyordu. “Bu denli şeye katlanmayı başaranbir aşk yok olmaz!” dedi ansızın kendi kendine Bibolet. Ancak yine durumdan tam emin değildi.
- Bir Mayıs’a sadece iki gün kaldı..- diye konuya ilişkin konuşmasını soğuk biçimde başlatıyor Nafset. Ama gözleri Bibolet’in gözleriyle karşı karşıya geliyor: Bu gözler hem azarlayıcı ve hem de okşayıcı idiler, karşısındakinin içini araştırarak direkt bakıyorlardı. Nafset’in gözleri yaşarır gibi oluyor, dayanamayarak gözlerini kaçırıyor.
Aynı anda Bibolet’in içi yeniden mutlulukla doluyor: “Hayır, yanılmıyorsun, beni seviyor. Ama aşkı gibi üzüntüsü de derinlerde”.
Aşkın tadı yanında, acıma duygusu da Bibolet’in canını incitmişti. Nasıl karşılaması gerektiğini bilmeden kızı zora sokmuş olduğunu anlamış oldu. Bibolet’in içinde acı ve sevgi birlikte doluverdi. İçini açıp Nafset’in gönlünü almak isteğiyle, içi eriyerek, yumuşak bir sesle sordu.
- Komsomola katıldın mı? – içindekini gizleyemeden Nafset’e sordu.
- Söylediğin o günden sonra vakit geçirmeden katılmıştım.
Köy Sovyetine Halaho geldi. Bir avuçluk bir ihtiyar olmuştu, tüylü kalpaklıydı. Bastonu önündeydi. Ama söz ve davranışlarında bu gün için bir değişiklik, bir telaş olduğu anlaşılıyordu: Yaşlılığın verdiği güler yüzlülüğü, içten selamı ve şakacı halleri yoktu. Büyük birşeye üzülmüş bir görünümü vardı. Selamını uzatmadan, dün de görmüş gibi Bibolet’in yanına gelip elini sıktı. Yüzünden gizli bir üzüntü okunuyordu, lafı uzatmadı, sesini biraz alçaltarak konuştu:
- Bibolet, seni arıyordum. Bir konuda seninle konuşmak istiyorum…Değotluk da, seninle gelsin.
Her ikisini de bahçeye karanlığa aldı. Köy Sovyeti binasının arka tarafına götürüp fısıldayarak konuşmaya başladı:
- Gelmekle iyi ettin Bibolet. Şehirde çalıştığını duymuştum, gelmemiş olsaydın ben senin yanına gelecektim. İşlerimizin karışmış olmasına üzülüyorum. İşlerin yolunda gitmemesi bir yana, köyde birkaç kişi var, onlara artık dayanamıyorum. Behuko-Alıko grubu yani. Eskiden köyü karıştırdıkları, haram helal demeden her bulduklarını yuttukları gibi aynen devam etmek isteyen yiyici bir grup var. Şimdi bu grup bir kötülük peşinde, gizli bir grup halinde çalıştıklarından kuşku duyuyorum. Grup yemeği, ziyafet gibi bahanelerle gizlice toplandıklarına iki üç kez tanık oldum. Şimdi onların kötü amaçlarına ilişkin duyduğum bir haber nedeniyle yanınıza geldim. Senin için bir kötülük düşündüklerine ilişkin bazı duyumlar aldım. Köye gelmiş olman gözlerine battı. Dün kolhoz merkezinde söylemiş olduğun “Dilekçeler kulak karargahında kaleme alınmış” sözünüz köye yayıldı. İşe hızlı koyulmuş olman kulakların ödlerini patlattı. Senin için karar aldılar. Bu nedenle evladım, köyde kalman senin için tehlikeli. İşi bırakıp gitmen de olmaz, ama çok dikkatli olman gerekiyor. Değotluk’un dönmesi de iyi oldu. Onun da tıpkı senin gibi dikkatli olması gerekiyor. Değotluk da kulakların en nefret ettiği kişilerden biri.
- Bizi uyardığın için Halaho, teşekkür ederiz, - dedi Bibolet, biraz düşünüp durduktan sonra. – Ama biz de onlardan iyilik bekliyor değiliz. Ellerinden gelse bize ne yapacaklarının farkındayız. Evet, dikkatli olmamız gerekiyor. Ama sadece kendimizi düşünemeyiz. Kişi olarak bize verecekleri zarardan çok, emekçilere, Sovyet düzenine verecekleri zarar daha fazla olacaktır. Bu kötü emellerinin kökünü açığa çıkarmamız ve onları suçüstü yakalamamamız gerekiyor. Halaho, bu konuda bize yardımcı olabilirsin. Dikkatlerini çekmeden gizli işlerini izlemeye bak. Hileli işlerine, ne yapacaklarına ilişkin bir bilgi eline geçerse hemen bize bildir. Gizli toplandıklarını fark edersen, bana ya da Değotluk’a haber ver.
- Herkese bunun söylenmeyeceğini biliyorum. Bu gibi kötü niyetli toplantılar yaptıklarını uzun zamandan beri biliyorum. Ama kimseye söyleyemiyordum, ikiniz gibi güveneceğim kimse yoktu, sizi bulamıyordum, ne yapamayacağımı bilmeden sıkıntı içinde yaşıyordum. Evlatlarım, aman dikkat diyeyim. O kişiler son derece kötü ve vahşi bir çete. Tek başına İsmahil bile kötülük için yeter, çok tehlikeli biri…
- İsmahil nasıl köye döndü? – diye sordu Bibolet, Değotluk’a dönerek.
- Nafset’i zorla kaldırmaktan beş yıl ceza yedi, üç yıl yattı, erken tahliye ile köye döndü, - dedi Değotluk. – Şimdi çete arkadaşı bulamıyor, hırsızlık yapamıyor, öbür grupla işbirliği içinde. Sovyet yasaları çok yumuşak: İsmahil gibi biri salınır mı hiç! O kişi ölümü hak edecek çok suç işledi ama yakalayamıyor, suçüstü yapamıyoruz…
- Durum bu, Halaho, - dedi Bibolet Halaho’ya dönerek,- Seninle daha etraflı konuşmak, görüşmek isterdik ama bu akşam toplantımız var. Yarına görüşürüz. Köyde olup biteni sen daha iyi biliyorsun. Köyde olup bitenleri öğrenme konusunda güvendiğimiz ve bize yardımcı olacak kişi sensin.
İki genç geri döndüğünde gençler toplanmışlardı. Mıhamet de gelmişti. Toplantı başladı. Bibolet şimdi sorunu daha iyi kavramıştı, elinde daha fazla bilgi vardı, yapılacak şeyleri daha iyi planlayacak durumdaydı. Tütün fidelerine su bulma konusunda bulduğu çözüm planını ortaya koydu.
Bir su kanalı açılmasını planlamıştı ancak toplantıdakiler bunu önce beğenmemişlerdi. Olmayacak şey dediler, Bibolet’in yanıldığını söylediler.
- O-ho-ho-ho!..- diyerek toplantıdakilerden birkaçı itirazda bulundu.
Ama Bibolet işi tek tek ve ayrıntılı olarak anlatmaya başladı. Alışık olmadıkları biçimde, başlanmayan işten korkulmasının normal olduğunu, bu iş için gerekli olacak kol gücünü ve tahmini süreyi tüm açıklığıyla ortaya koydu.
Diğer tek seçenek ırmaktan arabalarla su çekmekti. Kolhozun sorunları çözülmüş olsaydı, su çekme işi o kadar zor olmayabilirdi. Ancak kolhozun şimdiki sorunlu durumunda bu da yapılamazdı. At ve araba dışında su fıçıları yoktu. Evlerdeki ağaç testi ve çüvenlerle de bu iş olamazdı, suyun yarısı yolda dökülürdü. Ayrıca çüveni kırılacak olanların yakınmaları da başgösterecekti… Bir günlük, iki günlük bir iş değildi bu…
Sonunda Bibolet toplantıdakileri ikna etmeyi başardı. İşe ciddi sarılmaları durumunda başarılmayacak bir iş olmadığına inandılar.
- Dört gün içinde kazılacak kanal ile fideliklerin yakınındaki kuru vadi, büyük çukur su ile dolacak! Ayrıca köydeki buzağıların içme suyu sorunu da çözülmüş olacak!
Gece yarısı sonrası dağıldılar. Değotluk ile Bibolet, Nafset’i evine bırakmak üzere birlikte ayrıldılar.
Tartışmalı, didişmeli konuşmaları bırakmış, ilkbaharın tatlı akşam yeli içinde, sinirleri biraz yatışıncaya değin bir şey konuşmadan yürüdüler. İlkönce söze Bibolet başladı.
- Eğitim işin ne oldu? Rostov da mı bulunuyorsun yine?
- Rostov.
- İşçi fakültesi mi?
- İşçi fakültesi (рабфак). Bitirdim.
- Peki o denli okurken, suçluluğumu bağışlama zamanın geldiği, okuduğun sürece hiç aklına gelmedi mi?..
- Ne suçluluğu imiş o? Senin bana karşı bir suç işlediğin, bir yanlışlık yaptığın yok ki…- dedi Nafset. Bu söz kızın yaralı kalbini deşmiş, unutulmaya yüz tutmuş üzüntüsünü yeniden depreştirmişti. Ses tonunda yeniden bir yabancılık, bir soğukluk hali belirdi.
- Benim sana karşı yaptığım yanlışlığın çoktan beri farkındaydım. Bu yanlışlığım nedeniyle beni bağışladığını bilecek durumda idim. Buna ek olarak kısaca, bana dargın olmadığın biçimindeki davranışının, daha sonra değiştiğini farkettim. Bunu da en çok, Kulats’ın evinde oturduğun sırada geldiğimizde fark etmiştim. O günden bu yana içimde bir soru, düşünüp duruyorum ama bana karşı tutumunun nedenini anlayamıyorum, nedeni bu diyebilecek durumda değilim.
- O günden bu güne o şey bir kez olsun aklına gelmemiştir, anlayamıyorum, niye böyle konuşuyorsun? İçinde olmadan öyle konuşuyorsan, şimdiye değin yapmış olduğun yaramazlıkların en ağırı olur, arkadaşlığa da sığmaz, - dedi Nafset güvensiz bir düşünce içinde, sesini yükseltmekte zorluk çekiyormuş gibi.
- İçimde o şey olmasaydı, buna üzülüyor olmasam, herşeyden önce o şeyle söze başlamazdım. Beni öyle görmekle haksızlık ediyorsun. Bu konuda yanıldığın gibi, bana karşı kuşku duymakta da yanılıyor olmalısın.
- Seni ben de öyle görmüyorum, ama kuşku duymamı gerektirecek bir durumla karşılaştığım için öyle konuşuyorum…
- Söyle, kuşku duymanı gerektiren o şeyi, istediğim şey bunu söylemen. Söylersen, kuşkuyu gidermiş, ikimizden hangimiz hatalıyız, daha iyi anlamış oluruz.
- Benim kuşku duyduğum şeyi sen benden daha iyi bilirsin. Bunu bildiğin halde beni suçlamakla sen daha suçlusun…
- Okula giderken sana yardımcı olmamı istemedin. Krasnodar’a geldiğinde de benimle görüşmek istemedin…
- Sorunlarımı kendi kendime çözmek istedim, seni zora sokmak istemedim, başka bir şey düşünmüş değilim…
- Peki yazdığım mektuplara niçin yanıt vermedin?
- Okul, eğitim derdine düştün mü mektuplara yanıt vermeyi unutmak da anlaşılır birşeydir, bunu ilkin sen bana öğrettin. Senin başına da böyle şeyler gelmiştir…
- Bunu yerinde bana söyledin, bu sözü hakettim, ancak…Ben bilmeyerek hata etmiş oldum. Geciktirmeye hep üzülmüşümdür, bunlar istemediğim durumlar olarak başıma geldi. Seninki farklı. Sen bilerek, kızarak bana soğuk davrandın. Sen benden daha suçlusun.
- Sorumlu bulmakta sen benden üstünsün…
- Hayır, seni kınayıp kendimi aklamak gibi bir amacım yok. Sana karşı hata ettiğimi kabul ediyorum. Ama daha sonra benden nefret etmiş olmanın nedenini öğrenmek istiyorum. Bunun çıkış nedenini öğrenemeden bugünlere geldim. Sen bir kusurum var mı yok mu sormadan ve hiçbir kusurum yokken bana nedensiz kırıldığını düşünüyorum.
- Sözünü yerine getirmedin, bu senin eksikliğin, ancak bunun için herkes seni kınayamaz. Zorla güzellik olmaz. Bu konuda ben de seni kınamadım. Mektubuma karşılık yazmamış olmanı, okuma işin nedeniyle içinde bulunduğun koşullara bağladım ve seni suçlamadım. Ama ardından mektup yazmadığını görünce, seni içimden kınamadan da edemedim. Seni kınadığımdan daha çok kendimi kınadım. Bir tek kâğıt yaprağı ile olsun bana insanca davranmamış olduğun üzülmüştüm.
- O iki gözünle gördüğünü söylediğin şey de nedir? Bana kızman için söylediğim bir söz, yaptığım bir yanlış mı var, anımsamıyorum. Mektubuna yanıt yazmamış olmam istemediğimden değil, eğitim yılının sonuna gelmiştim, sınav telaşı içinde, çok zaman kaybettim. Daha sonra, döndüğümde, çok geçmeden seni görürüm diye yazmadım. Döndüğümde de Krasnodar’da çalışmam gerekti, bir türlü köye gitme fırsatı bulamadım. Gerçek olan şu: Seni ve mektubunu unuttuğum tek günüm olmadı. Her neyse, bu geçmişte kalmış bir şey…Peki iki gözünle görmüş olduğun o şeyi anlat Nafset, - dedi Bibolet umudunu, sevincini yitirmiş biçimde umursızca.
- Yanılmış da olabilirim…Ama geçmiş şeyleri kurcalamakla elimize ne geçecek?..- dedi Nafset, düşük bir tonda. İşin bu noktasında aşk umudu yeniden belirdi Bibolet için. Ancak içinde yanan büyük aşk ateşini belli etmek istemiyordu, sesini alçaltıyor ama mutluluğu, sevinci, sesinden anlaşılıyordu.
- Bunu geçmiş bir sorun yapan sensin, ben değilim…- dedi Bibolet, küsmüş bir tavırla.
- Şu an söylemiş olduğun şeyi aleyhime kullanıyorsun, ardından içinde uhde kaldığı için konuştuğunu söylüyorsun!..
O ana değin hiçbir şey demeden konuşmaları dinleyen Değotluk, o an gülüp konuşmaya başladı:
- Sizi dinledim, ikiniz de kusurlusunuz. Küsmüş bebeler gibi birbirinizi suçluyorsunuz. Sizin birbirinize yüklediğiniz suçlamaların hiçbirinden her ikinizin de sorumlu olmadığınızı biliyorum. Bana güvenilmeyen bir konuda işe karışmak istemediğimden karışmadım, ama o dönem her ikinizin içinden geçen duyguları algılamıştım. Ancak şimdi “o iş geçmişte kaldı” dediğinizden ne diyeceğimi bilemiyorum… şimdi birbirinizi artık suçlamamanızı bekliyorum.
- Birbirlerini kınayanlar birbirlerini sevenler olur. Ancak bu gibi konularda Nafset hiç güven verici davranmadı…- diye küskün bir biçimde konuştu Bibolet.
- Sensin güven verici davranmayan…- diye eklemede bulundu Nafset.
Değotluk yine duraklayıp bir güldü.
- Birbirinizi azarlamayın diyorum, ardından birbirinize darılıyorsunuz! Birbirlerine darılanlar birbirlerini sevenler ise, ikinizden fazla birbirini seven kimse yoktur bu dünyada!
- Konuş Nafset, ne dersin bu söylenene?- diye sordu Bibolet, emin olmadan ve biraz da umutlanarak, sesini biraz yumuşatarak.
- Ben bu konuda şunu derim…- diye başlayıp Nafset konuşmasını kesti.
- Söyle, söyle! – diye diretti Bibolet.
- Benim bu konuda söyleyeceğim şu, - diye yeniden konuşmaya başladı Nafset, ciddi ve kesin bir ifadeyle. – Ne çektiysem, içimden ne geçtiyse, başıma gelen felâket nedeniyle kimseye güvenemedim, kendi başımın çaresine bakmaya başladım, bu da benim için en büyük şans oldu. Yoksa, Adıge erkekleri kadına yeterince değer verme gibi bir kültür düzeyine erişmiş değiller, Bibolet’i o tür erkeklerin dışında biri olarak görüyordum ama gözlerimle gördüğüm şey yanıldığımı bana gösterdi.
- Öyleyse söyle Nafset, iki gözünle gördüğün o uğursuz şey de neymiş! Söyle de yanılmış olduğunu sana kanıtlayayım.
- İki gözümle görmeseydim yanıldım der itirazsız susardım…
- Söyle öyleyse o şeyi!
Vıstanokoların bahçe kapısının önüne gelip durdular.
- Söylüyorum, - Nafset, sevinçli bir gülümsemeyle iki gencin karşısına dimdik dikildi. – Eve buyrun!
- Hayır, gece yarısı oldu. Bu akşam beni suçlayıp durduysan da, asıl kusurlu olan sensin Nafset, - dedi Bibolet, erkenden bu yere geldikleri için içinden bir inildeyerek. – Bu konuda Değotluk da tanığım. Öyle ama ne yapayım: Bu konuda seni sorumsuz görmek elimde değil. Ama Bir Mayıs günü için iyi bir hazırlık yapmadığın takdirde, bana çektirdiğin her şeyi misliyle sana çektiririm!
Nafset ciddi, şaka ve gülümseme bir arada hazırola geçmiş gibi topuklarını birbirine değdirdi, dimdik ayakta durup yanıt verdi:
- Olur, kaptan, Mayıs’ın ilk gününe hazırlanırız!
***
Sabah alacakaranlığı odadan henüz gitmemişti. Bibolet not defterini çıkardı, dün yazdığı ve yapılmasını planladığı işleri yenibaştan gözden geçirdi: "Kolhoz ambarının kontrolü. Seyislere verilen at yemini takip. Tohum stoku. Seyislerin niteliğini inceleme. Daha güvenilir gençlerle iletişim kurma. Yoksullar için toplantı hazırlığı. Kolhoz yönetimindeki kişiler arasında iş bölümü. Mıhamet'e destek. Tütün seralarının su sorunu. Bahçe tohumu yok. Tarlaların sürülmesi sorunu. Hastası olan üç kolhoz ailesine yardım. Kolhozun ziraat mühendisine bir at tahsis edilmesi. Bir Mayıs konuşmasının hazırlanması. Tütün ve diğer kültür bitkileri için kredi..."
Not defterinde yazılı çok sayıda görevi görünce elini siyah kıvırcık saçlarına attı, saçlarını karıştırdı durdu. Nafset’in aşkı ve kuşkular, hepsi yok olup gitti, önde duran zorlu güncel sorunlara dalıp gitti.
Sabah erkendi. Yol üzerindeki toz tabakası ütülenmiş gibi çiğ tabakası ile kaplanmıştı. İnek böğürtüleri köy kenarından geliyor, buzağı bağırtıları da köyü kaplamış bulunuyordu. Hayvanlar henüz köy dışına çıkarılmıştı.
Bibolet’in ilerisinde bir kadın yoldan geliyordu. Kadın yer değiştirip yolun öbür kıyısına geçti, sonra eski yerine dönüp yolun köşesinde durdu.
Bibolet kadını neye yoracağını bilemezken kadın kendisine yaklaştı ve kendisini karşıladı. Hayli yaşlı bir kadındı. Sabahleyin taşıdığı süt ve su eteğine dökülmüş, henüz kurumamıştı, ıslaklığı sürüyordu. Yüzünden tatlı dil ve utanma duygusu birlikte okunuyordu.
- A yavrum, şehirden geldiği söylenen delikanlı sen misin? – diye sordu kadın.
- Benim, anne, merak ettiğin bir şey varsa sorabilirsin! – diyerek güler yüzle durakladı Bibolet.
- A yavrum senin temiz kalpli ve iyi bir insan olduğunu duyduğum için birşeyi sana sormak istedim.
- Sor anne, bildiğim herşeyi sana doğru söylerim.
- Bizimkini etkilediler, acele edip kolhozdan ayrılmak için yazı vermişti. Ben ayrılmasını istemiyordum, ama kolhozda kalanların mahvolacağını, suyun ötesine (yurt dışına) çıkanların döndüklerinde kolhozda kalanları öldürecekleri gibi şeyler söylüyor, bizi korkutuyorlar. Gerçek durum nedir bana söylemeni istiyorum.
Bibolet şaşırmıştı, ne diyeceğini bilemeden bir süre durdu, sonra konuştu:
- Öyle diyenler, anne, geçmiş dönemde sizin gibilerinin alın terleri ile sefa sürenler, suyun ötesine kovalanan ve kendileri gibi sömürücü olanların dönmelerini özleyenlerdir. Sen, annem gibisin ve onun yaşındasın, sana yalan söyleyecek olursam insan sayılmam, sana gerçeği söyleyeyim: Onlar kendi başlarının tepesini göremedikleri gibi, suyun ötesine kovalananların dönüşünü de göremezler. Onların dediklerinden endişe etme. Onların sonu geldi, bunu bildikleri için köpek salyası akıtıyorlar. Kolhoz yoksullar için iyi bir geçim kapısı olacak, kulakların yoksulların emeğinden nemalanma/ beslenme sona erecek. Bu nedenle onlar kolhozdan nefret ediyorlar.
- Peki, kolhoz ayakta kalabilecek mi?
- Çok geçmeden kolhozun ayağa dikildiğini görürsün.
- Peki verdiğimiz yazıyı geri alabilir miyiz?
- Alabilirsiniz, anne, almanız da gerekir. Kolhoz sistemi ülke çapında yaygınlaşacak. Köylü tarım emekçilerinin tek kalkınma yolu kolhozdur. Bundan kuşku duyma. Kendi anne ve babamı herkesten önce ben kolhoza soktum. Sana söyleyeyim. Şimdi kolhoza girmeseniz bile günün birinde mutlaka gireceksiniz. Bir dizi dolanbaçlı ve zorlu yollar izlemektense şimdiden kolhoza girmeniz sizin yararınıza olur.
- Biz de kolhoza inanarak, iyi bir yaşam umuduyla ve isteyerek katılmıştık. Daha önceleri ne diyorlardı aklıma gelmiyor, köyde bir araya gelenlerin ekinlerinin nasıl yetiştirildiğini görmüş, özenmiştik. Şimdi kolhozdan ayrılırsak ekip biçmek için gerekli hiçbir şeyimiz kalmadı: Kolhoza verdiğimiz iki atımızı da telef ettiler/ öldürdüler. Şimdi kimin atını alabiliriz. Yoksulu deve sırtında köpek ısırır dedikleri gibi, atı ilkin ölenler yoksullar oldu, zenginlerin çoğunun atı duruyor. Kolhozda kalalım diyoruz, dünya başınıza yıkılır diye bizi korkutuyorlar…Teşekkür ederim, oğlum, şimdi içimi ferahlattın. Tanrı yolunu açık etsin, - diyerek kadın ayrılıp uzaklaştı.
Bibolet kadının sorduklarını ilginç bulmuş, düşüncelere dalmış halde bir süre yürüdü. Ardından not defterini çıkarıp yazdı: Kadınlar toplantısı. Atı daha çok ölenlerin kimler olduğunu öğrenmek. (361).
 
 
 
  Bugün 70 ziyaretçi (94 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol